• Sonuç bulunamadı

ABD‟nin Ortadoğu politikasında, Ġsrail devletinin varlığı ve bölgedeki çıkarları göz ardı edilemez. Ancak Ġsrail‟in ABD politikasına yön veren özelliğini ele alırken, devlet olarak kurulduğu 1948‟den öncesine gitmek gerekmektedir. ABD‟nin, Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Althur Barfour tarafından 1917‟de hazırlanan deklarasyonu desteklediğini açıklaması, o dönem bölgede kurulması olası bir Yahudi devletine duyduğu sempatinin iĢaretidir.

167

A.g.e., Arı, Irak, Ġran ve ABD, Önleyici SavaĢ, Petrol ve Hegemonya, s.190. 168 Dorel, s.51.

169

1922‟de de Amerikan Kongresi‟nin karar bildirgesinde “ABD, Filistin‟de Yahudilere milli yurt kurulmasında taraftır” ifadesinin yer almaktadır. Amerika, 1947‟de hazırlanan ve Ġsrail‟in Filistin topraklarının %56‟sını ele geçirmesine yardımcı olan Taksim Planı‟nda da destekler tavır takınmıĢtır. Ancak ABD‟nin Ġsrail‟e desteğinin en yoğun hissedildiği dönem 1967‟den sonradır. Bu tarihte gerçekleĢtirilen Arap-Ġsrail SavaĢı sonrasında ABD‟nin Ġsrail‟e ekonomik ve askeri alanda verdiği desteğin arttığı anlaĢılmaktadır. Ġsrail devletinin ilk kurulduğu 1948 – 1967 dönemlerinde, ABD yardımı yıllık ortalama 64 milyon doları bulmaktayken, 1967‟den itibaren yardım miktarında hızlı bir artıĢ olduğu gözlenmektedir. 2003‟e kadarki dönemde de toplam yardım tutarı 100 milyar dolar gibi bir rakama ulaĢmıĢtır. Bu yardımların %90‟ı da güvenlik yardımlarıdır.170

Amerika‟nın verdiği destekle Ġsrail Ortadoğu‟da en ileri teknolojiyle donanmıĢ orduya sahiptir.

ABD‟nin arabuluculuğuyla 1978‟de Mısır ve Ġsrail arasında imzalanan Camp David AntlaĢması, Ġsrail‟in Arap devletleri karĢısındaki güvenliğini arttırmaya yönelik bir ölçüde garantörlük niteliğini taĢımaktadır. Nitekim ABD bu antlaĢmayla birlikte Mısır‟ı “ödüllendirmiĢ” ve yılda 2,1 milyar dolarlık bir yardım vererek, Mısır tarafından Ġsrail‟e karĢı ileride oluĢabilecek tehlikelerin önüne geçmeye çalıĢmıĢtır. Görüldüğü gibi Mısır‟a ayrılan yardımın nedeni ve miktarının bu denli yüksek olması, ABD‟nin Ortadoğu politikasındaki Ġsrail faktörünün önemiyle birebir iliĢkilidir. Zira ABD, yıllık 15 milyar dolarlık yardım bütçesinin üçte birini Ġsrail ve Mısır‟a ayırmıĢtır. Mısır‟a her yıl verilen 2,1 milyar dolara karĢılık Ġsrail‟e de 3 milyar dolar yardım yapılmaktadır. ABD‟nin dıĢ yardımlarında Ġsrail‟le ilgili dikkat çeken nokta, yardımların geri ödemesiz olmasıdır. Ayrıca bugün bile ABD‟de Yahudi dernekleri vergiden muaf tutulmakta ve bu derneklerle Ġsrail‟e yılda 1 milyar dolar daha karĢılıksız kaynak aktarılmaktadır.

Ġsrail‟e tanınan bu ayrıcaklıkların yanı sıra, hükümete ABD‟de 1 milyar dolarlık devlet tahvili satarak borçlanmasına izin verilmektedir. ABD, Ġsrail‟e yapacağı mali yardımları yılın baĢında verirken, diğer ülkelere yapılan yardımlar parça parça ödenmektedir. ABD‟nin Ġsrail‟e tanıdığı tavizlerden biri de silah satın alması durumunda Savunma Bakanlığı ile yapılan anlaĢmaya tabi bırakılmamasıdır. Oysa

170

ABD‟den silah alımı, Savunma Bakanı‟yla yapılan antlaĢmaya bağlanmaktadır ve ABD‟nin diğer ülkelere yaptığı finansal yardımın nasıl kullanılacağı denetlenir ve belirlenirken, Ġsrail‟in bu yardımları nasıl kullanacağı konusunda herhangi bir kayıt ve sınırlama getirilmemektedir.171

Daha önceki bölümlerde de aktarıldığı gibi, Arap-Ġsrail sorununa çözüm ümidi getiren 1993‟teki Oslo süreci ABD‟nin yönlendirmesiyle ĢekillenmiĢtir. Ancak Ġsrail ve Filistin arasında barıĢ sürecinin yapılandırılması için yola çıkılan süreçte, dönemin Amerikan BaĢkanı Bill Clinton sürecin ikinci evresinde çeliĢkili politikalar izlemiĢtir. Clinton yönetimi bu süreçte ev sahibi konumundayken, BM‟in Ġsrail‟in barıĢı bozmaya yönelik atacağı adımlara karĢı alacağı kararları veto etmesi dikkat çekicidir. Bu aĢamada ABD‟nin arabulucuk konusunda taraflı davrandığı görülmektedir.

Diğer Ortadoğu devletlerine karĢı ABD‟nin Ġsrail‟e sahip çıkan tavrı Ġran ve Irak‟ta da benzerlik göstermiĢtir. Bölgede Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla potansiyel güç olarak görülen Irak ve Ġran‟a karĢı yürütülen politikalarda da benzer yol izlenmiĢtir. Ġran, Ġsrail karĢısında potansiyel güç olarak görülerek, ABD‟nin Körfez‟deki yeni hedefi haline gelmiĢtir. ABD‟nin Ġran karĢıtı politikaları Clinton döneminde de değiĢmemektedir. Dönemin Ġran lideri Hatemi‟nin esnek tavırları ve uyumlu yaklaĢımı, ABD tarafından cevap bulmamıĢtır. ABD‟nin Irak‟la ilgili stratejisinde ise bizzat Amerikan politikasında söz sahibi olan yahudilerin rolü büyük olmuĢtur. Özellikle George W.Bush‟un hükümetinde sağ siyonist olarak anılan isimlerin arasında Paul Wolfowitz (Savunma Bakan Yardımcısı, ilk resmi makalesi 1992‟de Irak‟ın iĢgalini isteyen bir yazıyla yayınlandı), Douglas Feith (Savunma Bakanlığı Siyaset MüsteĢarı), Elliot Abrams (Ulusal Güvenlik Konseyi‟nden), Lewis Libby (BaĢkan Yardımcısı Cheney‟nin Kurmay BaĢkanı), Eric Edelman (Libby‟nin baĢ asistanı) ve Richard Perle (Pentagon‟un Savunma Politikası Kurulu BaĢkanı) bulunmaktaydı.172

11 Eylül sonrasında Irak karĢıtı aktif politika izleyen bu isimlerin, Ġsrail‟in bölgede en büyük rakibi Irak‟ı pasif duruma getirmek için Saddam Hüseyin‟i devre dıĢı bırakmaya yönelik politikalar izledikleri görülmüĢtür. Bush ise yahudi

171 Arı, Irak, Ġran ve ABD, Önleyici SavaĢ, Petrol ve Hegemonya, s.203. 172

danıĢmanlarının sözünden çıkmayarak bir sonraki seçimlerde kendine destek aramaktaydı.

ABD‟nin Ortadoğu politikasında öne çıkan faktörlerden Ġsrail‟i incelerken, ABD‟de bulunan Ġsrail lobilerinin etkisi de gözardı edilmemelidir. Ġsrail lobisi, ABD‟deki yabancı lobiler arasında en organize olanı ve en çok destek görenidir. Ġsrail lobisinin amacı, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı ekonomik ve askeri yardımın devamını sağlamak ve de Ġsrail‟in bölgedeki güvenliğinin desteklenmesi konusunda ABD‟yi yönlendirmektir.

ABD‟de bulunan baĢlıca yahudi lobileri, The American-Ġsrail Public Affairs Committee (AIPAC), American Jewish Congress, American Jewish Committee (AJC), Jewish National Fund, Institute for Jewish Policy Planning&Research, International Association of Jewish Lawyers & Jurists‟tir ancak bunlar arasından Amerikan siyasetinde Ġsrail ile ilgili kararları alınmasında en aktif olan ve Kongre ile hükümetteki en aktif ve etkili temslcisi AIPAC‟tir. AIPAC, ABD ve Ġsrail ile ilgili konularda Kongre ve yasama sürecini etkilemeye dönük lobi yapan bir örgüt olup, bu amaçla faaliyet göstermektedir. 173

AIPAC‟in, ABD‟de yasama ve yürütme üzerinde diğer örgütlere kıyasla daha etkin olduğu söylenebilir. Mesela, DıĢiĢleri Bakanı Shultz, 1986‟da Ġsrail‟le ilgili yasa tasarısı hazırlanırken bizzat yazılı olarak AIPAC‟dan ne tür silahları ve yardım paketini istediklerini bildirmelerini istemiĢtir.174

Daha önce de aktardığımız ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı ekonomik ve askeri yardımların karĢılıksız olmasında AIPAC çok etkili olmuĢtur.175

AIPAC, Kongre‟de etkin olduğu kadar parti teĢkilatlarında da aktif görevde çalıĢmaktadır. Yahudilerin ABD‟deki çıkarlarını savunan AJC, Ġsrail dıĢındaki ülkelerde bulunan Yahudilerin güvenliği ve refahlarını arttırmak için de çalıĢmaktadır. Amerika‟da etkin bir örgüt olan AJC, Kongre ve hükümetle sıkı iliĢkiler içindedir. Bu örgütler, Ġsrail‟i ilgilendiren kararlar alınırken dünya çapındaki üyelerini örgütlemektedirler. Ayrıca Yahudiler seçim dönemlerinde yaptıkları bağıĢlarla da dikkat

173

Arı, Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve DıĢ Politika, 4.Baskı, Bursa: Marmara Kitap Merkezi, s.255. 174

A.g.e., Arı, Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve DıĢ Politika, s.262.

175 AIPAC sayesinde, ABD‟nin Ġsrail‟e yaptığı ekonomik yardımlar, 1981‟den itibaren karĢılıksız hale dönüĢtürülmüĢtür. Askeri yardımlar ise 1985‟ten itibaren karĢılıksız hale getirilmiĢtir.

çekmektedirler. Örneğin, 1989-1990 döneminde Yahudi lobileri tarafından Senato üyelerine 4,7 milyon dolar, Temsilciler Meclisi Üyelerine de 2,9 milyon dolar bağıĢ yapılmıĢtır.

11 Eylül sonrasında Amerikan kamuoyunun genel olarak müslümanlara önyargılı yaklaĢımından ötürü Yahudi lobileri ABD içinde daha avantajlı duruma geçmiĢlerdir. ABD hükümetinin Yahudi lobileriyle olan iliĢkileri de, bu dönemden itibaren müslümanlara duyulan önyargıyla daha sıkılaĢmıĢtır. Ayrıca Arap ülkelerinin çoğunda monarĢik sistem görülürken, Ġsrail‟in demokratik sistemi benimsemesi de ABD karĢısında elde ettiği avantajlardan biri haline gelmektedir. Ġsrail‟i daha avantajlı kılan nedenlerden biri de geçmiĢten çıkarılan dersler olmuĢtur. Nitekim Arap devletlerinin uyguladığı petrol ambargoları baĢta olmak üzere, önceki bölümlerde de bahsettiğimiz ABD aleyhine yürütülen politikalar, Amerika‟yı Ġsrail tarafına itmiĢtir. Aslında Arap devletlerine duyduğu güvensizlikten ötürü, ABD‟nin bu anlamda Ġsrail‟i kendi elleriyle, kendi çıkarları doğrultusunda bizzat inĢaa ettiği de söylenebilir.

Yahudi lobileri, Amerikan Kongresi ve yürütmesindeki etkinliğinin yanısıra, Amerikan basınında da geniĢ söz sahibidir. Wall Street Journal, Foreign Afairs, New York Times, Times, World Affairs, Fox TV gibi dünyaca ünlü pek çok basın yayın kuruluĢu Yahudi lobilerinin bizzat etkisindedir. Ayrıca American Enterprise Institute, Heritage Foundation, Washington Institute gibi pek çok think tank kuruluĢları da Yahudi lobilerinin kontrolünde olup, önceki Amerikan hükümetlerinde kritik görevlerde bulunan çok sayıda kiĢi de bu think tank kuruluĢlarının bünyesinde çalıĢmaktadır ya da dıĢarıdan destek vermektedir.

Özetle, ABD‟nin Ortadoğu politikasında Ġsrail faktörünün vazgeçilmez bir yeri vardır. Birinci Dünya SavaĢı sonrasından günümüze kadarki süreçte bölgede Yahudilerin varlığı ve Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra devlet kurmaları, bizzat ABD‟nin bölgesel çıkarlarına ve Ortadoğu‟daki stratejilerine hizmet etmektedir. i) ABD tarafından Ġsrail‟e yapılan ekonomik ve askeri yardımlar ve zamanla bunların karĢılıksız hale dönüĢtürülmesi, ii)Arap devletleri karĢısında Ġsrail‟in güvenliğini sağlamak için verilen destekler, iii) ABD içinde var olan Yahudi lobilerinin diğer lobiler karĢısındaki avantajları ve Amerikan hükümeti üstündeki etkileri, iv) son 50 yıl içinde Arap

devletlerinin Amerikan ekonomisini durma noktasına getiren ambargo uygulamalarına karĢılık ABD‟nin Ġsrail yanlısı politikasını sürdürmekteki ısrarı, v) Yahudi lobilerinin basın yayın organlarından think tank kuruluĢlarına kadar bu devlet içindeki etkileri, ABD‟nin Ortadoğu politikasında Ġsrail‟i merkeze yakın bir noktaya koyduğunun temel göstergeleridir.

2.1.3 1991 Yılına Kadar Eski Sovyetler Birliği Faktörü

Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında Ġngiltere‟nin Ortadoğu‟da etkinliğinin zayıflaması ve 1971 yılında Ortadoğu topraklarından çekilmesiyle bölge, iki kutup arasında güç mücadelesinin verildiği bir alana dönüĢmüĢtür. Aslında 1956‟da SüveyĢ Krizi yaĢandığı dönemde ABD, güç kaybeden Ġngiltere ve Fransa‟ya karĢı, bölgede askeri ve siyasi varlığını hissettirmeye baĢlamıĢtır. Ġngiltere‟nin Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlıklarını tanıyarak bölgeden çekilmesi ve Suudi Arabistan ve Ġran‟la iliĢkilerini geliĢtirmesi, Ortadoğu‟da ABD hegemonyası için yeni bir fırsat olmuĢtur. Birinci Dünya SavaĢı‟nda planlanmaya baĢlayan ve Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında kendini gösteren ABD‟nin Ortadoğu politikası, ABD BaĢkanı Dwight David Eisenhower‟ın Soğuk SavaĢ yıllarında Ortadoğu‟nun dünyanın en önemli stratejik bölgesi olduğunu ifade etmesiyle birlikte önemini daha net bir Ģekilde ortaya koymuĢtur.

Ġkinci Dünya SavaĢı dönemindeyse Sovyet tehdidine karĢı, dönemin ABD BaĢkanı Harry Truman‟ın doktriniyle yol alan ABD‟nin bölge politikası, Ortadoğu‟nun bugününü belirlemiĢtir. SavaĢın son aylarında ABD‟nin karĢısında Sovyetlerin kontrol altında tutmak istediği üç ülke tehdit unsuru taĢımaktaydı; i) Yunanistan, ii) Türkiye iii) Sovyet askerlerinin savaĢın son zamanlarına kadar çekilmediği Ġran‟dı. ABD yönetiminin bakıĢ açısıyla eğer Ġran ve Türkiye, Sovyet kontrolüne girerse, bu durumdan tüm Oradoğu etkilenecek, dolayısıyla Amerika‟nın karĢısında Sovyetler avantajlı duruma geçecekti. Diğer taraftan, eğer Yunanistan Sovyet kontrolüne girerse, bu defa da baĢta Doğu olmak üzere bütün Avrupa etkilenecek, Sovyetler bu bölgede de ABD‟ye karĢı üstünlük elde edeceklerdi.

Sovyet askerlerinin Ġran‟dan 1946 Mayıs‟ında çekilmesine rağmen yaĢanan kriz, Truman yönetimine, Sovyetlere karĢı bir hat oluĢturularak çevrelenmesi gerektiği

inancını vermiĢtir.176

ABD BaĢkanı Truman, 12 Mart 1947‟de Kongre‟de yaptığı konuĢmasında, özgür ulusların ABD‟nin desteğini aradığını ve komünizmle mücadelede bu ülkelere mali ve askeri yardım yapılmasının dünya barıĢı için hayati önem taĢıdığını vurgulamaktaydı. Bu nedenle Truman, Yunanistan ve Türkiye‟ye ekonomik ve askeri yardım yapılmasını istemiĢtir. Kongre, Truman‟ın isteğini kabul ederek, Türkiye‟ye 100 milyon, Yunanistan‟a ise 300 milyon dolar yardım yapmıĢtır. Mali yardıma rağmen Türkiye, her ne kadar o yıllarda ABD kontrolüne girdiği iddia edildiyse de, Sovyetlerle görüĢmeye devam etmiĢtir ve her iki kutubu da kaybetmek istemediğini göstermiĢtir. 1950‟lerde Türkiye‟nin Batı ve NATO ile yakınlaĢmasıyla ise konjonktürün değiĢmiĢ ve 18 ġubat 1952‟de Türkiye‟nin NATO üyeliği gerçekleĢmiĢtir.

Truman Doktrini, bölgede Ġngiltere yönetiminin bir anlamda etkisiz hale gelmeye baĢlamasının ve Ortadoğu‟nun ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki çekiĢmenin yeni arenası olduğunun iĢaretidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Truman‟dan sonraki Amerikan BaĢkanları da bölgenin önemine vurgu yaparak, ABD‟nin ileriye dönük bölge politikasını Ģekillendirecek giriĢimlerde bulunmuĢlardır. Mesela, BaĢkan Eisenhower döneminde, Ortadoğu‟da etkisi azalan Ġngiltere baskınlığının yerine ABD‟nin geçebilme çalıĢmaları devam etmiĢtir.

Truman zamanında kurulmak istenen, ancak Arapların tepkisi nedeniyle oluĢumu engellenen Ortadoğu Savunma Örgütü yerine, Eisenhower döneminde Arap ülkeleriyle birlikte bir Pakt oluĢturulmaya karar verilmiĢtir. Sovyetler Birliği‟nin Ortadoğu‟da etkin olmasını önlemek amacıyla kurulması planlanan Pakt, Arap dünyası içinde ciddi tartıĢmalara neden olmuĢtur. Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan böyle bir Pakt‟ın kurulmasına Ģiddetle karĢı çıkmıĢtır, Irak ise Bağdat Paktı‟nın kurulmasını savunarak ve nihayetinde 24 ġubat 1955‟te Türkiye ile Irak arasında Pakt AntlaĢması imzalamıĢtır. Bağdat Paktı‟na daha sonra Ġngiltere, Pakistan ve Ġran da katılmıĢtır. ABD ise Pakt‟ı sadece desteklemekle yetinmiĢtir.

ABD, hem Ġsrail‟in kendi güvenliği açısından Pakt‟a karĢı Ģüpheci yaklaĢım sergilemesinden, hem de Arap tepkisini kendi üzerine çekmek istememesinden ötürü Pakt‟ın içinde aktif olmayı tercih etmemiĢtir. Öte yandan ABD, Bağdat Paktı‟nın

176

kuruluĢundan itibaren, kolektif güvenlik prensiplerini desteklemiĢtir. Amerika, bu milletlerin bağımsızlıklarını muhafaza için sarfettikleri gayretleri desteklediğini teyid etmektedir. ABD, Bağdat Paktı üyelerinin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karĢı yöneltilecek her türlü tehditten kaygı duyulmaktadır.177

Aslında Ġngiltere‟nin Pakt‟a katılması, Mısır ve Suriye‟nin elini güçlendirmiĢtir. Bağdat Paktı‟nın, Ġngiltere‟nin Ortadoğu‟daki sömürgeciliğinin bir diğer sonucu olduğu anlaĢılmaktadır. Pakistan‟la birlikte Ġran‟ın da Ortadoğu Arap kuĢağına dahil olmamasından ötürü, Ġran‟ın Pakt‟a katılması çok önemli bulunmamıĢtır. Böylece Bağdat Paktı, Arap devletlerin desteğinden tamamen mahrum kalmıĢtır. Bu da Pakt için önemli bir zaaf olmakla beraber 178

Arap devletlerinin Sovyetler Birliği ile yakınlıkları da artmıĢtır. Bir yıl sonrasında Mısır-Suudi Arabistan ve Yemen arasında imzalanan savunma anlaĢmasıyla birlikte Araplar, Pakt‟a karĢı kendi içinde tamamen bölünmüĢlerdir. Bir tarafta Bağdat Paktı‟na mensup ülkeler, diğer tarafta Mısır, Suudi Arabistan, Yemen ve üçüncü tarafta da “tarafsız” kalan Lübnan ve Ürdün, Ortadoğu‟yu üç bloğa bölmüĢ, “Üç Bloklu” Ortadoğu bölgesi, Sovyetler Birliği‟ne avantaj sağlamıĢtır.

Ortadoğu‟da ABD-Sovyetler Birliği çekiĢmesini etkileyen önemli olaylardan biri diğeri SüveyĢ Krizi‟dir. 26 Temmuz 1956‟da Mısır lideri Nasr, Batılı devletlerin ekonomik yardımda bulunmayı redetmeleri üzerine SüveyĢ Kanalı‟nı millileĢtirdiğini duyurmuĢtur. Daha önce de aktarıldığı gibi, Fransa, Ġngiltere ve Ġsrail, Kanal‟ın millileĢtirilmesi kararı üzerine Mısır‟a karĢı saldırıya geçerek, SüveyĢ Kanalı bölgesini iĢgal etmiĢlerdir.

ABD BaĢkanı Eisenhower, Nasr‟ı düĢürmek için güç kullanan Ġngiltere‟ye, Fransa‟ya ve Ġsrail‟e görünüĢte karĢı çıksa da aslında yapılan hareketi desteklemiĢtir.179

Bu kararda Avrupa‟nın petrol ihtiyacının büyük bölümünü Ortadoğu‟dan karĢılaması etkili olmuĢtur. Batı petrol ihtiyacını SüveyĢ kanalı üzerinden taĢınarak sağlamıĢtır. Bu nedenle Nasr‟ın SüveyĢ Kanalı‟nı millileĢtirdiğini söylemesi Batı için tehdit unsuru

177

Mehmet Gönlübol ve Haluk Ülman, Olaylarla Türk DıĢ Politkası: 1919-1995, 9.Basım, Ankara: Siyasal Kitapevi, 1996, s.288.

178

Sezgin Dağ ve Tolga UslubaĢ, Ġlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, 1.Baskı, Ġstanbul: Karma Kitaplar, 2007, s.423.

179

olmuĢtur. Diğer taraftan Sovyetler Birliği‟nin iĢgalin sona erdirilmesine yönelik sert uyarılarını göz ardı etmemek gerekmektedir çünkü yaĢanan gerginlik Üçüncü Dünya SavaĢı‟na zemin hazırlamıĢtır.

ABD BaĢkanı Eisenhower‟ın eleĢtirileri dikkate alarak, Arap kamuoyunda da tepkileri çekmemek ve Ġsrail yanlısı bir tutum sergilediğini göstermek istemediği için, iĢgalin sona erdirilmesinden yana tavır takındığı görülmektedir. SüveyĢ Kanalı 10 Nisan 1957‟de uluslararası trafiğe açıldıysa da SüveyĢ Krizi‟nden sonra bölgede Sovyet etkisinin artmıĢtır. Her ne kadar ABD, Ortadoğu‟ya ilgisini resmen Truman Doktrini ile göstermiĢ ise de, Truman Doktrini Türkiye ve Yunanistan‟a yönelik olup, sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Ancak SüveyĢ Krizi‟nden sonra bölgede Sovyet etkisinin artması üzerine ilan edilen Eisenhower Doktrini, bütün bir Ortadoğu Bölgesini içine almakta ve Amerikan askerinin kullanılması suretiyle, bölgedeki ülkelerin komünizme karĢı savunulması gerektiğini söylemektedir. Ayrıca bu doktrinle ABD; Ġngiltere ve Fransa‟nın Oradoğu‟dan çekilmesinden sonra oluĢan otorite boĢluğunu da kapatmıĢtır.180

Doktrinin, Türkiye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Pakistan ve Yunanistan tarafından desteklenmesine karĢın, Sovyetler Birliği, Mısır ve Suriye‟nin sert tepkisine maruz kaldığı görülmektedir.

Richard Nixon‟ın BaĢkanlığa seçilmesiyle birlikte ABD yönetiminin baĢta Ortadoğu olmak üzere, dıĢ politikada farklı bir yol izlediği anlaĢılmaktadır. Nixon, kalıcı barıĢın egemen olduğunu, bölgesel uzlaĢmazlıklarda ABD‟nin tek baĢına müdahelelerde bulunmayacağını ve devletlerin bizzat kendilerinin bölge güvenliğinden sorumlu olması gerektiğini savunuyordu. Ortadoğu politikasındaki bu yumuĢamanın nedeni, aynı döneme denk gelen Vietnam SavaĢı‟nın ABD‟deki olumsuz yansımalarıdır.

Nixon bölgede sert bir politika izlemek yerine, Ortadoğu‟nun iki büyük devleti olan Suudi Arabistan ve Ġran‟ın silahlanmasını destekleyerek iki ayaklı politika izlemeyi tercih etmiĢtir. Bölge ülkelerine uygulanan Nixon politikası dört bölümde ele alınmaktadır: “i) Körfez bölgesindeki istikrarın sağlanması için Ġran ve Suudi Arabistan arasındaki iĢbirliğinin teĢvik edilmesi; ii) ABD‟nin Körfez‟deki bir miktar deniz gücünü

180

olası muhalefetlere rağmen muhafaza etmesi; iii) ABD‟nin Körfez‟deki diplomatik temsilcilerinin ve teknik yardımlarının arttırılması; iv) Zayıf durumdaki Körfez ülkelerinin desteklenmesi.”181

Jimmy Carter‟ın BaĢkanlık dönemine denk gelen Sovyetler Birliği‟nin Afganistan iĢgaline ve Ġran Devrimi‟ne kadar Nixon‟ın ılımlı Ortadoğu politikası devam etmiĢtir. Bu iki geliĢmeden sonra ABD‟nin Ortadoğu politikası yön değiĢtirmiĢtir. Ġran Devrimi‟yle birlikte ABD Ortadoğu‟daki müttefikini kaybetmiĢtir. ġah‟ın devrilmesiyle birlikte Sovyetlerin Ortadoğu‟da avantajlı konuma gelmesi, ABD‟nin iki ayaklı politikasının da sonu olmaktadır. ABD‟nin, Ġran‟daki devrimin önüne geçemeyip, ġah‟ın devriliĢinde etkisiz olması, bölgedeki prestijinin sarsımasında etkendir. ABD‟nin bölgedeki önemli bir mütefikini kaybetmesi, Ġran petrolüne bağımlılığının yaratacağı ekonomik kaygılar ve bu ülkedeki yönetimsel değiĢikliğin bölgedeki stratejilerini bozacağına dair endiĢeler, BaĢkan Carter‟ı yeni bir politika geliĢtirmek zorunda bırakmıĢtır. Carter, Nixon‟ın askeri müdaheleden uzak yaklaĢımı yerine, petrolün ve güvenliğin sağlanmasında ABD‟nin gerekirse doğrudan askeri gücünü kullanabileceği yönünde bir yaklaĢım geliĢtirmiĢtir.182

Ġran‟da yaĢanan geliĢmelerin yanısıra, aynı yıl Sovyetler‟in Afganstan‟ı iĢgal etmesi, ABD‟nin bölgedeki ekonomik ve politik çıkarlarını tehlikeye sokmuĢtur. Sovyetler Birliği bölgede askeri anlamda daha güçlü konuma gelmiĢtir. Ġran devriminin etkisi devam ederken, Sovyetlerin bölgede giderek güç kazanması, Ġran‟ın Sovyetler Birliği tarafından iĢgal edilebileceği korkusunu yaratmaktaydı. Bu durumda Sovyetler Birliği, petrol konusunda da denetimi ele geçirebilirdi. Bir taraftan Ġran‟daki devrimle