• Sonuç bulunamadı

Türk Sinemasında Arabesk Filmler Furyası

I. BÖLÜM

3.1. Türk Sinemasında Arabesk Filmler Furyası

Türk Sinemasının kısaca anlattığımız bu evrelerinden gerek teknik gerekse biçim ve içerik olarak çok da ayrı göremeyeceğimiz arabesk filmler furyası işte böyle bir dönem üzerine inşa edilmeye başlanmıştı. Ancak 1970’ li yıllara kadar olan süreci kabaca hatırlarsak; 1940’lı yıllardan itibaren Mısır filmlerinin ülkemizde yoğun olarak görülmesiyle birlikte arabesk müzik ve filmlerinden bahsetmek mümkündür. 1938 yılında Mısırlı yönetmen Muhammed Kerim (1896-1972)’in “Aşkın Gözyaşları” (Damû’al Hubb) filmi Türkiye’deki arabesk etki için bir milat sayılmalıdır

38

(Küçükkaplan, 2013: 171). Özgüç, sinema araştırmacısı Nijat Özön’dan alıntı yaparak 1938 Kasım’ında “Aşkın Gözyaşları” filmi Şehzadebaşı’nda gösterildiğinde filmi oynatan sinemanın camlarının kırıldığını, caddede ise trafik olduğunu belirterek filme olan ilgiyi anlatmaya çalışmıştır (Özgüç, 2005: 110).

Kaynaklara göre 1938-1949 yılları arasında ülkemizde 130 Mısır filmi gösterime girerken 78 yerli film yapılmıştır (Erdoğan ve Beşevli Solmaz, 2005: 108). Bu bilgiye göre on iki yıllık süre içinde Mısır filmlerinin ülkemizde hâkim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Mısır ve Hint filmleriyle birlikte Türk seyircisinin kader, acı, hüzün temalı melodramlara alıştığı, bu filmlerin aynı zamanda Türk sinemasını yapımcılık anlamında da etkilediği düşünülebilir.

Bunun yanı sıra yukarıda daha önce de saydığımız cumhuriyetle birlikte başlayan modern hayat vurgusu, sonraki yıllarda dolaylı olarak göçü meydana getirecekti. Göç ve kentselleşmeye bağlı sorunlar dolayısıyla ortaya çıkan yeni kültür arabesk olarak tanımlanacaktı. Özellikle 1970’li yılların toplumsal hayatı yaşanan siyasi gündem ve baskılardan dolayı yeni taleplere ve yeni arayışlara açıktı (Gören, 2009:77). Devletin ya da siyasal gücün kısıtlayıcı, belirleyici ve baskılayıcı yapısı toplumun yeni bir hayatın mümkün olduğu düşüncesine yönelmesine sebep olmuştur (Turan, 2013: 12). İşte toplumun bu arayış ve alternatif beklentilerinin olduğu ortamda arabesk kültür, müzik ile güçlü bir ifade ortamı bulurken; bu kültürün en etkili kitle iletişim alanı olan sinema ile tanışması çok zaman almayacaktı. Kısa zamanda furya haline gelen arabesk filmler aynı zamanda arabesk müziğin de sinema ağıyla tüm Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar yayılmasına ve içselleştirilmesine yardımcı olmuştur.

Türkoğlu, Öztürk ve Aymaz (2014: 9) “Kentte Sinema Sinemada Kent” isimli çalışmalarında Kent ve sinemayı aynı dönemin ürünleri olarak görmektedir. Arabesk de bu sava dâhil edilebilir. Kentleşme, arabesk ve sinema aslında aynı dönemin kavramları gibi düşünülebilir. Modernleşme sürecinin çocukları olarak görülebilirler. Modernleşmeyle birlikte sinemanın doğuş süreci aynı döneme rastlarken, yeni kurulan kentler ister istemez buluşma noktası olmuştur. Kentleşme gibi olmasa da arabesk de modernleşmenin hesaplanamayan bir sonucu olmuştur. Doğal olarak gelinen nokta

39

sinema arabesk ve kent buluşmasıdır. Arabesk müzik özellikle büyük kentlerde bir arada yaşayan köylü ve kentlinin zaman içinde ortak beğenisi haline gelen bir tür olmuştur. Öyle ki refah seviyesi ve kültür seviyesi yüksek olan kişilerin gittikleri eğlence mekânlarında bile bol bol çalınır hale gelmiştir.

Müzikte durum böyleyken işin sinema ayağında Orhan Gencebay arabesk öğeleri barındıran ilk filmde rol almıştır. “Bir Teselli Ver” adlı şarkı 1968 yılında ilk plağa okunurken aynı isimli ilk arabesk film, o gün için böyle bir tür olmasa da 1971 yılında ünlü yönetmen Lütfi Akad (1916-2011) tarafından çekilmiştir. Filmde araba tamircisi olan Orhan Usta olarak karşımıza çıkan Orhan Gencebay bir yandan elinde bağlamasıyla besteler yaparken diğer yandan araba tamirciliği yaparak geçinmeye çalışmaktadır. Klişe bir zengin kız fakir oğlan hikâyesi olan film köylü ile kentlinin, zengin ile fakirin yani iki ayrı sınıfın dünyalarını resmetmektedir. Doğu ile Batı, gecekondu mahallesi ile zengin ve lüks evler, fabrika sahibi ile demirci ustası gibi zıt kutuplar bir arada verilirken iki ayrı dünya özellikle Lütfi Akad’ın başarılı ışıklandırmasıyla ve kadrajlarıyla verilmektedir (Taş, 2010: 25).

“Bir Teselli Ver” (1971) filmi, gösterildiği dönemde çok fazla tutulmasa da sinemada yeni bir şeyleri başlatmış oldu. Sadece Orhan Gencebay, 1971 yılından sonra aralıksız olarak 1990 yılına kadar her yıl birer ikişer film çekmiş ve toplam otuz bir filmde başrol olarak oynamıştır. Bu filmler yapım, yönetmen, senarist ve oyuncu anlamında Türk Sinemasının en önemli isimleriyle yapılmış ciddi maliyetleri olan filmlerdir. Lütfi Akad, Orhan Aksoy, Yücel Çakmaklı, Osman F. Seden, Şerif Gören, gibi isimler filmlerde yönetmenlik yapmışlardır.

Orhan Gencebay (1944)’ın” Bir Teselli Ver” 45’lik plağından3 sonra yaptığı,

“Sev Dedi Gözlerim, Ben Doğarken Ölmüşüm, Dertler Benim Olsun, Batsın Bu Dünya, Bir Araya Gelemeyiz” gibi şarkılar peş peşe filmlere dönüştü. 1977 yılına kadar bu alandaki tek oyuncu Orhan Gencebay’ken 1977 yılında Çeşme ve Derbeder

3 Hammaddesi plastik olan ve iki tarafına da birer şarkı kaydı yapılabilen plaklardır. 197’lerde

40

filmleriyle Ferdi Tayfur (1945) asıl patlamayı gerçekleştirdi ve arabesk furyası başlamış oldu (Özgüç, 2005:113).

Bu dönem çekilen filmler teknik olarak bakıldığında Yeşilçam özellikleri taşımaktadır fakat konu, müzik ve görsel unsurlar olarak bakıldığında arabesk etkisi ağır basmaktadır. 1970’li yıllar aynı zamanda seks filmlerinin her çığ gibi büyüdüğü yıllardı. Bu filmlere yasak getirilince salonlardan çekilen aile tekrar geri döndü. Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur tecrübesinden sonra yapımcılar arabesk müzisyenlerin başrolde oynadıkları filmlere yönelmeye başladılar. 1978 yılında on dokuz şarkıcı, türkücü film çekmişti. Müslüm Gürses (1953) ve İbrahim Tatlıses (1952) de arabesk filmlerde rol almış ve özellikle 70’lerin sonlarına doğru arabesk filmler Yeşilçam’dan ayrı bir tür olarak 80’lere ulaşmıştır. Bu süreçte Ferdi Tayfur (1945), otuzun üzerinde filmde başrol oynarken; Müslüm Gürses (1953) de otuz sekiz filmde rol almıştır. Arabesk film furyası sadece bu şarkıcılarla sınırlı kalmamış, Kibariye(1960), Hakkı Bulut (1945), Anadolu’da çokça tanınan Selahattin Cesur gibi isimler de filmlere yönelmiştir. Sonraki yıllarda Küçük Emrah (1971) ve Küçük Ceylan (1974) gibi çocuk şarkıcılar da arabesk filmler için vazgeçilmez isimler olurken bilinen ya da bilinmeyen plağı olan birçok şarkıcı için kamera önüne geçmek artık sıradan bir iş haline gelmişti.

Arabesk filmlerin seyirci nezdinde etkili olabilmesinin sebeplerine bakıldığında aslında temel olarak bu müziğin tutulma sebepleriyle aynı olduğu görülebilir. Mısır ve Hint filmlerinin Türk halkı üzerindeki etkisi çok açıktı. Raj Kapoor (1924-1988)’ un “Avare” ’si ve daha öncesinde Muhammed Kerim’in “Aşkın Gözyaşları” filmleri Türk seyircisi için önemli izlerdi. Örneğin Orhan Gencebay film karakterleri bakımından Mısırlı ünlü oyuncu Abdulvahap (1907-1991) ile Ferdi Tayfur ise Hint filmi “Avare” ’deki Raj Kapoor (1924-1988) ile benzeştirilecekti (Özgüç, 2005: 112).

Arabesk müziğin büyük kitlelere ulaşabilme sebeplerini daha önce sıralamıştık. Bütün bunlara ek olarak arabesk şarkılarda yaratılan katharsis duygusunun sinemanın görsel etkisiyle daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Yine zaten sevilen ve adeta birer ikon ve idol haline gelen şarkıcıların filmlerde başrol oynaması ve şarkılardaki kimliklerini sinemaya aktarabilmeleri seyirci için son derece önemli

41

bir etki olmuştur. Seyirci sevdiği şarkıcılarla çok daha kolay özdeşlik kurabilmiştir. Sevilen şarkıların sözlerinin bir şekilde senaryo üzerinde de görülmesi ve filmin hikâyesini belirlemesi şarkıları bir nevi filme dönüştürebilmiştir (Aytaç, 2019: 94). Son olarak şarkılar için birer klip gibi çekilen filmler ve ortaya çıkan etki şarkıların gücünü bir kat daha arttırıyordu. Kısaca sevilen şarkılar, sevilen oyuncular ve sinematografik etki etkiler bir araya gelince toplum nezdinde zaten kabul gören arabesk müzik arabesk film furyasına evirilebilmiştir.

Bir diğer mesele de toplumun siyaset ve ekonomik gündemiyle birlikte piyasa şatları düşünüldüğünde o dönemde şöyle bir tablo vardı. 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan bunalımlı dönemler toplumun önüne ilgilenebilecekleri yeni şeylerin konulmasını gerektirmiştir. Bu ortam hem popüler olanı hem de politik olanı alternatif tercihler olarak meydana getirirken zaman zaman bu iki tercihin bir araya gelebilmesi de mümkün olabilmiştir. Sinema sektörü de yaşanan siyasi gündemlerden olumsuz etkilenip durma noktasına gelmiştir. Örneğin 80 döneminde sinemaya nefes aldırdığı düşünülen erotik ve şiddet içerikli filmlere bir son verilmiş ve salonlardan ayrılan aile tekrar sinema ile buluşturulmuştur. Tabi siyasal ve toplumsal eleştiri içeren filmler yasaklanmış onun yerine arabesk filmler ve bireysel içerikli filmler ön plana çıkarılmıştır. Öyle ki 1981 yılında çekilen 72 filmin 33 tanesi arabesk film olmuştur (Esen, 2000: 146).

Bununla birlikte popüler olan arabesk ile politik olan toplumcu bakış Şerif Gören (1944) ’in Orhan Gencebay filmlerinde bir araya gelebilmiştir. Karadoğan’ın popüler politik filmler olarak adlandırdığı bu filmler; “Derdim Dünyadan Büyük (1978), “Aşkı Ben mi Yarattım” (1979), “Kır Gönlünün Zincirini” (1980), “Feryada Gücüm Yok” (1981)” filmleridir. Bu filmlerde aşk, kader, ayrılık gibi arabesk unsurların yanı sıra, gecekondu sorunları, işsizlik, eğitim, hak aranması, güçlüye karşı boyun eğmeme gibi halkın bilinçlenmesi, örgütlenmesi, aydınlanması gibi konular bir arada geçmiştir (Karadoğan, 2005: 33).

42