• Sonuç bulunamadı

Şer‘an yasaklanmış olan fiil ve tasarruflar çoğu kere, onların bizatihi kendilerindeki kötülük sebebiyle değil aksine bunların kasıtsız da olsa dînen yasaklanan bir sonuca götürmeleri sebebiyle yasaklanmıştır. Sedd-i Zerâi‘ insanın kasden, yasak olan bir fiile teşebbüs etmesine vesile olabilir. Bu da günümüzde “kanuna karşı hîle” diye adlandırılmaktadır. Bu sebeple kasıtlı veya kasıtsız dînen meşru olmayan sonuca götüren her yol ve vasıta yasaklanır. Fakihlerin ve usulcülerin ıstılahında buna sedd-i zerâi‘ denir. 414

Kitap ve sünnetin naslarında sedd-i zêrai‘ ile ilgili bir çok delil vardır. Bunun Ku’an-ı Kerim’den delili müşriklerin putlarına sövmeyi yasaklayan ayeti kerimedir. O ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin; sonra onlar da bilmeden taşkınlık

yaparak Allah’a söverler.” 415 Bu ayette müşriklerin putlarına sövmenin yasaklanmasının sebebi, bunun onları öfkelendirip bilmeyerek Allah’a sövmelerine vesile olabileceğinden dolayıdır. Aynı

şekilde Kur’an-ı Kerim Bakara suresi 234-235. ayetlerle boşama veya kocasının vefatıyla evliliği sona erdikten sonra iddeti bitinceye kadar, kadının evlenmesini haram kılmıştır. Bu evlilik düzeninin ve önceki kocasının hakların ihlal edilmemesi içindir. Bu nedenle duhûl olmasa da, iddet içindeki kadının evlilik akdi hukuken münakit olmuş sayılmaz. 416

Sedd-i zerâi‘nin sünnetten olan delillerini de şu şekilde zikredebiliriz: Hz. Peygamber mübarek kabul edilen zatlara ibadet edilmesine yol açar diye kabirlerin üzerine mescit yapılmasını yasaklamıştır. Aynı şekilde o varislerden bir kısmının diğerlerine tercih edilmesine vesile olmasın diye miras hukukuna karşı bir hile olan, varise vasiyeti men etmiştir. Bunların yanında Hz. Peygamber erkeğin kendine yabancı olan kadın ile baş başa kalmasını yasaklamıştır. Çünkü bu halvet fesada yol açabilir. Kötülükleri ortadan kaldırmak ise bir vecibedir. 417

Yapılan bu açıklamalardan şu sonuç ortaya çıkmaktadır: İslâmiyet dinî ve dünyevî işlerde sedd-i zerâi‘ ilkesini kabul etmektedir. Mezarların üzerine mescit yapılmasının yasaklanması dinî işlerden, vârise vasiyyetin yasaklanması ise dünyevî işlerdendir. Sedd-i zerâi‘de dikkat edilen husus, failin kötü niyeti değil, fail iyi niyetli olsa da dinin yasakladığı bir sonuca götüren fiilin

413

Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 333.

414 Zerkâ’, el-Medhâl, I, 98; a.mlf., el-Istıslâh ve’l-mesâlihu’l-mürsele, s. 45-46. 415 En’am 6/108.

416 Zerkâ’, a.g.e.,I, 88-89;a.mlf., el-Istıslâh ve’l-mesâlihu’l-mürsele, s. 46. 417

kendisidir. Bundan dolayı müslüman Allah’a iman ettiği için, putlara galebe çalmak maksadıyla bile olsa Kur’an müşriklerin putlarına sövmeyi yasaklamaktadır. 418

Sedd-i zerâi‘ ilkesine işaret eden yukarıda geçen nasların delaletiyle müctehid fukaha ictihadî hükümlerinde bu ilkeyi dikkate almışlardır. Örneğin Hanefî ictihadına göre talak-ı firarla419 boşanılan bir kadın, erkeğin hayattan ümidini kestiği bir anda, kadına zarar vermek amacıyla gerçekleştirdiği boşamanın kadını meşru miras hakkından mahrum etmeye vesile olmaması için, kendisini boşayan eşine mirasçı olabilir. 420

Bununla birlikte fakihler satım akdinde satıcının satılan eşyada ortaya çıkması mümkün olan gizli kusurlardan sorumlu olmaması şartıyla sattığı malda bir kusur ortaya çıktığında, bu şarta uyarak satıcının müşteriye karşı sorumlu olmadığını ifade etmişlerdir. Fakat satıcı satılan maldaki kusuru biliyor ve akid esnasında müşteriden gizlemişse, tazminden sorumlu olmayacağı şeklindeki

şart, onu bu tazmin yükümlülüğünden kurtarmaz. Bu şekilde akid yapan kişilerin koştukları bu

şarta uyma ilkesi, şartı koruma adı altında taraflardan birinin aldatılmasına vesile olmaması sağlanmıştır. 421

Müşterinin vâris olduğu, satıcının da yaşadığı sürece sattığı malın menfaatlerinden yararlanma şartıyla yapılan muamelenin hükmü konusunda görüşlerini açıklarken, bu durumu vârise vasiyetin ancak diğer mirasçıların izniyle geçerli olacağını belirten hukukî hükmü geçersiz kılma amacı taşıyan kanuna karşı hile olarak değerlendirir. Vâris, alışverişin doğuracağı sonucu vefatından sonraya erteleyerek vasıyeti başka bir tasarrufa çevirmiş, onu alışveriş olarak isimlendirerek hukuken yasak olan amacına ulaşmış olacaktır.422

Hükümetin izniyle üç ay sonra ödenmek üzere çıkarılan borç senedinin üzerinde yazılı olan yüz dinarı değil de bunun doksan altı dinarını alan, kalan farkı kredi verenin aldığı, borç senediyle ilgili görüşünü açıklarken bunun faize dayalı bir kredi olduğunu, hükümetin izniyle çıkmasının veya isminin değişmiş olmasının hükmünü değiştirmeyeceğini zikreder.423

Zerkâ’ bir çok mâli işlemlerde hile-i şer‘îyyeye götüren yolları da açıklar.424 Kar amaçlı kalkınma senetlerindeki karın haram kılınan faiz olduğunu ifade eder. Farklı yeni

418 Zerkâ’, el-Medhâl, I, 100; a.mlf. , el-Istıslâh ve’l-mesâlihu’l-mürsele, s. 47.

419 Talak-ı firar: Kocanın ölüm hastalığında veya zann-ı galibe göre ölümle sonuçlanacak bir tehlike durumunda, eşinin

rızasını almaksızın onu bâin talakla boşamasıdır. Boşamasının sebebi ölümle ebedî ayrılığın gelmiş olmasıdır. Bu da kocanın eşini meşru miras hakkından mahrum etme maksadıyla boşadığına bir karinedir. Bu durumda Hanefî hukukçular, koca bu maksatla boşamamış olsa bile kadın iddet bekleme süresi içindeyken koca ölürse, bu yolu kapamak için kadına miras hakkı vermişlerdir. Zerkâ’, el-Medhâl, I, 100, Dipnot: 1.

420

Zerkâ’a.g.e., I, 100.

421 Zerkâ’,a.g.e., I, 101a.mlf., el-Istıslâh ve’l-mesâlihu’l-mürsele, s. 47-48.

422 Zerkâ’, el-Medhal, I, 98; a.mlf., el-Istıslah, s.45-46; a.mlf., el-Fetâvâ, s. 539-540. 423 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 589-590.

424

isimlendirmelerin İslâm hukukunda haram olan bir işlemin haramlığını değiştirmeyeceğini beyan eder.425

L. ZARURET

“ Zaruret kişinin normal yolla savuşturması mümkün olmayan ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya gelmesi halidir. Bu durumdaki kişi dinen yasaklanan bir fiili yapmakla canını, malını veya namusunu kurtarmaktadır.” 426

İslâm âlimleri, İslâm dinindeki hükümlerin hiç birinin mükelleflere meşakkat ve sıkıntı vermek maksadıyla konulmadığını, bunların amacının insanların her iki dünyada da mutluluğunu temin etmeye yönelik olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Aynı şekilde onlar, kitap ve sünnette bulunan hükümlerin ortak noktalarından hareketle “kolaylık yolunu tutma” ve “zorluğu

kaldırmanın” İslâm hukukunun ana kurallarından olduğu sonucuna varmışlardır.427

Zaruret ilkesine göre normal durumlarda haram olan bazı fiiller olağandışı hallerde mubah olur. Bu kural vesilesiyle mükellef, karşılaştığı sıkıntılı durumdan günah işlemeden kurtulmuş olur. Zerkâ’, el-Fetâvâ adlı eserinin farklı yerlerinde, İslâm fıkıh bilginlerinin tamamı tarafından benimsenen bu ilkeyi dikkate alarak fetva vermiştir. Burada onun, adı geçen kurala göre verdiği fetvalardan örnekler zikredilecektir.

Ölmüş bir kişiden alınan gözün âmâ bir insana nakledilmesinin hükmü konusunda günümüz fıkıh bilginlerinden bir kısmı onun cevazı konusunda mütereddit davranırken bazıları da bunun caiz olmadığını ifade ediyorlar. Bir kısmı onun caiz olduğunu söylerken bir kısmı da sadece müslümandan alınıp müslümana nakledilmesini caiz görüyorlar.428

Bana göre İslâm hukukundaki zaruret ilkesi, organ naklinin müslüman-kafir herkese caiz olmasını gerektirmektedir. Çünkü âmânın görmesi için yapılan göz naklini ölümden kurtulma ihtiyacına kıyas etmek mümkündür. Yahut bu nakil, bir organı kurtarmak için haram olan yiyeceğin yenilmesi durumuna da kıyas edilebilir. İslâm hukukçuları insanın bir organını kurtarmak veya insanın ölmemek için haram olan yiyeceği yemesini farz kabul ediyorlar. Bu duruma göre gözün görmesini sağlamak için görmeyen bir kişiye, ölen kişinin gözünü nakletmek de şer‘an makbul olur.429

425 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 592. 426

Zeydan, Abdülkerim, “İslâm Hukukunda Zaruret Hali”, İslâm’ın Işığında Günümüz Meseleleri, I, 223; Bardakoğlu, Ali, “İkrah” DİA, XXII, 31.

427 Baktır, Mustafa, “Zaruret”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 514-515. 428 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 229-230.

429

Tıp eğitimi veya suçu ortaya çıkarmak amacıyla ölen kişiye otopsi yapılması yahut tedavi maksadıyla erkek veya kadının avret yerini açmasının caiz hatta duruma göre zorunludur. Aslında bütün bu zikredilenler kesin olarak haram olduğu halde, “Zaruretler memnu olan şeyleri mubah

kılar” 430, kaidesi gereğince bunları yapmak mubah hatta zaruretin durumuna göre farz olabilmektedir. Çünkü bu kaide kat‘î Kur’an nassına dayanmaktadır. Buna göre âmâ bir şahsın görebilmesi için ölen kişilerin gözlerinden istifade etmesi daha öncelikli olarak caizdir.431

Bunun yanında günümüz İslâm hukukçularından hiçbiri bir kişiden başka birine yapılan kan ve deri naklinin dinen caiz olduğu hususunda tereddüt etmemektedirler. Tıbba göre gözler ve deri gibi kanın da vücudun tamamına ait bir organ olduğunu bildikten sonra bunlarla göz nakli arasında herhangi bir fark yoktur. Sonuç olarak bana göre kan ve deri nakline verilen cevaz hükmü göz nakli için de geçerlidir. Kan ve derinin canlı bir kişiden alınması, gözün ise ölen bir insandan alınmış olmasının bu hükme bir tesiri olmaz. Çünkü yaşayan bir kişi ölmüş olandan daha çok hürmete layıktır.432

Zerkâ’ normal yollardan çocuk sahibi olamayan evli çiftlerin ihtiyaç halinde, sun‘î döllenme yoluyla çocuk sahibi olmalarına şer‘an cevaz verilebileceğini belirtmektedir. Buradaki ihtiyaçtan maksat çiftlerin çocukların olmaması ve karı kocanın her ikisinin de çocuk sahibi olmayı çok arzu etmeleridir. Çocuk sahibi olmak meşru bir maslahattır. Bu durumda tek sakınca kadının avret mahallini eşinden başkasına açmasıdır. Karı kocanın çocuk sahibi olmayı arzu etmesi veya bunu kocanın istemesi durumunda, maslahata uygun hareket etmeleri sebebiyle, bu özel zorunluluktan dolayı avret mahallinin açılmasının affedileceği söylenebilir. Çocuk sahibi olma isteğini, haramları mubah kılan zaruret çerçevesine dahil etme konusunda bir takım şüphelerim mevcuttur.433

Annenin hayatî tehlikesi olduğunda karnındaki çocuğun alınabileceğini söylerken de zaruret ilkesine dayanır.434

Faizle işleyen bankalara para yatırma hakkındaki bir soruya, insanlar buna mecbur kaldıklarından dolayı ve birikimlerini bankalardan başka koruyacakları bir yer olmadığı için önceleri cevaz verdiklerini, çünkü onları paralarını, bilinen sakıncadan dolayı evlerinde saklamaya zorlanamayacaklarına dikkat çeker. İslâm ülkelerinde faizsiz bankalar kurulduktan sonra zaruretin ortadan kalktığını bu sebeple faizle işlem yapan bankalara para yatırmanın caiz olmadığını belirtir.435 430 Mecelle md. 21. 431 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 230. 432 Zerkâ’, a.g.e., s. 230-231. 433 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 282. 434 Zerkâ’, a.g.e., s. 286. 435 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 585-586.

“Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur” 436 kuralı gereğince zaruretle ilgili kaidenin belirli kayıt ve şartlar altında ihtiyaç miktarınca uygulanması gereğini vurgular. Kadının tedavi amacıyla doktorun yanında avret mahallini açmasında olduğu gibi.437 Elle tatmin hususunda görüşlerini açıklarken zina gibi daha büyük zararlara sebep olması veya psikolojik problemlere yol açması durumunda cevazı yönünde görüş belirtirken de sınırların aşılmamasını belirten kaideye uyulması gerektiğini vurgular. 438

1965 yılında Hadâratü’l-İslâm dergisinde yayımlanan makalesinde göz naklinin cevazını belirtikten sonra buna kişinin hayattayken izin vermesi, ölmeden önce gözlerinin başkasına nakledilmemesini istememişse, ölünce velisinin izniyle bunun yapılabileceğini belirtir. Aynı zamanda bundan ücret alınamayacağını, naklin ancak bağış yoluyla olması gerektiğini beyan ederken de yukarıdaki kaideye dayanır.439

Yukarıda zikredilen çocuk sahibi olma meselesiyle ilgili zaruret miktarı kaidesi gereği sun‘î dölleme işlemini ya bayan bir doktorun veya doktorun bu işi kendisine öğrettiği bir kadının yapması gerekir. Çünkü İslâm hukukçularına göre zaruret halinde kişinin kendi cinsine avret mahallini açması karşı cinse göstermesinden daha az sakıncalıdır. Bu sebeple sun‘î döllenmeyi yapabilecek bayan doktor veya ebe varken bu göerevi bir erkeğin yapması caiz olmaz.440

S O N U Ç

Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’ ilmi geleneğe mensup bir ailede doğmuş ve yetişmiştir. Dedesi Muhammed ez-Zerkâ’ve babası Ahmed ez-Zerkâ’ Halep’in en önemli fakihlerinden ve örnek

şahsiyetlerinden kabul ediliyorlardı. Dedesinin yaşlılık dönemine denk geldiğinden ilmî anlamda ondan istifade edemedi fakat onun örnekliği kişiliğinin oluşmasında önemli katkılar sağladı.

436 Mecelle md. 22. 437 Zerkâ’, el-Fetâvâ , s. 264. 438 Zerkâ’, a.g.e., 341. 439 Zerkâ’, a.g.e., s. 231. 440 Zerkâ’, el-Fetâvâ, s. 283.

Babasını ise hem kendine model aldı hem de ondan uzun yıllar ders okudu. Babasından okuduğu dersler sadece onun ders verdiği yerlerle sınırlı değildi. Evde de gece yarılarına kadar ondan ders alıp onunla müzakerelerde bulundu.

Zerkâ’ dinî ilimlerin yanında zamanının müspet ilimlerini de öğrendi. Lise öğrenimini birincilikle bitirerek yüksek öğrenime başladı. Üniversitede Hukuk Fakültesi ile Edebiyat Fakültesini aynı anda okuyarak iki bölümü de birinci olarak bitirdi.

Üniversite öğreniminden sonra Halep’te avukatlık yaptı. Babasının vefatından ardından onun yerini alarak babasının ders okuttuğu yerlerde hocalık yaptı. 1944 yılında Suriye Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne atanarak burada İslâm Hukuku dersleri verdi. 1966 yılında emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürdü. Bu arada hem yaşadığı Suriye’de hem de değişik ülkelerde bir çok konferans verdi. 1966 yılında İslâm Fıkıh Ansiklopedisi hazırlanmasında bulunmak üzere Kuveyt’e gitti.

1971-1989 yılları arası Ürdün Üniversitesi’nde İslâm Hukuku ile ilgili dersler verdi. İslâm Fıkıh Akademileri’nin kurulmasına katkı sağladı. 1989 yılından vefat ettiği 1999 yılına kadar da Riyad’da yaşadı ve burada vefat etti.

Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’ hayatı boyunca kitap telif etme, fetva verme, makale yazma, tebliğ sunma, ders okutma, ansiklopedi hazırlama ve kanunlaştırma komisyonlarında bulunmak suretiyle İslâm hukukuyla ilgili hem teorik hem de pratik anlamda çalışmalar yapmış bir ilim adamıdır.

Neredeyse sayılamayacak kadar makale yazmış ve çok sayıda konferansa katılmıştır. Onun için rahatlıkla, nerede üst düzeyde önemli bir konferans veya toplantı varsa Mustafa ez-Zerkâ’ oraya davet edilmiştir, denilebilir. Bu onun İslâm Hukuku’nun klasik kaynaklarına hakim olmasının yanında fıkıh usulüne ve fıkhî kaidelere vâkıf olmasına ve günümüzde İslâm Hukuku’nu ilgilendiren hemen hemen her konuda araştırma yapmış olmasına bağlıdır.

Zerkâ’ İslâm hukukunun dinî vasfının, onu beşerî hukuklardan ayıran önemli bir ayrıcalık olduğu görüşünü benimsemektedir. Ayrıca o İslâm dini ile İslâm hukuku arasındaki farklar üzerinde durarak İslâm dininin hatadan korunmuş olduğunu, İslâm hukunun ise fakihlerin dinî naslardan çıkardıkları kurallar bütünü olduğundan hatadan korunmuş olamayacağını zikretmektedir. Diğer yandan o hukukun toplumda tedavi, koruma ve yönlendirme olmak üzere üç önemli görevi olduğunu, onun adı geçen bu üç fonksiyonu gerçekleştirebilmesi için hükümlerinin bağlayıcı olması ve müeyyidelerle desteklenmesi gerektiğine inanmaktadır.

Fıkıhta yenilenmenin İslâm Hukuku Fakülteleri’nin kurulmasının ardından fıkıh öğretimi ve fıkıh kitabı yazımında yapılan yöntem değişikliği ile başladığını zikretmektedir. Bu yöntem

değişikliği mezhep taassubunun hafiflemesi ve fıkhî meselelerin delilleriyle birlikte incelenmesi sonucunu doğurdu. Bunun ardından yazılan yeni eserler ve yapılan araştırmalar hukukçulara yeni bir bakış açısı kazandırırken yetkililere de İslâm hukukunun kanunlaştırılması hususunda en isabetli görüşü tercih etme imkanı verdi.

O ictihadı İslâm Hukuku’nun ruhu ve hayat kaynağı olarak görmektedir. Bununla birlikte ictihad kapısının kapatılmasıyla ilgili sert eleştiriler yapmaktan kaçınan Zerkâ’ bu durumu daha çok o zamanki şartlara bağlamaktadır. Günümüzde şûrâ ictihadının yapılması gerektiğine inanmakta ve bunun İslâm Fıkıh Akademileri’nde kısmen gerçekleştirildiğini belirtmektedir.

Fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilâfı zenginlik ve hukukî bir servet olarak görmekte ve müslümanların gerek gördüklerinde bu farklı hükümlerden uygun olanları seçip hukukî ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri görüşünü benimsemektedir.

İslâm hukukunun kanunlaştırılmasını bu hukukun dinamizmi için biricik yol olarak gören Zerkâ’, kanunlaştırma için bütün mezheplerden istifade edilmesi gerektiği görüşündedir.

Günümüz meselelerinden hakkında kaynaklarda hüküm bulunmayanlar, bağımsız bir fıkhî bakış açısıyla ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır. Diğer taraftan çağdaş meselelerden kaynaklarda benzerleri bulunanlar onlarla mukayese edilmeli, o meseleler hangi gerekçelerle çözüme kavuşturulmuşsa, yeni çıkan meseleler de o gerekçeler dikkate alınarak çözme yoluna gidilmelidir. Yalnız bunu yaparken meselenin ruhsat ve cevaz yönünü ön plana çıkarılıp kolaylaştırma tercih edilmelidir.

Hiçbir mezhebin tek başına İslâm dinini temsil edemeyeceğini belirten Zerkâ’ dini ancak mezheplerin tamamının temsil edebileceği görüşündedir. Bu nedenle günümüzde karşılaşılan meselelerle ilgili farklı mezheplerden yararlanılamasını gerekli görür.

İslâm Hukuku’yla ilgili kaynaklarda çözümü bulunmayan meseleleri ele alan kişinin konuyla ilgili nassları ilk defa görüyormuş gibi davranıp, kendini yönlendirebilecek önceki görüşlerden uzak durması ve bunları nazil oldukları dönemde bilinen dil, usûl ve kurallarına uygun olarak anlaması gerekir.

İslâm hukukuyla ilgili konuları ele alırken kolaylaştırma, örf, sedd-i zerâi‘, zarûret gibi İslâm hukukçularının tamamı tarafından dikkate alınan ilkelere yer vermiştir.

Fıkhî hükümlerin, İslâm dininin genel maksatlarıyla bağlantısını kurarak onları hikmet ve illetleriyle birlikte zikretmesi ve zaman zaman diyânî hüküm / kazâî hüküm ayırımına yer vermesi onun fetva verirken izlediği metotlardandır.

Fetvalarını küllî kaidelerle temellendirmesi, müteftîyi daha geniş bilgi elde edebileceği kaynağa yönlendirmesi, haram olan hususlarda mubah alternatiflere işaret etmesi ve değişik vesilelerle karşılaştığı arkadaşlarıyla istişare etmesi onun fetva verirken başvurduğu yöntemlerdendir.

BİBLİYOGRAFYA

Abdullah, Ömer Faruk, Suriye Dosyası, trc. Hasan Basri, İstanbul 1985.

Arı, Tayyar, Geçmişden Günümüze Ortadoğu, İstanbul 2004.

Atar, Fahrettin, “Fetva” DİA, XII, İstanbul 1995, 486–496.

Avde, Abdülkadir, “el-Fıkhu’l-İslâmî fî sevbihi’l-cedîd”, el-Medhâl’ül-fıkhıyyü’l-âmm, I, Dımaşk 1425/2004, 5-9.

Bakkaloğlu, M. K. Abdüssamet, “Mustafa es-Sibâî ve Eserleri”, İslâm Hukuku Araştırmaları

Dergisi, sy. 6, Konya 2005, s. 399-408.

Baktır, Mustafa, “Kaide”, DİA, XXIV, İstanbul 2001, 205-210.

--- “Zaruret”, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, İstanbul 1997, 514-515.

Bardakoğlu, Ali, “İkrah”, DİA, XXII, İstanbul 2000, 30-37.

Bekrî, Şeyh Emin, “Sîretü M. Ahmed ez-Zerkâ’ ”, isegs.com/ forum/ showthread. php? t=720, (04.02.2010).

Buhâri, Muhammed b. İsmâil (ö.256/870), el-Câmiu’s-sahîh, I-VIII,İstanbul 1325

“Bilad-ı Şam’ın Hazin Öyküsü”, http://suriye.ihh.org.tr/tarihsel/surec.html. (9.02.2010)

Bilge, Mustafa L., “Faysal I”, DİA, XII, İstanbul 1995, 264-265.

“Biyografi”, http://www.turkceciler.com/yazı turleri biyografi.html.(05.06. 2010)

“Biyografya”, Türk Ansiklopedisi, VII, İstanbul 1969, 22-37.

Belhûca, Muhammed el-Habîb, “Kelimetü Semahı’ş Şeyh Muhammed el-Habîb Belhûca”,

Haflü tekrîmi’ş-Şeyh Mustafa ez-Zerkâ, Suudî Arabistan 1412/1991, s.14-17.

Buzpınar, Şit Tufan, “Suriye”, DİA, XXXVII, İstanbul 2009, 550-555.

Dönmez, İ. Kâfi, “Mezhep”, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, III,

İstanbul 1997, 232-238.

Döndüren, Hamdi, İbn-i Âbidîn Tercümesi Fihristi ve Terimler Sözlüğü, İstanbul ty.

Dönmezer, Sulhi, Toplumbilim, İstanbul 1994.

Ebû Gudde, Abdülfettâh(ö.1997), “Fakîhu’ş-Şâm Ahmed Muhammed ez-Zerkâ’”, Zerkâ’, Ahmed Muhammed (ö.1357/1938), Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhiyye,Dımaşk 1414/1993, 17-29.

Ebû Gudde, Abdü’s-Settâr, “Zerkâ’”, el-Mevsûa‘tü’l-Arabiyye, X, Dımaşk 2004, 341-342.

Halelî, Abdurrahman, “ez-Zerkâ’ Mustafa b. Ahmed”, Mevsû‘tü’l -A‘lâmi’l-‘ulamâ’ ve’l-

udebâi’l-Arabi’l-müslimîn, XI, Beyrut 1427/2006, 115-118.

Heyet, Meşrû‘u Kânûni’l-ahvâli’ş-şahsiyye el-muvahhed: li’l-iklîmeyni’l-Mısrî ve’s-Sûrî, Dımaşk 1416/1996.

Karadâvî, Yusuf, “Takdîm”, Zerkâ’, el-Fetâvâ, s.5-15.

Kılavuz, A. Saim, “Mezhep”, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, III,

Kızılkaya, Necmeddin, “Şam Fakihi Ahmed ez-Zerkâ”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 6, Konya 2005, s.205-210.

Köse, Saffet, “Mustafa Ahmet ez-Zerkâ’, Hayatı-Eserleri-İslâm Hukuku İle İlgili Bazı Görüşleri-Fetvalarından Örnekler”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.6, Konya 2005, s. 585-615.

--- “Muhammed Ebû Zehre”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 6, Konya 2005, s. 479-496.

--- “Muhammed Ma‘rûf ed-Devâlîbî, Hayatı-Bazı Siyâsî Faaliyetleri-İslâm Hukuku Alanındaki Bazı Görüşleri- Eserleri”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.6, Konya 2005, s.681-698.

Mecelle, haz. Ali Himmet Berki ( ö.1976), İstanbul 1990.

Meczûb, Muhammed, Ulemâ ve Müfekkirun araftühüm, II, Riyad 1992, 343-370

Mekkî, Mecd Ahmed, “eş-Şeyh Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’ ”, Zerkâ’, el-Fetâvâ, s.21-36.

--- ---- “Fetâva’l-üstâz Mutafa ez-Zerkâ’ ”, Zerkâ’, el-Fetâvâ, s.37-71.

--- “ M. ez-Zerkâ’ el-Fakîhu’n-Nâbiğa”, al7ewar.net (04.02.2010).

Müslim, Ebu’l-Huseyn b. Haccâc(ö.261/874) , el-Câmiu’s-sahîh, I-V, Mısır 1374.

Özel, Ahmet, “İbn Âbidîn”, DİA, IXX, İstanbul 1999, 292-293.

Özen, Şükrü, “İhtilâf”, DİA, XXI, İstanbul 2000, 565-568.

“es-Sîratü’z-Zâtiyye li’l-Muhtefâ bih”, Haflü tekrîmi’ş-Şeyh Mustafa ez-Zerkâ,

Tüccar, Zülfikar, “ Ferrâ, Yahya b. Ziyâd”, DİA, XII, İstanbul 1995, 406-408.

Ukayl, Abdullah, “M. A. Ez-Zerkâ el-Fakîhu’l-Müceddid”, www.ikhwan.net /wiki/