• Sonuç bulunamadı

A FIKHA YAKLAŞIM

B. FIKIHTA YENİLENME

İslâm Üniversiteleri’nin ve İslâm Hukuku Fakülteleri’nin kurulmasından sonra fıkıh öğretiminde ve fıkıh kitabı yazımında yeni bir dönem başladı. Çünkü klasik yöntemle, âlimlerin

197 Zerkâ’, a.g.e., I, 31.

198 Köse, Saffet, “Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’ ”, s. 603. 199

başvuru kaynağı olması için telif edilen kitaplar, günümüz üniversite öğretimi için uygun değildi. Bu nedenle İslâm Hukuku Fakültesi hocaları yüksek öğrenim düzeyindeki öğrencilerin seviyesine uygun yeni kitaplar yazdılar. Bu eserler lisans düzeyi için öğretici, doktora aşaması içinse daha detaylı idi. Daha sonra bir çok fıkhî konuda meseleyi değişik yönleriyle, derinlemesine inceleyen ve araştırmacıların ihtiyacını karşılayan onlarca yüksek lisans ve doktora tezi hazırlandı. Bu tezlerin bir kısmı yönetim sistemi ve şûrâ gibi anayasa hukuku alanında, bir kısmı ekonomi alanında, diğer kısmı İslâm’da savaş ve barış hukuku gibi devletler hukuku alanında, bazısı ise insan hakları ve kadın hakları alanlarında idi. 200

Fıkıh öğretimi ve yazılan fıkıh eserlerinin metodundaki yenilenmeyi mezheplerdeki açılım takip etti. Bu açılım sahâbe, tâbiîn ve mezhepleri tam olarak tedvin edilmemiş diğer selef fakihlerini de kapsadı. Görüşlerinden istifade etmek amacıyla Hasan el-Basrî (ö.110/728), İbn

Şübrüme (ö.144/761), İbn Ebî Leyla (ö.148/765), Evzâî (ö.157/774), Sufyan es-Sevrî (ö.161/778), Leys b.Sa‘d (ö.175/791) ve diğer fakihlerin görüşleri nakledildi.201 Bu açılım mezhep müntesipleri arasındaki mezhep taasubunu hafifletti. Üniversitelerin fıkıh öğretiminde yapılan yenilenme farklı mezheplerin meziyetlerini, bu mezheplerdeki ilmî birikimi ve fıkhî gelişmeyi öğrencilere aktardı. Bunun yanında fıkhî meselelerin delillerinin tartışılması anlayışta genişlik ve tatbikatta kolaylık sağladı. Bu yeni anlayış, İslâm hukukunun kanunlaştırılması konusunda yetkililere zamanın ve mekanın ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayacak en isabetli görüşü tercih etme imkanı verdi.202

Fıkhın yenilenme dönemindeki yeni bakış açısı müteahhir mezhep fakihleri döneminde yazılan, anlaşılması zor, karmaşık mezhep kitaplarındaki kıymetli fıkıh mirasının ve servetinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Zira adı geçen kitapları anlayabilmek için onların yazıldıkları dönemde doğup yaşamış olmak veya uzun süre onlarla meşgul olmak gerekmektedir.

203

Üniversitelerde İslâm hukukunun yeni yöntemle okutulması ve bu konuda yeni eserlerin yazılması kanun yapan ilim adamlarına yeni bir bakış açısı kazandırdı. Mezheplerdeki bu açılım sayesinde İslâm hukukundaki çok değerli nazariye ve ilkelerden haberdar olunması pozitif hukuka, ondaki teori ve ilkelerin kavranıp anlaşılır bir tarzda ortaya konulmasına yardım etmiştir. İslâm hukukuyla pozitif hukuk arasındaki bu ilişkinin güzel sonuçları oldu. İslâm hukukuyla ilgili eserlerde, yapılan araştırmalarda ve hazırlanan doktora tezlerinde İslâm hukukunun beşerî hukukla mukayeseli olarak, özellikle pozitif hukukçuların İslâm hukukunda karşılığını bilmedikleri

200 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 119-120. 201 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 120. 202 Zerkâ’, a.g.e., s. 121.

203

hususların, onların anlayabilecekleri bir dil ve alışkın oldukları başlıklarla incelenmesi, yirminci yüzyılın birinci yarısında İslâm hukukçularıyla pozitif hukukçular arasında var olan yabancılığı ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda ellili yıllarda bazı İslâm hukuk fakülteleri hukukun ilkeleri, medenî hukukun genel borçlanma nazariyelerini müfredatlarına dahil edip ders olarak okuttular. 204

Bu arada dikkatler Suriye’de çıkarılan ve şer‘î davalara bakan hakimlerin tayininde hukuk diploması almaları şartını getiren kanuna çevrildi. Bunun ardından şer‘î mahkemelerde görev almak isteyen herkes hukuk fakültelerine girip buralardan mezun olma zorunluluğunu hissetti. Böylece şer‘î davalara bakan kadılar her konuda nizâmiye mahkemelerindeki hakimlere eşit oldular. Onların aldıkları eğitimi almalarının yanında ek olarak dinî eğitim de alarak onlardan üstün konuma geldiler. Suriye’de yapılan bu uygulama diğer Arap ülkelerinde yapılmadı. 205

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından genel olarak İslâm ülkeleri, özel olarak da Arap ülkeleri sömürgeciliğin zararlarını yakînen hissettiklerinden, İslâm hukukuna dönmenin önemini daha iyi kavradılar. Çünkü sömürgecilik hakimiyeti altına aldığı milletleri köklerinden ve geçmişinden kopararak onların şahsiyetlerini yok etmekten başka bir şey yapmamıştı. Böylece Mısır, Suriye, Irak, Pakistan, Kuzey Afrika ülkeleri Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’ta İslâm hukukuna dönüş hareketleri başladı. Aynı zamanda eski sömürge hukukunun ve yönetiminin kalmasını isteyen ve gayri müslimler tarafından desteklenen karşı hareketler de oluşturuldu. 206 Bu karşı hareketin en önemli propaganda konusu hakimlerin ve pozitif hukuk tahsil edenlerin kolayca başvuracakları,

İslâm hukukuna göre oluşturulmuş kapsamlı, modern bir medenî kanunun olmamasıydı. Kendi özüne dönen birinci grubu halk kitleleri ikinci grubu ise yöneticiler ve batı taraftarları destekliyordu. Bu arada bazı Arap ülkelerinde yeni anayasalar yapıldı. Yapılan bu anayasaların bir kısmına halkın görüşüne uymak maksadıyla devletin dinin İslâm, bazısına İslâm hukukunun yasamanın kaynağı, diğer bazılarına ise İslâm hukukunun temel kaynak olduğunu ifade eden metinler kondu. Bunun ardından İslâm hukuku esas alınarak yeni bir medenî kanun hazırlanması hususunda girişimler başladı. Bu konuda bir örnek hazırlanması için ferdî düzeyde, fıkıh bilginleri ve hukukçular tarafından çok çaba sarf edildi.207

Bunu resmi düzeyde bazı çalışmalar izledi. Örneğin Suriye adalet bakanlığı 1949 yılında önde gelen hakimlerden birini bir heyetle Mısır’a gönderdi. Bu heyet orada Yeni Mısır Medenî Kanunu’nu hazırlayan meşhur hukukçu Abdürrezzak es-Senhûrî’yle (ö.1971) yardımlaşıp İslâm hukukuna dayalı bir medenî kanun hazırlayacaktı. Aynı yıl Suriye’de gerçekleştirilen bir askerî

204 Zerkâ’, a.g.e., s. 122.

205 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 123. 206 Zerkâ’, a.g.e., s. 111.

207

darbe ile hazırlanacak olan bu kanun projesi iptal edildi. Bunun yerine batı menşeli Mısır kanunu alındı. Fakat asla dönmeyi isteyen ve adı geçen projeyi gerçekleştirmek için ısrarla çalışan gruplar Suriye, Mısır ve birkaç İslâm ülkesinde güçlendi. İslâm fıkhının yenilenmesi ve kanunlaştırılmasına yönelik bu eğilim önemli faaliyetlerin yapılması sonucunu doğurdu. 208

İslâm hukukunun yenilenmesine yardım eden amillerden biri de yetmişli yılların ortalarından itibaren kurulan faizsiz banka ve finans kuruluşlarıdır. Bunlar gerek İslâm aleminde gerekse diğer ülkelerde yetmişli yılların ortalarından günümüze kadar işlemlerinin İslâm hukukuna uygun olmasını arzu eden onlarca banka, finans ve yatırım müessesesidir. İslâm dünyasındaki birçok ülkede faizden ve faizli işlem yapan bankalardan kurtulmak için güçlü bir eğilim görüldü. Bu gelişme İslâm hukukuna büyük bir canlılık getirdi. Aynı zamanda İslâm hukuk bilginlerinin şer‘an makbul, ekonomik açıdan faydalı, finansman ve yatırım için uygulanabilir bir sistem geliştirmek için ictihad çabasına girmelerini sağladı. Biz, İslâm hukukçularının bu çağdaş gelişmeye ilgi göstermelerini önemsiyor ve fıkhın yenilenmesi hususundaki yeni anlayışa uygun olduğunu düşünüyoruz.209

Böylece birçok faizsiz bankada küçük çapta toplu ictihad yapan fıkıh kurulları oluşturuldu. Bu bankaların düzenlediği onlarca konferans ve ilmî toplantılarda icthadlar yapıldı. Fıkıh akademileri periyodik toplantılar tertip ederek belirli fıkhî konularda çok sayıda fetva verip tavsiye kararı aldılar. Bu alandaki fıkhî faaliyetler mezhepler konusunda tam bir açılım sağladı. Çünkü faizsiz bankalardaki fıkıh kurulları belirli bir mezhebe bağlı kalmıyor, ictihad ve fetvalarında bütün mezheplerden istifade ediyorlardı.210

Sonuç olarak Zerkâ’, fıkıhta yenilenmenin İslâm Üniversiteler’i ile İslâm Hukuku Fakülteleri’nin kurulmasının ardından fıkıh öğretimi ve fıkıh kitabı yazımında yapılan yöntem değişikliği ile başladığını zikretmektedir. Bu yöntem değişikliği mezheplerde bir açılıma, mezhep taassubunun hafiflemesine ve fıkhî meselelerin delilleriyle incelenmesine sebep oldu. Bunun sonucu yazılan yeni eserler ve yapılan araştırmalar hukukçulara yeni bir bakış açısı kazandırırken yetkililere de İslâm hukukunun kanunlaştırılması hususunda en isabetli görüşü tercih etme imkanı verdi.

İslâm hukukunun yenilenmesini sağlayan etkenlerden biri de yetmişli yılların ortalarında itibaren kurulan faizsiz bankalardır. Bu bankalarda oluşturulan kurullar ve adı geçen bankalar tarafından yapılan çok sayıdaki ilmî toplantılarda yapılan ictihadlar İslâm hukukuna bir canlılık getirmiştir.

208 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 112-113. 209 Zerkâ’, a.g.e., s. 127.

210

C. İCTİHAD

İslâm hukuk usulünde ictihad, “İctihad ehliyetine sahip olan âlimin, vakıa ve meselelerin şer‘î hükmünü delilleriyle birlikte bilmek için düşünerek, olanca gücünü sarfetmesidir” şeklinde

tarif edimektedir.211 Bu İslâm hukukunda her olayın bir hükmü ve müctehidi bu şer‘î hükme ulaştıran yeterli delili olduğu anlamına gelmektedir.212 Kur’an ve sünnet naslarının sükût ettiği ve hakkında icma da bulunmayan fıkhî olay ve meselelerle ilgili uygun hükmü belirlemek için kıyas gibi diğer kaynaklar ışığında veya dinin maksatlarını gözeterek ya da tâlî delilleri dikkate alarak ictihad etmek gerekir.213 İctihad İslâm hukukunun ruhu ve hayat kaynağıdır. Bunun delili, ictihadın, İslâm dininin görevi ve özellikleriyle sıkı bir irtibatının olmasıdır. İslâm dininde ictihadın gerçek konumunu bilebilmemiz için, İslâm’ın önemini, özelliklerini ve ictihadla olan irtibatını bilmemiz gerekir. Kur’an ve sünnet naslarına göre İslâm’ın hedefi, insan hayatını ferdî, ictimaî, şu anki ve gelecek bütün yönleriyle ıslah etmektir.214

Müctehid, kitap ve sünnetin İslâm hukukuyla ilgili naslarını, usul-i hadis ve usul-i fıkhı bilen, belli düzeyde bir zeka ve anlayışa sahip, şahsî davranışlarında ve özel hayatında takva sahibi, ilim ehlinden onu tanıyanların onun vakıa ve meselelerin hükümlerini şer’î delillerden çıkarabilecek ilmî birikime sahip, güvenilir biri olduklarına inandıkları kişidir.215

İctihad iki alanda yapılır. Bunlardan biri nasların sükut edip hakkında icma da bulunmayan alan, ikincisi ise nassın ibaresi, anlamı, âmm ve has oluşuyla, mutlak mı yoksa mukayyed mi olduğunun belirlendiği alandır. Buna göre fıkhî ictihadın sadece hakkında nas bulunmayan meselelerde değil, mevcut nassın anlaşılması ve şari‘in o nasdaki muradının belirlenmesi konularında da yapılması gerekir.216

Hz. Peygamber hayatta iken sahâbe onu dinliyor, ona tabî oluyor, fetva sorup karşılaştığı zor meselelerin izahını ondan istiyordu. Hz. Peygamberin vefatından sonra yeni ortaya çıkan mesele ve olaylarla ilgili ictihad etme zarureti doğdu. Bu zaruretin ne sınırı vardı ne de bundan kaçış. Hz. Peygamberin ardından sahâbîler yeni yerler fethettiler. Mısır, İran, Sûriye ve Kuzey Afrika gibi köklü medeniyetlere sahip milletler, müslümanların hakimiyeti altına girdi. Büyük İslâm

şehirlerinde farklı milletlere mensup birçok insan yaşadı. Bu durumda, karşılaşılan mesele ve olaylara uygun fıkhî çözümler bulunması gerekiyordu. Bunun için müslümanların İslâm’ın ruhuna

211 Zerkâ’, “el-İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 147-148;a.mlf., el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 34. 212

Zerkâ’, “el-İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 147-148.

213 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 34.

214 Zerkâ’, “el-İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 149-150; a.mlf., el-Fıkhu'l-İslâmî ve medârisüh, s. 34. 215 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 34-35.

216

uygun usul ve yöntemlere ihtiyaçları vardı. Hz. Peygamber döneminde ise bu konuda kafa yormaya gerek yoktu.217 Bu, sahâbenin karşılaştıkları karmaşık meselelerle ilgili çözüm üretme konusunda kendi görüşleriyle ictihad etmeleri sonucunu doğurdu. Bütün bu açıklamalardan her asırda ve her yerde karşılaşılan yeni olay ve meseleleri fıkhın kurallarına uygun bir şekilde çözmek amacıyla ictihadın zarurî olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ictihad, ancak yeterli bilgi düzeyine, anlama kapasitesine sahip, adil ve güvenilir kişiler tarafından yapılmalıdır. 218

İctihad, İslâm dinine hizmet ederek ve İslâm hukukunun oluşmasına katkı sağlayarak geçmişteki görevini en iyi şekilde ifa etmiş ve Hz. Peygamber’in vefatının ardından oluşan boşluğu doldurmuştur. Hz. Peygamber birkaç yüz ahkam ayeti ve sınırlı sayıda da ahkam hadisi bırakmıştır. Bu naslar sayı olarak az olmasına rağmen esnek, genel kapsamlı, gerekçeli ve hukukî prensipleri ifade bakımından sonsuz değerdedir. Bunlar aynı zamanda kurallar, hukukî nazariyeler ve hükümler bakımından fıkha ve ictihada yardım eden uygun temeli oluşturmuştur.219

Dört mezhebe mensup fakihler âlimlik taslayan, kendini beğenen, takva sahibi olmayan bazı âlimlerin, yöneticilerin istedikleri yönde fetva verip onları razı ettiklerini görünce bir tedbir ve koruma amaçlı olarak ictihad kapısının kapatıldığı fetvasını verdiler.220 Mezhep müntesibi bu fakihler bir kısım âlimlerin dinî konulardaki zaafları, ilmin takvadan ayrı tutulup, dünyevî menfaatler sağlama aracına dönüşmesi, yöneticilerin âlimleri elde etmeye çalışması, insanlar arasında emanet duygusunun azalıp ahlakî bozulmanın yaygınlaşması, bazı âlimlerdeki ilmî emanetin kaybolması sonucu zamanın bozulması, dinî bilginin yetersizliği gibi sebeplerle, yukarıda özellileri zikredilen kişilerin görüş ve fetvalarıyla fıkhın ve şer’î ahkamın bozulacağından, ictihad adı altında dinde olmayan şeylerin dine gireceğinden korktukları için hicri IV. asırdan sonra hiç kimsenin ictihadının geçerli olmayacağı şeklinde fetva verdiler. Bu da ictihad kapısının kapatılması olarak adlandırıldı.221

İctihad kapısının kapatılması demek bu kapamadan sonra gerek naslardan gerekse kıyastan oluşan şer‘î delillerden, hiçbir âlimin kendisinin özel bakış açısıyla, fıkhî meselelerin hükmünü çıkarmasının kabul edilmemesi demektir. Bu durumda, herhangi bir meselenin dinî hükmünü öğrenmek isteyen kişinin dört mezhepten birinin imamlarının görüşüne uyması gerekir. Bu kişinin bu mezheplerden birini taklid edip hayatında o mezhep imamının veya o mezhebe mensup fakihlerin görüşlerini tatbik etmesidir. Bu dönemden itibaren hiçbir âlim belirlenen mezhebin görüşleri dışında fetva veremezdi. Hakimin de mahkemeye getirilen dava hakkında kendi

217

Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 38-39.

218 Zerkâ’, a.g.e., s. 39-40.

219 Zerkâ’, “el- İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 151. 220 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 101-102.

221

ictihadıyla hüküm vermesi kabul edilmezdi. İctihad kapısının kapatılması konusunda dört mezhep fakihleri görüş birliğine vardılar ve hicri IV. asrın bitmesinden sonra ve V. asrın başlamasından itibaren hiçbir yeni ictihadın kabul edilmeyeceğini ilan edip bu konuda görüş beyan ettiler.222 Gerçekte İslâm dini ona ihtiyaç duyduğu sürece hiç kimse ictihad kapısını kapatamaz.223

İctihad, fert, toplum, şuan ve gelecekle ilgili hususları içine alacak kadar kapsamlıdır.

İslâm’da hukukî sistemi oluşturan şer‘î hükümler ve kaideler şuanda mevcut olan veya gelecekte meydana gelmesi mümkün olan bütün olayları kapsar. O her zaman ve mekandaki hukukî ihtiyaçların tamamını karşılamaya elverişlidir. Çünkü İslâm hukukunun kuralları genel kapsamlı ve esnektir. O aslî tedbirlerin yanında, istisnâî halleri ve farklı durumları dikkate alan ilkelere de sahiptir. Bu sebeple İslâm âlimleri fıkıh kitaplarının değişik yerlerinde, şimdi ve gelecekte meydana gelecek olaylarla ilgili İslâm hukukunda mutlaka ya nassa veya kıyasa dayanan bir hüküm olduğunu ifade etmektedirler.224

İctihad kapısının kapatıldığı şeklindeki fetvadan sonra mezheplerin usulü çerçevesinde ictihad faaliyetleri sınırlı olarak devam etmiştir. Bir mezhebe tabî ileri gelen âlimler karşılaştıkları yeni meseleleri mezheplerindeki kıyas, istihsan ve mesalih-i mürsele gibi tâlî kaynaklara göre çözüme kavuşturma yoluna gitmişlerdir. Buna örnek olarak Hanefî mezhebinde hicri beşinci asırda, ihtiyaç duyulan borç paranın, faizsiz olarak temin edilmesini sağlamak için ortaya konan bey‘ bi’l-vefâ akdini verebiliriz. Fakat giderek bu ictihad şekli de zayıflamış, fıkıh kitaplarının ezberlenip tekrar edilmesi yoluna gidilmiştir. Bunun sonucu Osmanlı devletinin sonlarına doğru

İslâm dünyasındaki hukukçular İslâm hukukunun zamanın ihtiyaçlarını karşılayamayacağı düşüncesine sahip olmuşlar ve sonunda yabancı kanunların alınması yoluna gidilerek İslâm hukuku kütüphane ve kitaplara mahkum edilmiştir.225

İctihad faaliyetinin durması fıkhı olumsuz etkilemiş, onun duraklamasına, statikleşmesine ve önceki fakihlerin durdukları yerde durmasına sebep olmuştur. Bu da yeni meydana gelen fıkhî olay ve meselelere çözüm üretilememesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, yöneticilerin duyulan ihtiyacı gidermek için kanun yerine geçecek bağlayıcı emirler çıkarmalarını gerektirdi. Çünkü onlar, kendi dönemlerindeki fakihlerden ihtiyaçlarını karşılayacak ve yönetimle ilgili meselelere cevap teşkil edecek bir çözüm bulamadılar.226

Bütün bunların sonucu geçen yüzyılda Mısır, Fransız medenî kanunu aldı. İngilizler, akidler ve ticari konularda Sudan’da kendi kanunlarını uyguladılar. Aynısını Hindistan’da da yaptılar.

222

Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 101-102.

223 Zerkâ’, “el- İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 154. 224 Zerkâ’, “el- İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 150. 225 Zerkâ’, “el- İctihad ve devru’l-fıkh fî halli’l-müşkilât”, s. 153. 226

Cezayir ve Tunus’ta Fransız kanunları uygulandı. Osmanlı devleti de ceza ve ticaret kanunlarını Fransa ve diğer batılı ülkelerden aldı. Böylece İslâm ülkelerinin büyük çoğunluğunda Ahvâl-i

şahsiyye ve pek az kanun dışında İslâm hukukunun uygulama alanı kalmadı. İkinci dünya savaşından ardından sömürgecilik sona erince, yabancı fikirlerden etkilenen ve kökleriyle bağı koparılan bir neslin yetişmiş olmasından dolayı tekrar İslâm hukukuna dönmek oldukça zor oldu.227

Zerkâ’nın Mısır, Cezayir, Tunus, Sudan ve son olarak da Osmanlı devletinde yabancı kanunların alınması yoluna gidilmesini, ictihad kapısının kapatılması ve İslâm hukukunun zamanın ihtiyaçlarını karşılayamayacağı düşüncesine sahip olunmasına bağlaması isabetli görünmemektedir. Yabancı menşeli kanunların alınmasında daha çok adı geçen dönemde Osmanlı devletinin kendi başına karar alamayıp batılı ülkelerin etkisine girmesinin payı vardır. Yukarıda ismi zikredilen ülkeler ise batı sömürgesinde olduklarından isteselerde İslâm hukukunu uygulayamazlardı.

Hicri V. yüzyılın başından itibaren ictihadın yasaklanıp bunu yapmanın caiz olmadığı

şeklindeki görüş kolektif ictihada geçilmesini gerekli kılmaktadır.228 Bu durumda günümüz

güvenilir İslâm hukukçuları bir araya gelir, tek başına bir fakih nasıl ictihad ediyorsa o şekilde davranır. Aksi halde fıkıh günümüz ihtiyaçlarını karşılayamaz. Böylece zikredilen ferdî ictihadın mahzurları da giderilmiş olur.229

Kendisinin, kolektif ictihad (el-ictihadü’l-cemâî) konusunda düşünen ve yazanların önde gelenlerinden olduğunu zikreden Zerkâ’230 bunun sonucu olarak, değişik İslâm ülkelerinin ileri gelen fukahasının üye olduğu, senenin belli dönemlerinde toplantılar yapıp günümüz meselelerini müzakere ederek uygun çözümler üreten bir fıkıh akademisi fikrinin doğduğunu zikreder.231

İslâm dini son, ebedî ve evrensel bir dindir. İctihad da İslâm dininin ve onun hukukunun ruhu ve hayat kaynağıdır.232 Aksi halde bu dinin son ve ebedî bir din olması, onda meydana gelmiş ve gelecek her konuyla ilgili bir hüküm bulunması, ictihad olmayınca nasıl mümkün olur? İctihad faaliyetinin durması, İslâm’ın son, ebedî, evrensel ve ilahî bir din olmasına aykırıdır. Çünkü İslâm ve müslümanlar değişik zamanlarda ve farklı yerlerde sürekli yeni durum ve meselelerle karşılaşacaklardır. Karşılaşılan bu problemlere, İslâm hukukunun naslarından ve ruhundan hareketle uygun çözümler bulmak gerekir. İctihad faaliyetinin durmasının anlamı İslâm

227 Zerkâ’, a.g.e., s. 108. 228

a.mlf., el-Fetâvâ, s. 372.

229 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 114. 230 Meczûb, ‘Ulemâ ve Müfekkirûn ‘araftühüm, II, 367. 231 Zerkâ’, el-Fıkhu’l-İslâmî ve medârisüh, s. 115 232

hukukunun statikleşmesi ve onun yeni meydana gelen mesele ve hadiselere hukuki çözüm sunamaması demektir. Bu sebeple ictihad İslâm dininin ve hukukunun ruhu mesabesindedir. 233

İlk halifeler devrinde bu halifeler sahâbîyi de toplayarak şûra ictihadı yapmışlardır. Sonraki dönemlerde gerek sahâbîlerin gerekse onlardan sonra gelen müctehidlerin farklı bölgelerde bulunması sebebiyle ferdî ictihad yaygınlaşmıştır. Ferdî ictihad döneminde bir çok kişi fıkıh, Kur’an, hadis ve dil öğrenmek için birbirleriyle yarışıp hayatlarını tamamen ilme vermişlerdir. Bu dönemde takva sahibi güvenilir âlimler diğerlerinden kolayca ayırt edilebiliyordu. Zamanla ilmî gayret azalmış, insanlar takva sahibi gerçek âlimle diğerlerini ayırt edemeyecek hale gelmiştir. Bunu gören dört mezhep müntesibi âlimler bid‘atların ve zararlı fikirlerin yaygınlaştığını, zengin bir birikime sahip mezheplerin istikrar kazandığını fark edince, ictihad iddiasında bulunacak âlimlerin dinin kurallarını bozacaklarından korktukları için ictihad kapısının kapandığı şeklinde fetva verdiler.234

İlk müctehid imamlar tarafından yapılan ferdî ictihad başlangıçta İslâm hukukunun