• Sonuç bulunamadı

II. SEBZEVÂRÎ’NĠN HAYATI, FELSEFĠ KĠġĠLĠĞĠ VE ESERLERĠ

II.3. Eserleri

1.6. Hak Teâlâ (Vâcibu‟l-Vücûd) Yalnızca Yine Kendisidir

1.6.2. Sebzevârî‟nin GörüĢü

Sebzevârî, konuya Farabi‟nin “hak” kavramı hakkındaki üç değiĢik tanımını zikrederek giriĢ yapar. Farabi‟nin “hak” kavramı ile ilgili birinci tanımı epistemolojik bir perspektife sahiptir. Buna göre “hak” kavramı gerçeğe uygun önerme veya “kavl” olarak tarif edilir. Zira “kendisinden haber verilen (muhberu anh) için önermenin doğru ve gerçeğe uygun olmasıdır. “Hak” kavramı ile ilgili olarak ikinci tanım daha çok ontolojik bir mahiyete sahiptir. Burada “hak” kavramı gerçekliği olan, tahakkuk bulmuĢ, bilfiil hâsıl olmuĢ olan Ģeydir. Yani ontolojik gerçekliği bulunan varlıktır. Üçüncü tanım ise “hak” kavramı ile ilgili olup kendisine “yokluk”, “had/sınır” gibi hiçbir butlanın iliĢmediği pür varlıktır.185

Sebzevârî “hak” kavramı ile ilgili olarak yapmıĢ olduğu bu üç tanımdan sonra kendi tasavvurundaki “Allah” ile “hak” kavramı arasındaki metafizik iliĢkiye dayalı açıklamalarına geçer. Sebzevârî biz “O, haktır.” dediğimizde butlanın kendisine karıĢmadığı, varlığı kendisinden olmayıp bir baĢkasıyla olan varlıkların tümünün O‟nunla var olduğu “kendisiyle zorunlu olan” varlık “el-Vâcib” i kastettiğini belirtir. O‟nu en gerçek (hak) varlık olarak tanımlar. Zira Zorunlu Varlık‟tan daha gerçek bir

183 Mutahharî, Durûs fi‟l-Felsefeti‟l-Ġslamiyye, , c.I, s.149; Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme,

c.II, s.97-98; Kutluer, Ġbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, s.11-18

184

Bu meselede özellikle Fahreddin Razi‟nin itirazları ve ona verilen cevaplar muvacehesinde yapılan tartıĢmalar hakkında daha geniĢ bilgi için bk. Mutahharî, Durûs fi‟l-Felsefeti‟l-Ġslamiyye, c.I, s.150- 151; Hayderi, Durûs fi‟l-Hikmeti‟l-Müteâliye, s.504-509

Ģey yoktur. O‟nun hakiki varlığından (el-vücûdi el-hakiki) ayrı bir mahiyetinin bulunmadığının altını çizer. Kendisiyle zorunlu varlık, mevcudiyetinin onunla olduğu yalnızca ona mahsus olan “vücûd-i has” ile varlığının aynısıdır. Kendisi dıĢındaki tüm varlığın, var olmak bakımından bütün mevcudatta müĢterek bir gerçeklik olma hakikatini kendisinden kesbettikleri bu ortak varlık yani “müĢterek mutlak varlık”, Vacibul vücûd için söz konusu değildir. Zâten O‟nun için öngörülen varlık, itibari bir durum olup zihinde mevcuttur. O‟nun “ma bihi huve huve” (o Ģey ile kendisi olan Ģey) anlamındaki mahiyeti yine O‟nun varlığından baĢka bir Ģey değildir. Yani O‟nun “enniyesidir”. Diğer bir ifadeyle O‟nun varlığıdır.186

Zira “mütehakkık” olan yani ontolojik gerçekliği bulunan tüm Ģeyler ya varlık ya da mahiyet olmak üzere iki ayrı varlık düzeyi Ģeklinde kabul edilir. Ancak mahiyet, yapısı gereği bizâtîhi var olmayıp, mevcudiyetini kendi dıĢında bir baĢka Ģeyle yani bir illetle (sebeple) elde etmektedir. Bu illet ise varlıktan baĢkası değildir. Mahiyetin bu malûl (sebepli) oluĢu, kendisini metafizik bir fakirliğe mahkûm eder. Zira mahiyet için kullandığımız “ontolojik gerçeklik” ifadesi mecazi bir izafetten baĢka bir Ģey değildir. Bu da varlıkla mahiyetin aynı ontolojik kökeni paylaĢmadığını göstermektedir. Bundan dolayı mahiyet, o Ģeyle (varlıkla) aynı ontolojik kökeni paylaĢmamasından ötürü187

o Ģeyin zâtına iliĢen bir gerçeklik olmadığından, geriye yalnızca varlığı bir baĢkasından olmayıp bizâtîhi kendisinden olan Vâcibü‟l-vücûd‟un hakikati olan varlığından baĢka bir Ģey kalmaz. Netice itibariyle “Zorunlu varlık” için bir mahiyetin oluĢu ve varlığının zorunluluğu da bu mahiyetle alakalı olmasının artık O‟nun kendisiyle zorunlu varlık olmadığı anlamına gelecektir. Çünkü O‟nun zorunluluğu, artık özü gereği (bizâtîhi) olmayıp O, denilemeyecek olan bir baĢka Ģey (bigayrihi) sebebiyle zorunlu olmuĢ olacaktır. Bu da O‟nu “Kendisiyle Zorunlu Varlık” olmaktan çıkarıp mümkün varlık kılacaktır.188

Zira bizâtîhi zorunlu varlığın aynı zamanda kendisi dıĢında bir baĢka illetle de zorunlu olması bir çeliĢkidir.189

186 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.97-100; Sebzevârî, ġerhu Gureri'l-feraid, s.241;

Kutluer, Ġbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, s.116

187

Çünkü bu mahiyetin ontolojik köken farklılığının sebebi onun yani mahiyetin bizatihi var olmadığı, mevcudiyetinin kendi dıĢında bir baĢka Ģeye yani bir sebebe muhtaç olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebep varlıktan baĢkası değildir. Bundan dolayı “ontolojik gerçeklik” kavramı varlık için kullanıldığında hakikattir, mahiyet için ise mecazdir bk. Sebzevârî, ġerhu Gureri'l-feraid, s.240

188 Sebzevârî, ġerhu Gureri'l-feraid, s.243; Ġbn Sînâ, Kitâbu‟Ģ-ġifâ/Metafizik II (el-Ġlâhiyyât), çev. Ekrem

Demirli ve Ömer Türker, Litera Yayıncılık, Ġstanbul, 2005, s.89

Konunun giriĢinde kelamcıların bu problemle ilgili görüĢlerine kısaca iĢaret etmiĢtik. Onlar “Vâcibü‟l-vücûd” ile “Vâcibü‟l-vücûd‟un” dıĢındaki varlıklar arasında “var olmaya” özne olma açısından bir benzeĢmenin tehlikesinden bahsederler. Kelamcılar yaratanla yaratılan arasındaki bu benzeĢmeyi bertaraf etmek adına kendilerince bir ontolojik farklılık oluĢtururlar. Buna göre “zorunlu varlığın” dıĢındaki tüm varlığı “mahiyeti bilinen” olarak tanımlarlar. Veya en azından onların zâtlarına iĢaret etmek sûretiyle de olmuĢ olsa bir bilinmekten söz edilebilen varlıklar Ģeklinde bir ifade kullanırlar. Fakat söz konusu Tanrı olunca “O‟nun mahiyeti, tam olarak bilinmeyendir. (Künhü meçhuldür)” Ģeklinde bir yaklaĢım sergilerler.190

Sebzevârî, kelamcıların zorunlu varlık için içeriği tam olarak bilinmeyen (meçhul) bir mahiyeti ön görmelerini eleĢtirir. Bunun bir yanıltma ve bir abartı olduğunu belirtir. Zira zorunlu varlık için yalnızca tek bir ilke ve tek bir yön söz konusudur. Ġçeriği tam olarak bilinmeyen bu mahiyetin özü nedir? Bu mahiyetin özelliği nedir? Bu mahiyet, meleksel/meleki bir özellikte midir, feleksel/feleki mi, insâni mi yoksa bunların dıĢında baĢka bir özellik mi taĢımaktadır? Bunun ne olduğunu belirlemek mümkün değildir. Sonuç itibariyle hangi özelliği taĢırsa taĢısın son tahlilde zorunlu varlık için ön görülen bu mahiyet, varlık açısından değerlendirildiğinde, yukarıda iĢaret ettiğimiz bu birbirlerinden farklı -meleki, feleki, insâni- mahiyetlerle aynı ontolojik kökeni paylaĢtığından, varlığın ne zâtı ne de zâtının bir cüz‟û olması mümkün değildir. Bu mahiyet için ancak varlığı kabullenecek bir konumdadır Ģeklinde bir yargıda bulunabiliriz. Bunun ötesinde bu bağlamda, bu mahiyet hakkında ortaya koyacağımız tüm yaklaĢımlar bizler için felsefi sonuçları olmayan, bilinmezlikle nitelenen bir durumu doğuracaktır. Bu mahiyet için öngördüğümüz bu temel yargının bir sonucu olarak, bu mahiyet varlık için bir fâil de değildir. ġayet bu öngörülen mahiyet, varlığın sınhıyyetinden yani varlıkla aynı ontolojik esası paylaĢmıĢ olsaydı zâten o zaman bu ön görülen Ģey mahiyet olmayacaktı.191

Sebzevârî‟nin bu tespitlerinden hareketle, kelamcıların “O‟nun mahiyeti, varlığının aynısıdır.” Ģeklinde ortaya koydukları bu önerme ile “O‟nun mahiyeti, künhü bilinmeyendir.” önermesiyle aynı anlamı tazammun ettiğini söyleyebiliriz. Zâten “O‟nun mahiyeti, künhü bilinmeyendir” Ģeklindeki bu cümleyi dikkatli bir tahlile tabi tuttuğumuzda, bunların Tanrı için bir mahiyet öngörmediklerini söylememiz mümkün değildir. Kelamcıların

190 Mutahharî, Durûs fi‟l-Felsefeti‟l-Ġslamiyye, c.I, s.150 191 Sebzevârî, ġerhu Gureri'l-feraid, s.243

“Vâcibü‟l-vücûd” dan mahiyeti selbetmeyip aksine O‟nun için bir mahiyetten söz ettiklerini rahatlıkla ifade edebiliriz.192

Vâcibü‟l-vücûd‟un varlığından baĢka bir hakikatinin olmadığı hususundaki bu tartıĢmaya Hasan Zade Amuli farklı bir boyuttan katılır. Hasan Zade Amuli Manzume‟nin Ģerhinde, “vücûd-i samedi” Ģeklinde ifade edilen bir baĢka kavram kullanır.193

Aslında bu kavram Sebzevârî‟nin hiç de uzak olmadığı tam aksine Sebzevârî metafiziğinin beslendiği en temel kaynaklardan olan irfani bir bakıĢtır. Amuli‟nin bu irfani yorumu, Sebzevârî‟nin irfani geleneğe yaslanan bir filozof olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda birbiriyle örtüĢen bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.194

Amuli bu konuda en uygun ve en gerçekçi burhan olarak “vücûd-i samedi” kavramını zikreder. O‟nun için herhangi bir boĢluk söz konusu değildir. O, vahdetinde “Küll” olduğundan hardal tanesi ağırlığında olan bir Ģey dahi onun varlığının kapsamı dıĢında düĢünülemez. Yine aynı Ģekilde varlığının cinsinden olan hiçbir sıfat ve yetkinlik (kemâlat) O‟nun mutlak varlığının dıĢında kalan (gayrı olan) mümkün varlıklar için var olamaz. O, vücûd-i hakiki olmak yönüyle her Ģeyi kuĢatmıĢtır. Bundan dolayı O, sınırlandırılamaz. O, mücerreddir. O, “ferdi hakiki” olduğundan O‟nun için bir mahiyet ön görülemez. Örneğin akıl, nefs gibi kavramlar için de mücerred lafzını kullanırız. Fakat bunlar için kullandığımız mücerret, maddeden uzak olmalarıdır. Yoksa mahiyetleri yoktur anlamında değildir. Mahiyetten mücerret olan varlık yalnızca “O”dur.195

Bu makam Tanrı‟nın isimleri itibariyle değerlendirildiğinde ehadiyyet makamıdır. Bu metafizik mertebede „O‟, bütün mümkün varlıkların, ontolojik boyutta ve metafizik gerçeklikte içerisinde bulundukları ontik fakirlik nedeniyle O‟na muhtaç oldukları yegâne mutlak hükümrandır. Yalnızca metafizik zenginlik O‟na mahsustur. Diğer tüm varlıklar O‟na muhtaçtırlar.196

Sebzevârî bir yönüyle ĠĢrakilik diğer yönüyle de irfan kokan bir ifadeyle “kendisiyle zorunlu olan varlığın” ”sırf-ı nur” ve “baht-ı vücûd” olduğunu söyler.

Nitekim Manzume‟nin 3.beyitinde Ģöyle der; “Vechinin nuruyla her Ģey aydınlandı.”

192

Mutahharî, Durûs fi‟l-Felsefeti‟l-Ġslamiyye, c.I, s.150-151

193 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.97

194 ġerif, Ġslam DüĢüncesi Tarihi, c.IV, s.334; Izutsu, Ġslam Mistik DüĢüncesi Üzerine Makaleler, s.194;

Izutsu, Ġslam‟da varlık DüĢüncesi, s.89-90

195 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.97-98

196 Amuli, Haydar, Câmiu‟l-Esrar ve Menbau‟l-Envar, neĢ. Henry Corbin ve Osman Ġsmail Yahya, Ġlmi

“Vechinin nuru karĢısında her Ģey ancak bir gölgedir.”197

O, bütün nurların nurudur. Çünkü kendisiyle aydınlık olan kendi dıĢındaki tüm varlıkları da aydınlatan ve onları aydınlığa çıkarandır. Zira O, gerçek olan birin ve ferdi hüviyetin aynısıdır.198

Sebzevârî, mümkün varlıklar için söz konusu olan varlık ve mahiyet Ģeklindeki bir ayrımı, zorunlu varlık için de ön görülmesi halinde O‟nun ma‟lûliyetini (sebepliliğini) tazammun edeceğini söyler. Zira O‟nun varlığı, bir Ģeyle veya varlık olmak sûretiyle mahiyeti için “arız” olduğunda zorunlu varlık sebepli (ma‟lûl) olmuĢ olur. Çünkü bütün arazî olanlar sebepli (muallel) kabul edilirler. Zira bir sebep (illet) varlığı zorunlu olmayan bir Ģeyin var olmasının vasıtasıdır. Eğer biz bu anlamda bir illetten bahsedeceksek ve bu illet kendisiyle zorunlu olan varlığın var olma sebebi ise biz zorunlu varlıktan nasıl bahsedebiliriz. Bundan dolayı zâtî olan, illetlenmemiĢ olmakla tanımlanırken arazî olanlar ise illetlendikleri Ģeyle tanımlanırlar yani onlar bir illete ihtiyaç duyarlar.199

Sonuç itibariyle Zorunlu varlık hususunda mümkün varlıklar için kabul ettiğimiz biçimiyle varlık ve mahiyet Ģeklinde bir ayrım yaptığımızda, Vâcibü‟l-vücûd‟un varlığının mahiyetine arız olması kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda da O‟nun illeti ile ilgili olarak iki temel sorunla karĢılaĢırız; bunlardan biri devir, diğeri ise teselsüldür.200

Sebzevârî‟ye göre Vâcibü‟l-vücûd‟un illeti, zâtının haricinde bir illet olursa bu O‟nun zorunlu varlık olmasıyla çeliĢir. Zira yukarıda da iĢaret ettiğimiz gibi bir illet ancak mümkün bir varlığın varlık sebebi olabilir. Biz bu illeti zâtının haricindeki bir illet Ģeklinde kabul ettiğimizde bir devir oluĢacaktır. Çünkü Zorunlu varlığın illeti, harici olduğunda bu illet mümkün olacaktır. Böylece bir mümkün diğer bir mümkünü, o mümkünde bir baĢka mümkünü, bu mümkünde bir baĢka mümkünü…Ģeklinde birbirlerini gerektireceklerinden bir fasid daire (devir) oluĢmuĢ olacaktır. Böylece devir butlanı gerektiren bir durum olduğundan bu önermemiz batıl olacaktır.201

Yok, eğer bu illet harici olmayıp da Vacibuz-zâtın bizâtîhi kendisi kendi zâtının illeti olmuĢ denilirse bu da muhaldir. Zira biz biliyoruz ki illetle malûl arasındaki iliĢki (nisbet) öncelik ve sonralık Ģeklindedir. Yani malûl bulunduğu sürece illet öncelikli bir

197 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.100 198 Amuli, Camiu‟l-Esrar ve Menbau‟l-Envar, s.259 199

Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.100-101; Kutluer, Ġbn Sînâ Ontolojisinde Zorunlu Varlık, s.115

200 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.103 201 Sebzevârî, ġerhu Manzume Kısmu‟l-Hikme, c.II, s.103

konumdadır. Ġllet ve malûl arasındaki bu metafizik iliĢkiyi göz önünde bulundurduğumuzda, zâtın kendi zâtına illet olması, bir Ģeyin kendi varlığına tekaddüm etmesidir. Bir Ģeyin kendi zâtına takaddüm etmesi de teselsülü oluĢturur. Zira kendi varlığında önce bir baĢka varlığı gerekli kılması Ģeklinde oluĢan bu sonsuz varlıklar silsilesi de muhaldir. Bu zorunlu varlığın kendisi bir illet olarak kendi zâtına yani ikinci varlığa takaddüm etmesi için ancak üçüncü bir varlığa ihtiyaç duyar. Ġkinci varlığın bir illet olarak üçüncü varlığa takaddüm etmesi için dördüncü bir varlığa ihtiyaç duyar. Bu varlıklar silsilesi sonsuza kadar gider. Ancak varlık silsilesi bir sınıra ulaĢıp orada durmak zorundadır.202

Sonuç itibariyle Sebzevârî kelamcıların aksine mümkün varlıklar için söz konusu olan varlık-mahiyet ayrımı Tanrı için yani Vâcibü‟l-vücûd için söz konusu olmayıp O‟nda varlıkla mahiyet aynı olup varlığından ayrı bir mahiyeti olmadığını belirtir.

1.7. Varlığın Hakikati, Birliği Ve Çokluğu Meselesi