• Sonuç bulunamadı

3.2. SEBİLÜRREŞAD DERGİSİ’NDE LAİKLİK

3.2.2. Sebilürreşad’da 163 Madde ve Laiklik Meselesi

Laiklik mefhumu ve sınırları 1949 Haziran’ında kabul edilen ve daha sonra Sebilürreşad tarafından çokça eleştirilecek 163. Madde36 meselesi ile de gündeme

gelmiştir. Bilhassa 22 Kasım 1952 tarihinde, 15 yaşındaki Hüseyin Üzmez’in Ahmet Emin Yalman’a düzenlediği suikast “irtica” mücadelesini yeniden ön plana çıkarmış, 163. Madde bu mücadelede yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu

36 Kanunun ilgili fıkrası: “Siyasi menfaat temin veya şahsi nüfuz tesis eylemek veya her ne suretle

olursa olsun, laiklik esasını sarsmak maksadiyle dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun, propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.” Resmî Gazete, 16.6.1949,16381.

olan Malatya Suikastı öncesinde hükümetin yürüttüğü mücadelenin komünizmde yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Ancak Malatya Suikastı bu durumu değiştirmiş, suçlamalar yeniden “irtica” ve “gerilik” kanadına yöneltilmiştir (Koca, 2019: 307-308). Ancak Sebilürreşad özelinde söz konusu madde, Malatya Suikastı öncesinde de çokça eleştiriye tabi tutulmuştur. Nitekim 1949’da dergide yayımlanan bir yazıda, Demokrat Parti ve Halk Partisi’nin 163. Maddeye olan kayıtsızlığı ve din hürriyeti meselesi ile ilgili aynı siyaseti izlemeleri eleştirildikten sonra şu ifadelere yer verilmiştir:

“(Kanunda geçen) kelimelerin, tabirlerin hepsi tefsir ve tavzihe muhtaçtır. Bilhassa ‘laiklik’ kelimesinden maksat izah olunmalıdır. Çünkü kanunun esası, ruhu bu kelimeler üzerinde temerküz etmektedir. Mevcut kanunlarımızın hiçbirinde ‘laiklik’in tarifi yoktur. Vazıı kanuna göre laiklik nedir? Hududu nereden başlar, nerede biter? Bunlar tamamiyle tarif ve izah olunmak icap ederdi” (Edib, 1949: 399).

1951’in Aralık ayında yayımlanan bir yazıda ise yine “milletin gazabına uğrayan Halk Partisi diktatörlüğü can çekiştiği sırada, (1)949 Haziranının 8, 9, 10’uncu günleri Ceza Kanununa” eklenen 163. madde konu edilmiştir. Söz konusu yazıda “geçtiğimiz günlerde” komünistleri hedef alan kanunun 141. ve 142. Maddeleri37 Meclis’e sevk edilirken, 163. maddenin de şiddetlendirilmek amacıyla

Meclis’in gündemine getirildiği bilgisi verilmektedir. Bu tartışmalar sırasında DP milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu maddeye muhalif olduklarını belirtmişlerdir. Bu minvalde yazıda da, bu maddenin yeniden teşdidi sırasında Meclis’te milletvekillerinin yaptıkları tartışmalara yer verilmiştir (Sebilürreşad, 1951: 258). Milletvekillerinin tartışmaları aynen aktarıldıktan sonra ise 163. maddenin son hali şöyle bir biçim almıştır:

“Madde 163- Laikliğe aykırı olarak, devletin içtimai ve iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse iki yıldan yedi yıla kadar ağır hapis cezasile cezalandırılır.

Böyle cemiyetlere girenler veya girmek için başkalarına yol gösterenler altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezasıyla cezalandırılırlar.

37 1936’da Türk Ceza Kanunu’nda “komünizmle mücadele için” kabul edilmiş maddelerdir. Kanunun

ilgili fıkrası: “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususlarda yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.” Resmî Gazete, 11.XII.1951:7979.

Dağılmaları emredilmiş olan yukarıda yazılı cemiyetleri, sahte tanzim veya sevk ve idare edenler hakkında verilecek esaslar üçte birden eksik olmamak üzere arttırılır.

Laikliğe aykırı olarak, devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amaciyle veya siyasi menfaat veya şahsi nüfuz temin ve tesis eylemek maksadile dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne surette olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasiyle cezalandırılır.

Yukarıdaki fıkrada yazılı fiil yayın vasıtasile işlendiği takdirde verilecek ceza üçte birden yarıya kadar arttırılır.

Yayım yeri veya yayım vasıtası veya yayım konusu bakımından az zarar umulan hallerde faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.” (Sebilürreşad, 1951: 270)

Mecmuanın 119. sayısında ise 163. maddenin Sebilürreşad için nasıl bir uygulamaya tabi tutulduğu konu edilmiştir. Yazı; mecmuanın 93, 94, 95, 96 ve 97. sayılarında 163. Maddeye dolayısıyla laikliğe uymayan yazılar tespit eden İstanbul Savcı Yardımcısı Nusret Hergüner’in, İstanbul Eminönü Üçüncü Sulh Ceza Yargıçlığına yazdığı 30 Mart 1951 tarihli dilekçe ile başlamıştır. Sakıncalı bulunan yazılar; “97 inci sayının 382’nci sayfasında başlayan Avrupalılar Osmanlı Devleti’nin Temellerini Nasıl Çökerttiler?, 96’ncı sayının 334’üncü sayfasının sonunda bulunan İrtica ve İrtidad” yazılarıdır. Bu yazıda da mecmua bu yazılar hasebiyle içinde bulunduğu davayı aktarmış ve yazının sonunda “İkinci Sorgu Hâkimliğince sanıklar hakkındaki deliller mahkemece takdir edilmek üzere son duruşmanın Birinci Ağır Ceza Mahkemesinde açılmasına karar verildiğini” belirtmiştir (Sebilürreşad, 1951: 294-299). Söz konusu davanın gidişatı Sebilürreşad’ın bir sonraki sayılarında da aynen aktarılmıştır (1952: 307-314; 330- 331). 1952’nin Şubat sayısında aktarılan son Tatbikatta 163 üncü Madde yazısına göre de, 11 Ekim 1951’de söz konusu yazılardan hakkında dava açılan Edib’in beraat edildiği ifade edilmektedir (1952: 331).

Yine Şubat 1952’de yayımlanan bir yazıda, 163. madde tenkit edilirken, bu minvalde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’ten beklentinin büyük olduğu, Menderes’in DP milletvekilleri de bu maddeye taraftar değilken bu maddeden kurtulması gerektiği gibi noktalara değinilmiştir. Diğer yandan özellikle vaizlerin mevkilerinin tehlikede olduğu belirtilmiş, bu konuda Diyanet Riyasetinin de haklı sessizliğine de sitem edilmiştir (Sebilürreşad, 1952: 322). Yazının devamında ise şöyle bir olay aktarılmıştır:

“Geçenlerde bu maddeden dolayı tahtı muhakemeye alınan bir vaizin Diyanet Riyasetine gelerek derd yandığını, Kur’an ayetlerini halka tefsir ve izah etmek memnu olup olmadığını sorduğunu, mahkemede ne söyliyeceğini bilemediğini, şaşırıp kaldığını

söylediğini bizzat gördük. Zavallı fakir vaiz birçok masraflara girerek memleket memleket süründüğünü anlattı. Çağırılan vilayet mahkemesine gidecek parası olmadığı için iane ile yol parası tedarik olundu. Ağlıyarak gitti. Diyanet Riyaseti erkânı eli böğründe aciz içinde baka kaldılar. Müteessir olmadılar değil, amma ne yapacaklarını kestiremediler” (Sebilürreşad, 1952: 328).

1952’nin Ağustos’unda ise Eşref Edib, Demokrat Parti İl Kongresinde Başbakan Yardımcısı Samed Ağaoğlu’nun nutkunda geçen “Türk milletine bütün hürriyetlerini temin etmiş bulunuyoruz.” söylemini tenkit etmiştir. Edib’e göre Arapça ezan okuyanlara verilen ceza kaldırılmış, mekteplerdeki isteğe bağlı din dersleri mecburi hale getirilmiş, radyoda ara sıra Kur’an okunulmasına müsaade edilmiş olsa da “din hürriyetini en müthiş surette tehdid eden ve baskı altında tutan 163’üncü madde bir cellat satırı gibi dinin, Türk milletinin dini olan Müslümanlığın tepesinde durmaktadır” (Edib, 1952: 98). Söz konusu yazıda, CHP her zamanki üslup ile “devri sabıktan” sorumlu tutulurken Demokrat Parti de maddeye olan kayıtsızlığı ile eleştirilmiştir:

“Demokratlara gelince, onlar da ilim ve hukuk, hak ve hakikat huzurunda biraz sıkışınca: ‘o maddeyi biz koymadık ki..’ diyorlar. Evet, siz koymadınız, amma siz tatbik ediyorsunuz. Niçin bu engizisyon kanununu kaldırmıyorsunuz?” (Edib, 1952: 99)

Edib’e göre DP, önce bu maddeye karşı kayıtsızlığını korumuş, ancak sonrasında– muhtemelen Ticani tarikatının Atatürk heykellerine saldırması gibi olaylar neticesinde- bu maddeyi faal biçimde kullanmaya başlamıştır. Nitekim Edib de bu minvalde dini alanı bu biçimde kısıtladığı surette Ağaoğlu’nun sözünü ettiği manada bir hürriyetten bahsetmenin mümkün olmadığını vurgulamaktadır (Edib, 1952: 100). Edib derginin bir sonraki sayısında kaleme aldığı bir başka yazıda, yine 163. madde meselesine değinmiş ve bu maddenin CHP’nin “tedhiş silahı” olduğunu vurgulamıştır. Edib “bu yüzden” demektedir, “Halk Partisi de bunun bir terör olduğunu” biliyordu ki, dönemin Başbakanı Günaltay: “Bu maddeyi koyduk amma tatbik etmeyeceğiz.” demiştir. Edib yazısının sonunda ise DP’yi de “Acaba bugünkü iktidarın da böyle bir tedhiş silahına ihtiyacı var mıdır? Bu ihtiyaç, bu maddeyi yaşatıp yaşatmamak istemesiyle anlaşılacaktır.” ifadeleriyle sorgulamaktadır (Edib, 1952: 120-121).

1952’nin aralık ayında ise yine 163 üncü Maddenin Tatbikatı adı altında, Edremit Küçükdere köyünde öğretmenlik yapan Mehmet Oğur hakkında açılan davaya yer vermektedir. Davanın açılma nedeni Oğur’un her sabah ilkokullarda okunan and arasına “Müslümanım, Hak yolunda” kelimelerini ilave etmesi; ilkokullarda sınıfın tavanında tahtadan yapılma (+) şeklindeki yön göstergesini

istavroza benzetmesi sonucunda astırmaması ve şapka kanunu hakkında “Müslümanlar şapka giymez. Kılığımız, kıyafetimiz düzelecek” demiş olduğu iddiasıdır. Mecmuada bu davanın ilk aşaması aktarılırken, gelişmelerin mecmuada verileceği ifade edilmiş olsa da bu dava hakkında başka bilgiye rastlamak mümkün değildir (Sebilürreşad, 1952: 245).

Mecmuada yine 163. Madde ile ilgili bir makale, Büyük Doğu mecmuasından aktarılmıştır. Bu makalede de 163. Madde’nin laikliğin tanımı ile yakinen alakalı olduğu, dolayısıyla bir “laiklik tanımının” yapılmasının elzem olduğu vurgulanmıştır. Daha sonra laikliğin tarihi gelişimine yer verilmiş, Fransa’nın ruhban sınıfının sınırsızca kullandığı imtiyazları engellemek için “laiklik” kavramına özel önem atfettiği “yoksa bizde kabul olunduğu üzere terakki ve medeniyet yolunu açacağı iddiası” ile kullanılmadığı ifade edilmiştir.

“Bizim dinimiz Hıristiyanlığın aksine ruhban ve ruhban hâkimiyeti tanımaz ve dini vecibelerin ifası için, Allah ile kul arasında vasıta kabul etmez. Kitabullah olan Kur’an-ı Kerim, diğer ibadet, ahlak kaidelerinden başka birçok ferd ve cemiyet hukuku kaideleri vazetmiştir. Dinimiz terakkiye mani olmadığı gibi, haksız din adamlarının zulüm ve tahakkümünde de kalmamıştır; zira buna Kur’an-ı Kerim manidir. Eğer tarihimizde nifak, fesad ve irtica hareketleri olmuş ise bunlar dini alet ederek yapılan küfür hareketlerinden ve dinin cahiller elinde oyuncak edilmesinden başka bir şey değildir” (Kilimlioğlu, 1952: 22). Bizde “laikliğin” yanlış tasavvur edildiği, hatta dinsizlik olarak aksedildiği belirtilmiş “dini devlet işlerinden ayırmak” ifadesi oldukça “yuvarlak” bulunmuştur. Bu “yuvarlaklığın” nihayetinde devletin din işlerine müdahalesi boyutuna vardığını ifade edilmiştir:

“Anayasamız din hürriyetini kabul ettiği ve buna binaen Kur’an’a ve onun farzlarına iman eden bir ferdin kanaatine hürmet lazım geldiğine göre bir ferdin Kur’an’daki sarih Allah emirlerini yapmaması için bir kanun çıkarılması, din hürriyetine ve laikliğe ilmen mugayeret teşkil eder. Meselenin mühim noktası buradadır ve laikliği de bu manada anlamak lazımdır” (Kilimlioğlu, 1952: 24).

Mecmuada 163. madde merkezinde kaleme alınan bir diğer yazı da Haziran 1953’te yayımlanmıştır. Yazıda DP iktidarının 163. Madde uygulamalarından mecmuanın memnuniyetsiz olduğu açıktır ki mecmua söz konusu madde ile ilgili DP’yi, “Bu madde Halkçıların başını yedi. Korkulur ki Demokratları da aynı akıbete sürüklemesin.” ifadeleriyle uyarmıştır (Sebilürreşad, 1953: 34).

Laiklik meselesinin, çalışmanın sınırlılığını oluşturan tarihlerde, Sebilürreşad‘da yayımlanan yazıların muhtevasının ekseriyetini temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı ve 163. Madde meseleleri, dönemin gündeminde oldukça fazla yer

alan ve hem dini alan, hem entelektüel alan hem de siyasi alan içerisinde tartışmaya açılan meseleler olagelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bunun en büyük nedeni DP’nin tarih sahnesine çıkışıyla gelen çok partili hayatın görece yumuşayan siyasi atmosferi ve DP iktidarının din alanına sağladığı görece özgürlüktür. Nitekim inkılapları da “halka mâl olan” ve “halka mâl olmayan” inkılaplar olarak tartışmaya açan parti yine DP olmuştur. Bu gelişme de dolayısıyla Sebilürreşad yazarları dahil, birçok alanın aktörünü inkılaplar çerçevesinde alan içindeki kendi konumlarını savunma mücadelesine itmiştir.