• Sonuç bulunamadı

2.2. II DÖNEM SEBİLÜRREŞAD’IN YENİDEN İNKİŞAFINI HAZIRLAYAN

3.1.2. İslamcı Bir Dergi Olarak Sebilürreşad

İslamcılık ideolojisi, Sebilürreşad mecmuasının da kendini bu biçimde tanımladığı dikkate alındığında konumuz açısından ehemmiyeti olan bir konudur. Bu ideoloji Türkiye özelinde diğer ideolojilerin de olduğu gibi Osmanlı modernleşmesinin başladığı dönemde bir kimlik kazanmıştır. Bağlantılı olarak, döneminin diğer ideolojileri gibi ilk nesil İslamcılık da kurtarıcı bir misyon taşımaktadır. Nitekim İslamcılık ideolojisi İslamiyet dininden farklı olarak; aidiyetlerini, kimliklerini ve mensubiyetlerini İslam dininde tanımlayan kesimin fikri ve siyasi hasılasının toplamıdır. Zira İslamcılık modernleşme karşısında “kurtarıcı misyonunu” İslam dinini temel alarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu minvalde İslamcılık bize modern dünyanın bir “yeniden okumasını” sunmaktadır (Bulaç, 2005: 50). Bu güzergahta, kronolojik olarak İslamcı nesilleri bir çerçeveye oturtmak mümkündür. Zira Sebilürreşad mecmuası, her ne kadar heterojen bir yapıya sahip olsa da, mecmuanın ekseriyeti için düşündüğümüzde; neşredilmeye başladığı ilk tarihlerden kapandığı tarihe (birinci dönem), ilk nesil İslamcıların özelliklerini taşırken; yeniden inkişaf ettiği dönemde ikinci nesil İslamcıların özelliklerini taşımaktadır.

İlk İslamcı nesli 1856-1924 tarihlerine oturtan Bulaç, bu neslin özelliklerini şöyle açıklamaktadır: Islahat Fermanı ile başlayan Osmanlı modernleşmesinde, Osmanlı devletinin “geri kalmışlığının” tartışıldığı dönemde bu geri kalmışlıktan kurtulmak için “gerçek İslam’a” (Aslu’d din) dönmeyi öneren; dolayısıyla “kurtarıcı bir misyon” yüklenen bir nesil (Bulaç, 2005: 48). Bu minvalde 1908 yılında inkişaf eden Sebilürreşad mecmuası yazarları da bu nesilde yerini almaktadır. Zira ilk nesil İslamcıların bir niteliği olan “gerçek İslam’a” dönme meselesi ve bir İslam devleti

tasavvuru 1924 yılında sona ermiştir. Dolayısıyla mecmuanın ikinci döneminde, böyle bir misyona rastlamak mümkün değildir (Debus, 2012: 75). 1950-2000 yıllarına tekabül eden İslamcıların ikinci nesli ise kurucu bir misyona sahiptir ve yeni bir devlet ve toplum tasarımı önerisi sunmaktadır (Bulaç, 2005: 48). Sebilürreşad’da 1948 sonrası tarih sahnesinde edindiği yer ve üstlendiği misyon ile ikinci nesil İslamcıların özelliklerini, mecmuanın ikinci döneminde devam ettirir. Dolayısıyla söyleyebiliriz ki mecmua içerisinde iki nesli birden barındırır başka bir deyişle, İslamcıların iki neslinin dönüşen fikriyatını ihtiva eder. Nitekim Sebilürreşad’da da İslami devlet ve toplum tasavvurunun 1924’lerde son bulduğundan bahsetmiştik. İşte bu son buluş 1948’den sonra yerini; devletin, kurumların ve bütün toplumsal yapıların İslamileştirilmesi düşüncesine bırakır. Fikriyatın bu değişimi devlet ve toplumun dönüşümünü de içerisinde barındırmaktadır. Nitekim 1924’te tasfiye edilen İslamcı kesim artık devletin yanında değil uzağında, hatta karşısındadır. Diğer yandan ilk nesil İslamcılarının siyasi vurgusu zayıflamış ve yerini sistemden, hatta hayattan “dışlanmış” bir kesimin tepkisel siyasetine bırakmıştır (Bulaç, 2005: 67). Paralel olarak Sebilürreşad’ın ilk döneminin önemli siyasi vurgusu ve siyasi aktörlerle olan iyimser münasebeti; mecmuanın ikinci döneminde siyasi aktörlerle ve devletin yaptırımlarıyla bir çatışma biçimini almıştır. Diğer yandan İslamcılık ideolojisinin alt başlıklarını oluşturan dinin zararlı etkilerden arındırılması, din reformu ve içtihat gibi meselelerin mecmuanın birinci ve ikinci dönemi için ortak bir konu alanı oluşturduğunu söylemek mümkündür. Zira “dinin zararlı etkilerden arındırılması” bağlamında mecmuanın istikrarlı bir biçimde devam ettirdiği “Tefsir” ve “Hadis” yayınları sayılabilir.27 Zira mecmua bilinen ve önemli kütüphanelerde bulunan Kur’an

tefsirlerini yayımlamayı anlamlı bulmaktadır. Mecmuaya göre tefsir edilen Kur’an sureleri Müslümanların gündelik hayatıyla ilişkili olmalıdır (Debus, 2012: 110). Mecmua için Müslümanların geri kalmasına bir neden de hurafeler ve tahriflerdir. Bu tür yanlış inanışların ortaya çıkmasında ise mecmua tarikatları suçlu bulmaktadır (2012: 111).28

27 Sebilürreşad’ın birçok sayısında yer alan “Tefsir” bölümünden örnekler; “Tefsir-i Şerif: Sure-i

Duha” (1328), cilt: 1-8, sayı: 2-184,s.17-18; H. Basri Çantay, “Tefsir-i Şerif,İsra:84”(1948), cilt: 1, sayı:2, s.18, A. Ceyhan, “Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad Mecmuaları Fihristi”, Ankara, 1991, 324- 525.

28 Misal olarak: Akseki, “Gizli Tarikatlar Nasıl Başladı?”, (1948), cilt 1, s.380-382; Kevseri(1949),

“Batıniyye Taifelerine Dair”, cilt 2, 55-56; Ogan;(1949), “Türkiye’de Batıni, Karmati Var mıdır?”, cilt:2, 119-120.

Sebilürreşad’ın iki döneminde de ortak olarak sürdürdüğü bir diğer mesele din reformu meselesidir. Nitekim Sırat-ı Müstakim II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında reformist İslamcılığın odağında durmaktadır (Debus, 2012: 106). Ancak mecmuada “dinde reform” meselesine sıcak bakılmamaktadır. Bu yüzden “içtihat” meselesi üzerinde daha fazla durulur. Misal olarak Edib 1959 yılında “Sebilürreşad Neşriyatı”ndan yayımladığı yazısında, değindiği içtihat meselesinde, “içtihat kapısının” kapalı olup olmamasından ziyade müçtehidin özelliklerine dikkat celp etmek gerektiğini ifade etmektedir:29

“(…) haddizatında içtihad serbesttir. Ancak içtihadın müslimince ittibaa şayan olabilmesi hususunda müçtehidde aranacak vasıflar ve şartlar vardır. Mesele bu vasıfları ve şartları haiz zevatın mevcud olup olmamasıdır. Kendine güvenen içtihadda bulunur. Kur’an ve Hadisten anladığını ortaya koyabilir. Fakat onun müçtehid payesini haiz olduğunu kabul edip etmemek de Müslümanların hakkıdır” (Edib, 1959: 26).

Başgil ise aynı eserde Edib ile paralel olarak İslam’da “reform” olamayacağını belirtmiştir. Zira “bozulan, aslı kaybolan bir şey yoktur”, “asırlardan beri ortadadır”. Dolayısıyla İslam’da reform söz konusu olamaz ancak içtihat söz konusu olabilir (Başgil, 1959: 35). Başgil, geldikleri dönemde müçtehit yetiştirmenin de imkânı olmayacağını şöyle ifade etmiştir:

“İmdi, bugün İslam dünyasının muhtaç olduğu ve beklediği şey, bence “reform” gibi bir Hıristiyan taklitçiliği değil, fakat İmamı Azam, Ebu Hanife gibi bir müçtehittir. Fakat bütün mesele, bu yükseklikte bir din âlimini bugün nerede buluruz, noktasındadır. Bunu bugün bulamayız. O halde yapılacak bir iş kalır. O da tek bir müçtehit yerine bugünkü İslam dünyasının en muteber din âlimlerinden mürekkep bir “Diyanet Şurası” kurmaktır. (…) bahsettiğim şurayı kurmak, bir taraftan da vakit geçirmeden yüksek tahsilli din alimleri yetiştirmek üzere bir “İslam Külliyesi” vücuda getirmektir” (Başgil, 1959: 37-39).

Nurettin Topçu da aynı doğrultuda şu ifadelere yer vermektedir:

“Hukuki ahkam ile muamelata ait hükümlerin, devrin icaplarına ve her zaman değişen ihtiyaçlara uygun hale getirilmesi, esasen İslam hukukunun dayandığı prensiplerden biridir. Ancak cahillerin elinde bu prensip çiğnenerek kaideler katılaşmış, hayati kuvvetini kaybederek bugünkü taassubu doğurmuştur. Bu sahada yapılması gereken harekete reform değil, İslam’ın hakikatine götürücü ıslahat demek daha doğru olur” (Topçu, 1959: 43).

Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad mecmuası yayımlandığı dönemde İslamcı kimliğini taşıyan önemli basın organlarından biri olmuştur. Her ne kadar, yazar kadrosunun genişliği ile heterojen bir yapıya sahip olduğunu söylesek de mecmua bir bütün olarak İslamcılık ideolojisinin önemli bir kaynağını teşkil etmektedir.

29 Söz konusu eser, Peyami Safa’nın Türk Düşüncesi dergisi için yaptığı ankete Ali Fuat Başgil, Eşref

Bulaç’ın bahsettiği anlamda, iki nesil İslamcı nesli ve bu neslin fikriyatını bünyesinde taşıyan mecmua Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte, İslamcılığın “tavır alış” mücadelesini devam ettirmiştir.