• Sonuç bulunamadı

3.3. SEBİLÜRREŞAD DERGİSİ’NDE İNKILAPLAR

3.3.3. Sebilürreşad’da Kılık Kıyafet Düzenlemesi Meselesi

Türkiye’de kılık- kıyafet meselesi çok partili hayata geçildikten sonra ters yönde bir eğilim göstermeye başlamıştır. Bilhassa 1950’den itibaren, çok sayıda kadın “çarşaf” diye adlandırılan elbiseyi giyiyor; kimi kadınlar ise peçe takıyordu. Erkekler de ekseriyetle uzun giysi ve paltolar, bir bere giyiyor ve bıyık bırakıyorlardı (Reed, 1995: 99-100). Sebilürreşad yazarlarının ise, kıyafet meselesinde meydana gelen bu görece serbestliği memnuniyetle karşıladığını ve kılık kıyafet düzenlemesinin katı kurallara tabi tutulduğu dönemi eleştirdiklerini söylemek mümkündür. Diğer yandan tek parti dönemine has katı kıyafet kurallarının, nispeten kimi şehirlerde veya kimi kurumlarda devam ettirildiğini ifade edebiliriz.

Sebilürreşad’da kıyafet meselesine doğrudan temas eden ilk yazıya 1950’nin Eylül’ünde DP’nin iktidara gelmesinden sonra rastlamaktayız. Söz konusu yazıda, tek parti dönemindeki totaliter kılık-kıyafet uygulamasına değinildikten sonra, demokrasiye geçişten sonra bu alanda nispeten bir hürriyet vuku bulduğundan dem vurulmuştur. Zira “Amerikalı dostlarımız da bere giyince” artık Türk vatandaşları da “ferah ferah” bere giymeye başlamıştır. Bere, ucuz da olduğu için hızlı bir biçimde toplum tarafından kabul görmüş, bilhassa hacca gidenler “o melon, o kaskatı, o kara nesneleri” giymekten kurtularak bere giymeye başlamışlardır. Ancak yine, bazı gazeteciler, “yobazlar”, berenin de gericilik olduğu iddiasında bulunmuş hatta bu iddianın galeyanına gelen kimi polisler bere giyenleri tutuklamışlardır. Ancak bu hatadan “demokrasi adliyesi” sayesinde kolayca dönülmüş ve bere giyenler derhal serbest bırakılmıştır (Sebilürreşad, 1950: 189). Muharrir, şapka kanunun da tarihe karışması gerektiğini ve bu meyanda DP’ye olan önerilerini şöyle ifade etmektedir:

“Esasen bu şapka kanunu da antidemokratik kanunlar meyanında layık olduğu yere gidecektir. Demokrasi devrinde halka ‘sen başına şunu giyeceksin, giymezsen seni zindana atarım’ demeğe hiçbir veçhile imkân yoktur. Hükümet hâkimlere, avukatlara, askerlere olduğu gibi kendine mahsus da resmi bir elbise ve serpuş tayin edebilir, hatta isterse bir metre uzunluğunda silindir şapka giyebilir. Amma halkın hürriyetine müdahale etmesi demokrasiye asla uygun olmaz. Antidemokratik kanunları bertaraf edeceğini millete karşı taahhüt eden Demokratlar bu antidemokratik kanunu da bertaraf etmek mecburiyetindedirler” (1950: 189).

1950’nin Kasım’ında yayımlanan bir yazıda ise mecmua, Manisa’dan bir okuyucusundan aldığı mektubu ve cevabını neşretmektedir. Okuyucu, başındaki bereden dolayı karakolda tutuklu kaldığını, ancak hakkını savunduğunu, bere giymekte “kanuni bir mahzur” olmadığını aktardığını, nihayetinde beraat ederken bir daha bere giymemesi şartı istendiğini anlatmaktadır. Okuyucu mektubunun sonunda “bu keyfi hareket” için nereye şikâyette bulunması gerektiğini sormaktadır. Hemen ardından aktarılan mecmuanın cevabı ise okuyucuya Ankara Başsavcılığına ve Adalet Bakanlığına müracaat etmesini tavsiye etmektedir. Mecmuaya göre, bu mesele önemlidir zira “bu hakkı kullanmamak, milleti devr-i sabıktaki esaret ve mahkumiyete götürür” (Sebilürreşad, 1950: 240). Mecmuanın hemen bir sonraki sayısında ise “Dahiliye Vekaletinin 16/9/1950 tarih ve Emniyet Umum Müdürlüğünün 5.1 ve 48115 sayılı emirleriyle bere giymenin menedilmiş olduğu” haber verilmektedir. Bu defa mecmuanın çağrısı İçişleri Bakanlığı’nın bir tamim ile bere giymenin memnu (yasak) olmadığını açıklaması konusundadır. Ardından okuyucular için uyarı ve milletvekilleri için çağrı mahiyeti taşıyan şu ifadelere yer verilmektedir:

“Memleketin kenarında, köşesinde, her neresinde polis veya savcılık tarafından bere giyenler hakkında bir müdahale vaki olursa derhal telgrafla Ankara Başsavcılığına ve Adalet Bakanlığına ve Büyük Millet Meclisi Başkanlığına müracaat edilmesi iktiza eder. Mahkeme kararına İçişleri Bakanlığı değil, Cumhurbaşkanı bile müdahale edemez. (…) Vatandaşların hürriyetine vaki olan bu gayrikanuni müdahalelerin tevalisi Milletvekillerini de alakadar etmesi icap eder. Bu hususta müstacelen bir sual takriri verilmesi zaruret kesbetmiştir” (Sebilürreşad, 1950: 248).

Sebilürreşad’ın hemen 92. sayısında ise Ankara’da çıkan Akşam Postası’nda bulunan Fatin Fuat imzalı bir fıkradan söz edilmektedir. Buna göre Fuat, Ankara camilerinin birinde mevlüd okurken fötr şapka takan bir hoca gördüğünü, bu durumu Diyanet Riyasetinin bir müfettişi ile görüşmesine rağmen müfettişin bunda bir mahzur olmadığını söylediğini anlatmaktadır. Mecmua ise söz konusu hadisenin doğruluk payı bulunması halinde Diyanet’in açıklama yapması gerektiğini belirtmektedir (Sebilürreşad, 1950: 270).

1952’nin Ekim’inde mecmuada yayımlanan bir makalede ise, dönemin Hürriyet gazetesi başmuharririnin “Şalvar Potur Ticareti” isimli yazısı, ciddi tenkite uğratılmıştır. Hürriyet’ten aktarılan yazıda, bazı yerlerde halkın şalvar, potur giydiği ve bu durumun muharriri üzüntüye sürüklediğine yer verilmektedir. Yazının devamında ise; hukuk devleti isek, Kıyafet Kanunu’na gerekli düzenlemelerin yapılarak halkın şalvar veya potur giymesine engel olunması tavsiye olunmaktadır. Mecmua ise “hukuk devleti” ifadesi ile yazarın bahsettiği diğer meseleler arasındaki tenakuzu söyle ifade etmektedir:

“Erkeğin poturuna, şalvarına, serpuşuna kanunun karışmağa salahiyeti olmadığı gibi kadının örtüsüne de bir hukuk devleti karışmaz. Ancak adab ve ahlakı umumiyeye mugayir bir şekil olursa ammenin menfaati namına o vakit bu münasebetsiz hareket kanun ve hukuk sahasına girer: Sizin çıplak kadın resimlerini teşhir etmeniz gibi. İşte hukuk devleti, ancak ahlak ve adabı umumiyeye mugayir yazılar ve resimler neşreden sizin ve emsaliniz için müeyyideler vazeder. Yoksa namus eşkıyasından iffetlerini korumak için istediği şekilde örtünmek ve sakınmak hakkını haizdirler. Hukuk devleti kadının bu hakkını kanuni müeyyidelerle korumakla mükelleftir” (Sebilürreşad, 1952: 188).

Mecmuanın aynı sayısında Büyük Cihad gazetesinden bir hadise aktarılmaktadır. Gazeteye göre, Samsun’un Kavak ilçesinde evinde Kur’an okumakla meşgul olan Rahmi Akdeniz, bir takım genç tarafından şiddete uğramış ve hanesine tecavüz edilmiştir. Mecmua, olaya ve olayı gerçekleştiren gençlere lanet okurken, olayın çıkma nedeninin Akdeniz’in Kur’an okurken takke giymesi olduğunu vurgulamaktadır (Sebilürreşad, 1952: 190). 1953’ün Şubat’ında ise Zonguldak milletvekili tarafından, din adamlarının dini kisvelerini giymeyeceklerine dair kanunun kaldırılması adına teklif verildiği mecmuada yer almaktadır. Ancak

teklif Şapka kanunu ve inkılap esaslarına uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir (Sebilürreşad, 1953: 300).