• Sonuç bulunamadı

45

46

hem de ruhsal olanı fiziksel olanla açıklamaya çalışması bakımından eksik kalmaktadır.110 Janet, Sartre’a göre, duyguyu yetmezlik davranışıyla ortaya koymaktadır. Janet’nin ruhsal olanı duyguda davranışa yönelik göstermesi yetmezlik davranışı olarak açığa çıkmaktadır111 Yetmezlik davranışı, “psikolojik gerilimi daha düşük bir gerilim gerektiren bir alt davranışın sergilenmesi”112 olarak ortaya çıkmaktadır. Sartre Janet’nin bu durumu ona itirafta bulunmaya gelen hastalarının itirafta bulunmalarını engelleyecek davranışlar –sinir krizi, ağlama nöbetleri- sergilemeleri üzerine ortaya koyduğunu göstermektedir.113 Sartre’ a göre Janet’nin yetmezlik davranışı her ne kadar duyguya yönelik geliştirici bir ifade olsa da kendi içinde belirsiz durumlar içirmektedir. Karşılaşılan herhangi bir gerilim durumun üstlenilemeyecek davranışa karşı çağrılan bir davranış olarak görünse de Sartre için aslında bir davranış yokluğu olmaktadır.114

Ancak Sartre’a göre açık bir şekilde olmasa da Janet duygu kuramında ereklilik üzerine adım atmıştır. Janet’nin kuramında hastanın alt davranış sergilemesi bir üst davranışı sergilememek içindir. Sartre örneği tekrardan alarak hastanın itiraf edecek iken sergilediği davranışın nedeni olabilecek iki soru sorar: Hasta “hiçbir şey söyleyemediğinden dolayı mı hıçkırır? […] Yoksa bu kız gerçekte hiçbir şey söylememek için mi hıçkırır?”115 Sartre’a göre Janet’nin bu iki soru arasında herhangi bir kesinlik belirtmemesi kuramını bulanıklaştırsa da ikinci soru duygular için yeni bir durumu ifade etmektedir. Sartre ikinci soruyla erekliliğin duygulardaki rolünü ortaya koyarak duyguların zorluklar karşısında özel bir hileyi ifade ettiğini söylemektedir.116 Böylece Sartre dünyaya ilişkin zorluklarla karşılaşıldığında

110 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 27.

111 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 28-29.

112 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 28.

113 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 28.

114 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 29.

115 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 31-32.

116 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 32.

47

gerçekliğin reddiyle duyguların dünyanın bir dönüşümü olduğunu ortaya koymaktadır.117 Dolayısıyla dünyanın dönüşümünü sağlayan duygusal bilinç hem dünyanın reddi hem de kaçışı olarak büyüsel tavırla alternatif olanı yaratmaktadır. Sartre bu büyüsel durumları örneklendirerek göstermektedir. Bu örneklerden biri üzüm örneğidir:

“Bir salkım üzüm almak için elimi uzatıyorum. Salkıma erişemiyorum, ulaşabileceğim bir yerde değil. Omuz silkip elimi düşürüyorum, “Bunlar çok hammış”, diye homurdanarak çekip gidiyorum. Bütün bu el kol hareketleri, bu sözler, bu davranış bizzat kendileri için kavranmış değiller. Yapamadığın davranışın yerini alan bu “çok ham” nitelemesini üzümlere vermek için salkımların altında oynadığım küçük bir komedi söz konusu […] Büyülü bir şekilde, üzüme dilediğim niteliği atfederim.”118

Bu örnekle Sartre duygusal bilinçte dünyanın yeniden imgelendiğini göstermektedir. Bu durumlarda gerçekliğe alternatif anlamlar yüklenmektedir.

Bilincin dünya karşısında olması ya da tam tersi olarak dünyanın bilinç karşısında olma durumu; dünya ile karşılaşma ve istenilen dünyayı ortaya çıkarma, işte bütün bunlar imgelemi ve duygulanımı gerektirmektedir. O halde, dünya insan karşısında bir gerçeklik olarak kendini sunarken, insanın bu gerçekliğe katılımının, imgelemin ve duygulanımın ışığında gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla bunlar insana ait gerçeklikler olmaktadır. Böylece Sartre’a göre bu gerçeklikleri ortaya çıkaracak olan da fenomenolojik psikolojidir.119 Genel olarak fenomenolojik psikoloji düşüncesinin temelinde dönüştürülebilir dünya tasarısı yatmaktadır. Bu tasarı çerçevesinde bakıldığında Sartre için dünyanın dönüştürülebilir oluşu, imgelem ve duygulanım ile gerçekleşmektedir.

Sartre imgelem düşüncesinin temelinde, imgelemi yaratıcı bir güç olarak ortaya koymayı istemektedir. Bu nedenle Sartre için imgelem, özgür bir bilinç eylemi olarak kendini göstermelidir. Nitekim bununla bilinç, dünya karşısında yaratıcı etkinliğini

117 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 51.

118 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 52-53.

119 Marjorie Grene, a.g.m., s.98.

48

gerçekleştirebilmektedir. Sartre İmgesel’de, imgelem bilincine ilişkin bu durumu imgelenen nesnenin gerçekliğinin bilincin kendiliğindenliğinde, doğrudan sezgiyle verildiğini söyleyerek göstermektedir. Böylece bu kendiliğindenlik ile nesnenin bilgisine sahip bir bilinç ortaya konulmaktadır.120 Kendiliğindenlik, imgelem bilincinin kendisini imgelem bilinci olarak;

nesnesini üreten ve koruyan bir kendiliğindenlik, bir hiçlik olarak vermesidir. Bu, bilincin kendisine yaratıcı görünümüdür ve diğer bilinçlerle sentetik olarak bir bilinç olduğunu hissetmektedir.121 Bundan dolayı imgelenen senteze güçlü bir kendiliğindenliğin, özgürlük bilincinin eşlik ettiği görülmektedir.122

Sartre, imgelemdeki bu yaratıcı gücü, olmayanın ortaya çıkarılışını, halüsinasyon123 durumları ile teorize etmektedir. Tam olarak bu noktada Janet’nin hastaları üzerinden yapmış olduğu takıntı nosyonu124 Sartre’a ilham kaynağı olmaktadır. Bu nosyona sahip olan hastalar, varoluşa ilişkin gerçeklik kaybı yaşamaktadırlar. Bu nedenle gerçeklik yerine ortaya koydukları tekrarlanan görüntüler söz konudur. Sartre burada gerçeklik duygusu yerine baskın halde ortaya konulan takıntı durumlarını, halüsinasyon durumlarını açıklamakta kullanmaktadır. Çünkü takıntı nosyonunda yaşanan gerçeklik kaybı halüsinasyonda da ortaya çıkmaktadır. Janet, takıntı nosyonunda bilince ilişkin iki form saptar. Bu iki form kapsamında kişiye ilişkin semptomlar farkındalık dahilinde oluşabileceği gibi, aynı zamanda bilincin bu durumdan etkilenmemesi de söz konusu olmaktadır. Nihayetinde bu durumda bilinç ve irade arasında bir çekişme yaşanmaktadır. Dolayısıyla Janet, bilinç ile irade ilişkisini bilincin kontrol kaybı olarak açıklamaktadır. Böylece kişinin yaşadığı içsel deneyim, dış kaynaklı olarak düşünülmektedir. Sonuç olarak takıntı nosyonuna sahip kişiler, kendisi dışında kalan

120Jean-Paul Sartre, TheImaginary A Phenomenological Psychology of the Imagination, Routledge, London and New York, 2004, s. 149.

121 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 14.

122 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 29.

123 Sartre, İmgesel adlı eserinde imgelemin patolojisini halüsinasyonlar üzerinden anlatmaktadır.

124İmgesel’de imgelemin patolojisi üzerinden açımlanan bir diğer konu Janet’nin takıntı nosyonudur.

Nitekim halüsinasyon ve takıntı durumları belirli açılardan benzerlik göstermektedir.

49

birtakım şeylerin etkisinde olduğu düşüncesine varmaktadır. Oysaki bu nosyonda tekrarlanan görüntüler kişinin kendisi tarafından tasarlanan ve gerçekleştirilen bir süreç olmaktadır. Bu durumda kişi bu ikilik arasında sıkışıp kalmaktadır. Tam olarak bu arada kalma durumu Sartre’ın halüsinasyon nosyonu için önemlidir. Çünkü imgelemin patolojik boyutu, dışsal olmaktan ziyade, bilinçliliği kapsamaktadır.125

Sartre, Janet’nin takıntı nosyonundaki bilinçlilik durumundan hareketle bunu bilinçliliğin dinamik gücü olarak göstermektedir. Takıntı nosyonuna sahip her hasta, ortaya çıkan imgeye yönelik bir niyete sahiptirler; hastalar takıntılarından kaçmak istedikleri için bu imgelerin farkında olmaktadırlar.126 Sartre, Janet’nin takıntı nosyonu üzerinden imgelemin üretken ve yaratıcı gücünü desteklemektedir. Janet’nin hayali eylemin patolojik biçimlerine dair düşünceleri, Sartre’ı imgelemin üretkenliğini gösterebilmesi açısından etkilemektedir.

Çünkü takıntı nosyonundaki varoluşsal inanca ilişkin olanın askıya alınması nedeniyle irade dışı bırakılan bilincin özgürlüğü, bu yaratımı ve üretimi kolaylaştırmaktadır. Böylece Sartre, gerçeklikteki var olanın herhangi bir yanılsaması olarak görülecek olan imgelem düşüncesinin önüne geçmektedir. Bu bağlamda Janet’nin çalışmaları Sartre’ın yaratıcı imgelem düşüncesinin önünü açmaktadır.127