• Sonuç bulunamadı

Sartre, imgelemi modern psikolojinin ve geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerinde düştükleri içkinlik yanılsamasından kurtarmayı amaçlamaktadır. Sartre’a göre imgeleme ilişkin yapılan yanlıştan kurtuluş, ona karşı ancak farklı bir tavır alarak gerçekleşebilmektedir. Sartre imgeleme ilişkin bu tavrı “fenomenolojik psikoloji”de görmektedir. Çünkü hem fenomenolojide hem de psikolojide temelde olan şeyin, bilinç olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Sartre insan bilincinin temel yapılarını, fenomenolojik psikoloji ile oluşturmayı istemektedir. Genel olarak İmgelem ve İmgesel eserlerine bakıldığında, fenomenolojik ve psikolojik arka plan sunulduğu görülür. Bu doğrultuda Sartre, yaratıcı imgelem düşüncesini ortaya koyarken, fenomenolojik bağlamda Husserl’den, psikolojik bağlamda ise Janet’ten etkilenmektedir.

Husserl, Sartre’ın imgelem düşüncesine “yönelimsellik ilkesi” ile etkide bulunmaktadır. Sartre Yönelimsellik: Husserl Fenomenolojisinin Temel Düşüncesi makalesinde Husserl’in yönelimsellik ilkesinin bilincin varoluşunu ortaya koymasındaki önemi göstermektedir. Nitekim bilincin varoluşu ve onu bilinç yapan şey bu ilke doğrultusunda ortaya çıkmaktadır. Yönelimsellikle bilincin kendisinden başka bir şeyin bilinci olma zorunluluğu bilincin dünyadaki şeylerden farklı, onların dışında ama onların

52 Gary E. Jones, “Sartre, Consciousness, and Responsibility”, Philosophy and Phenomenological Research, vol. 41, no: 1-2, 1980, s.234-235.

30

bilincinde olduğunu göstermektedir.53 Sartre’ın imgelem düşüncesinde Husserl’in yönelimsellik ilkesinin ve yönelimsel eylemden kaynaklanan aşkın nesne ayrımının etkisi büyüktür. Husserl, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders eserinin dördüncü dersinde, yönelimsel anlamda içkin olanı ortaya koymaktadır:

“Bilgi yaşantıları, -özleri gereği- bir yönelim (intentio) taşırlar, bir şeyi kastederler, şu ya da bu türdeki bir nesneyle bağlantı kurarlar. Nesne bilgi yaşantılarına ait olmasa bile, bir nesneye yönelmek, bilgi yaşantılarının bir özelliğidir. Nesne olan ise, ne reel olarak bilgi fenomeninde ne de herhangi bir biçimde cogitatio olarak bulunmamasına karşın görünebilir, görünüşte bir tür verilmişliğe sahip olabilir.”54

Böylece bilincin bir şeye yönelimi, bilince içkin olmaktadır. Husserl, öz araştırması için sadece var olana yönelmenin gerekli olmadığından hareketle, bir şeyin özü için varlığının olmasının zorunlu olmadığını göstermektedir:

“Öz verilmişliğine gelince, o yalnızca, algı ve algıyla iç içe geçen akılda tutmaya dayanarak, fenomenin kendisinden bir genel olanı-deyim yerindeyse- çıkarmasıyla oluşmaz; tam aksine, o görünüşe gelen nesneyi genelleştirerek, nesneye bakarak genellik vermesiyle oluşur […] düşlem ve anımsama da öz verilmişliğine temel oluşturarak hizmet edebilirler […] Algılanan sesin yoğunluğu, niteliği vb. şeylerle birlikte bir anlamda varolduğu, düşlemlenmiş sesin, yani tasarlanmış sesin ise varolmadığı.”55

Bununla Husserl özleri, içkin (immanent) ve aşkın (transcendent) olarak ayırmaktadır. Bu doğrultuda Husserl, içkin olanın bilgisini verdiği düşünülen psikolojiyi, doğa bilimlerinin yöntemini izleyerek, temele psişik olanın alınmasından ziyade, doğanın alınmasını ve buna bağlı olarak psişik olanın fiziksel olanın deneyiminde aranmasını, Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe’de eleştirmektedir. Bunu saf bilincin “doğasallaştırılması” olarak yorumlamaktadır.56 Devamında saf bilinç olan içkin psişik olanın doğa değilse varlığının ne olduğunu sorarak,

53 Jean-Paul Sartre, “Intentionality: A Fundamental Idea of Husserl’s Phenomenology”, Çev. Joseph P.Fell, Journal of the British Society for Phenomenology, vol. 1, No: 2, 1970, s. 5.

54 Edmund Husserl, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Çev. Harun Tepe, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2012, s. 45.

55 Edmund Husserl, a.g.e., s. 56-57.

56Edmund Husserl, Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe, Çev. Tomris Mengüşoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2020, s. 48.

31

“fenomenler fenomen olarak doğa değillerse, onlar doğrudan görü olarak kavranabilen özlerdir”57 şeklinde yanıtlamaktadır. Husserl, psikolojizmin karşısına aşkın bir dünya anlayışı ile çıkarak, dünyanın sadece bilinç içeriğiyle açıklanamayacağını göstermektedir. Çünkü bilinç akışında özel durumlar olan anlam bilinçleri de bulunmaktadır. Bu nedenle incelenmesi gereken diğer bir durum bu anlamlar olmaktadır. Böylece Husserl, anlam incelemeleri ile içkinlik yanılsamasının karşısında dururken, aynı zamanda Sartre’ın imgelem düşüncesinde de etkin bir role sahip olmaktadır. Sartre imgeleme ilişkin aradığını Husserl’in fenomenolojik teorisinde bulmaktadır. Çünkü fenomenolojik yaklaşım ile verili olan dünyaya karşı alınan tavır, varlık için gerekli olanı vermektedir; bu ise varlığın özünün sezgisel olarak kavranılmasıdır. Özellikle fenomenolojinin, varlığın özü için sadece var olan şeylere bakmaması, imgeye ilişkin alınması gereken tavrın da başlangıcını oluşturmaktadır. Çünkü modern psikolojinin ve geleneksel felsefenin imgelem kuramlarında imgeye ilişkin yaklaşımın temel problemi, imgenin gerçeklikte karşılık bulamayışı açısından psişik olana hapsedilmesidir. Dolayısıyla fenomenoloji, algısal olana ilişkin olup algılanabilen şeylerin dışında, imgesel olanın da özünün olduğunu ve incelenmesi gerektiğini göstermektedir.

Böylece Sartre, psikolojinin betimleyici olan fenomenolojik yöntemi kullanması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle genel olarak, İmgelem ve devamında imgelemin yapısına ilişkin düşüncelerin yer aldığı İmgesel eserleri, “fenomenolojik psikoloji”yi temele almaktadır.

Sartre, bu doğrultuda psikolojinin fenomenolojiyi kullanma gerekliliğini şu sözleriyle ifade eder:

“Doğaldır ki, bu psikoloji kullanacağı yöntemleri, tümevarımsal bir bilim olan matematikten değil de, betimleyici olan fenomenolojik bilimlerden alacaktır. Bu da

“fenomenolojik bir psikoloji” olacaktır; tıpkı fenomenolojinin aşkınlık düzleminde yaptığı gibi, o da, dünyalar-arası düzlemde öz araştırmaları ve öz saptamalarıyla ilgilenecektir. Öze ilişkin tüm sezgisel bakışlar deney olduğu için, burada da

57 Edmund Husserl, a.g.e., s. 60.

32

deneyden söz etmek gerekecek elbette. Ancak bu, tüm deney yapmadan önce yer alan bir deneydir.”58

Modern psikolojideki imgeleme ilişkin tavrın tam tersi olarak, öncelikle psikolojik yapıya ait öz saptanarak sonrasında ise hangi koşullarda psişik durumdan imge olarak bahsedileceği ortaya konulduktan sonra, imgelerin bilinçte kendilerini nasıl sunduklarının anlaşılabilmesi için deneye gidilmesi gerekmektedir. Oysaki modern psikoloji deney üzerine imgeyi inşa ederek imgeyi duyumlanabilir olanın alanına hapseder, çünkü deney algılanabilir olanla ilişkilendirilmektedir.59

Fenomenolojik olanın gerçekleşebilmesi için, yani varlığın özüne ilişkin incelemede bulunabilmek için, bunu gerçekleştirecek olan bilince ihtiyaç vardır. İşte tam olarak bu noktada Husserl’in yönelimsellik ilkesi, imgelem konusunda önem teşkil etmektedir. Nitekim bilinç yönelimsellik ile tanımlanmaktadır. Böylece bilincin birliğini verecek olan, yöneldiği nesneler olmaktadır. Husserl’in bilinç ve nesnesi arasına koyduğu yönelimsel ilişki, nesneyi bilincin dışında tutmaktadır; bilinç nesnesine yönelir. Dolayısıyla yönelim nesnesinin varlığı olsun ya da olmasın nesneyi hiçbir zaman psişik içerik olarak tanımlamak mümkün olmamaktadır.60

Yönelimsellik ilkesi ile bilince, “her bilinç bir şeyin bilincidir” tanımının getirilmesi, Husserl’in eylem ve aşkın nesne ayrımı bilinç ile bilincinde olunan şeylerin ayrı şeyler olduğunu ortaya koyarak; bilincin yöneliminin eylem, yöneldiğinin ise kendisi dışında kalan aşkın nesne olduğunu göstermektedir. Nihayetinde Husserl dünyayı bilincin karşısına koyarak, modern psikolojinin öznel içerikler olarak aldığı dünyanın, bilincin tasarımı olduğu

58 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.138.

59 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.139.

60 Lior Levy, “Intentionality, Consciousness and the Ego: The Influence of Husserl’s Logical Investigations on Sartre’s Early Work”, The European Legacy, vol. 21, no: 5-6, April 2016, s.517.

33

düşüncesini tersine çevirmektedir; bilincin dışında, tasarımlama olmayan dünya bulunmaktadır.61

Bilincin dışında olan varlığın bilgisine bilincin yönelimselliği ile ulaşılmaktadır.

Nitekim nesnelerin bilgisinin bilincin yönelimine verilmesi, aynı zamanda birinci şahsın deneyimini ortaya koymaktadır. Fakat bu, deneyimin tamamen öznel olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü bu deneyimde bilincin içindeki öznel içeriklerin sadece yardımcı rolü vardır; deneyim, nesnelere yönelik olarak gerçekleşmektedir. Bu deneyim düşüncesi ile bilincin dünya ile olan ilişkisi açıklanmaktadır.62 Böylece yönelimsellik ilkesiyle, bilincin varoluşu ve nesneyle olan ilişkisi ortaya konularak imge, bilincin psişik içeriği olmaktan çıkarılarak bir şeyin bilinci haline getirilmektedir.

Böylelikle Husserl imgeye, aşkın nesneyle olan ilişkisi bağlamında yönelim halini vererek bilincin içeriği konumundan almaktadır. Sartre bu durumu İmgelem’de şu şekilde ifade eder:

“Arkadaşım Pierre’in imgesi, Pierre’in algısının bilincimdeki, dümenin arkasındaki suda bıraktığı gibi bir iz, belli belirsiz bir fosferesans değildir: kendi bildiği tarzda, arkadaşım Pierre’le bağıntılı örgütlü bir bilinç biçimidir, gerçek varlık Pierre’i hedeflemenin olanaklı biçimlerinden biridir.” Böylece imgelem de algılama gibi nesnesiyle doğrudan ilişki kurmaktadır. Bundan dolayı Husserl, imgelemdeki nesne ile doğrudan kurulan ilişki bakımından, imge-düşünce ilişkisi problemini de ortadan kaldırmaktadır.63

Peki, ama Husserl’in bilincin dışına taşıdığı imge ve algı nesnesinin, imge mi yoksa algı mı olduğuna dair ayrımı verecek olan nedir?

Husserl bu soruya yönelim açısından yaklaşarak bilince iki tür imgeleyici edim yükler;

ilki, algısal bilinçte kendini gösterirken, ikincisi, estetik olanda kendini göstermektedir.

61 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.140.

62 Lior Levy, a.g.m., s.514.

63 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.141-142.

34

Burada aynı nesne üzerinden iki farklı yönelim söz konusu olmaktadır. Bununla algısal olandaki kendini direkt nesne olarak gösterirken diğerinde ise imgeleştirilen nesne bulunmaktadır.64 Böylece Husserl, gerçeklik üzerinden imge tasarısı ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla estetik olanda yönelim nesnesi, anlama ilişkin olarak açığa çıkmaktadır. Burada Husserl, iç kaynaklı bir ayırıma gitmektedir. Nitekim Husserl’in hyle65 olarak adlandırdığı, biçime yönelik maddesel olan şey, algı ve imgede aynı olmaktadır. Buna bağlı olarak, zihinsel imgeler ile dışsal imgeleri kapsayan iki yönelmişlik sınıfı bulunmaktadır. Hyle bakımından aynı sınıfa sahip olanlar, dışsal imgeler bilinci ile algısal imgeler bilincini oluşturmaktadır.

Husserl, zihinsel imgenin hylesini ise geçmişin bilinçteki koruması olan alıkoyma kavramıyla açıklar; bununla bellekten çağrılan geçmişin nesnesi ayırt edilmektedir.66 Nitekim şimdileştirme ile algısal edimlerin, değişime uğramış bilinçte yinelenmesi gerçekleşmektedir.

Burada algısal bilincin değişime uğramış hali olarak imge-anı (algıda düşünme) ortaya çıkmaktadır. O halde sonuç olarak denebilir ki, Sartre’ın diğer imge kuramlarına yönelik temel eleştirisi olan, “yeniden doğan duyumlanabilir izlenim” düşüncesi, Husserl’de de kendini imge-anı düşüncesiyle tekrar etmektedir.67

Fakat yine de Husserl, yönelimsellik ile sınıflandırdığı fiziksel olan dışsal imge bilinci ve zihinsel imge bilinci ile imgelem bilincini irdeleyerek sezgisel eylemlerin analizini oluşturmaktadır. Bununla kendisi olmayan, şahsen var olan nesnenin temsilini sunmaktadır.

Burada nesnenin ilk sunumu algıdır, sonrasında imge ile yeniden sunumunu gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla imge bilinci, algıdan arta kalan nesnenin benzetimiyle sınırlandırılmaktadır. Dışsal imgelem bilincinde imge ile algının birlikteliği bulunmamaktadır;

64 Edmund Husserl, 2012, s. 58.

65 Algı sonucunda ulaşılan, algıdan gelen veri anlamına gelmektedir.

66 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 145.

67 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.144-145.

35

imgenin temsil ettiği nesneyi amaçlayan algı bulunmaktadır. İmgelem bilincinde ise fiziksel olanın bulunmayan nesnenin hayalet benzeri varlığa getirilmesi gerçekleşmektedir.68

Sartre, imgelem için önemli olan anlama yönelik tutumda Husserl’in noema düşüncesine eleştirel yaklaşmaktadır. Husserl’in noema düşüncesi Sartre’ın bilinç ve nesne ilişkisinde aşmaya çalıştığı engelleri tekrardan yerine koymaktadır. Çünkü Husserl’in noema’yı bilince içkin bir içerik olarak alması geleneksel felsefenin ve modern psikolojinin düştükleri yanılsamaya düşülmesine neden olmaktadır.69 Husserl, algı ve imge arasında anlama yönelik ayrımı noema ile gerçekleşmektedir. Husserl fenomenolojisinde noema, gerçeklikte konaklayan anlamdır. Böylece bilinç, sahip olduğu noematik anlam ile nesneden uzaklaşmaktadır. Burada Husserl, dünyanın ayraç içine alınmasıyla anlama ulaşmaktadır.70 Dolayısıyla Husserl’de, yönelimselliğin karşılık bulup bulmamasına yönelik sezgisel ve boş olarak ele aldığı yönelim ayrımı bulunmaktadır.71 Sartre’ın Husserl eleştirisi tam olarak bu ayrıma ilişkindir. Çünkü sezgisel ve boş yönelimler arasındaki ayrım, sadece bir şey hakkında düşünmekle mevcut olan arasındaki farkı ifade edebilmektedir. Sartre’a göre bu, Pierre düşüncesinin boş yönelim olmasıyken onu görüyor olmayı varlığıyla dolu yönelime dönüştürmektir. O halde buradaki boş yönelimin mevcut olmayana karşılık gelmesi nasıl gösterilebilecektir? Neticede mevcut olmayan şeyin deneyimi açıklanamamaktadır. Bu nedenle Husserl, imge ve algıya getirdiği yönelim farkı ile ikisi arasındaki ayrımı tam olarak ortaya koyamamaktadır. Husserl de zihinsel imgenin dolduracağı şey olarak yine algısal olanı görmektedir. Bu nedenle burada da imge ediminin mi yoksa algı ediminin mi gerçekleştiğinin farkına varılamayacaktır. Böylece Husserl’in, imge ve algıyı aynı düzleme yerleştirmesiyle önceki kuramların problemi tekrardan ortaya çıkmaktadır. Husserl, fenomenolojik

68 Beate Stawarska, “Defining Imagination: Sartre between Husserl and Janet”, Phenomenology and the Cognitive Sciences, vol. 4, 2005, s.136-137.

69 Jean-Paul Sartre, a.g.m., s. 4.

70 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.146.

71 Edmund Husserl, a.g.e., s. 50-51.

36

indirgemeyle paranteze aldığı varlığın kalıntısı olan noemayı imgeye yüklemesi sonucunda noema, nesnenin bilinçteki sunumu olmaktan öteye gidememektedir. Dolayısıyla imge yine bilinçte algının sunumu rolünü üstlenmektedir.72

Böylece imgelem düşüncesine ilişkin temel problem dönüşüme uğrayarak hala geçerliliğini korumaktadır. Diğer kuramlara ait imge ve algı ayrımına ilişkin dış kaynaklı ölçüt burada da bulunmaktadır. Husserl de, bilincin imge ve algı arasındaki ayrımını güdülenimler olarak göstererek önceki düşüncelerdeki hakiki imgenin özelliklerinin nasıl bulunabileceği problemini, bir nesneye algı değil de imge denilmesini sağlayacak olan ne olduğu sorusuna dönüştürmektedir. İlkinde içeriklerin, ikincisinde ise maddelerin aynı düzlemde olmalarından dolayı bu problemlerin kesin çözüme kavuşturulmaları mümkün olmamaktadır.73 Sartre’a göre Husserl, noemayı mevcut olamayan şeklinde göstererek onu öznel bilinç içeriği yapmaktadır. Bu durumda imge, tekrardan öznelliğin bilinmezliğine atılmış olmaktadır. Aynı zamanda Sartre, Husserl’in noemayı gerçek dışı olarak almasını, Varlık ve Hiçlik’te bilincin olumsuzlama eyleminin karşısında sorun olarak göstermektedir.

Böylece Husserl, zihinsel imge bilincinin boş yönelimsel yapısının algısal olanla doldurulabileceği düşüncesi ile zihinsel imgenin yaratıcılığını ortadan kaldırmaktadır. Sonuç olarak Husserl, hyleleri açısından ortaya koyduğu aynılık ile imge ve algı ayrımının sağlanmasına engel olmaktadır.

Fakat Sartre, her ne kadar sonrasında Husserl bu düşünceye zarar vermiş olsa da, Husserl’i yönelimsellik ilkesinin bilinçli eylem ve nesnesi ayrımını vermesi bakımından takip eder, çünkü bilincin yönelimselliği ile içkinlik yanılsaması ortadan kaldırılmaktadır. Husserl hem dışsal hem de zihinsel imge bilinci için nesneyi bilincin dışına koyarak bunu gerçekleştirmektedir. Böylece Husserl’in, bilincin yönelimsel yapısı ile ortaya koyduğu dışsal

72 Simon Gusman, a.g.m., s. 58-59.

73 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.149.

37

imge bilincinin imgelemi bilinçte resimsel temsil olarak göstermesi, Sartre’ın imgelemin kendiliğinden yaratıcılık düşüncesini etkilemektedir.74

Fakat bu noktada da Husserl’in, zihinsel imgenin temsillerinin gösterimi sorun oluşturmaktadır. Çünkü Husserl’in noemayı gerçek dışı olarak göstermesi, ayraç içine aldığı dünyanın indirgemesi gerçekleştiğinde, imge ve algı ayrımının nasıl olduğu sorusunu tekrar sormak gerekmektedir. Sartre İmgelem’de imgelenen bir kentaur ile algılanan ağacın indirgemeden önce ayrımının varlıkları ve yoklukları üzerinden yapılabilirken, sonrasında indirgeme ile ağacın noemasının gerçek dışı olması bakımından bu ayrımın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını göstermektedir:

“İmgelenmiş Kentaur”, dolu noetik bir bilincin noeme’sidir de. O da hiçbir şeydir, o da hiçbir yerde var olmaz […] Ancak, indirgemeden önce, tam da bu hiçlikte yapıntı ile algıyı ayırt etmemize yarayacak bir araç buluyorduk: çiçekli ağaç bizim dışımızda bir yerde var oluyordu, dokunabilir, sarabilir, sonra da geri dönüp uzaklaşır, ama gerisin geri geldiğimizde de, aynı yerde bulabilirdik onu. Buna karşılık kentaur hiçbir yerde yoktu, ne bende ne de benim dışımda. Şimdiyse, ağaç şey ayraç içine alınmıştı, güncel algımızın noeme’si gibi tanıyoruz bir tek onu; böyle olduğu gibiyse, bu noeme, tıpkı kentaur gibi, bir gerçek-dışıdır.”75

Bununla bir şeyin var olmama durumuyla gerçekliği ya da imgesel oluşu hakkında ayrım yapmak mümkün olmamaktadır. Gerçekliğin karşısına konulan hiçlik alanı öznellik kapsamında gösterilmektedir. Bu durumda var olma ya da var olmama durumu öznenin seçimlerine bırakılmaktadır. Böylece Sartre’ın modern psikolojiye ve geleneksel felsefe düşüncelerine getirdiği düş ile uyanıklık arasındaki ayrımın yapılamaması Husserl’de de bulunmaktadır. Husserl’in maddeye hyleleri doğrultusunda verdiği aynılık onu da içkinlik yanılsamasına düşürmektedir. Sartre, Husserl’in imgelem edimindeki bilinçli eyleme yüklediği kendiliğinden yaratımını onaylamaktadır, fakat hyleleri bakımından algı ve imge aynı düzlemde oldukları için aralarındaki ayrım korunamamaktadır. Sartre’a göre, var

74 Beata Stawarska, a.g.m., s.133-137.

75 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.147.

38

olmayanı bilinç içeriği yapmak, onu öznelliğin eline hapsetmektedir. Oysaki var olmama bilinç dışında bir şey olarak düşünülmelidir. Sartre’ın yapmak istediği imgelemde sezgiyi ortaya çıkarmaktır.76

Sonuç olarak Sartre modern psikolojinin ve geleneksel felsefenin imgenin bir bilinç içeriği olduğuna yönelik kurumlarıyla düştükleri içkinlik yanılsamasından imgeyi bilinç içeriği olmaktan Husserl’in yönelimsellik ilkesiyle kurtarmaktadır. Fakat Husserl’in aynı bilinç nesnesi ile farklı yönelimsel eylemler gerçekleştirilebileceğine ilişkin düşüncesiyle imgenin bilinçle olan ilişkisi yanlış yorumlanmaktadır. Oysaki Sartre için bilincin yönelimle nesnesini farklı yollardan vermesinde önemli olan yönelimsel anlamlar olmaktadır. Nitekim bu anlamlar sayesinde bilinçte nesnenin ayrımı sunulmaktadır. Bu doğrultuda Sartre’ın imgelem bilincinin nesnesiyle olan ilişkisinin anlaşılır olabilmesi için nesnelerin bilinçte nasıl konumlandığına bunun için de Sartre’ın bilinci hangi açılardan yapılandırdığına bakılması gerekmektedir.