• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI) JEAN PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNİN İMGELEM- ZAMAN DİYALEKTİĞİNDE TEMELLENDİRİLMESİ Yüksek Lisans Tezi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE ANABİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI) JEAN PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNİN İMGELEM- ZAMAN DİYALEKTİĞİNDE TEMELLENDİRİLMESİ Yüksek Lisans Tezi"

Copied!
129
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI)

JEAN PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNİN İMGELEM- ZAMAN DİYALEKTİĞİNDE TEMELLENDİRİLMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Seren ÖZDOĞAN

Ankara - 2021

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI)

JEAN PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNİN İMGELEM- ZAMAN DİYALEKTİĞİNDE TEMELLENDİRİLMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Seren ÖZDOĞAN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN

Ankara - 2021

(3)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE ANABİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ BİLİM DALI)

JEAN PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNİN İMGELEM- ZAMAN DİYALEKTİĞİNDE TEMELLENDİRİLMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Seren ÖZDOĞAN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. Halil TURAN

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN Dr. Öğr. Üyesi Emre KOYUNCU

Tez Sınavı Tarihi: 23.06.2021

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN danışmanlığında hazırladığım “Jean Paul Sartre’ın Özgürlük Felsefesinin İmgelem Zaman Diyalektiğinde Temellendirilmesi (Ankara.2021)” adlı yüksek lisans tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu, başka kaynaklardan aldığım bilgileri metinde ve kaynakçada eksiksiz olarak gösterdiğimi, çalışma sürecinde bilimsel araştırma ve etik kurallarına uygun olarak davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul edeceğimi beyan ederim.

Tarih:

Seren ÖZDOĞAN

(5)

i

TEŞEKKÜR

Bu tezi yazma süresince ve akademik eğitimim boyunca değerli görüşlerini ve yardımını eksik etmeyen, her konuda anlayış gösteren tez danışmanım, sayın hocam Prof. Dr.

Ertuğrul Rufayi TURAN’a, kıymetli düşüncelerini benimle paylaşan Arş. Gör. Zeynep İrem ÖZATAY’a ve her daim yanımda olup bana kendimi hatırlatan, sevgisini esirgemeyen canım aileme ve dostlarıma sonsuz teşekkür ederim.

(6)

ii

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR ... i

İÇİNDEKİLER ... ii

GİRİŞ ... 3

1.BÖLÜM: JEAN-PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNDE İMGELEMİN ROLÜ ... 9

1.1.Sartre’da Modern Psikolojinin İmgelem Düşüncesi ... 13

1.1.1.Özgürlük Amacı Doğrultusunda İmge ve Algı Farklılığı ... 14

1.1.2.İçkinlik Yanılsaması ... 21

1.2.Sartre’da Geleneksel Felsefenin (Rasyonalist ve Empirist) İmgelem Düşüncesi ... 23

1.3.Sartre Felsefesinde Husserl’in İmgelem Düşüncesinin Etkin Rolü ... 29

1.4. Bilinç: Konumsal/Konumsal Olmayan ve Düşünümsel/Düşünümsel Olmayan ... 38

1.4.1. Ego’nun Aşkınlığı: Etkin ve Edilgin Ben Olarak Ego ... 41

1.5.Sartre’ın İmgelem Düşüncesinde Janet Yorumu ... 45

1.6.Sartre’ın İmgelem Düşüncesi: Özgürlüğün Kökeni Olarak İmgelem ... 49

1.6.1.İmgelemin Hiçlik ile İlişkisi ... 54

1.6.2.İmgelemin Büyüsel Tavır ile İlişkisi: Dünyanın Dönüşümü ... 58

2.BÖLÜM: İMGELEMİN ZAMANA İKAME OLUŞU: ÖZGÜRLÜK VE ZAMAN İLİŞKİSİ ... 62

2.1. Epistemolojik Fenomenolojiden Ontolojik Fenomenolojiye... 66

2.2. Sartre Metafiziğinde Kendinde-Varlık (L’être-en-soi) ve Kendi-İçin-Varlık (L’être-pour-soi) ... 72

2.3. Kendi-İçin-Varlık: Olgusallık (Facticité) ve Aşkınlık (Transcendence) ... 76

2.3.1. Mauvaise Foi: Büyüsel Tavır Üzerinden İmgelem ile İlişkisi ... 87

2.3.1.1. Mauvaise Foi ve Sanatsal Yaratım ... 91

2.4. Sartre’ın Zaman Anlayışı: Özgürlüğün Kökeni Olarak Zaman ... 94

2.4.1. Sartre’ın Bulantı’daki Geçmiş Yorumu ... 105

SONUÇ... 113

ÖZET ... 118

ABSTRACT ... 119

KAYNAKÇA ... 120

(7)

3

GİRİŞ

Bu çalışma Jean Paul Sartre’ın mutlak özgürlük felsefesinin ortaya konulduğu erken dönem1 eserleri kapsamında imgelem ve zaman ilişkisine dair gizil gerilimi açığa çıkararak filozofun özgürlük anlayışının bu ilişkide nasıl temellendiğini konu edinmektedir. Bu doğrultuda çalışmada Sartre’ın özgürlük felsefesini imgelem ve zaman kavramları merkezinde alarak hem imgelem ve zaman kavramlarının özgürlükteki rollerini hem de bu kavramların birbirleriyle olan ilişkilerini göstermek amaçlanmaktadır. Bu amaçla “Sartre’ın Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerinde temele aldığı imgelem kavramı Varlık ve Hiçlik’teki zaman kavramını tamamlayan mıdır, yoksa dönüştüren midir?” sorusu merkezinde Sartre’ın özgürlük felsefesinde imgelem ve zaman kavramlarının birbirlerini tamamlıyor gibi gösterilirken aslında zaman kavramıyla imgelemin olumsuzlanması çalışmanın temel argümanı olmaktadır.

Bu soru merkezinde çalışmanın birinci bölümünde Sartre’ın Varlık ve Hiçlik (L’Etre et le néant) öncesi eserleri kapsamında imgelem düşüncesine, özgürlük için imgeleme atfettiği rolün ne olduğuna bakılacak ve hangi bakımdan özgürlük için çelişkiler içerdiği tartışılarak açımlanacaktır. İkinci bölümde Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te hiçlik olarak ele aldığı zamansallığın özgürlüğe mahkûm eden, bilincin temel bir yapısı olarak alması bakımından özgürlük ve zaman ilişkisinin nasıl olduğu ve imgelemin zamansal oluşla hangi bakımlardan olumsuzlandığı açımlanacaktır. Sonuç bölümü ise birinci ve ikinci bölümün değerlendirilmesi niteliğinde olup çalışmanın temel sorusunun açımlanacağı bölüm olacaktır.

Sartre’ın erken dönem felsefesinde özgürlük düşüncesine bakıldığında genel olarak imgelem ve zaman kavramları arasında bir bütünlük olduğu görülmektedir. İmgelemin var olmayanın yaratımında hiçlikle olan ilişkisi Varlık ve Hiçlik’te bilincin zamansal boyutunun olanaklarıyla tamamlanmaktadır. Nitekim Sartre’ın İmgesel (L’imaginaire) eserinin sonunda

1 Bu çalışmada Sartre’ın erken dönem felsefesindeki özgürlük düşüncesi irdelenmektedir.

(8)

4

imgelemi gerçek olanı her zaman aşan olarak özgürlüğün gerekli koşulu olarak göstermesi Varlık ve Hiçlik’te bilincin zamansal oluşuyla gerçeğin bir adım ilerisinde olması yönüyle birbirlerini tamamlıyor olarak görülmektedir. Ancak Sartre’ın Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerindeki bilince dair yaptığı bazı analizler bu tamamlanışa gölge düşürmekte, imgelem ve zaman kavramları arasında gizil bir gerilime neden olmaktadır. Ego’nun Aşkınlığı’ndan (La transcendance de I’ego) itibaren özgür bir bilinç düşüncesiyle hareket eden Sartre bilincin ego, duygulanım ve imgelem durumlarında yozlaşma olarak nitelediği edilgenlik durumlarını bilincin büyüsel tavrı olarak tanımlaması imgelemin özgürlüğün gerekli koşulu olduğu argümanını zayıflatmaktadır. Çünkü bilincin Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerde serimlenen bu büyülü tavrı Varlık ve Hiçlik’te mauvaise foi’ya2 zemin hazırlamaktadır.

Bu doğrultuda çalışmanın birinci bölümünde Sartre’ın imgelemi bilincin nesne karşısında kendini nesneden ayırması doğrultusunda özgürlük olduğu düşüncesi ile imgelemdeki büyüsel tavır arasındaki paradoksal tutumunun gösterilmesi amaçlanmaktadır.

Bu amaçla birinci bölümde, Sartre’ın özgürlük felsefesinde imgeleme atfettiği rol, modern psikolojinin3 ve geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerine getirdiği eleştiriler İmgelem (L’imagination) ve İmgesel eserleri esas alınarak açımlanacaktır. İmgelemin Sartre felsefesindeki konumunun ne şekilde olduğunun anlaşılır olabilmesi için E. Husserl’in bilinç fenomenolojisi etkisiyle bilincin yapısı ve egonun yeri açımlanacaktır. Devamında Sartre’ın imgelem düşüncesi için gerekli olanı fenomenolojik psikolojide görmesi bağlamında P.

Janet’nin etkisinin ve buna bağlı olarak duygulanımın imgelem ile olan ilişkisinin ne şekilde

2 Varlık ve Hiçlik’te Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Eksen tarafından yapılan çevirisinde “mauvaise foi” kavramı “kendini aldatma” karşılığını bulmaktadır. Mauvaise foi’nın “kötü niyet” veya “kötü inanç” şeklinde çevirilerinde “inanç” ve “niyet” kelimelerinin durum içinde iki farklı anlamı temsil etmelerinden dolayı bu çalışmada iki anlamı da karşılayacak şekilde ele alındığı için kavramın orijinal halinin kullanımı uygun görülmektedir.

3 Bu çalışmada “modern psikoloji” ifadesi, Sartre’ın İmgelem ve İmgesel eserlerinde imge kuramlarına eleştirel bir biçimde yer verdiği psikologları kapsayacaktır.

(9)

5

olduğu betimlenerek Sartre’ın özgürlük felsefesinde imgelemin rolü tartışılarak gösterilecektir.

Sartre genel itibariyle Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerinde bilinç ve nesne ilişkisi üzerinden bilincin varlığını ortaya koymaktadır. 1936 yılında yayımlanan Ego’nun Aşkınlığı’nda Husserl fenomenolojisinin temeli olan “her bilinç bir şeyin bilincidir”

ilkesinden hareketle bilince atfedilebilecek bütün içerikleri bilincin dışında bırakarak bilinci bütün belirlenimlerden korumaktadır. Böylece bilincin özgürlüğü düşüncesine adımını atarak aynı yıl yayımlanan İmgelem eserinde bilinçte hiçbir içeriğin olmayacağı düşüncesini imgenin zihinsel bir içerik olmayıp bilincin nesneyle olan ilişkisi olması bakımdan devam ettirmektedir. Sartre bilincin nesneyle olan ilişkisini 1939 yılında yayımlanan Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı’nda (Esquisse d’une théorie des émotions) duygusal bilincin hareket ettirici gücü üzerinden göstererek duygulanımı dünyanın dönüşümünü gerçekleştiren bir faaliyet olarak göstermektedir. Sartre’ın duygulanıma yüklediği bu dönüşüm faaliyeti 1940’ta yayımlanan İmgesel’de bilincin kendisini gerçeklikten ayıran yeteneği olan yaratıcı bilinç etkinliğiyle örtüşmektedir. Kısacası Sartre bu eserlerde bütünlüklü olarak bilincin herhangi bir içeriğe sahip olmaksızın yaratım olduğu düşüncesini ortaya koymaktadır.

O halde Sartre’ın yaratım olarak ele aldığı imgelem bilinci özgürlüğün kaynağı mıdır, yoksa özgürlüğün yaratımı mıdır? Yaratım ve özgürlük ilişkisine bakıldığında bu soru gereksiz görülebilir. Fakat Sartre’ın imgelem bilincine atfettiği kendini gerçeklikten ayırma yeteneği ve gerçek olmayanı yaratma olanağına sahip olması bakımından gösterdiği bilinç özgürlüğünün bilincin büyüsel tavrı için yaptığı analizlerle zayıfladığı görülmektedir. Nitekim Sartre hem Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı’nda hem de İmgesel’de bilincin büyüsel tavrını bir nevi bilinç bozulması olarak göstermektedir. Bilinç bozulması bilincin kendini algıladığı nesne olarak konumlandırdığına inandırması anlamında edilgin hale getirilmiş bilinç durumunu ifade etmektedir. Oysaki bilinç etkinlik olup kendiliğindenliktir. Bilincin bu

(10)

6

şekilde etkin yaratımına karşı kendini edilgin bir nesne konumuna getirerek bir araya gelmesi mümkün olmayan tezatlıkların birliğine inanması büyüsel tavırdır. Sartre bilincin kendini bu şekilde pasifleştirerek bir nesneye dönüştürme eğilimini yani, tezat durumların bilinçteki birliğini Varlık ve Hiçlik’te mauvaise foi olarak adlandırmaktadır. Mauvaise foi bilincin aşkınsallığının olgusallığıyla bir arada sunulması olarak kendini nesnel bir benlik olarak göstermesidir.

Mauvaise foi’ya ilişkin benlik yaratma arzusu bilincin varoluşsal eksikliğinden gelmektedir; çünkü bilinç kendisiyle özdeşlik halinden yoksundur. Sartre bu doğrultuda bilincin “faydasız bir arzu” olduğunu söyleyerek bu özdeşlik tasarımına olan inancı Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerinde büyüsel tavır ve bilinç bozulması, Varlık ve Hiçlik’te ise mauvaise foi olarak adlandırarak bilincin alçaltıcı hareketi olarak göstermektedir. Çünkü bununla gerçekliğin ıstırabından kaçılarak özgürlük maskelenmektedir. Peki, yaratım olan imgelem bilincinin bu arzuyu gerçekleştirmesindeki engel nedir? Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te hiçlik olarak gösterdiği bilincin zamansal yapısı bilincin kendisiyle olan özdeşliği arasındaki engel olmaktadır. Çünkü zamansallık değişimi doğurur ve bu nedenle benlik de her zaman tamamlanmamış bir bütünlük olmaktadır. Sartre Varlık ve Hiçlik’te bilincin hiçlik olarak gösterdiği zamansal yapısı ile bilincin bütünsel olarak gerçekliğe ulaşabilme yeteneğini sorgulamaktadır. Nitekim Varlık ve Hiçlik’te bilincin zamansal yapısı bilinç ile nesne arasındaki ontolojik ayrımı sağlayarak nesneye her zaman yeni bir öz aktarabilmeyi ve nesneyi olduğu ile olacağı şeyin birlikteliği haline getirerek bilincin her zaman gerçekliğin ilerisinde olduğunu göstermektedir. Bilinç şimdiki olmadığı varlıktan ve geçmişteki olduğu varlığından kaçarak varlığının tamamlanması olabilecek gelecekteki olanaklarına doğru adım atmaktadır. Sartre bu durumu Varlık ve Hiçlik’te bilincin özgürlüğü olarak göstermektedir.

Ancak Sartre’ın edebi eserlerinde bu durum farklılık göstermektedir. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te bilincin zamansallığının değişimi karşısında sanat eserine atfettiği değişmezlik ve

(11)

7

tamamlanmışlık sanat eserini zamanın dışında bırakmaktadır. Bu durumda sanatın imgesel olanla ilişkisine bakıldığında imgesel bilincin sanatsal nesneyi yaratan olduğu görülmektedir.

Varoluşun tamamlanmış olmamasına karşın sanatsal varoluş ile yaşamın saçmalığının üstesinden gelinmektedir. Dolayısıyla Sartre sanatsal varoluşta yaşamı anlatılan olarak göstermekte ve bununla insanın anlattığı şeye sahip olduğunu göstermektedir. Anlatımda zaman bir sonun içinden tamamlanmış bir bütün olarak sunulmaktadır. Bu şekilde değişimi yok sayan sanatın sahiplenici tavrında mauvaise foi’nın izleri görülmektedir. Sanat eserindeki zamansallığın donuklaşması nesnel bir benliğe sahip olma düşüncesiyle özgürlüğün nesneleştirilmesi anlamına gelmektedir. Böylece geleceğin olanağının inkârı ile bilincin imgelem gücünün kurbanı olması dünyayı imgeye indirgemektir. Sartre Bulantı’da (La nausée) böyle yaparak Roquentin’in imgelem aracılığıyla edebi varoluş tarzıyla kendisini kadere dönüştürmesine izin vermektedir. Roquentin gerçek ile imgesel olan arasındaki çizgiyi kaybederek zamansallığını yitirmektedir. Sartre’ın sanat eserinde imgelem ile bütünlüğü sağlanan gerçeklik düşüncesi Bulantı’da açık bir şekilde görülmektedir. İmgelem durağan bir şimdi sunarak dünyayı bütün olanaklarından arındırmaktadır. Böylece sanat eserinde imgelem özgürlüğü maskelemektedir.

Bu noktada çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan özgürlük ve zaman ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Varlık ve Hiçlik’te Sartre M. Heidegger’i takiben bilinç ve nesne arasındaki birlikteliği temele alarak dünya-içinde-varlık olarak bilinci göstermeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda Sartre’ın bilincin zamansal yapısına yaptığı vurguyla zamansallık özgürlük için bilinin temel yapısı olmaktadır. Zaman ve özgürlük ilişkisini göstermek amacıyla bu bölümde öncelikle Sartre’ın Varlık ve Hiçlik eseri merkeze alınarak Husserl’in fenomenolojisi ve Sartre’ın fenomenolojiyi ne şekilde ele alıp dönüştürdüğü açımlanacaktır. Mauvaise foi ‘nın sanatsal yaratımla ve imgelemle olan ilişkisi Sartre’ın Edebiyat Nedir? (Qu’est-ce que la littérature?) eserinde imge teorisindeki dönüşümle beraber Sözcükler (Les mots), Duvar (Le

(12)

8

mur), ve Kirli Eller (Les mains sales) edebi eserleri merkeze alınarak imgelemin anlatı formunda olumsuzlanması açımlanacaktır. İmgelemden zamana geçişin ve imgelemin zaman aracılığıyla olumsuzlanmasının nasıl gerçekleştiği ise mauvaise foi ve özgürlük için zamanın iki farklı anlatımı Sartre’ın Bulantı adlı edebi eserindeki geçmiş yorumu ve Varlık ve Hiçlik’teki geçmiş yorumunun karşılaştırılmasıyla yapılarak özgürlük için zaman anlayışının dönüşümü ortaya konulacaktır. Böylece Sartre’ın imgelem ile başlayan özgürlük düşüncesinin zamansal olması bakımından uğradığı dönüşüm sonuç bölümünde birinci ve ikinci bölümlerin değerlendirmesi üzerinden yapılarak çalışmanın temel sorusu açımlanacaktır.

(13)

9

1.BÖLÜM: JEAN-PAUL SARTRE’IN ÖZGÜRLÜK FELSEFESİNDE İMGELEMİN ROLÜ

Öncelikle bu çalışmanın temel iki konusundan biri olan imgelem kavramının, Sartre’ın özgürlük felsefesinin önemli bir kavramı olması bakımından irdelenmesi gerekmektedir.

Nitekim Sartre’ın özgürlük felsefesinin ve insanın varoluşunda özgürlüğe atfettiği değerin anlaşılır olabilmesi için, öncesinde imgelemi ne şekilde ele aldığı ve sonrasında ise imgelemi özgürlüğün gerekli koşulu yapan nedenlerin ne olduğu irdelenmelidir. Dolayısıyla “Sartre’ın özgürlük felsefesinde imgelemin rolü nedir?” sorusunun sorulabilmesi için, Sartre’ın imgelemi nasıl tanımladığına ve özgürlük ile nasıl ilişkilendirdiğine bakılması gerekmektedir.

O halde öncelikli soru, “neden imgelem ile başlıyoruz?” sorusu olmalıdır.

Sartre’ın Varlık ve Hiçlik öncesi eserlerinde özgürlüğün anlatımını imgelem ile yapması, insanın özgürlüğüne dair düşüncelerine temel oluşturan “varlık özden önce gelir”

düşüncesinde yatmaktadır. Aynı zamanda varoluşçu düşüncenin kaynağı olan bu düşünce, Sartre’ın neden imgelem ile başladığına dair ipuçları da vermektedir. Sartre, felsefesinde insanın özgürlüğe mahkûmiyetini ve özgür bir varoluşa sahip olmasını hiçlik kavramıyla göstermektedir. Dolayısıyla Sartre’ın, insanın varoluşunu özgürlük ve hiçlik ile ele almasından hareketle, imgelemi hiçlikle nasıl ilişkilendirdiğine bakmak gerekmektedir.

Öncelikle, Sartre’ın kaynağını hiçlikten alan özgürlük felsefesinde imgelem düşüncesini ortaya koymasındaki önemli bir etken Husserl fenomenolojisidir. Husserl’in bilinç ve nesne arasındaki ilişkinin nasıl olduğuna dair sorduğu soruları Sartre, insan ve nesne ilişkisi üzerinden sormaktadır. İnsan ve nesne ilişkisine dair sorulan bu sorunun felsefe tarihine bakıldığında yeni bir problem olmadığı görülmektedir. Felsefe tarihine genel olarak

(14)

10

bakıldığında bu soruya ilişkin birçok farklı cevap ve düşüncenin bulunduğu görülmektedir.

Bunlardan biri, ünlü “Düşünüyorum, o halde varım” önermesi ile cevap arayan Descartes’a aittir. Descartes, yöneldiği cogito ile şüphe edilmeyecek tek şey olarak benliği göstermektedir.

Bu düşünceden hareketle insanın dışında bulunan dünya şüphe duyulabilecek her şeyi içinde barındırmaktadır. Böylece, şüphe edilmeksizin kesin olan, doğrudan algılanan olarak görülen fenomen zihnin bir içeriği olmaktadır.4 Bir diğeri transandantal ego’yu ortaya koyarak bu soruya cevap arayan Kant’tır. Kant, Descartes’ın zihni fenomenlerle dolu bir içerik olarak tanımlamasına karşılık, zihne algısal olan fenomenlerin düzenleyiciliği rolünü atfetmektedir.

Zihin fenomenlerle dolu, basit, pasif bir içerik olmaktan ziyade, onları düzenleyerek yorumlayacak olan kategorilere sahiptir. Dolayısıyla Kant ile zihne etkin bir transandantal ego atfedilmektedir.5

Descartes’ın ve Kant’ın idealizme dayalı çözümlemeleri, bilinç ve nesne ilişkisinin nasıl olduğuna dair soruları açıklamaktan ziyade, nesnenin zihindeki konumunun ne şekilde olduğunu göstermektedir. Sartre ise merkeze insanı almaktadır. İnsan, ne Descartes’ın ele aldığı gibi pasiftir ne de Kant’ın etkinleştirerek bilincin ötesinde kurduğu egoya benzemektedir. Sartre bu ilişkinin nasıl olduğuna dair sorulara Husserl’in fenomenolojisiyle cevap bulmaktadır.

Fenomenolojiyle önceden sorulan tüm soruları bir kenara alınarak, bilinç ve nesne ilişkisinin nasıl olduğuna yönelik bir araştırma sunulmaktadır. Husserl, “fenomenolojik indirgeme” ile bilinç nesnesi olarak merkeze aldığı fenomen haricinde her türlü yargıyı paranteze almaktadır. Aynı zamanda “her bilinç eyleminin her zaman bir şeyin bilinci olduğu”

4 Paul Vincent. Spade, Jean-Paul Sartre’s Being and Nothingness, Class Lecture Notes Professor Spade, Fall 1995, s.14-16.

5Paul Vincent Spade, a.g.e., s.19-20.

(15)

11

düşüncesine dayanan “yönelimsellik”6 fenomenolojik yöntemin önemli bir ilkesi olmaktadır.

Nesnesiz bir bilincin olmayacağı düşüncesi her zaman nesneye yönelen bir bilinci varsaymaktadır. Sartre, bilincin yönelimsellik ilkesini esas alarak imgelem bilincinde var olmayanı bununla göstermektedir. Çünkü her bilinç eyleminin her zaman bir nesnesi olması gerektiği düşüncesinde nesne sadece var olanı gerektirmez; var olmayan da bilinç nesnesi olabilmektedir.7

Sartre yönelimsellik ilkesinden hareketle, imgelem kuramının temeli olan “her bilinç bir şeyin bilincidir” düşüncesini, nesnesine göre üç farklı bilince dayandırmaktadır. Bu farklılık nesnesine göre bilinç halleri ya da nesnenin bilinçte kendini farklı şekilde göstermesinden kaynaklanmaktadır. Bu farklılık algılama ve imgelem bilinçlerini ortaya koymaktadır. Sartre’ın bilinç hallerini, gerçekliğin bilinçteki görünüşü şeklinde tanımlayarak ayırması bu bilinç hallerine karşılık gelen farklı bilinç nesneleri ortaya koymaktadır. Algılama bilincinde nesnenin duyu verileri aracılığıyla bilince gelmesi bakımından algıda tamamlanmayı bekleyen bilinç nesnesi bulunmaktadır. Bu nedenle algılama ile bilince ulaşan nesne her zaman bir açıdan kendini göstererek nesnenin algılanmayan diğer kısımlarının sözü verilmektedir. Bu söz ile algılama bilinci eksik görüntünün peşinde nesneye bağımlı kılınmaktadır. Bu nedenle algılama bilinci, algılanan nesnenin hem görünüşü hem de bilgisi açısından bütünlük teşkil etmemektedir.8

İmgelem bilincinde nesne, algılama bilincine benzer olarak belli bir açıdan görünüşe gelmektedir, yani nesnenin kendisini bütünüyle sunması imgelem bilinciyle de mümkün olmamaktadır. Fakat algılamadan farklı olarak imgelemde nesnenin eksik yanının sözü bilince bağlanmaktadır. Dolayısıyla nesnenin eksikliğini tamamlamayı bekleyen bilinçten ziyade,

6 Söz konusu kavramın Sartre’ın felsefesindeki yeri ve önemi, bu çalışmanın her iki bölümünde de ayrıntılı olarak anlatılacaktır.

7 Paul Vincent Spade, a.g.e., s. 49.

8 Paul Vincent Spade, a.g.e., s. 57.

(16)

12

eksikliği tamamlayacak olan bilinç bulunmaktadır. Bu durum imgelemde bilincin, nesnesinin bilgisine sahip olduğunu gösterir; imgelemde bilinç nesnesinin görünüşünü eksik bir şekilde ortaya koysa da nesnenin bilgisini bütünsel olarak kendinde bulundurmaktadır.9 Sartre’ın çağının psikoloji ve klasik felsefe kuramlarının imgelem düşüncelerine getirdiği eleştiriler, bu noktada şekillenmektedir. Sartre bu kuramların genel görüşü olan, imgelemde nesnenin bilgisinin bilincin kendisinde bulunmasını “öznel” adı altında tanımlayarak imgeyi gerçeklikten soyutlanmasını eleştirmektedir. Bu nedenle bu kuramlarda imge ve algı ilişkisine dayanan problem çözülemeyerek ve algısal alandaki yanlış görünüşler imge olarak tanımlanmaktadır. Sartre’a göre bu tanımlamayla imgelem anlamından tamamen uzaklaştırılmaktadır. Çünkü imgelem gerçeklikten ayrı olarak öznellik içinde olmayıp bilincin gerçeklik karşısındaki tutumu olmaktadır. Sartre imgelem bilinci ile ulaşılan var olmayanı, algısal olanın karşısında zenginlik olarak sunmaktadır. Böylece bilinç, imgelem ile varlık karşısında özgürdür; var olmayanın yaratımıdır.

Buraya kadar Sartre’ın imgelemi özgürlük için gerekli gördüğü var olmayanla ilişkisi gösterilmektedir. Ancak imgelemin var olmayanın yaratımı üzerinden hiçlikle kurduğu ilişkide nesnesine sahip olacağı somut bir benlik yaratarak kendisiyle özdeşlik kurma arzusu Sartre tarafından alçaltılarak bilincin içine düştüğü büyüsel tavır olarak gösterilmektedir.

Sartre’ın Ego’nun Aşkınlığı’nda açımladığı bilinç yapısındaki ikili durumlar10 ve egonun konumu bilincin büyülenmesine neden olmakta ve bir araya gelmesi mümkün olmayan iki karşıt unsuru -kendiliğindenlik ve edilgenlik- birleştirmektedir. Sartre Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı’nda da bilincin büyüsel tutumunu devam ettirmektedir. Bilinç duygulanımda dünyayı dönüştürerek gerçekliğe karşı sergilediği alternatif tutum ile dünyadan kaçmaktadır.

Duygulanımda gerçekleşen büyülü dünyanın ortaya çıkması için gerçek dünyanın reddi

9 Paul Vincent Spade, a.g.e., s. 61.

10Bilincin yapısı birinci bölümün Bilinç: Konumsal/Konumsal Olmayan ve Düşünümsel/Düşünümsel Olmayan başlığı altında açımlanacaktır.

(17)

13

İmgesel’de bilincin imgelem etkinliğiyle örtüşmektedir. Her ne kadar hem duygulanımda hem de imgelemde bilincin dünyanın gerçekliğine karşı sergilediği bu dönüştürücü tutum bilinç özgürlüğünün bir ifadesi olsa da Sartre’ın kaçış olarak nitelediği bilincin büyüsel tavrı bu özgürlüğü maskelemektedir.

1.1. Sartre’da Modern Psikolojinin İmgelem Düşüncesi

Sartre İmgelem ve sonrasında kaleme aldığı İmgesel eserlerinde çağının psikoloji kuramlarının imgeleme dair düşüncelerini eleştirmektedir. Bu kuramların mevcut imgelem düşüncelerine getirdiği eleştiriler, bilincin imgelem etkinliğinin anlaşılır olabilmesinde önem arz etmektedir. Sartre özellikle İmgelem boyunca bu kuramlar üzerinden imgelemin ne olması gerektiği üzerinde durmaktadır. Metnin genel yapısı bu eleştiriler üzerinden ilerlemektedir.

Bu genel yapıya bakıldığında Sartre, imge ve algı kavramlarını merkeze almaktadır. Çünkü bu kavramların, bu kuramlar tarafından anlaşılamaması, yanlış yorumlarla özdeş olarak tanımlanmaları imgelemin son derece yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Zira böylesi bir yorum bilincin özgürlüğüne yer açmadığı gibi onu yok saymaktadır. Sartre özgürlük felsefesi gereğince bu tür bir özdeşliği kabul etmemekle birlikte bilincin şeylerin bir sureti olmaktan çıktığı imgelemde algısal olanın aşılması gerektiğini savunmaktadır. Bunun için algı ve imge özdeşliği tamamıyla yanlış olup, terk edilmesi gereken bir düşünce olmaktadır. Bu doğrultuda imgelemin ne olduğunun anlaşılabilmesi için ilk olarak imge ve algı arasındaki ilişkinin nasıl olduğuna bakılması gerekmektedir.

(18)

14

1.1.1. Özgürlük Amacı Doğrultusunda İmge ve Algı Farklılığı

Sartre imge ve algıyı, İmgelem’in girişinde bahsettiği iki varlık tarzından11, kendinde- varlık olanın varoluş biçimleri olarak tanımlayarak bunu kâğıt örneğiyle ifade etmektedir:

“Masamın üstündeki şu beyaz kağıda bakıyorum; biçimini, rengini, konumunu algılıyorum. Bu farklı niteliklerin ortak özellikleri var: en başta, varlığı hiçbir biçimde benim keyfime bağlı bulunmayan, bir tek saptayabileceğim varoluşlar olarak kendilerini sunuyorlar bakışıma. Benim içindirler, ben değildirler. Ancak, başkası da değildirler, yani hiçbir kendiliğindenliğe bağımlı değildirler. Aynı anda, hem burada bulunurlar hem de eylemsizdirler. Duyumlanabilir içeriğin pek çok kez betimlenen bu eylemsizliği, kendinde varoluştur […] Bilincim hiçbir durumda bir şey olamaz, çünkü kendinde varlık biçimi tam tamına kendi için varlıktır. Onun için, var olmak, kendi varoluşunun bilincinde olmaktır […] Öyleyse daha kökenden başlayarak iki tür varoluş koyabiliriz: gerçek şu ki, şeyler eylemsiz oldukları için bilincin egemenliğinden kurtarırlar kendilerini […]”12

Bu örnekte algılanan kâğıt yaprağı kendinde-varlık tarzına sahiptir. Sartre devamında kâğıdın algıdan çıkması durumunda devam eden görüntüsü üzerine bunun hala aynı kâğıt yaprağı mı olduğunu sorar:

“Aynı niteliklere sahip aynı kâğıt yaprağı olduğu savındayım kuşkusuz. Ancak, o yaprağın orda kalmadığını bilmiyor da değilim: karşımda bulunmadığını biliyorum […] Şu an bana kendini gösteren yaprak ile az önce gördüğüm yaprak tıpatıp aynı öze sahip […] Ne var ki, öz açısından bu tıpatıplığa, varoluş açısından bir tıpatıplık eşlik etmiyor […] Tek kelimeyle, fiilen var olmuyor, imge olarak var oluyor.”13

Sartre imgenin, algının bir sureti olmadığını bu örnekte olduğu gibi varoluş farklılıklarını göstererek başlamaktadır.

Ancak modern psikoloji apriori imge düşüncesinden dolayı bu farklılığı yadsımaktadır. Sartre İmgelem’de, psikolojik kuramların imge düşüncesini bu varoluş farklılığını yadsımaları doğrultusunda eleştirmektedir. Bu yadsıyışın nedeni apriori imge

11Sartre’ın varlık tarzları bu çalışmanın ikinci bölümünde Sartre Metafiziğinde Kendinde-Varlık (L’être-en-soi) ve Kendi-İçin-Varlık (L’être-pour-soi) başlığı altında ayrıntılı olarak açımlanacaktır.

12 Jean-Paul Sartre, İmgelem, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2009, s.7.

13Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 8.

(19)

15

düşüncesinden ileri gelmekte ve modern psikolojinin imgeleme dair çözümlemeleri psişik olanın nesnel bir gerçekliğe bağlanmasına dayanmaktadır. Bu doğrultuda imge, mekanizme dayalı modern psikoloji tarafından fizyolojik olana bağlı kılınmaktadır. Böylelikle imge, bilincin dışında, bir nedenselliğe bağlanarak, kaynağını dış duyumdan alan bir “şey” olarak alınıp dışsal duyumun kalıntısı haline getirilmektedir. Bu durumda imge ve düşünce ilişkisine dair problem ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla modern psikolojinin, farklı kuramlarla bu problemi çözümleme çalışmaları imgeden ziyade, onun düşünce ile olan ilişkisini düzenlemeye yönelik olmaktadır.

Sartre İmgelem’de genel olarak, bu probleme ilişkin psikolojik yaklaşımları ele almaktadır. Bunlardan Taine’in yaklaşımına dair eleştirisi psişik olguyu “fiziksel bir devinim olarak”14 göstermesidir. Taine bununla psikolojiye fizyolojiyi dahil eder. Böylece bireşim15 düşüncesiyle duyumlanabilir olanın düzenlenişi fizyolojik olana yüklenmektedir. Duyumun tekrarına dayanan bir şey konumuna getirilen imge, algı ile özdeş kılınması sonucunda imgenin anı olduğu düşüncesinin kabulüne dayanmaktadır.16

Sartre’a göre, imgenin yeniden doğan duyum olarak görülmesi imgelemi ortadan kaldırmaktır. Çünkü imgenin yeniden doğan duyum olduğu düşüncesiyle imge kendiliğindenliği yitirerek imgelem geçersiz kılınmaktadır. Sonuç olarak algı ile özdeş bir biçimde tanımlanan imge, “kendiliğindenlik duygusu”nu kaybetmektedir. Oysaki imgenin kendiliğindenliği, imgelemin yaratıcı etkinliğidir ve bu etkinlik sonucunda imgelem, nesnesini var olmayan olarak ortaya koymaktadır. Ancak imgesel deneyim ile algısal deneyimin bir ve aynı şeyler olarak görülmesi imgelemin bu etkinliğini yok saymaktır. Algısal deneyimden farklı olarak yaratıcılığa sahip olan imgesel deneyimin algısal deneyim üzerinden

14 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 31.

15 Fizyolojik bir düşünce olup, psikoloji ile fizyolojiyi sentezlemek amaçlanmaktadır.

16 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.31-33.

(20)

16

açıklanması, imgelemin yaratıcı etkinliğini ortadan kaldırmaktadır, çünkü algısal olanda nesne, var olan üzerinden verilmektedir.17

Sartre, imgenin yeniden doğan duyum olduğu düşüncesindeki yanlışlığı İmgelem’de farklı kuramlara yönelik eleştirileriyle gösterir, çünkü imgelemi ele alan kuramlar değişse de yeniden doğan duyum düşüncesi korunmaktadır. Sartre’ın eleştirdiği bir diğer düşünce Ribot’un “birlik ilkesi”dir. Ribot, algısal olanda bulunmayan imgelemin yaratıcı etkinliğine, yaratıcı imgelem problemine birlik ilkesiyle çözüm aramaktadır. Birlik ilkesi, ilk olarak algılanan şeylerin içsel ve dışsal nedenlere göre ayrımı olup, sonrasında ise anlıksal, duyumsal ve bilinçdışına bağlı olarak yaratıcı birleşmenin gerçekleşmesidir.18 Bu durumda birlik ilkesi, imgelerin taşıyıcılığını yapmaktan öteye gidemez, çünkü birlik ilkesiyle yapılan imgeleri düşünceye yerleştirmektir. Dolayısıyla birlik ilkesi, imge ve düşünce arasında aracı rolünü üstlendiğinden, bununla yaratıcı imgelemden ziyade, imgelerin ne şekilde düzenlendiği açıklanmaktadır.

Sartre, imge ve algı özdeşliğinden doğan imge ve düşünce probleminde, imgenin düşünce açısından engelleyici rolü olduğu düşüncelerine de eleştiri getirmektedir. Çünkü bu düşünce sonucunda imgenin düşünce bağlamında gereksiz olduğu kanısı ortaya çıkmaktadır.

Sartre İmgelem’de Bühler’in, “Tüm nesnelerin, ilkece, imgelerin yardımı olmaksızın eksiksiz ve kesin biçimde düşünülebileceğini ileri sürmekteyim”19 düşüncesiyle bu gerekli görülmemeyi göstermektedir.

İmgelem’de imgenin düşünce için gereksiz olduğu düşüncesi Binet ile devam etmektedir. Sartre’a göre Taine’in etkisiyle Binet, imgesiz düşünce anlayışını ortaya koyarak düşünceyi içe bakışın ulaşabileceği olgu olarak almaktadır. Binet, her ne kadar, düşünceye içe

17Jonathan Webber, “Philosophical Introduction”, içinde: Jean-Paul Sartre, The Imaginary A Phenomenological Psychology of the Imagination, Routledge, London and New York, 2004, s. xxiv.

18 Jean-Paul Sartre, 2009, s.44-45.

19 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.74-76.

(21)

17

bakışın verileriyle ulaşma düşüncesiyle diğerlerinden ayrılsa da düşünceyi duygu, duyguyu ise bedensel tutumun bilincine varılması olarak tanımlaması onu çağının biyolojik pragmatizmine düşürmektedir. Sonrasında anlamın devreye girmesi ve imgenin anlamı karşılayamaması nedeniyle düşüncenin imge olduğu sonucuna vararak önceki düşüncesi ile karşıt bir düşünce geliştirmektedir: “düşünce, tinin, bilinçli olmak için, imgelere ve sözcüklere gerek duyan bilinçsiz bir edimidir.”20

Modern psikolojide imgenin duyumlanabilir, dış doğaya ait bir şey olarak görülmesi, imgeye dair farklı görüş ve düşünceler olsa da birbirine benzemektedir. Bu nedenle Sartre İmgelem’de bu kuramların imgeye ilişkin düşüncelerinin farklı öncüller üzerinde şekillenmelerine rağmen, genel olarak temel ilkenin terk edilmemesi üzerinde durmaktadır.

Buradaki genel ilke imgenin, düşüncenin taşıyıcısı olabilen ama kendine özgü yasaları da olan bağımsız, psişik bir içerik olmasıdır. Bu kuramlarda imge, ister fizyoloji düşüncesi ya da geleneksel mekanist anlayışın çerçevesinde isterse de biyolojik bir dinamizm düşüncesi ile alınmış olsun, imgenin özü her durumda edilgenlik olmaktadır.21

Bunlar haricinde Sartre bu kurumlarda imge ve düşünce probleminin süre üzerinden süreklilik kavramıyla da ele alındığını göstermektedir. Nitekim düşüncenin sürekliliği üzerinden, imgelerin de sürekliliğe sahip oldukları düşüncesine gidilmektedir.22 Fakat süreklilik düşüncesinin imge ve düşünce ilişkisi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla imge ve düşüncenin birbirinden ayrı bir sürekliliğe sahip olmaları aralarındaki ilişkinin nasıl gerçekleştiği problemine yine kesin bir çözüm getirememektedir. Çünkü imgenin sürekliliği düşüncenin içine yeniden doğan duyum düşüncesi ile yerleştirilmektedir. Bu nedenle, bununla yapılan imge ve düşünce arasındaki süreklilik benzeşimi kurularak imgeyi düşünceye yaklaştırmaktır. Bu benzeşim düşüncesiyle

20 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.77-78.

21 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.77-78.

22 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.90.

(22)

18

de imge ve düşünce problemi çözümlenemez, çünkü ikisi arasındaki ilişki dışarıdan bir neden üzerinden kurulmaktadır.

İmge ve düşünce ilişkisinin nasıl gerçekleştiği problemine bilinçdışı kavramı üzerinden de çözüm önerileri sunulmaktadır. Daha doğrusu ikisi arasındaki ilişkinin açıklanamaması doğrultusunda bilinçdışı kavramına gidilmektedir. Bu düşünce Hume psikolojisinin içeriğidir.23 Bununla, imge ve düşünce probleminin çözümlenememesi sonucunda, imgelerin depolandığı bilinçdışı düşüncesi tasarlanmaktadır. Sartre için, bilincin varoluşuna dair düşünceleri doğrultusunda bu bilinçdışı tasarısı kabul edilemez, çünkü bilinç varoluş tarzı gereği kendinin bilincinde olması gerektiğinden kendi varlığını belirleyebilir fakat kendinden başka bir varlık için eylemde bulunamamaktadır. Dolayısıyla bu tasarıdaki bilinçdışından alınan içeriğin kabul edilebilir olması mümkün değildir.24

İmgenin bir içerik olarak alınması sonucunda hem imge ve düşünce problemine kesin çözümler getirilememekte hem de bilinç deneyimleri doğru şekilde açıklanamamaktadır.

Bundan dolayı Sartre öncelikli olarak, bu kuramlardaki bilince dayalı deneyimlerde bilinç ile nesnesi arasındaki ilişkinin açıklanamamasını eleştirmektedir. Bilinç, bilinç eylemine (imgelemek, algılamak, düşünmek, hatırlamak vs.) girdiğinde nesnesinin ve durumların farkındadır; ancak bunlara ilişkin nesneler bilincin parçası olmamaktadır.25

Genel olarak bakıldığında, imge-algı-düşünce ilişkisi üzerinden bir çerçeve ile karşılaşılmaktadır. Fakat bu çerçevede modern psikolojinin imgeyi algı ve düşünce arasında bıraktığı görülmektedir. Bu durumda imge ne algıdan uzaklaştırılmakta ne de düşüncenin içine yerleştirilmektedir. Bu konumda imgenin rolü, maddi olanın göstergesi olarak kendini

23 İmgenin eylemsiz içerik olarak görülmesi sonucunda bu içeriklerin yer aldığı bir depo olarak bilinçdışı düşüncesi tasarlanmıştır. Buna ilişkin açıklama Sartre’da Geleneksel Felsefenin (Rasyonalist ve Empirist) İmgelem Düşüncesi başlığında yapılacaktır.

24 Jean-Paul Sartre,a.g.e., s.120-121.

25 Mark Rowlands, “Sartre, Consciousness, and Intentionality”, Phenom Cogn Sci, vol. 12, August 2013, s.522.

(23)

19

düşünceye sunan bir şey olarak tanımlanmaktadır. Bunun sonucunda ise imge-gösterge kuramı ortaya konulmaktadır.26

Sartre temel olarak İmgelem’de imgenin duyumlanabilir olduğu düşüncesinden hareketle imge ve algının özdeş olduğunu varsayan düşünceleri eleştirmektedir. Bu düşüncelerde, algı ve düşünce arasında yeri bulunamayan imge, daha sonra algı ile olan özdeşliğinden kurtarılmaya çalışılmaktadır. Buna yönelik özdeşlik temelinde imge ve algı ayrımını verecek olanın ne olabileceği problemi ortaya çıkmaktadır. Sartre İmgelem’de bu probleme, “yargılama” düşüncesiyle çözüm arayanlardan biri olarak Spaier’ı göstermektedir.27

Bu düşünce kapsamında düşüncenin yardımcısı konumunda yargı gösterilmektedir.

Bununla imge ve algı özdeşliğinde belirleyicilik yargı edimine bırakılmaktadır. Ancak, Hume’un etkisiyle, duyumlar arasındaki yeğinlik farkının, imge ve algı ayrımını gerçekleştirecek etken olarak gösterilmesi yeterli olmamaktadır. Bu amaçla Taine, imge ve algı ayrımına düşünceyi de dahil etmekte fakat duyumlar arasındaki mücadelenin sonucunu yargı edimine bağlamaktadır. Böylece bir şeyin imge mi algı mı olduğunun kararı yargı edimine bırakılmaktadır. Bu durumda yargı, düşüncenin işlevini sınırlarken öte yandan nesnel gerçeklik tarafından da sınırlanmaktadır. Çünkü yargı edimindeki dayanak noktası dışarı ile olan uyum ve uyumsuzluktur.28

Ancak imge ve algı özdeşliğinde yargılama çözümüyle imgenin ortadan kaldırıldığı düşünceler de bulunmaktadır. Sartre bu durumu İmgelem’de Alain’ın sözleriyle gösterir:

“İstenildiği gibi düşünülmez. İstenildiği gibi düşünüldüğünü sandıransa, bir insanın zihnine gelen düşüncelerin hep hemen hemen duruma uygun düşünceler olmasıdır […] Olur da düşlere kapılırsam, göz açıp kapayıncaya kadar sürer ancak […] ya

26 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 91.

27 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.91.

28 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.100.

(24)

20

algılarımı zaman zaman yoklayan bu düşlemler nereden geliyor acaba? [...]

Düşüncelerimiz burada bulunan şeylerin suretidir; düş kurma gücümüz de söylendiği kadar uzun boylu değil.”29

Böylece imge, bu yanlış yargı sonucunda ulaşılan şey olarak düşünülmektedir. Bunun sonucu olarak denebilir ki bir şeyin imge mi yoksa algı mı olduğu yargısı, dışarı ile uyumluysa gerçeklikte, uyumsuzsa psişik olanda olduğu yönündedir. Öte yandan Sartre’a göre, bu durumda ilk olarak kendini nesne olarak olumlayan imgeyi öznel kılacak olanın ne olduğunun sorulması gerekmektedir. Lakin modern psikoloji tarafından bu öznelliğin kaynağının ne olduğu problemi cevapsız bırakılmaktadır.

İmge ve algı özdeşliğindeki ayrımı imge üzerinden tanımlayanlar da bulunmaktadır.

Sartre buna örnek olarak, Meyerson’un imgeyi duyumlanabilir verinin ussallaştırılması olarak tanımlamasını göstermektedir.30 Bu tanımlama imgenin madde ve biçim olarak ayrılmasıdır.

Duyumlanabilir olanın ussallaştırılması onun biçimi olmaktadır. Bu durumda Meyerson da imgeyi yeniden düşünülen algı olarak tanımlayarak imgeye ilişkin kesin bir çözüm getirememektedir. Çünkü bu tanımlama da ilk olarak algının neden ilk durumda düşünülmüyor olduğu ve ikinci olarak da düşünce edimi olmayan algıların olup olmadığı şeklinde soruları doğurmaktadır. Böylelikle imgeye ilişkin getirilen her çözüm önerisiyle çözümlenemeyen farklı sorunlar ortaya konulmaktadır. En başta yapılan imge ve algının özdeş olduğu hatalı düşünce ikisinin maddelerini ve yönelmişliklerinin aynı olduğu yönündeki düşüncelere neden olmaktadır. Oysaki imge ve algı, hem maddeleri hem de yönelmişlikleri açısından farklılık göstermektedir. Sartre’a göre, bu açılardan imge ve algı özdeşliği düşüncesi, düş ile uyanıklık arasında ayrım yapılmasını imkânsız hale getirmektedir.31

29 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.129.

30 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 109.

31 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.109-110.

(25)

21

O halde denebilir ki, algı ve düşünce arasında kalan imgeyi duyumlanabilir içerik olarak alan modern psikoloji kuramları, imgeyi ve onun düşüncesini ayırarak yanlış bir ayrım yapmaktadırlar. Böylelikle bu ayrım sonucunda imgenin düşüncesi ona verilen anlam olarak ele alınmaktadır. Nihayetinde imge, düşüncenin dışında, fakat anlamı ile düşünülebilen olarak kendini göstermektedir; imgenin kendisi duyumlanabilir yanını oluştururken, düşünülür yanı anlamda bulunmaktadır. Bunun sonucunda ise imge ve algı özdeşliğinin ayrımı imgenin düşüncesine verilerek; imge yeniden doğan algı, düşüncesi ise ona verilen anlam olmaktadır.32

Sonuç olarak, modern psikolojinin imgelem düşüncesinde imge maddesel temele dayandırılmaktadır. Bu dayanak arayışı ile imge, kendisine verilen duyumlanabilir içerikle bir şey halini almaktadır. Bu durum imgeyi ortadan kaldırarak onu şeyin sureti görünümüne bürümektir. Sartre “zihinsel imge algı ile bir tutulursa, imge kendi kendini yıkar ve de insan Alain gibi imgeye yer vermeyen bir imge kuramı oluşturmaya sürüklenir”33 ifadesiyle imge ve algı özdeşliğinin ortaya çıkaracağı sonucu göstermektedir. Nihayetinde düşünce ile şey arasındaki ilişkinin tasarlanamaması sonucunda imge ya bilinçdışına atılmakta ya da tümden reddedilmektedir.

1.1.2. İçkinlik Yanılsaması

Genel olarak Sartre’ın önceki başlıkta irdelenmeye çalışılan modern psikolojinin imgelem düşüncelerine getirdiği eleştirilere bakılırsa, eleştirilerin temel noktasının kendinde- varlık tarzının sahip olduğu varoluş farklılığını yok saymaları oluşturmaktadır. Bu kuramlar metafiziksel hataya düşerek imgeyi ortadan kaldırmaktadır. Nitekim düşülen bu hata ile imge, sahip olduğu bütün niteliklerden soyutlanarak olmadığı bir “şey”e dönüştürülür; eylemsizlik

32 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.122-123.

33 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.130.

(26)

22

içinde, bilincin dışında ve kendisini bilince sunan daha az şey olarak tanımlanmaktadır.

İmgenin şey olarak tanımlanması sonucunda imgelem bilinçte oluşturulan nesneye ait bir görüntü halini almaktadır. Dolayısıyla imgenin zihinde nesnenin görüntüsü halinde tanımlanması imgelemi bu görüntülerin üzerine düşünülmesi olarak ortaya koymaktadır. Bu durumda imgelem, görüntü ve deneyim olarak açığa çıkmaktadır. İmgenin şey olarak düşünülmesi bir tür yanılsama halinde olmaktır. Sartre bu durumu “içkinlik yanılsaması”

olarak tanımlar.34

İçkinlik yanılsamasında bilinç şeylerin taklitleriyle dolu bir yer olarak görülmektedir.

Bununla bilinç dış dünyadakine benzer nesnelerden oluşturulmaktadır. Aynı zamanda bu düşünce “şeycilik” düşüncesi olmaktadır. Şeycilik düşüncesinin kendini gösterdiği iki durum bulunmaktadır. Bunlardan biri, bilincin nesnesinin dışarıdaki nesnenin içsel bir taklidi olduğu, imge ve algı arasındaki farkın nesnenin konumuna dayandırmakta, diğeri ise var olmamanın öznellik olduğunu düşünmektedir.35

İmgelem üzerinden var olmayana ilişkin yapılan öznellik yorumu önemlidir. Nitekim imgenin varlık üzerindeki öznel bir tutum olduğu düşüncesi imgeyi gerçeklikten soyutlayarak ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir yanılsama imgeyi algı üzerinden, imgelemi de gerçeklik üzerinden geçersiz kılmaktadır. İmgeye ilişkin öznellik yorumu, imgeye ilişkin nitelikleri ortadan kaldırdığı için bu gibi durumlarda imgesiz imge düşüncesi ortaya konulmaktadır.

Sartre’ın yanılsama olarak adlandırdığı şey bu düşüncelere bakıldığında, gerçeklik alanı içinden öznel bir imge alanı oluşturmaları olmaktadır. Bunun sonucunda ise imgesiz, öznel olan bir imgelem dünyası ortaya konulmaktadır. Oysaki böyle bir imgelem düşüncesi, Sartre’ın özgürlük felsefesindeki imgelem düşüncesine bir hayli uzaktır. İçkinlik

34 Jonathan Webber, “Philosophical Introduction”, içinde: Jean-Paul Sartre, 2004, s. xx.

35 Simon Gusman, “To the Nothingnesses Themselves: Husserl’s Influence on Sartre’s Notion of Nothingness”, Journal of the British Society for Phenomenology, vol. 49, no: 1, 2018, s. 62-6.

(27)

23

yanılsamasındaki imgelem düşüncesinde bilinç, gerçekliğe ve bu gerçeklikteki varlığa bağımlı tutulmaktadır.

1.2. Sartre’da Geleneksel Felsefenin (Rasyonalist ve Empirist) İmgelem Düşüncesi

Sartre İmgelem’de modern psikolojinin yanı sıra geleneksel felsefenin imgelem düşüncesine de eleştiriler getirmektedir. Bu eleştiriler birbiriyle benzerlik gösterir, çünkü modern psikoloji temelde geleneksel felsefedeki imgelem düşüncesinden etkilenmektedir. Bu nedenle modern psikolojideki imgelem düşüncesinin şekillenmesi bu gelenekler üzerinden gerçekleşmektedir. Sartre’ın özgürlük felsefesindeki imgelemin rolünün daha anlaşılır olabilmesi için, geleneksel felsefenin imgelem düşüncesinin ve buna ilişkin eleştirilerinin incelenmesi de gerekli olmaktadır. Modern psikolojideki imge ve düşünce ayrımı, Descartes ve Spinoza’nın bilincin dışında tutulan imge anlayışlarına uzanmaktadır. Bu düşüncelerde imge, bilicin dışında bedene tabii olan şeklinde gösterilmektedir. Nihayetinde modern psikolojinin imgelem düşüncesinde karşılaşılan imge ve düşünce probleminin, geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerinde de çözülmeye çalışılan bir problem olduğu görülmektedir.

Sartre İmgelem’de Leibniz’in, imgenin ussal olanla ilişkisi bağlamında, imgeyi anlıksal olana dahil etmeye çalışarak, bilincin açık-seçik düşüncelerine karşı imgenin karışık düşünceleri olduğunu ortaya koyması ve bu karışık düşünceyi de nesnenin göstergesi ve anlatımı olarak ele almasıyla başlamaktadır. Burada imge, düşünceye onun aracı olarak dahil edilmektedir. İmge, düşüncenin ihtiyaç duyduğu bir şey olmaktadır.36 Leibniz’in imge-

36 Jean-Paul Sartre, 2009, s.18.

(28)

24

düşünce ilişkisindeki iç deneyin ulaşamadığı düşünce anlayışı çağrışımcılığa37 karşı modern psikolojinin imgelem kuramlarında kendini göstermektedir:

“Kavramların oluşumu açısından imgeler gereklidir, insanda doğuştan gelen tek bir kavram bile yoktur […] Zihnimiz soyut kavranılabilir olandan daha başka kavranılabilir tasarlayamaz doğrudan doğruya; soyut kavranılabilir de, imge tarafından ve de imgeyle birlikte anlıksal etkinlik yoluyla üretilebilir bir tek.”38

Sartre, Hume’u ise imge ve düşünce ilişkisinde ikisinin aynı doğaya sahip olduklarını, düşünceyi imgeler dizisi kılarak göstermesini eleştirmektedir. Sartre’a göre Hume, tindeki izlenimler sonucunda düşünceyi ortaya koymaktadır.39 Bununla düşünce ve imge, nesnenin göstergesi konumunda bilinçdışına atılmaktadır. Sartre için, Hume’un imge ve algı farklılığını yeğinlik farkında görüp, güçsüz izlenimleri imgeye, güçlü izlenimleri ise algıya atfetmesi imge ve algı ayrımını sadece nicelik bakımından yaptığı için yeterli olmamaktadır.40

Oysa Sartre, imge ve algının deneyimlerinin farklı olmalarından, ikisi arasındaki farklılığı gözlem üzerinden ele almaktadır. Algıda algılanan nesnenin gözlemlenmesinde, nesne her zaman belirli bir açıdan görünmektedir. Bu nedenle nesnede görünür olandan çok daha fazlası bulunmaktadır. İmgelemde ise yarı-gözlem gerçekleşmektedir. Nesnenin belirli açılardan nasıl görünebileceğine dair özellikler kavramsal düşünceyle paylaşılır. Dolayısıyla imge ve algı arasında bilgi ve deneyim ilişkisi açısından da farklılık söz konusudur; algıda bir nesnenin bilgisine deneyim ile ulaşılırken, imge deneyimden önce gelmektedir.41

Modern psikolojideki imge ve düşüce ilişkisindeki düşüncenin çağrışımları nasıl yönetebildiği probleminin öncülü de geleneksel kurumlardaki, düşünce hayvansal tinleri nasıl

37 Bilinç içeriklerinin bilincin dışında bırakılması düşüncesidir. Bununla gerçeklik olarak sadece dış dünya alınmaktadır. Böylece bilinç nesnesiyle olan ilişkisinde dikkate alınmamaktadır.

38Jean-Paul Sartre, a.g.e.,s.39.

39 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.20.

40 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.115.

41 Jonathan Webber, “Philosophical Introduction”, içinde: Jean-Paul Sartre, 2004, s. xxi.

(29)

25

yönetebilir sorusuna dayanmaktadır.42 Temelde aynı tutulan imge ve düşünce probleminde hem modern psikoloji hem de geleneksel kuramlar için önemli olan sorunun, kendiliğinden olmayan, bilincin dışındaki, eylemsiz imgenin nasıl var olabildiği sorusu olduğu görülmektedir. Bu soru karşısında genel tutum olarak bilinçdışı tasarısına gidilmektedir.

Nitekim bu, eylemsiz içerik olan imgelerin bir yerde tutulduğuna dair kurtarıcı bir düşünce olmaktadır.

Sartre daha sonra Bergson’un, bilinç ve bilinçdışının aynı doğaya sahip oldukları düşüncesini ele almaktadır. Bu durumda bilinç-olmayan yoktur, kendini bilmeyen bilinç vardır ve maddi dünyanın bütünü imgelerden oluşmaktadır. Bu düşüncede “şey”, kendi varoluşunda bilinç olmaktadır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan imge-anı, imge-beden ilişkisinin nasıl gerçekleştiği problemiyle imgeye ilişkin problemlerin çözümünden ziyade, yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Bergson’un metafizik anlayışındaki imge de donmuş bir şey olarak bırakılmaktadır. Dolayısıyla imgenin “şeycilik” düşüncesinde tutulması sonucunda yaratıcı imgeleme ilişkin sorular cevaplanamamaktadır.43

Sartre’a göre, her ne kadar Bergsoncular tarafından imgeye devingenlik ve esneklik nitelikleri verilse de bu nitelikler, Hume’un ve onun etkisiyle Taine’in mekanik nedenselliğini, biyolojik belirlenimciliğe dönüştürmek için verilmektedir. Nitekim buradaki belirlenimci canlı imge anlayışı ile yaratıcı imgelem düşüncesine yaklaşılsa da imgenin duyumlanabilir yanı hala korunmaktadır. Bu nedenle duyumlanabilir olan imge düşüncesi imgeyi sınırlayıcı bir eylemsizliğe hapsetmektedir. Her ne kadar imge, anlamını psişik yaşamdan alır düşüncesi ile imge ve düşünce türdeşliği ortaya konulsa da imgenin şey kimliği korunmaktadır.44

42 Jean-Paul Sartre, 2009, s. 120.

43 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.49.

44 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 68-70.

(30)

26

Geleneksel felsefenin imge düşüncesinde de imge ve düşünce ilişkisinin kurulabilmesi için ikisini bağlayacak nedensel şeyler aranmaktadır. Modern psikolojide Ribot’un birlik ilkesi gibi Bergson da şema düşüncesini öne sürmektedir. Bergson’un şema düşüncesinde imgelerin yeniden kurabilmesi için şemadan imgelerin olduğu alana inilmektedir. Dolayısıyla modern psikolojideki imgelem kuramlarının temelinde olan “yeniden doğan duyum”, Bergson’da anımsama ile kendini göstermektedir.45

Sonuç olarak, hem modern psikolojinin hem de geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerinde yaratıcı imgelem açıklanamamaktadır. Bu kuramların imgelem düşüncelerindeki genel sorun; eylemsiz olarak tanımladıkları imgeyi bilince yerleştirmenin nasıl mümkün olduğu meselesidir. Duyumlanabilir bir içerik olarak görülen imgenin birçok farklı şekilde bilinç ve düşünce ile olan ilişkisi açıklanmaya çalışılsa da imgeyi bilince taşıma girişimleri sonuçsuz kalmaktadır. Çünkü algı ile özdeş tutulan imge anlayışında ya algıdan ya da imgeden vazgeçmek gerekmektedir. Çünkü bu durumda gerçeklik ile düş arasında kalınarak bilinmezliğe, yanılsamaya düşülmektedir:

“Herhangi bir biçimde, “imge” psişik yapısının temelinde (ussallaştırılmış ve yeniden düzenlemiş bile olsa) yeniden-doğan bir duyum varsa, nasıl yaparsak yapalım, imge ile gerçek, uyanıkkenki dünya ile düş dünyası arasına bir ayırım getirmek de köklü biçimde olanıksızlaşır.”46

Bu kuramların ikilem arasında kaldıkları diğer bir sorun ise, imgenin ya tümüyle düşünce ya da tümüyle duyumlanabilir içerik olarak alınması gerektiği olmaktadır. Çünkü duyumlanabilir içerik olarak alınan imgenin sonradan ussallaştırılma girişimleri gereksiz olmaktadır. Dolayısıyla ya imgeyi tümüyle düşünce olarak alıp imge ile düşünülebilecektir ya da duyumlanabilir içerik olup imge dolayısıyla düşünülebilecektir. İkinci durumda imge, yalnızca bilinçten ayrılarak kendini bilince gösteren bir şey olmaktadır. Sartre için, ilk durum

45 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 64.

46 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 110.

(31)

27

imkânsızdır. Çünkü Sartre düşüncesinde bu durum, içeriği olmayan bilinci belli bir içeriğe bağlı kılmaktır.

Bilinç, dünya içinde iki farklı şekilde olmaktadır. Bunlardan biri; dünyanın bilince şeylerle dolu kompleks olarak görünmesi diğeri ise; şeylerin olmadığı bir bütünlük olarak görünmesidir. Nitekim ilkinde bilincin dünyaya ulaşımı şeyler aracılığıyla olurken, ikincisinde ise değiştirilebilir bir dünya söz konusudur. Bu değişimin aracılığını yapacak olan da imgelemdir. Bu yüzden bilincin dünya karşısında onu değiştirebilecek güce sahip olabilmesi için dünya ile arasında aracı görevi üstlenen şeylerin ortadan kalkması gerekmektedir.47 İmgelem ancak bu şekilde gerçekliğin karşısında olabilir. Yaratıcı imgelem için gerekli olan şey de budur; dünya ile karşılaşmak. Böylece insan, yaratıcı imgelem aracılığıyla değiştirebildiği dünyada istediği şekilde yaşabilmektedir. İnsan gerçeklik karşısında pasif değildir; onun için bu şeylerin bir anlamı bulunmaktadır.48 İnsan bu anlama imgelem ile ulaşmaktadır. Modern psikolojinin ve geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerindeki eksiklik bu anlam eksikliğidir. Bu nedenle bu kuramlarda imgelem bir yanılsama olarak görülmektedir. İmge algıyla özdeş tutularak insan, gerçeklik ve yanılsama dünyasına hapsedilmektedir. Oysaki imgelem, yanılsama veya anlık kısa düşler değil, insanın verili olan dünyayı dönüştürme hali olmaktadır.

Sartre olması gereken imgelem düşüncesinin “fenomenolojik psikoloji” ile oluşturulabileceğini düşünmektedir. İnsana ilişkin olanın anlaşılır olabilmesi için sadece gerçek olan şeylerin incelenmesi yeterli değildir. Çünkü gerçeklikte olan şeyler insandan bağımsız yapılara sahiptir.49 Bu nedenle imgelem teorilerinde yapılması gereken şey anlama yönelmektir. Öte yandan bilgi için deneyim elbette gereklidir; fakat bunları birleştirip ayırarak verili olanın işlenebilmesi anlamı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle bilgi sürecinde bilincin

47 Marjorie Grene, “Sartre’s Theory of the Emotions”, Yale French Studies, vol. 1, 1948, s.97.

48 Jonathan Webber, “Philosophical Introduction”, içinde: Jean-Paul Sartre, 2004, s. xxvi.

49 Marjorie Grene, a.g.m., s.98.

(32)

28

aktif rolü göz ardı edilemez. Çünkü insan kendisinin farkındalığı ile sürekli olarak eylem halinde olmaktadır. Dolayısıyla insanın eylem içerisinde oluşunun imge ile olan ilişkisine, aktör ve rolü bağlamında bakılabilir. Nitekim aktörün eyleyerek içinde bulunduğu oyunda imge oluşturması gibi bilinç de verili dünya içinde imgelem ile kendi rolünü oluşturmaktadır.

Bilinç kendisinin farkında olduğu gibi aynı zamanda imgelerinin de farkında olmaktadır.50

Sonuç olarak, bu kuramların göremedikleri şey imgeye yönelik anlamın ne olduğudur.

Bu yüzden imge düşüncesi deney ile mekanik anlayış üzerine inşa edilmektedir. Böylece bu anlayış ile insandan soyutlanan imge, dışarıda aranarak anlamını kaybetmektedir. Dolayısıyla imgenin bilinçle olan ilişkisindeki rolü de ortadan kaldırılarak bilinçdışı bir şey ya da bir yanılsama olarak gösterilmektedir. Nihayetinde bilinç, salt gerçeklik dünyasına hapsedilerek yaratıcı etkinliğinden alıkoyulmaktadır. Oysaki Sartre’da imgelem, bilincin yaratıcı bir etkinliği olduğundan mevcut, yani var olanla ilgili değildir. Böylece Sartre’ın İmgelem’in sonunda belirttiği üzere, imgelem bilincin vazgeçilmez bir parçası olup, gerçekliğin tutulmasıdır. Nitekim özgürlük için mevcut olanın ötesi tasarlanmalıdır; imgelem bilinci için de verili olan dünyadan kaçılabilmesi gerekmektedir.51

Sartre’ın özgürlük felsefesinin imgelem anlayışı doğrultusunda Husserl’den etkilendiği bilincin her zaman bir şeyin bilinci olduğu ilkesi bilincin nesnesine yönelimi ile gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bilinç, nesnesine sürekli olarak yönelim halinde olup nesnesini dışarıdan yakalamaktadır. Nitekim bilincin nesnesi ile olan ilişkisinde, nesnenin bilince özdeş bir şey olarak sunulması bilincin nesne karşısındaki etkinliğini ortadan kaldırmaktır. Oysaki bilinç, nesne karşısında onu değiştirecek güce sahiptir. Bu bakımdan bilinç dünyayı “araçsal kompleksler” bağlamında düzenler. Bu nedenle bilincin dünya karşısında yapıcı bir görevi bulunmaktadır. Bundan dolayı bilincin nesneyle olan ilişkisinde nedensel değil, mantıksal bir

50 Fred Newman, “The Origins of Sartre’s Existentialism”,Ethics, vol. 76, no: 3, 1966, s.179-185.

51 Cam Clayton, “The Psychical Analogon in Sartre’s Theory of the Imagination”, Sartre Studies International, vol. 17, no: 2, 2011, s.24-25.

(33)

29

ilişkinin aranması gerekmektedir. Sonuç olarak bu kuramların imge ve düşünce probleminde ortaya koydukları her nedensel bağlam, ikisi arasındaki ilişkiyi geçersiz kılmakta ve nesneyi bilincin karşısından alarak onunla özdeşlik içinde bırakmaktadır.52

1.3. Sartre Felsefesinde Husserl’in İmgelem Düşüncesinin Etkin Rolü

Sartre, imgelemi modern psikolojinin ve geleneksel felsefenin imgelem düşüncelerinde düştükleri içkinlik yanılsamasından kurtarmayı amaçlamaktadır. Sartre’a göre imgeleme ilişkin yapılan yanlıştan kurtuluş, ona karşı ancak farklı bir tavır alarak gerçekleşebilmektedir. Sartre imgeleme ilişkin bu tavrı “fenomenolojik psikoloji”de görmektedir. Çünkü hem fenomenolojide hem de psikolojide temelde olan şeyin, bilinç olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Sartre insan bilincinin temel yapılarını, fenomenolojik psikoloji ile oluşturmayı istemektedir. Genel olarak İmgelem ve İmgesel eserlerine bakıldığında, fenomenolojik ve psikolojik arka plan sunulduğu görülür. Bu doğrultuda Sartre, yaratıcı imgelem düşüncesini ortaya koyarken, fenomenolojik bağlamda Husserl’den, psikolojik bağlamda ise Janet’ten etkilenmektedir.

Husserl, Sartre’ın imgelem düşüncesine “yönelimsellik ilkesi” ile etkide bulunmaktadır. Sartre Yönelimsellik: Husserl Fenomenolojisinin Temel Düşüncesi makalesinde Husserl’in yönelimsellik ilkesinin bilincin varoluşunu ortaya koymasındaki önemi göstermektedir. Nitekim bilincin varoluşu ve onu bilinç yapan şey bu ilke doğrultusunda ortaya çıkmaktadır. Yönelimsellikle bilincin kendisinden başka bir şeyin bilinci olma zorunluluğu bilincin dünyadaki şeylerden farklı, onların dışında ama onların

52 Gary E. Jones, “Sartre, Consciousness, and Responsibility”, Philosophy and Phenomenological Research, vol. 41, no: 1-2, 1980, s.234-235.

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin, Pierce’e göre, “bir tümcenin anlamı, tamamen, onun doğruluğu için kanıt olarak sayabileceği şeye döner”, ve Duhem’e göre, “teorik

(1997), Nous, Energeia and Non-discursive Thinking in Aristotle, England: University of Bristol, ss.. Potansiyel olan varlık ise hem var olma olanağına hem de var olamama

Subhî Edhem Bey’in Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış ilk genel bilim tarihi çalışması olan Fen Adamları adlı kitabının bugüne kadar dilimize aktarılmamış

Adorno sanat eserinin sanatsal niteliğini özerk bir sanatın içkin doğasıyla değerlendirmiştir. Ona göre, bir sanat eserinin niteliği, eserin monadik özünde içkin

6 gelişme ve özgürleşmenin dayanağı görülen proleter sınıfa bağlı olarak genel öznellik ya da bireysellik biçiminde ortaya konulmasına karşılık;

Nitekim bununla ilgili olarak Şiddet ve Metafizik adlı yazısında Derrida, Levinas için de varlığın ötesinde bulunan İyi‟nin, yalnızca bütünlüğü aşmadığını, Varlık

Bauman, genel olarak toplumsal dönüşümlerin ne olduğuna dair fikirler ileri sürmektedir. Geleneksel, modern ve postmodern dönemdeki dönüşümlerin anlaşılmasına

Bu doğrultuda Nietzsche, Hıristiyan değerlerden bağımsız bir ahlaklılığı bireysel evrim üzerinden ortaya koymaktadır. Nietzsche’nin evrim üzerine düşüncesi de onu,