• Sonuç bulunamadı

1.6. Sartre’ın İmgelem Düşüncesi: Özgürlüğün Kökeni Olarak İmgelem

1.6.2. İmgelemin Büyüsel Tavır ile İlişkisi: Dünyanın Dönüşümü

58

59

nedenle insanın varoluş biçimlerinden bir diğeri duygulanım olmaktadır.150 Sartre, duygu kuramlarındaki davranışsal, fizyolojik incelemelere bakılması yerine duygudaki anlam incelemesine yönelmektedir. Her ne kadar dünya ile olan ilişkisinden dolayı duygulu bilinç, dünya bilinci olsa da duygulanımın kaynağı dışsal nedenler olmamaktadır.151

İmgelemdeki duygularda var olmayan nesne ile karşılaşılmaktadır. Bu nedenle duygunun oluşabilmesi için imge nesnesinin her zaman orada bulunması gerekmektedir. Sartre, imge nesnesine karşı gerçekleşen bu duygulanımları, insanın kontrolü dışında gerçekleşen bir kendiliğindenlik olarak tanımlar; imge, nesnenin gerçek dışılığına özgür bir şekilde katılma halidir. Burada imge, nesnenin yokluğu karşısında gerçekleşen etkilenimin sonucudur.152 Dolayısıyla imgelem bilincindeki duygulanımlar ile algısal bilinçte gerçekleşen duygulanımlar arasında farklılık söz konusu olmaktadır. Çünkü imgesel olanda duygu, varlığın olmayışı üzerinden gerekleştiği için varlığa ilişkin bir neden olması gerekmez; duygu, kaynağını varlığın yokluğundan almaktadır. Genel olarak imgeleme bakıldığında, temelde imge ve algı arasındaki farklılığın duygulanıma değin uzandığı görülmektedir. Dolayısıyla imgelem ile insana her açıdan yeni bir dünya anlayışı sunulmaktadır. Öte yandan Sartre bu yeni dünyada yaşayacak olanın gerçeklikteki yaşayan gerçek ben olmadığını söylemektedir.153 Böylece iki dünya anlayışı ile iki ben ortaya çıkmaktadır; hayali ben ile gerçek ben. Sartre, insanın bunlar arasındaki seçimini, hangi ben olarak hangi dünyada yaşayacakları tercihini insanın kendisine yüklemektedir.154

Bu durumda Sartre’ın imgelem düşüncesinde paradoksal bir durumla karşılaşılmaktadır.

Eğer imgelemin duygulanım üzerinden büyüsel olanla ilişkisi varsa bu Sartre’ın İmgesel’in sonunda özgürlük olarak gösterdiği imgelem düşüncesine soru işareti koymaktadır. Bu

150 Jean-Paul Sartre, 2018a, s.18-19.

151 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.45-50.

152 Jean-Paul Sartre, 2004, s. 140.

153 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 146.

154 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.146.

60

durumun hem daha anlaşılır olabilmesi hem de çalışmanın ikinci bölümünde ele alınacak Sartre’ın özgürlük felsefesinde imgelemin konumundaki değişikliğe temel hazırlamak için büyünün egodan imgeleme uzanan çizgisini tekrar etmek gerekmektedir. Bilincin büyüsel tavrının Sartre felsefesindeki çizgisini kısaca özetlemek gerekirse şöyle bir tabloyla karşılaşılmaktadır: Çalışmanın önceki başlıklarında büyünün ego, duygulanım ve imgelemde açığa çıktığı açımlanarak genel haliyle büyünün Sartre’ın bilincin karşıt durumlarının – etkinlik ve edilginlik- bir araya gelmesi olarak açıkladığı gösterilmektedir. Ego’nun Aşkınlığı’nda egonun kendi hallerinden etkilenmesi olarak gösterilen büyüsel tavır Sartre tarafından yozlaşmış bilinç durumu olarak; Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı’nda duygulanım üzerinden nesneye kazandırılan alternatif niteliklerle sağlanan dünyadan kaçış ve dünyanın dönüşümü usdışı niteliğinde büyüsel tavır olarak tanımlamaktadır. İmgesel’e gelindiğinde ise duygulanımda büyüsel olan için dünyanın yok sayılmasının imgelemin yaratıcı etkinliğiyle örtüşmesi sonucunda imgelemde büyüsel olanın izleri görülmektedir.

Öyleyse bu durumda imgelemin bilincin özgürlüğünü gösterirken aynı zamanda bu özgürlüğü büyüsel tavırla maskelemeye çalıştığı da görülmektedir. O halde Sartre’ın imgelem düşüncesi için iki sonuca ulaşılmaktadır.

Bunlardan ilki; imgelemde ortaya çıkan bilincin yaratıcı potansiyeli insanın içten gelen özgürlüğünü göstermektedir. Bu imgelemin özgür yapısı olmaktadır. İmgelem ile varlığa yönelim ve bununla herhangi bir içeriğe sahip olmama durumu, özgürlüğe engel olacak şeyleri dışarıda bırakmaktır. Bu anlamda Sartre, insana sonsuz bir sorumluluk yüklemektedir.

İnsanı belirleyecek hiçbir şeyin olmaması ve bütün belirlenmişliklerin dışında olması bu özgürlüğün sonucu olmaktadır.155 Sartre İmgesel’in sonlarına doğru imgelem bilincinde nesnenin bilincin algılamada olduğundan farklı bir biçimde ilişki içinde olduğu göstererek

155 Mark Rowlands, a.g.m., s.528-529.

61

imgelem bilincinde nesneye olmadığı yerlerde yönelimin olduğunu söylemektedir.156 Bu da imgelem bilincinin, nesnesini var olmayan olarak ortaya koymasıdır. Dolayısıyla imgelemde bilincin gerçekleştirdiği olumsuzlama eylemi gerçekleşmektedir. Bilinç bu olumsuzlama eylemi ile içinde bulunduğu dünyanın gerçekliğinden kaçarak uzaklaşır ve bu uzaklaşma bilincin özgürlüğü olmaktadır.157 Nitekim Sartre imgelemin olumsuzlamayla olan ilişkisini Varlık ve Hiçlik’te hiçliği dünyaya getiren olarak göstermektedir.

İkincisi; Sartre’ın bilincin büyülü tutumları yozlaşmış, mantık dışı olarak nitelemesiyle gözden düşürmesi ve bunun sonucunda imgelemin özgürlüğü maskeleyen tarafta yer almasına yöneliktir. Sartre imgelem bilincine atfettiği sezgisellikle dünyadaki şeylerin bütününü kavranabilir olarak göstermektedir. Oysaki bu durum Varlık ve Hiçlik’te değişmektedir.

Çünkü Sartre Varlık ve Hiçlik’te hiçlik olarak gösterdiği bir diğer durum bilincin zamansallığı olmaktadır. Sartre bilincin zamansal oluşuyla bilincin gerçekliği bütün olarak sezebilme yeteneğini sorgulamaktadır. İmgelem ile ulaşılan gerçekliğin bütünlüğü zamansallık ile parçalanmaktadır. İmgeleme ilişkin bu paradoksu Sartre’ın edebi eserleri aracılığıyla görmek mümkündür. Nitekim imgelemin sanatsal yaratımla olan ilişkisinde bilincin özgürlüğü maskeleyerek kendinin tutsağı olduğu görülmektedir.

156 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s. 182.

157 Jean-Paul Sartre, a.g.e., s.182-184.

62

2. BÖLÜM: İMGELEMİN ZAMANA İKAME OLUŞU: ÖZGÜRLÜK VE ZAMAN İLİŞKİSİ

Bir önceki bölümde, bu çalışmanın iki temel konusundan biri olan imgelem kavramının özgürlük ile olan ilişkisi açımlandı. Bu bölümde ise temel konulardan bir diğeri olan zaman kavramının özgürlük ile ilişkisi açımlanacaktır. Zaman kavramının Sartre’ın özgürlük felsefesindeki anlamının ne olduğuna bakılmadan önce, Sartre’ı özgürlük düşüncesinde zaman kavramına yönelten nedenlerin ne olduğuna bakılması gerekmektedir.

Bu amaçla Sartre’ın, fenomenoloji düşüncesi bağlamında varlık anlayışı, varlığın ne olduğuna ilişkin düşünceleri irdelenecektir. Fakat bunun da öncesinde, Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te varlığa ilişkin yapmış olduğu fenomenolojik ontolojinin anlaşılır olabilmesi için fenomenolojinin ne olduğuna bakılması, sonrasında ise fenomenolojiyi hangi açılardan dönüştürerek kendi ontoloji anlayışına taşıdığının irdelenmesi gerekmektedir. Bu irdelemeler sonucunda Sartre’ın fenomenolojik ontoloji ve metafizik düşüncesinden hareketle özgürlük düşüncesinin nasıl zamansal bir boyut aldığı açımlanacaktır.

Sartre, insan varoluşunun dünyadaki yerini ve dünya ile olan ilişkisini metafiziğinde iki varlık tarzı olan kendinde-varlık (lêtre-en-soi) ve kendi-için-varlık (lêtre-pour-soi) tarzlarının farklılığı üzerinden anlatmaktadır. Bunlar arasındaki temel farklılık ise kendi-için-varlık olan insanın zamansallığıdır. Zamansallık, Sartre’ın insan varlığına Varlık ve Hiçlik’te atfettiği hiçlik anlatımıdır. Bununla Sartre hiçliği zamansallık bağlamında insanın proje158 bir varlık olması üzerinden anlatmaktadır. Ancak Sartre’ın bu proje varlık düşüncesinin anlaşılabilmesi için zaman analizindeki önemli bir noktaya bakılması gerekmektedir. Sartre’ın zaman analizinde eserler arası farklılıklar söz konusudur. Sartre, Varlık ve Hiçlik’te geçmişi olumsuzlayan bir zaman analizi ortaya koyarken, Bulantı’da eserin karakteri Antoine

158Sartre’ın insanı proje varlık olarak tanımlamasındaki proje kelimesinin anlamı; sürekli olarak geleceğe doğru gerçekleştirilen yönelimin olmasıdır.

63

Roquentin aracılığıyla geçmişi olumlayan bir düşünce ile karşılaşılmaktadır. Genel olarak bu iki esere ana hatlarıyla bakıldığında, Varlık ve Hiçlik’te özgürlük için yapılan zaman analizinin Bulantı’da mauvaise foi kavramı etrafında dönen bir anlatı olarak ortaya konulduğu görülmektedir. Sartre temel olarak Bulantı’da insan varoluşunun özgürlük kapısını iç daralması ve bulantı kavramlarıyla aralamaktadır. İnsan varoluşuna ilişkin bu durumlar, hem insanın kendi varlığıyla hem de kendinde-varlıkla olan karşılaşmasıdır. Bu karşılaşma sonucunda kendi-için-varlık ile kendinde-varlık tarzlarının karşılaştırılması gerçekleşmektedir.

Bulantı’da Roquentin, kendinde-varlık olmak isteyen kendi-için-varlıktır. Ancak bu durumun mümkün olamayacağının farkındadır. Tam olarak bu farkında olma durumu yabancılaşmayı doğurmaktadır. Böylece Roquentin hem kendine hem de çevresine yabancılaşır, çünkü varlığının eksikliğiyle karşılaşmıştır. Sartre romanda bu eksikliği daha çok gelecek üzerinden göstermektedir. Roquentin’in geleceğe doğru atılan tamamlanmamış varlık olması, onu bulantının içine atmaktadır. Dolayısıyla dikkatli bir şekilde bakıldığında Sartre’ın burada özgürlüğü, geleceğe doğru bir kaçış olarak aldığı görülmektedir. Varlık ve Hiçlik’teki zaman analizinde bulunan kendi-içinin geçmişe yönelik dönüştürücü gücü Bulantı’da bulunmamaktadır.

Bulantı’da zamansallığını yitiren Roquentin’le karşılaşılmaktadır. Geleceğin olanaklarından kaçarak kendine şimdiki zamanda donmuş bir geçmiş yaratma çabası benlik kurma arzusundan ileri gelmektedir. Sartre eserde bunu sanatsal yaratım üzerinden imgelem aracılığıyla göstermektedir. Nitekim Sartre imgelemin bütünselliği sezdiği yönündeki düşüncesiyle Roquentin’e şimdiki zamanda geçmişini donduran geleceğinden kopan bir dünya yaratmasını göstermektedir. Bu yaratım eserin sonlarında sanat eseri yaratımında kendini ortaya koymaktadır.159 Sartre’ın eserin sonunda Roquentin’i içinde bulunduğu

159 Wesley Fate Gunter, From Perception to Transcendence: Sartre’s Critique of Contemplation.

(Doktora Tezi). New York University, New York.2014, s. 91.

64

bulantıdan roman yazmakla kurtararak aslında anlatı üzerinden benlik yaratımını ele almaktadır.160 Sanat eserindeki tamamlanmışlığı ve değişmezliği nesnesini var olmayan olarak ortaya koyan imgelem bilinciyle görülmektedir. Sartre adeta varoluşun karşısına sanatsal yaratımla çıkmaktadır. Bulantı’da da varoluşun absürtlüğüne sanat eseriyle karşı çıkışın olduğu görülmektedir. Eserin sonunda gerçek dünyanın ve bilincin aşkınsallığının imgelem aracılığıyla sanat eseri üzerinden reddedildiği görülmektedir. Böylece Sartre’ın Edebiyat Nedir?’de de gösterdiği üzere gerçek dünyaya dahil olamayan bilinci sanatsal deneyim üzerinden özgürlüğünü sergilediği görülmektedir.161 Oysaki bilinç ve varlık arasındaki ontolojik ayrımı gösterecek olan bilincin zamansallığı özgürlüğü bilincin dünyasallığında göstermektedir. Bilincin sürekli olarak kendini geleceğe doğru aşmasını Varlık ve Hiçlik’te başkalarıyla olan ilişkisi üzerinden dünya-içinde-varlık olmasıyla açığa çıkmaktadır.

Sartre Bulantı’da zamanı anlık, şimdideki yaratımlar olarak göstermektedir; geçmiş yoktur veya olanaktır, şimdinin hizmetindedir. Varlık ve Hiçlik’te ise kendi-içine atfettiği zamansallık, kendi-içinin yaratımı olmaktadır. Bununla zaman, boyutlarından koparılarak süregelen bir donukluktan ziyade, kesin anların bulunmadığı, boyutlarının birbiriyle bağlantılı olduğu süreklilik olmaktadır.162 Bundan dolayı zamansal yeniden yaratım, kendi-içinin özgürlüğüdür. Her seferinde tekrar edilen seçim, yeniden yaratıma neden olmakta ve kendi-içinin sahip olduğu özgürlük ve zamansallık bir ve aynı anlama gelmektedir.

İnsanın proje bir varlık olması, hem imgelem yetisini hem de bu zamansal oluşu gerektirmektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken, Sartre İmgelem’de, imgelem bilinciyle

160 Christine Reimers, The Temporal Difference: “La Nausee” and “The Moviegoer” as Explorations of the Existential Self. (Doktora Tezi). The University of North Carolina at Chapel Hill, North Carolina.1999, s. 113.

161 Alan Ronald Aronson, Art and Freedom in the Philosophy of Jean-Paul Sartre. (Doktora Tezi).

Brandeis University, Massachusetts.1968, s. 234.

162 John J. Compton, “Sartre, Merleau-Ponty, and Human Freedom”, The Journal of Philosophy, vol.

79, no:10, 1982, s. 586.

65

gösterdiği var olmayanı, Varlık ve Hiçlik’te kendi-içinin, kendini hem kendi-için hem de başkası-için-varlık olarak olumsuzlaması ve zamansallığı üzerinden vermektedir. Kendi-içinin varoluşunu hiçbir zaman tamamlayamaması, kendini bulduğunu sandığı anda kendinden uzaklaşması, her seferinde “ne değilse o” olması zamansallığının göstergesi olmaktadır.

Kendi-için-varlık bütün belirlenimlerden uzaktır, varoluşu hep bir eksikliktir. Bu eksiklik halinin anlaşılabilmesi için öncesinde, kendi-içini “ne değilse o” yapan şeylerin neler olduğunun irdelenmesi gerekmektedir. Fakat kendi-içinin bedeni aracılığıyla başkalarıyla olan ilişkisi bu durumu askıya almaktadır. Bu noktada Sartre, kendi-içinin dünyasallığını ortaya koymaktadır.

Sartre insanın varoluşundan hareketle özgürlük felsefesini ortaya koyarak hem varoluşa hem de özgürlük düşüncesine ulaşmayı amaçlamaktadır. Çünkü özgürlük problemi temelinde ortaya koyduğu, insan varlığını anlamaya yönelik bir girişim olmaktadır. Sartre, özgürlüğü insan varoluşuyla özdeş olarak görmektedir. Bundan dolayı Sartre ontolojisinde, kendi-için-varlık olan insanın karşısına aldığı bütün belirlenimler özgürlük için de geçerli olmaktadır. Nihayetinde özgürlük, eylemlerin ve benzer her şeyin önünde, bilincin kendiliğindenliğine eşlik eden iç sıkıntısında yaşanmaktadır. Sartre, insanın içinde bulunduğu dünyada sınırlayıcı koşulların olduğunu kabul etse de bunlar, insan gerçekliğiyle ortaya çıkan şeylerdir. Böylece bunları ortaya koyacak olan, yine insan varlığı olmaktadır. Bu nedenle özgürlük ve durum birbiriyle bağlantılı ve birbirinin nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.

Böylelikle Sartre, insanı konumlandıran koşullar karşısında özgür seçimin ve her özgür seçimin sonunda da durumun bulunduğunu ortaya koymaktadır.163

İnsanın proje bir varlık olması onu sınırsız olanaklara ve bu olanaklarla birlikte seçim özgürlüğüne mahkûm etmektedir. Sartre özgürlük felsefesindeki seçime ilişkin anlatıyı edebi eserlerinde ortaya koyduğu karakterler bağlamında geniş bir şekilde işlemektedir. Genel

163 John J. Compton, a.g.m., s. 579-580

66

olarak bu eserlerde işlenen seçim özgürlüğüne olan mahkûmiyet, karakterlerin yazgısız yazgıları olarak ortaya konulmaktadır. Seçim, insanın kaçabileceği veya alternatifi olan bir şey olmayıp, mahkûm olduğu özgürlüğüdür. Bütün bunlar insan varlığının dünyadaki koşulları, dünyada olma halleri olmaktadır.