• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

4.19. Türk Sanatında Toplumsal Gerçekçilik

Sanatçı toplumu anlayan ve anladığı dilde yorumlayan; bulunduğu yörenin aynası niteliğindedir. Bu nedenle toplumda yaşanan her olgu sanatçıyı etkilerken bu durum onun sanat yaratımına da yansımaktadır. Sanatçının geçmişle bugün arasında bağlarını koparması mümkün değildir. Ama bugünün geçmişten farklı değerleri ve olguları vardır. Bu da dönemin gereklilikleri nispetinde ortaya konmuş koşulların gereğidir. Geçmişin sanatçısı kendi döneminde meydana gelen hususi olayları ortaya koyarken bugünün sanatçısı da bulunduğu dönemin koşullarını ele alıp işleyecektir. Fakat bugünün sanatçısı geçmişte meydana gelen olgulara sırtını asla dönemez. Aksi takdirde sanatını icra ederken eksiklikler peyda etmeye başlayacak, ortaya çıkacak eseri de evrensel bir boyut kazanamayacaktır. Bulunduğu dönemin şekillenmesine sebep koşullar, geçmişin peyda ettiği olgulardan meydana geldiği için yansımaları da bugünün mevcut olan değerlerin alt yapısını oluşturmuş olacaktır. Bu nedenle sanatçının yaşanan an ile bağlarını sıkı tutabilmesi için geçmişe sıkı bir şekilde sarılması gerekir. Nitekim bu durum insanoğlu için de hep böyle olagelmiştir. Her birey davranışının sebebini bir etki tepki ifadesinden sonra ortaya koyar. Rönesans’ın, Reformların ve Coğrafi keşiflerin vuku sebebine vakıf olmadan sonraki evrelerin gelişimi hakkında bilgi sahibi olmak pek mümkün olmayacaktır. Sanayi devriminin gelişim sürecini bilmeden günümüz şehir toplumları hakkında ortaya konacak yargı, eksik ve yanlış ifadelendirmelere sebebiyet verecektir.

114

Geçmişten günümüze gelinceye kadar geçen bu zaman zarfında insanoğlu, bilgisinin üzerine yeni bilgiler eklemeye başladı ve bu durum çevre koşullarına kendi zevkince şekil vermesine sebep oldu. Gelişen dünyada bilim insanı yapmış olduğu çalışmalar sonucunda elde ettiği verilerle çevre kültürünü değiştirmeye başladı. Bugüne değin gelen bilimsel kaynaklı çalışmalar sayesinde insanoğlu çevresel koşulları kendi yeni yaşam hayatına adapte etmeye başladı. Bu yaşanan değişimler dönemin sanatçısını da içine aldı ve etki olayına girerek yeni bir tepki durumunu meydana getirdi.

Endüstri çağı, insanlığın gelişmesinde kesin ve kaçınılmaz sonuçlar getiren iki büyük merhaleden biridir. İlk aşamada insan avcılıktan kurtulup toprağa yerleşmiş, tarım ve hayvancılık kültürü başlamıştı. İkinci aşamada ise insanoğlu topraktan koparak teknik dünyayı yaratıyor ve endüstrileşme başlıyor. Bu iki geçiş temelden bir değişikliğe yol açan tam bir devrim niteliği gösteriyor. Tüketicilikten üreticiliğe geçiş binlerce yıl sürmüş, insanoğlu yeni duruma alışıncaya kadar değişik güçlüklerin üstünden gelmek zorunda kalmıştır. Fakat bir kez toprağa yerleştikten sonra hepsini unutuyor ve bastığı yerin bir daha değişmeyeceğine inanıyor. Bu inanç Yenitaş döneminden yakın dönemlere kadar sürüyor. Buhar ve elektrik gücünün kullanılmasıyla beraber teknik gelişmeye başlamaktadır. Atom fiziği ve uzay denemeleriyle baş döndürücü bir hız kazanınca, tarım kültürünün temelleri sarsılmaya ve insan topraktan kopmaya başlıyor. Bu değişme sosyal yaşamı temelinden değiştiriyordu. Köylerden kentlere göç başlıyor, bu göçler büyük yığınlar halinde endüstri merkezlerinde toplanıyor. Düne kadar kendini toprağa bağlı duyan insan, makinalaşmış yapay bir dünya ya itilmeye ve böyle bir dünyada yaşamaya mahkûm edilmeye başlıyor. Sosyal konutlar, süper marketler, otomobil yolları, insanların üst üste yığıldıkları kamp alanları, yüzme havuzlarıyla endüstri düzeyinde yeni bir yaşam üslubu doğuyordu (İpşiroğlu, 2011, s. 13).

Endüstrileşme sürecinin varlığı Türkiye açısından; 20.yüzyılın ortalarından itibaren sosyo- kültürel ve iktisadi hayatı etkilemeye başlar. 1960 ve 1980 dönemi büyük bir değişimin yaşandığı zamanlardır. Bu döneme kadar 1. ve 2. Dünya Savaşı’nı geride bırakmış, birçok alanda demokratik adımlar atmış ve Batılılaşma sürecine girmiş bir Türkiye vardı. Yaşanan her olay Anadolu insanına yeni merhaleler kat ettirmiş ve düşünce boyutuna yeni eklemeler sunmuştur. 1950’li yıllara gelindiğinde Anadolu insanının fikir dünyası değişmeye başlamıştır. Gerek Batının getirmiş olduğu yeni fikirler olsun gerekse kat edilen her mesafelere yeni adımlar eklenmesi olsun bir önceki yıllara göre fikir boyutunun

115

değişmesine neden olmuştur. Bu durum tarım toplumundan yavaş yavaş sıyrılmaya çalışan bir Türkiye’nin sanayi topluma dönüşümünün ilk yıllarıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana birçok alanda mesafe kat etmeye çalışan Türkiye, Batının çoktan sanayiye geçmiş olması ve birçok konuda önde olması Türk insanında Anadolu’nun kalkınması için çabalarını artırmaya çalışmış ve bu gayretler sonucu yeni bir dönemin kapılarını açabilmiştir.

19. yy sonlarında Avrupa’ya gönderilen birçok öğrenci Batının önde olduğunu görmüş ve bu gördüğü bilgi ve birikimden faydalanarak vatanlarına dönmüşlerdir. İlk başta Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa’nın Paris’e gitmesiyle başlayan Batı geleneğindeki resim üslubunun yerini, vatanlarına dönüşünden itibaren sanatçıların Batı geleneğinin fikir yapısıyla kendi kültürümüzü yansıtan özgün resimlere bırakmaya başladı. Türkiye’ye döndükten sonra Sanayi Nefise Mektebini kurup burada ders vermeye başlayan Osman Hamdi Bey artık Türk resmini yeni boyuta taşıyacak öğrencilerini bulmuştur. Bu öğrencilerin bir kısmını Avrupa’ya göndererek Batıda değişen yeni sistemleri bizzat görmelerini sağlamış ve edindikleri tecrübelerle ustaları gibi vatanlarına hizmet eden bir birey haline getirmişti. Bu dönemden sonra Türk resmi yeni bir boyut kazanmaya başladı. Kendi değerlerimizi yansıtan, Anadolu’nun her merhalesini tuvaline aktaran ressamlar yetişmeye başladı. Her ne kadar değişim cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başlamış, tohumları bu dönemde atılmış olsa da asıl değişim yılları 1950’li yıllar ve sonraki dönemlerdir. Bu yıllarda yukarıda bahsedildiği gibi Türkiye henüz tarım toplumundan sıyrılamamış tam anlamıyla Batının düşüncesini özümsemediği, yeni yeni alışmaya başladığı yıllardır. Türk insanı, artık insan gücü yerine makine gücü ile çalışan yeni araç- gereçlerle tanışmaya başlamıştır. Teknolojinin hızlı bir şekilde Türk insanının hayatına girmesi, bu topraklarda yaşayan insanı her yönden etkilemeye başlamıştır.

Adnan Turani (Turani, A. 2011)’nin ‘Çağdaş Sanat Felsefesi’ adlı kitabında; endüstri toplumun yarattığı düzeni tanımlarken: XIX. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ve Amerika’da göç hareketinin en fazla yoğunluk kazandığı dönemdir. Türkiye’de bu durum 1950 yılları sonrasına tekabül etmektedir. Yer değiştirmelerin neden olduğu büyük kaynaşma bir yana, fabrikaların çoğunlukla köylü olan işçileri için yeni bir üretim disiplinine uyma yüzünden kentle köy kültürlerinin çatışması, toplumda önemli bir yapı değişikliğini zorunlu hale getiriyordu. Bu yeni yaşam köylünün başına buyruk, istediği gibi işini ayarlayabildiği, düşündüğünü uygulayabildiği, boş zamanlarını kendi keyfine göre

116

saptadığı bir yaşam biçimi değildi. Eskiden köydeki yaşamını tarlasındaki kendi işiyle garanti etmesine karşın, şimdi fabrikada önceden başkaları tarafından planlanmış bir işin getirisiyle sağlanmaktadır. Şehre göç edenin yaptığı ve kendisinin planlayıp ortaya koyduğu bir fikir ve uygulama olamamaya başlıyordu. Kişi köyünde mülk sahibi iken, şehirdeki fabrikada işçi durumuna düşmüştü. Bu yüzden kişi fabrikada duygusuz bir endüstriyel araç olarak görülmeye başlandı. Kırsal kesimde olduğu gibi çalışacağı saatleri kendi saptayamamaktadır. Kendine ayrılan boş zamanı ise yalnız yorgun akşam saatleridir. Endüstriyel şehirlerde görülmeye başlayan bu olgular hayatın her merhalesine yansımaya başlamıştır. Kültürün farklı evrelerinde hissedilmeye başlanan bu olgular bireyleri de etkilemeye başlamıştır. İnsanoğlunun bir etkinliği ve ifade biçimi sanat olgusuna sirayet ederek farklı alanlarına da yansımaya başlamıştır.