• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

4.11. Çocuklarını Yiyen Satürn

Sanatı ister bir olgu olarak ele alalım isterse bir ürün olarak, onu var eden belli başlı boyutlarının bilincine varmadan kendini kavramamız olanaksızdır. Zaman, kültürel ortam ve teknoloji sanatın boyut ve olgularını gün ve gün hem çoğaltıyor hem de daha etkin hale getiriyor. Bunun sonucunda, sanatı ciddiye almak, sanata sanat bilim aracılığı ile yaklaşmak, hem kişiliğin hem de ulusal kültürün oluşumu ve geleceği açısından gereklidir. Unutulmamalıdır ki, her kültürel ortam, kendi sanatını yaratır; iyi-kötü, doğru-yanlış, ulusal-evrensel. Sanatı bu sosyo- kültürel ortamdan soyutlayarak düşünmek söz konusu bile olamaz. Bu nedenle bir sanat eserini, hangi eleştiri yöntemiyle irdelemek istersek isteyelim, önce onun yaratıldığı ortamı ele almamız gerekir (Usal, 2014, s. 12).

Sosyo-kültürel ortam, çağının gerisinde kaldığı sürece, evrensel sanatı yakalamak güçleşir. Her yakalamaya kalkıldığında da üstesinden gelinemeyecek çeldiricilerle karşılaşılır. Kiminde din, kiminde iman, kiminde milliyetçilik, fakat tümünde bilinçsizlik çeldiricilerin en büyüğünü, aşılması en zor olanını oluşturur, oluşturuverir. Bu durumda da sanatın bir boyutu, belki de ilk boyutu noksan olduğu için sanatın kendi, sanat adına, fakat daha bücür bir şekilde ortaya çıkar: çelimsiz, kavruk sanat kendini var ettikten sonra da kolay kolay düzeltilemez, geliştirilemez, öyle kalıverir, sanat öyledir zannedilir. Bir sanat eserinin doğru değerlendirilebilmesi için onun var edildiği döneme ve yere bakmak, bu dönemin ve yerin koşulları iyi bilmek adeta önkoşuldur. İşte değerlendirme de ya da eleştiri de bu ön koşulu gerçekleştirebilmek demek sosyo-kültürel boyutun bilincinde olmak ve bu boyutun hakkını vermek demektir(Usal, 2014, s. 12).

Goya dönemine kadar yapılan savaş resimlerinde orduyu, devleti, hükümdarı onurlandırma geleneği vardı. Goya’nın resimlerindeki en önemli yenilik sıradan İspanyol vatandaşlarının onurlandırmasıydı(Goya, 2015, BBC belgeseli). 1813 yılında Fransız askerlerinin İspanya’dan kovulması Madrid’de liberal havanın esmesine sebep olmaya başlamış ve Goya bu rahat ortamda kendine sanat anlamında yeni bir biçem vermeye başlamıştır. Bu dönem içinde devam eden saray ressamlığında yapmış olduğu ‘3 Mayıs

70

1808’ adlı resim kraliyet ailesi için yanlış anlaşılmalara sebep olmuştur. Goya, bu resimde saraydaki bir şahsiyeti onurlandırmaktan öte vatanı için şehit edilmiş sıradan bir insanı yücelterek bu şahsiyetlerin önüne taşımaya çalışmıştır. 7. Kral Ferdinant’ın 1814 tarihinde yeniden İspanya’nın başına geçmesi, ülkede esen liberal havayı yok etmeye başlamıştır. Bu durum ister istemez sanatçı Goya’nın saray ressamlığına devam edemeyeceğini göstermiştir.

Son dönemlerine doğru artık iyice yaşlanmaya başlayan Goya’nın sağlığı da giderek bozulmaya başlamıştır. Endülüs’te bir süre çalıştıktan sonra 1819 yılında San Isidro civarında bir ev satın alır. Bu ev daha önceki sahipleri yüzünden sağır adamın evi olarak bilinmektedir. Goya burada dış dünyadan uzakta, çok sevdiği Leocadia ile birlikte inzivaya çekilir. Yeni evinin iki odasını dekore etmek üzere yaptığı eskizler için büyük bir enerji sarf eder. Bu resimler konularından dolayı siyah resimler olarak bilinir (Demir, 2001, s. 94). Bu zaman dilimi içerisinde yaptığı kara resimler sanatçıyı farklı bir boyuta taşımıştır. Bu resimler saray ressamıyken içinden atamadığı duyguların dışa vurumu gibidir adeta. 1793’de ciddi bir hastalığa yakalanan Goya duyu yetisini kaybetmiş ve bu ciddi rahatsızlığı sanat yaratımını etkilemeye başlamış, eserleri daha bir karamsar hal almaya başlamıştır. Bir sanatçının iki ruhunun, iki ayrı üslubunun olması mümkün müdür sorusuna tekrar değinmek gerekirse Goya’nın bu resimdeki durumunda cevap kesinlikle evettir. İronik, çoğunlukla şiddet içeren çalışmaları vardır. Ama tamamı görkemli ve kurallara uygun, yine de Goya’nın renk seçimi ve özgün ışık oyunlarına yedirilmiş ironik dokunuşlar içeren resmi yapıtları da vardır. Bu iki farklı üslup Goya’nın kişiliği hakkında olduğu kadar yaşadığı dönem hakkında da bilgi verir. Goya’nın meslek hayatı sürekli bir yaratıcılık örneğidir. Şüpheli romantik geçiş dönemi sona erdiğinde kendini artık yenilenmiş bir coşkuyla çalışmalarına verir. Sağlığı nedeniyle Akademi’den ayrılır. Fakat yine de, Osuna Dük ve Düşesi için yaptığı parlak Cadılar dizisini Haziran 1798’de tamamlamayı başarır. Cadılar ve büyücülük, dönemin popüler temalarındandır ve Goya’nın bunları işleme biçimi hemen hemen aynı dönemde yapılan Karpiçyolar’ın baskısını takip eder niteliktedir (Usal, 2014, s. 12).

Çocuklarını Yiyen Satürn’ ya da kısaca Satürn, İspanyol ressam Goya'nın, ‘Sağırın Evi’ (Quinta del Sordo) adıyla bilinen evinin iki katındaki duvar sıvasına, dekorasyon amacıyla yağlı boya ile çizdiği 14 tablodan oluşan ve ‘Kara Resimler’ olarak adlandırılan duvar resmi serisine ait bir tablodur. Serinin geri kalanıyla birlikte 1819 - 1823 yılları arasında

71

çizilmiştir. Resimde Yunan tanrısı Kronos'un, kendi yerine geçmelerinden korktuğu çocuklarını doğumlarının hemen ardından yiyerek öldürmesi anlatılır. Goya'nın ölümünden sonra tuvale aktarılan bu resim, Madrid'deki Prado Müzesi'nde sergilenmektedir (Url.6).

Resim 7:Francisco de Goya, Çocuklarını yiyen Satürn, 1821-23, Tuval üzeri yağlı boya, 146×83 cm., Proda

Müzesi, Madrid.

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ocuklar%C4%B1n%C4%B1_Yiyen_Sat%C3%BCrn Erişim Tarih:06.03.2015

Ressam Bordo’da kaldığı dört yıllık süreç içerisinde, evin duvarlarına yağlı boya ile 14 resimden oluşan bir dizi tablo çizer. 73 yaşındaki sanatçının hayatını tehdit eden iki ciddi hastalık atlatmış olması kendisini ölüme daha yakın hissetmesine neden olmuştur. Ayrıca İspanya'daki iç çatışmalar Goya’yı oldukça karamsar bir düşünceye sevk eder. Sanatçı evin

72

duvarlarına önceleri daha neşeli resimler çizdiyse de, sonradan bunların üzerine çok daha iç karartıcı olan ve bugün ‘Kara Resimler’ olarak anılan resimleri çizer. Ressama ısmarlanmamış olan ve halka teşhiri düşünülmeyen bu resimler, betimledikleri kötü niyetli ve çatışma dolu temalar sebebiyle, karamsar bir ruh halini yansıtmaktadır(Usal, 2014, s. 18).

Ressamın Karanlık döneminde yaptığı ‘Oğlunu Yiyen Satürn’ adlı eseri, yorumlanması en güç olan eserleri arasında sayılır. Sanatçının bu resmi yaşadığı acıları ve hayatı boyunca kaldığı çelişkileri veya tanımlanamayan bir iç kargaşanın dışa vurumu olarak görülebilir. Eleştirilerin çoğunda Goya’nın, Peter Paul Rubens'in 1636'da yaptığı aynı adlı resimden ilham almış ve etkilenmiş olma ihtimali ile eseri meydana getirdiğine dair yorumlar getirilmiş olsa da, sanatçının hastalığı ve yaşadığı ruhsal çalkantıların esere yansımış olma gerçeği, bu etkilenme ihtimalini azaltmaktadır. Ayrıca sanatçının doğan yedi çocuğundan sadece birinin hayatta kalmasının sanatçıyı etkilemiş olması ihtimaliyle yaşananları tuvaline yansıtmış olabilir.

Resmin anlamına ilişkin birçok yorum önerilmiştir: gençlik ile yaşlılık arasındaki çatışma, her şeyi yiyip bitiren zaman, tanrının gazabı, kendi çocuklarını savaşlar ve devrimler sırasında adeta yiyen İspanya'nın durumuna ilişkin alegori. Goya resim üzerine herhangi bir not yazmış olsa bile, böyle bir not günümüze kalmamıştır. Ayrıca ressam, halka teşhir edilmesi düşünülmeyen bu resmin anlamına ilişkin herhangi bir açıklama da yapmamıştır. Bir görüşe göre Michelangelo'nun Sistine Şapeli'nin tavanındaki resimlerinin 16. yüzyılı anlamamızda nasıl önemli bir yeri varsa, bu resmin de insanın modern zamanlardaki durumunu anlamamızda öyle önemli bir yeri vardır(Usal, 2014, s. 18).