• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.3. Sanatın Varlık Sebebi ve Gerekliliği

Sanat insan tarihi kadar eski bir kavramdır. Tarihsel süreç içinde her toplumun kendine özgü sanatı oluşmuştur. Nerede bir insan topluluğu varsa, orada yaşamı gerekli kılan maddi hayatın yanı sıra sezginin, bilinçaltının, içgüdünün bir etkisi olarak kendini gösterir. Dilin nasıl doğduğu bilmediğimiz gibi, sanatın nasıl doğduğunu ve onu var eden sebebin ne olduğunu da bilmiyoruz. Eğer tapınak ve ev yapımı, resim, heykel veya dokuma gibi etkinlikleri sanat sayılırsa, dünyada sanatçının bulunmadığı tek bir cemiyet yoktur. Yok, sanat denilince, müze ve sergilerde tadılan veya seçkin salonların güzel süslemelerinde kullanılan, çok nadir bulunan güzel bir şey anlıyorsak; bu kelimenin pek çok yakında meydana geldiği ve geçmişin en büyük yapıcılarının ressam veya heykelcilerinin bu sözü akıllarından bile geçirmediklerini bilmek zorundayız. Mimariyi ele alırsak, bu ayrımı daha iyi anlarız. Bilindiği gibi çok müstesna yapılar mevcuttur ve bunların bazıları gerçek anlamda birer sanat eseridir. Ne var ki dünyada belirli amaçla dikilmemiş tek bir yapı

27

gösterilemez. İlk ortaya çıktıklarında bu yapılardaki sanatsal zevk ikinci veya daha sonraki planda olma söz konusu bile olduğu söylenebilir. Bu yapılara tapınma, vakit geçirme yeri veya konut olarak kullanan kimseler, onları özellikle bir menfaat ölçüsünde ele alıp değerlendirirler. Geçmişte resim ve heykel sanatına karşı tutumun da farkı yoktur. Bu sanatlar salt sanat yapıtları değil, belirli görevleri olan nesneler sayılırdı. Kimi yapıların hangi ihtiyaçlar sonucu dikildiğini bilmeyen birisi, kötü bir mimari yargıçtır. Biz de hangi amaçla hangi amaçla yapıldığını bilmediğimiz sürece geçmişin sanatını var eden, gerekli olguları anlamamız mümkün değildir(Artut, 2002, s. 12).

Yine bu konuda Kazım Artut (Artut, E. 2007). Sanat Eğitimi Kuramları ve yöntemleri adlı kitabında, sanat niçin vardır? Sorusuna yönelik olguları: Sanat insanlar arasında iletişimin bir nedeni, duyulara yönelik uyarıcı hazlar vermeyi, ifade içgüdüsünün iç çatışmasının bir yansıması, insanlığa yaşama gücü vermeyi ve insanın manevi yönünün içinde yaşayıp geliştiği ortamı akla dönük olarak aydınlatan bir uğraş alanı yaratmak için vardır. Ayrıca insanlığın kendi insanlığını tanıması, yaşama bakışını etkileyip duyularını çelen, duygularına devinim kazandıran bir araç işlevi gören ve yaşamın dengelerini sağlamak için vardır. İfadelerini dile getirir.

Onsuz edilemeyen bir şeydir şiir. Ama neden onsuz edilemez bir bilsem.” Sanatın gerekliliğini olduğu kadar, burjuva dünyasındaki tartışılabilir yerini de bu alaylı şaşırtmaca ile özetliyor Jean Cocteau. Ressam Mondrian sanatın belki de “ortadan kalkabileceğini” ileri sürüyordu. Sanatın bugün gerçekliğin yoksun olduğu bir dengenin yerini tuttuğuna, gerçekliğin giderek sanatın yerini alacağına inanıyordu. Hayat dengeye kavuştukça sanat ortadan kalkacaktır (Fıscher, 2012 s. 21). Sanatın kendisinin hayatın her iki terazi kefesini dengede tutmak gibi bir görevi olduğu düşüncesi, yaşanan onca gerçeğin arasına toz pembe yalanın karışması gibi bir olguyu meydana getirecekse bu durum yaşanan gerçekliğe ne kadar zarar verebilir? Aslında bu, gerçekliğin tuzu biberi olmak gibi bir şeydir. Onsuz olunabilir ama ne kadar onsuz yapılabilir? Ernst Fıscher (Fıscher, E. 2012). “Sanatın Gerekliliği” adlı kitabında sanatın var olma amacını dile getirirken; sanat, bireyin bütünle kaynaşması için vazgeçilmez bir araçtır. İnsanın sınırsız bir birleşme, yaşantı ve düşünce paylaşma yeteneğini yansıtır. Düşüncesini dayandırdığı temel nokta; her şeyden önce şaşırtıcı bir olayı pek sıradan bir şey sayma eğiliminde olduğumuzu unutmayalım. Hem şaşırtıcı oluşu açıkça ortada bir olayın; milyonlarca kişi kitap okuyor, müzik dinliyor, tiyatroya, sinemaya gidiyor. Neden? Oyalanmak, dinlenmek, eğlenmek istiyorlar demek,

28

soruyu pekiştirmekten öteye gitmez insanın bir başkasının hayatına, sorunlarına gömülmesi, kendini bir resim, bir müzik parçası ya da bir roman, oyun, film kişisi ile bir görmesi neden oyalayıcı, dinlendirici, eğlendirici olsun? Böyle gerçeklik dışı olaylara neden yoğunlaşmış gerçekmiş gibi tepki gösterelim? Ne tuhaf, eğlencedir bu? Eğer yetersiz bir yaşayıştan daha zengin bir yaşayışa, tehlikelerden uzak yaşantılara kaçmak istiyoruz dersek, o zaman yeni bir soru ortaya çıkar: Yaşayışımız neden yeterli değil? Neden gerçekleşmemiz yaşamlarımızı başka görüntülerle, başka biçimlerle gerçekleştirmek istiyor, karanlık bir salonun aydınlatılmış sahnesinde yalnızca oyun olduğunu bildiğimiz bir şeye soluğumuz kesilircesine kapılıyoruz.” O zaman burada sanatın işlevsel özelliğinin ortaya çıktığı söylenebilir mi? Sanat bir amaç için mi yoksa gerçek dünyada yaşanan onca yorgunluğa bir mola vermek için mi vardır? Mübalağa diye anlatılan bir olay, nasıl olur da bu kadar insanı bu derece dehşete düşürebilir! Üstelik olayın abartıdan ibaret olduğu bilindiği halde. Leonardo da Vinci’nin Monalisa’sı, Cervantes’in ‘Don Kişot’u, Vincent Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gece’ adlı tablosu, Tolstoy’un ‘Suç ve Ceza’ adlı romanı; bunlar sanatçıların birer hayal ürünü olarak kabul ediliyorsa, tüm insanlığın bu klasiklere değer atfediyor olması, saatlerce haklarında konuşuyor ve ilgileniyor olması hangi durumla açıklanabilir. Burada yine Ernst Fıscher (Fıscher, E. 2012). İnsan belki de kendini aşmak istiyor. Tüm bir insan olmak istiyor. Ayrı birey olmakla yetinemiyor; bireysel yaşamın kopmuşluğundan kurtulmaya, bireyciliğinin bütün sınırlılığı ile onu yoksun bıraktığı, ama yine de sezip özlediği, bir doluluğa, daha doğru, daha anlamlı bir dünyaya geçmek için çabalıyor. Kişiliğinin geçici, rastgele sınırları, yaşayışın kapanıklığı içinde kendini tüketmek zorunluluğuna başkaldırıyor. İstiyor ki, benliğinden ötede, kendi dışında ama gene de kendi için vazgeçilmez bir şeyin parçası olsun. Çevresindeki dünyayı soğurmayı, kendisinin kılmayı, meraklı, çevreye aç benliğini bilimin, tekniğin en uzak burçlarına, atomun en gizli derinliklerine değin yöneltmeyi, sınırlı benliğini sanatta toplu yaşayışla birleştirmeyi, bireyselliğini toplumsallaştırmayı özlüyor.