• Sonuç bulunamadı

Sanat Eseri ve İçinde Yaşadığı Sosyal Çevre ile İlişkisi

2. BÖLÜM

2.5. Sanat Eseri ve İçinde Yaşadığı Sosyal Çevre ile İlişkisi

Her sanat eseri vücut bulduğu dönemin izlerini taşır ve yaşadığı zamana göndermelerde bulunur. Eser sanatçısını, sanatçı da eserini tanımlar. İzleyici konumunda olan bireyin bu iki olguyu birbirinden ayrı düşünmesi, eseri eleştirirken kendisini tam anlamıyla sonuca götürmeyebilir. Çünkü sanat objesinin varlığı, meydana geldiği çevrenin sosyo-ekonomi, kültürel yapısına ve düşünce varlığını açıklar niteliktedir. Bu sanat objesinin, onu meydana getiren sanatçıya ait çevrenin maddi ve manevi kültürünün mahsulü sayılıyor olması, aynı şekilde eserin de meydana geldiği çevrenin olgularından etkileniyor olması gayet doğaldır. Hem birey olarak sanatçı hem de bir topluluk olarak izleyici, kaçınılmaz biçimde içinde bulundukları zamanın ve çevrenin koşullarından etkilenmeye meyillidirler. Sanatçı, yaşadığı toplumun duyarlılıkları ve bu toplumun eleştirisi üzerinden sanatını gerçekleştirir. Burada kastedilen sanatçının toplumsal konulara daha yakın olması ve sanatını buna göre biçimlendirmesi değil, yaşanan toplumun sanatçı kişiliğinde kaçınılmaz olarak bıraktığı izlerdir. Sanatçı içinde yaşadığı sosyal çevrenin bir bireyi olarak hem alımlayıcı, hem de katkı sağlayan konumdadır (Altıntaş ve Eliri, 2012).

Toplumun bir üyesi olan insan, varoluşundan beri önce küçük guruplar halinde, sonra örgütlenen ve büyüyen çeşitli topluluklar içinde varlığını sürdürmüştür. Çevresini saran öznel ya da nesnel gerçeklikler onu var eden erekler olmaya başlar. Bu çevre içinde çıkan

32

her olgu ve içinden çıkması muhtemel her sanatsal ifade, var olduğu çevrenin kendine has erek ve düşünce tarzı içinde şekillenmesine sebebiyet verir. Sanat eserinin en önemli etkeni, doğduğu ve yeşerdiği çevredir. Eserde vuku bulacak her sanatsal ifade çevre ile paralellik gösterir. Bu nedenle her eserin, içinde barındırdığı imgelemler doğrultusunda meydana geldiği çevrenin bir mahsulü olma özelliğini taşıması tabi bir olgudur. Sanat hadisesini etkileyen olgular ele alınırken, düşünsel bağlamda sadece soyut fikirleri oluşturan hürriyet, milliyet, özgürlük gibi kavramlarla açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Bunların yanı sıra somut olguların varlığı, yaşanan afetler, kıtlık, salgın hastalıklar, savaşlar, depremler, göçler, iktisadi sistem gibi olguların varlığı da sanat objesinin yaratımına etki eder. Rönesans Hareketi, Coğrafi Keşifler, Fransız devrimi ve Sanayi devrimi ile beraber gelen toplumlardaki sosyo-ekonomik rollerin değişimi, yaşanan insanlığı maddi ve manevi yönden etkileyerek sanat eserini ekspresif bir ifadeyle yansıtmıştır. Eserin içindeki mana ile izleyicinin bu manaya karşı algılanım pencereleri aynı olmayabilir ve barındırdığı muhteviyat izleyicinin belleğinde yer etmeyebilir. Burada eserin yaratıcısı konumunda olan sanatçının varlığından kaynaklı problemden öte, izleyicinin yaşanan olgulara karşı açık bir algılanım penceresinin olmaması, eserle paylaştığı ortamın ilgi ve alaka derecesinin düşüklüğünden kaynaklıdır. Sıtkı M. Erinç (Erinç, S. 2013). Sanat Sosyolojisine Giriş adlı eserinde; Bir sanat eserinin içerik anlamda kavranabilmesi için; konu, içerik, öz ve biçimi oluşturan dört temel niteliğin anlamlandırılması gerektiğini söyler. Bu sebeple eserin konusu, bizim yaşayışımız ve yaşantılarımızın sanat eseriyle çakışan kısmıdır. Yani sanat eseri ile ilişkiye girmeden de bildiklerimizdir. Aşktır, sevgidir, savaştır, düşmanlıktır, kindir, casusluktur ve daha yüzlercesidir. Sanat bu alanlara giren bir olguyu, bir süreci, alıcısına, bir form içinde nakletmektedir. Bizlerin alıcı olarak bir sanat eseriyle kurduğumuz en sıradan ilişkide yakalayıverdiğimizdir. Bu bir peyzaj resmidir, bu bir portredir, bu bir polisiye romandır dediğimizde ortaya koyduğumuzdur. Eserin içerik yönü: konunun belli bir biçim, belli bir formla ve sanatçının da özgünlüğünü ortaya koyacak bir tarzda verilişidir. İçerik, konunun nesnelleşmiş halidir. Resim sanatı ise görsel boyutunu dile getirir. Görsel boyut, hiçbir aracı olmaksızın bir ilişkiyi ifade eder. Örneğin Mona Lisa tablosuna kim bakarsa baksın sadece bir kadındır. Yani resmin içeriği bir kadının resmedilmiş olmasından ibarettir. Fakat burada bu resmin bir sanat eseri olarak kabul edilmesi 18. yy. Rönesans döneminin akıl çağı olarak kabul edilmesidir. Teknik becerideki olağanüstü ustalığın yanı sıra belki de peşinen kabul edildiği için, ondan önce sosyal değerler aracılığıyla bakıldığında eserle

33

sosyal ortamın beraber bir bağ kurmasıdır. Resmin özü de ancak sosyal yapının, o çağın sosyal yapısının bilinmesi ile bilinmiş olması ile çözümlenebilir ve kavranabilir. Bu kavrama olmadan resmin içerik olarak anlaşılması da mümkün değildir.

Eserin içeriğini teşkil eden unsurlar; sanatçının sosyal dünya görüşü ile tayin edilirken sanatçının estetik görüşü, eserini yarattığı andaki teknik ustalığıyla ilintilidir. Bir sanat eserinin içeriği, sanatçının konuya verdiği karakteridir. Sanatçının zekâsını ve duygusunu yansıtır. Sanatsal içerik iki yönü ile dikkati çeker: Yansıyan içerik ve tesirli içerik. Sanat eserinde yansıyan içerik, sanatçının dünya görüşünü yansıtan bakıştır. Tüm yaşam tecrübesinin soyut ifadesidir. Bu dünya bakışı, sanatçının hangi sosyal sınıfa ait olduğunun da göstergesidir. Bir sanat eserindeki tesirli içerik ise, sanatçının belli düşünce ve duygularında oluşur. Sanatçı bunları, eserini izleyenlerin aklında yaratmaya çalışır. Sanat eserinin tesirli içeriği, sosyal tesirlerin düşünce ve duygularını oluşturması diye de açıklanabilir. Van Gogh gibi güçlü, kararlı ve realist bir sanatçı; kurda, kuşa, buluta vb. konulara biçim ve anlam kazandırır. Burada biçimlendirme; benzeştirme, abartma vb. araçlarla yapılır. Sanatta güneş, kapkara ya da çıplak toprakta bir kölenin yüreğindeki ateş olabilir. Bu benzeştirmelerle de vurucu ve coşkulu etkiler elde edilir. Bir ressam, portre çalışırken gereken benzerliği kurabilmek için yalnızca canlandırılan kişinin tüm fiziksel özelliklerini (baş, gözler, yaş ve cinsiyet) değil, aynı zamanda ruhsal özelliklerini ve kişiliğini de ayrıntılı biçimde ele alır. Başarılı portrelere, gerçek bir biyografi gözüyle bakılabilir (Mirza, 2013, s. 13-14).

Eserin öz açısından ele alınışı; içindeki mana ve ifadenin yer, zaman ve mekâna aksedilen olayın nesnel ifadelerle ele alınıp incelenmesi ile neticeye varılır. 16. yy. Rönesans dönemine ait bir resim ile 20. yy’da ele alınacak bir resmin eleştiri kriterleri bir tutulamaz. Salvador Dali’nin ‘Çarmıhtaki İsa’ adlı tablosu ve Masaccio’nun ‘Kutsal Üçlü’ adlı çalışması her iki eserin anlatım noktasında aynı konuyu ele alıp işlemesine karşın yapıldıkları dönem itibariyle farklı değerlendirilmeleri gerekir. Sanatsal biçim, tasarımdır; sanatçı da tasarımcıdır. Yaratıcılık süreci düşünmeyle başlar. Bu, bazen kendiliğinden bazen de bilinçli olarak gelişir. Bazen de sanatçının hayal gücünde biçimlenir. Sanatçı, düşüncesini somutlaştırmak için birçok taslak hazırlar. Sanat eseri incelenirken eserin içerik ve biçim yanı olduğu görülür. Biçim; ton, hareket, renk vb. açıdan somutlaştırmadır. İçerik ise biçimin anlamıdır, eserin görsel dokusunda barınan ve oradan çıkan soyut anlamdır (Mirza, 2013, s. 13-14). Bu tür olguların varlığı eserin özüne tesir edecektir. Bu

34

nedenle ele alınacak her eserin meydana geldiği dönem ve onun yaratımına giren sanatçının özelliklerinden beslenecektir. Sanat eserinin bu iki olgunun amacını taşıması kaçınılmazdır.