• Sonuç bulunamadı

Alan yazında, saldırganlık konusunda çeşitli yaklaşımlar görülmektedir: Bu bölümde sırasıyla biyolojik temelli kuramlar, içgüdü kuramları, engellenme- saldırganlık kuramı, öğrenme kuramları ve ekolojik kuramlarla ilgili açıklamalara yer verilmiştir.

2.2.1. Biyolojik Temelli Kuramlar

üzere organizmanın işleyişindeki bozukluklardan kaynaklandığını öne sürmektedir (Efilti, 2006). Saldırganlık konusundan sorumlu beyin sahalarının incelenmesinde canlılarda hipotalamusun saldırganlığın hem kontrolünde, hem de aktivasyonunda önemli bir saha olduğu gösterilmiştir. Saldırganlıktan sorumlu önemli bir beyin sahasının ise amigdalar olduğu öne sürülmüştür. Limbik sistemin bir parçası olan amigdalar duyguların kontrolünden sorumlu beyin sahaları olarak bilinirler. Saldırganlık gösteren hayvanlarda amigdalaların çıkarılması ile bir sakinlik hali gözlenmiştir. Bu bölgede lokalize olan bazı tümöral oluşumların aşırı saldırganlığa yol açtığı gözlenmiştir ( Uğur, 1994).

Genetik, hormonal ve biyolojik bulgularla da desteklenen bazı araştırmalarda, saldırganlığı etkileyen diğer bir olgunun androjen hormonu olduğu ortaya konmuştur. Bu hormonun, beyin düzeni üzerindeki etkisinin yanı sıra, fiziksel büyüme ve kas gelişimini dolaylı olarak etkilemesinin saldırganlığa yol açtığı gözlenmiştir. Örneğin, bazı hayvanlarda çiftleşme döneminde androjen hormon düzeyinin yükselmesi, özellikle erkeklerarası kavgacı ve saldırgan davranışların yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Ancak, kültürler arası çalışmalarda görüldüğü gibi, insanlardaki cinsel tepkilerin hormon düzeyinden çok, sosyal çevre tarafından belirlendiği bilinmektedir (Ulusoy, 2008).

Ayrıca, erkeklerde daha yüksek düzeyde bulunan ve erkeklik hormonu olarak da adlandırılan testosteron hormonunun (Aronson, Wilson ve Akert, 1999) düzeyini düşüren ilaçların erkeklerin saldırganlık eğilimlerini azalttığı belirlenmiştir. Testosteron düzeyi yüksek olan bireylerin engellenme eşiklerinin daha düşük olduğu belirtilmektedir. Ergenlik döneminde saldırgan davranışlarında gözlenen artış testosteron düzeyinin yükselmesiyle açıklanmaktadır (Berkowitz, 1993).

Saldırgan ve şiddet davranışı ile ilgili genetik çalışmalar ilk basamakta ikizler, aile ve evlat edinilmiş çocuklarla yapılmıştır. Colinger ve Gottesman ikizler üzerinde yaptıkları çalışmada, ikizlerin mala yönelik suç ve kişilere karşı yapılan suçlarda şiddet davranışlarını ölçtüler. Eş uyumluluk oranlarını her iki suç tipinde ayırarak ortaya çıkardılar. Kişilere karşı işlenen suçlarda monozigot ikiz çiftlerinde %77, dizigot ikizlerde %52, mala yönelik suçlarda monozigotlarda %67, dizigotlarda %29 oranlarını buldular. Her iki suçun işlenmesinde genetik etkilerin %50-67 arasında

değişen oranlarda bulunduğunu belirlediler (Aktaran: Başoğlu, 1998). İkizlerle yapılan saldırganlıkla ilgili 12 çalışmadan yedisinde genetik etkilenmenin olduğu saptanmıştır (Başoğlu, 1998).

Kromozom etkilerini içeren davranış araştırmalarında, öncelikle X ve Y kromozomlarındaki anormallikler, özellikle 47-XYY sendromundaki anormallikler ele alınmıştır. Yapılan çalışmalarda bu sendromu gösterenlerin uzun boylu, ortalama zekanın altında, tutuklanmış ve cezaevine girmiş bireyler oldukları belirlenmiştir (Çilden, 1995). Ancak aynı konuda yapılmış bazı araştırmalarda kromozomal anomalisi ile şiddet arasındaki bir ilişkinin varlığından bahsedilemeyeceği, seks kromozomal anomalisinin suç davranışındaki rolünün kesin olmadığı ortaya konulmuştur (Başoğlu, 1998).

Biyolojik özellikler ve genetik donanım bireyin saldırganlık eğilimini önemli ölçüde etkilemekle birlikte, saldırganlığı tek başına açıklamada yetersiz kalmaktadır.

2.2.2. İçgüdü Kuramı

İçgüdü kuramını savunan ve temelini oluşturan iki ünlü bilim adamı vardır. Bunlar Freud ve Lorenz’dir. İçgüdü kuramının öncüsü sayılan Freud saldırganlığı tamamen doğuştan gelen ve içgüdüsel olarak gerçekleştirilen bir davranış olarak nitelemektedir. Hayvan davranışlarını inceleyen Lorenz de saldırganlığı içgüdüsel bir davranış olarak açıklamaktadır.

2.2.2.1. Psikanalitik Kuramlar

Psikanalitik kuram, bu kuramın kurucusu olarak kabul edilen Freud’un saldırganlıkla ilgili görüşleri ile Psikanalitik kuram içerisinde yer almasına karşın Freud ile temel görüş farklılıkları bulunan Adler, Fromm ve Horney’in görüşlerini kapsamaktadır.

Freud’un içgüdü kavramını ele alış biçimi zaman içinde değişikliklere uğramışsa da en sık kullanılış biçimiyle içgüdü, beden ve zihin arasındaki sınır üzerine yerleştirilebilecek bir kavram olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, organizmanın içinden kaynaklanan uyaranların oluşturduğu psikolojik etki sonucu zihin, kendisine bağlı bazı organları harekete geçirir

Freud’a göre, insanın davranışı iki içgüdünün sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu içgüdülerden ilki, yaşam içgüdüsü (eros), diğeri ise ölüm içgüdüsüdür (thanatos). Bu görüşe göre, yasam içgüdüleri bireysel yaşamın ve soyun sürekliliğini sağlar. Açlık, susuzluk ve cinsellik bunlar arasında sayılabilir. Yaşam içgüdüsünü çalıştıran enerji türüne libido denir. Ölüm içgüdüsü ise, daha kapalı bir biçimde işlenmiştir. “Yaşamın amacı ölümdür” diyen Freud, her insanda bilincinde olmadığı bir ölüm isteğinin var olduğuna inanmıştır. Saldırganlık dürtüsü ölüm içgüdüsünün önemli bir türevi olarak ele alınmaktadır. Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır ve onlara karşı yıkıcı davranır, çünkü kendini yok etme isteği yaşam içgüdülerinin gücü tarafından engellenmiştir (Aktaran: Geçtan, 2006: 31). Yaşam ve ölüm içgüdüleri birbirini etkisiz kılabilir ya da biri diğerinin yerine geçebilir. İnsanın bile bile bir başka birinin canını acıtması, öldürmesi, hatta kendisine zarar vermeye çalışması, kendini öldürme girişimlerinde bulunması ve bütün bunları yaparken haz duyması saldırganlıkla cinsel içgüdü arasındaki sıkı ilişkilerin varlığını gösteren belirtiler olarak değerlendirilmiştir (Yanbastı, 1990).

İki içgüdü devamlı çatışma halindedir. Ölüm içgüdüsünün baskın olduğu durumlarda sonuç bireyin kendini cezalandırması ya da intihardır. Ancak insanların büyük bölümünde yaşam içgüdüsü ölüm içgüdüsünü baskı altında tutarak tahripkar amacını gerçekleştirmesini engellemektedir. İnsanlarda gözlenen saldırgan davranışlar ölüm içgüdüsünün dışa yöneltilmesinin sonucudur (Çetinkaya, 1991). Sonuçta Freud, insanda biriken bir saldırganlık enerjisi bulunduğu, bu enerjinin yıkıcı bir özellik taşıdığı, bu enerjinin denetlenmesinin zor olduğu ve insanın kesintisiz bir saldırganlık enerjisi ürettiği görüşüne ulaşmaktadır (Dizman, 2003).

Freud ölüm içgüdülerinin enerjisi boşaltılıncaya kadar ya açık saldırganlık biçiminde dışa yönelik olarak ya da kendisini yok edici hareketler biçiminde içe yönelik olarak organizma içinde biriktiğini belirtir. Saldırganlık temel bir içgüdü olarak değerlendirildiğinden yok edilemez, fakat ya toplum tarafından kabul gören şiddetli bir tartışma veya atletik bir etkinlikle ya da toplum tarafından kabul görmeyen hakaret, kavga, dövüş gibi çeşitli boşaltım yolları ile yoğunluğu

hafifletilebilir. Freud insanlardaki saldırganlık eğilimini orijinal içgüdüsel bir özellik olarak görmektedir (Atkinson vd. 1999).

Psikanalitik kuramın kurucusu olan Freud, içgüdü görüşü ile psikoloji alanında büyük bir etki oluşturarak kendisinden sonraki pek çok kuramcının görüşlerine kaynaklık etmiştir. Psikanalitik çalışmaların dışında saldırganlık konusunda Freud’cu doktrinlerden ayrılanlar olmuştur. Bunlardan birisi Adler’dir.

Geçtan (2006: 138)’a göre Adler, uyumlu bir insanda gelişmesi gereken en önemli gizil gücün "toplumsal ilgi" olduğunu belirtir. Bu ilginin eksikliği sonucu bireyler çeşitli nevrotik tepkiler geliştirirler. Bu tepkileri Adler nevrotik koruyucular olarak adlandırmıştır. Adler saldırganlığı nevrotik bir koruyucu tepki olarak ele almaktadır. Bireyin saldırganlığı beş farklı biçimde ortaya çıkmaktadır:

Küçük düşürme: Kişinin üstünlük çabaları diğer insanları yoksun bırakmaya yöneliktir.

Ülküleştirme: Bu tepki biçiminde birey ulaşılmaz ülküler geliştirerek çevresindeki insanları bu niteliklere ulaşamadıkları için küçümser, olduğu biçimiyle dünyayı eleştirir.

Çevreye aşırı ilgi gösterme: Birey diğer insanların sorunları ile olması gerekenden çok fazla ilgilenerek, diğer insanlara kendi sorunlarını çözemeyecekleri mesajını verir.

Suçlama: Bu davranış biçiminde birey çevresindekileri özellikle ailesini kendi başına gelenlerden ötürü suçlar.

Kendini Suçlama: Bu tepki biçiminde birey kendini suçlamayı diğer insanları küçük düşürmek için kullanır.

Fromm insanda savunucu ve yıkıcı saldırganlık olmak üzere iki tür saldırganlıktan söz eder. İnsanlar ve hayvanlar yaşamlarını sürdürebilmek için içgüdüsel olarak savaşırlar. Fromm bunu, gerekli ve zararsız saldırganlık türü olarak kabul eder. Diğer taraftan yalnız insanda var olan ve yıkma, bozma isteğinden başka bir amacı olmayan, yaşamı yok etme eğilimi zararlı saldırganlık türüdür. Fromm, ilkel saldırganlığın toplumların insanı kendini gerçekleştirmekten alıkoyması ve

engellenmesi sonucu ortaya çıktığı ve insanlığın 6000 yıllık tarihi boyunca geliştirilmiş toplumsal ve politik sistemlerin yerine temelden farklı bir sistemin oluşturulmasıyla bu tür yıkıcılığın ortadan kaldırılabileceği görüşünü savunur (Aktaran: Geçtan, 2006: 296).

Fromm, yıkıcılığın insanların özgürlükle birlikte gelen güçsüzlük ve kaygı duygularını aşmak için kullandığı stratejilerden biri olduğunu belirtir. Fromm, yıkıcılığı kaçışın ikinci yöntemi olarak göstermektedir. Kişi yaşamın tehdit edici durumlarından, onları yok ederek kurtulmayı dener. Yıkıcılık bilinçaltında güdülenmiş olsa da, tehdit edici buldukları insanları ve koşulları etkin bir şekilde yok etmeye uğraşan insanlar mantığa bürünme gereği duyarlar. Hoşlanmadıkları insanları yok etme çabalarını din, görev duygusu, vatanseverlik gibi kavramlarla haklı çıkarmaya çalışırlar. Bu insanlar aslında bilinçaltında güçsüzlük ve yalnızlık duygularını yenmek için çabalıyor olabilirler (Aktaran: Burger, 2006: 183).

Horney'in temel anksiyete kavramı da saldırganlığı açıklamakta kullanılabilir. Horney'e göre olumsuz ebeveyn tutumları sonucu birey kendini düşman bir dünya içinde yalnız görerek temel anksiyeteyi geliştirir. Horney'e göre düşmanca tepkiler, nevrotik anksiyetenin yarattığı gerilime tepki olarak bireyin geliştirdiği bir çözüm yoludur (Geçtan, 2006: 243). Horney, bu çözüm yollarından biri olan “genişlemeyi”, sadistçe eğilimlerin başlıca boşalım yolu olarak tanımlamakta ve düşmanlığı boşaltma biçimlerini; egemen olma, başkalarını güçsüz bırakma eğilimi, küçük düşürme eğilimi, diğer insanları yoksun bırakma eğilimi olarak belirtmektedir. Diğer bir çözüm yolu “silinmeyi” ise kendine yönelik saldırganlıkla eş anlamlı olarak kullanmaktadır.

2.2.2.2. Etyoloji Kuramı

Saldırganlığın öğrenilmeyen, doğuştan gelen dürtüsel (içgüdüsel) bir davranış olduğunu savunan içgüdü kuramlarından bir diğeri de etyoloji kuramıdır. Bu kuram hayvan davranışlarını inceleyen Konrad Lorenz tarafından ortaya atılmıştır.

Etyolojik kuram, saldırgan davranışın biyolojik yapıya bağlı olduğunu savunur ve gerek hayvanlarda gerekse insanlarda dış uyarıcılardan bağımsız, içgüdüsel enerji kaynağına sahip bir davranış olarak tanımlar. Lorenz, saldırganlığın içgüdüsel bir

gereksinim olduğunu ve alışılmış hedeflerin uzaklaştırılması durumunda hayvanların bu içgüdünün etkisiyle hazır buldukları herhangi bir hedefe saldırdıklarını ifade etmektedir (Freedman, Sears ve Calsmith, 1989: 196)

Lorenz’ in, Freud’dan ayrıldığı nokta, saldırganlığın türlere hizmet eden bir fonksiyonunun bulunmasıdır. Lorenz’ e göre saldırganlık, hayatta kalmayı ve türlerin korunma şartını arttırır. Saldırganlık sayesinde, türün en sağlıklı ve en güçlü liderleri seçilir, gelecek nesile çok daha fazla kaynak bırakılır, türün yaşadığı sosyal ünitede hiyerarşi belirlenir, en iyiler basamağın en üstünde yer alır. Ayrıca Lorenz, saldırganlığı, kabul edilebilir ve kabul edilemez olarak iki şekilde değerlendirmiştir. Savaş insanın saldırganlığını göstermek için kabul edilemez bir eylemken, spor kabul edilebilir bir eylemdir (Tiryaki, 1996).

Lorenz, hayvanların saldırgan davranışlarını gözlemleyerek, saldırganlık içgüdüsü ile ilgili görüşlerinin çoğunu kalabalığa tepki üzerine temellendirmiştir. Aynı türden birçok başka hayvanla birlikte dar yerlere kapatılan hayvanların kaçınılmaz olarak saldırganlaştıklarını ileri sürmektedir. Yer darlığına karşı gösterilen bu tepki bir ortak yaşam durumuna karşı içgüdüsel olarak gösterilen bir tepkiye işaret edilmektedir. Fakat kalabalığa karşı bir tepki olarak gelişen saldırganlık tepkisine ilişkin kanıtlar kuşkuludur. Bazı türler arasında bu olguya rastlamak mümkün iken, insanlar arasında hemen hemen kesinlikle geçersiz olması sebebi ile kalabalığa karşı tepkiler, insanlarda saldırganlık içgüdülerinin bir kanıtı olarak düşünülmemelidir (Freedman, Sears ve Carlsmith, 1989: 196).

Özetle, bu kuramlara göre saldırganlık doğuştan getirilen dürtüsel bir enerjidir ve türün evrimi için, toplumsal hayatın düzenlenmesi için önemli bir role sahiptir.

2.2.3. Engellenme-Saldırganlık Kuramı

Engellenme saldırganlık duygularına yol açmak eğilimindedir görüşü psikolojideki temel denencelerden birini oluşturur. Bu kuramın oluşturulmasında psikanalitik yaklaşımdan da önemli ölçüde yararlanılmış, fakat psikanalitik kuramdan farklı olarak Freud'un görüşlerini test edilebilir bir platforma oturtarak saldırganlık açıklanmaya çalışılmıştır. Dollard vd., (1939) saldırganlığı açıklarken doğuştan getirilen bir ölüm içgüdüsü ya da saldırganlık dürtüsü kavramlarından yola

çıkmışlar ancak bunları tam olarak kabul etmemişler, doğuştan saldırgan olan bir insan doğası yerine engellenme sonucu saldırganlık sergileyen bir insan görüşü ortaya koymuşlardır (Aktaran: Arıcak, 1995).

Bu kurama göre saldırganlık, her zaman için engellenmenin bir ürünüdür. Engellenme (frustration), kişinin amaca yönelik olarak istediği şeyi yapamaması olarak tanımlanmıştır. Buna göre saldırganlık dürtüsü, herhangi bir başka dürtünün doyurulmasının engellenmesi sonucu ortaya çıkabilir. Goldstein ve Carr (1981)’e göre, engelleme bireyin çevresinden gelebileceği gibi, kendi içindeki çelişki ve çatışmalar sonucu da oluşabilir (Aktaran: Efilti, 2006).

Dollard vd., (1939)’e göre, engellenme-saldırganlık kuramı üç temel öneri üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi, tüm engellenmelerin saldırganlığa yol açacağıdır. İkincisi, tüm saldırganlıkların engellenmelerden kaynaklandığı, üçüncü varsayım ise engellenme sonucu ortaya çıkan gerginliğin saldırganlık davranışıyla ifade bulduğunda azalacağıdır. Bu varsayımlara göre her engellenme sonucunda saldırganlık dürtüsü ortaya çıkmaktadır (Aktaran: Arıcak, 1995).

Engellenme-saldırganlık kuramı önceleri çok kesin bir dille ifade edilmiş; her türlü engellenme saldırganlığa yol açar ve her türlü saldırganlık belli bir engellenmeden kaynaklanır görüşü ortaya atılmıştır. Bu görüşe gelen eleştiriler, araştırmacıları bu kuramı yeniden ele alıp, formüle etmeye yöneltmiştir. Bu araştırmacılardan Berkowitz (1978), orijinal kuramda engellenme-saldırganlık bağının abartılmış olduğunu belirterek, engellenmenin saldırganlık nedeni olarak, bu denli kesin ele alınamayacağını vurgulamıştır. Berkowitz (1978), oluşturduğu kuramında engellenmeye yönelik tepkinin yalnızca “saldırgan davranma eğilimi” yarattığını ve bu eğilimin gerçekleşmesinde daha önceden edinilmiş saldırganlık davranışlarının etkili olduğunu savunmaktadır (Aktaran: Tuzgöl, 1998).

Berkowitz (1990) tarafından yeniden yapılandırılan “Engellenme-Saldırganlık Hipotezi”nde istenmeyen, hoş olmayan olaylar ve bu durumların bireyde yarattığı- yaratabileceği duygular hipotezin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Hoş olmayan, istenmeyen olay, hoş olmayan olumsuz duyguları harekete geçirmekte ve onlarla eşleşmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak da öfke ve saldırganlık duyguları

oluşmaktadır. Bu duygular oluşurken düşünce ve hafıza gibi bilişsel düzeyde ve motor –fiziksel şebeke ağı gibi bağlar oluşturulmaktadır. Bu bağ sayesinde herhangi bir uyarım, ağın diğer tarafından da harekete geçmesine imkân sağlamaktadır.

Berkowitz (1993), her engellenmenin saldırganlığa neden olmadığını belirtmektedir. Engellenme, saldırganlığın ortaya çıkması için tek başına yeterli değildir. Eğer engellenme bilinçli ve amaçlıysa ve hedef tarafından haksız olarak algılanıyorsa o zaman saldırganlığa başvurulma olasılığı yükselmektedir.

Engellenme-saldırganlık kuramı bir engellemeyi ne tür bir saldırganlığın izleyebileceği konusuna da değinmektedir. Dollard ve arkadaşlarına göre, engellenen bir kişi en fazla engellenmenin kaynağına fiziksel ya da sözel saldırıda bulunmayı tercih eder. Bunun mümkün olmadığı durumlarda, engellenmenin kaynağı hakkında dedikodu yapma, şakalar yapma gibi yollara başvurulur. Bu kurama göre engellenen bir bireyin ufak tefek saldırgan davranışlar sergilemesine izin verilmelidir. Bu tür saldırgan davranışlar hem bireyin gerilimini ortadan kaldıracak hem de yakın bir gelecekte vahim sonuçlar doğurabilecek saldırgan bir davranışta bulunma olasılığını azaltacaktır. Engellenmeyi izleyen saldırgan bir davranışın gerilimi ortadan kaldırması ve bireyi yakın bir gelecekte saldırgan bir davranışta bulunma olasılığını azaltması olayına “boşalma (catharsis)” adı verilmektedir. Boşalma, engellenme saldırganlık kuramının saldırgan davranışların kontrol altında tutulabilmesi için önerdiği yoldur (Aktaran: Çetinkaya, 1991).

Engellenme-saldırganlık kuramı bir gerilim azaltma modelidir. Kurama göre, engellenme bireyde bir gerilim yaratmakta, bu gerilim azaltılmadığı takdirde, patlama şeklinde bir saldırgan davranış ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, engellenme saldırganlık kuramı içgüdü kuramlarıyla bir paralellik göstermektedir. Nitekim birçok yazara göre, engellenme- saldırganlık kuramı Freud’un “engellenme- içgüdü” kavramından esinlenerek ortaya atılmıştır (Aktaran: Çetinkaya,1991).

2.2.4. Saldırganlığı Öğrenilmiş Davranış Olarak Açıklayan Kuramlar

Bu kuramlar, saldırganlığın içsel nedenlerden değil de çevresel koşullardan kaynaklandığını savunmaktadırlar.

2.2.4.1. Klasik Koşullanma

Klasik koşullamanın temelinde organizmanın koşulsuz uyarıcıya verdiği koşulsuz tepkinin, koşulsuz uyarıcıyla birlikte koşullu uyarıcının verilmesi ile zamanla koşullu uyarıcı tek başına verildiğinde de koşullu tepki olarak verebilmesi süreci yer almaktadır. Davranışçı yaklaşım içerisinde bazı görüşler organizmanın saldırganlığı öğrenmesinde bu sürecin de etkili olabileceğini vurgulamaktadır. Örneğin, bir provakasyon bir çocuğun buz hokeyi oyunu süresince diğer oyuncularla kavga etmesine sebep olursa, hokey oyununun uyarıcı işaretleri başka herhangi bir provakasyon olmasa bile aynı koşullarda çocuğun kavga etmesiyle sonuçlanacaktır (Moeller, 2001: 29).

Bu görüş, hayvanlar gibi bilişsel yetenekleri gelişmemiş organizmaların davranışlarının açıklanması için uygun olabilir ancak insan gibi karmaşık bilişsel süreçlerle düşünen organizmaların davranışlarının açıklanması için yeterince uygun olmayabilir (Moeller, 2001: 29).

2.2.4.2. Edimsel Koşullanma

Böylesi bir öğrenmeyi sağlayan ilk süreç pekiştirmedir. Belirli bir davranış ödüllendirildiğinde, bireyin o davranışı gelecekte tekrarlama olasılığı artacaktır.

Bu kuram saldırganlığın da diğer davranışlar gibi pekiştireçler yoluyla edinildiğini ileri sürmektedir. Araştırmalar olumlu ve olumsuz pekiştirme yoluyla saldırganlığın öğrenilebileceğini göstermektedir. Örneğin, Cowan ve Walters (1963) çocukları bilyelerle pekiştirerek bobo ayıcığına vurmayı öğrettiler. Patterson, Littman ve Bricker (1967)’de okul öncesi çocuklarla yaptıkları bir deneysel çalışmada kendilerine yönelik saldırılardan kaçınmak için saldırgan davranmalarına izin verildiğinde çocukların kavga etmeyi öğrendiklerini gözlemişlerdir (Aktaran: Moeller, 2001: 29).

Bandura ve Walters (1963) sosyal öğrenme kuramında, edimsel koşullama ve araçsal öğrenme kavramlarını birbirine benzer olarak görmekte, araçsal öğrenmelerde temel olan sürecin edimsel koşullama olduğunu belirtmektedirler. Araçsal öğrenme sürecine göre birey ceza göreceğini beklediği davranışlar yerine

ödül almayı beklediği davranışları tekrarlar. Bu süreç edimsel koşullama kavramı ile açıklandığında oldukça benzerlikler göstermektedir (Aktaran: Efilti, 2006).

2.2.4.3. Sosyal öğrenme kuramı

Sosyal öğrenme kuramcıları, saldırganlığın nedenlerini içgüdü ya da dürtülerde aramak yerine, gözlemlerini çevrede saldırgan tepkilere yol açan uyarıcılar üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Sosyal öğrenme kuramında insan davranışları sürekli olarak çevre koşullarıyla etkileşim içindedir. Bandura (1977)’ya göre, davranışlar çevreyi etkileyip değiştirdiği gibi çevre de davranışları etkisi altına alıp değiştirir (Aktaran: Freedman, Sears ve Carlsmith, 1989: 208).

Bandura (1973) saldırganlığı, üç aşamada ele alarak tanımlamaktadır. Bunlardan birincisi saldırganlığın kökeni, nasıl geliştiği ve nasıl öğrenildiği; ikincisi saldırganlığı ortaya çıkaran etkenler ve üçüncüsü de saldırganlığın ortaya çıkışından sonra nasıl süreklilik kazandığıdır. Bandura, bu konulara açıklama getirebilmek için pekiştirmeye önem vermiştir. İnsanlar ve hayvanlar, ödüle ulaşmak ve cezadan kaçmak için davranış değişikliği gösterirler. Saldırganlık davranışında da durum aynıdır. İnsanlar, saldırganlık için ödüllendirilir ve olmadığı için cezalandırılırlarsa, önyargının öğrenilmesinde olduğu gibi saldırganlığı da öğrenirler. Atkinson vd. (1999) saldırganlığın, gözlem ya da taklit yoluyla öğrenilebilir olduğunu, ne kadar sık pekiştirilirse o kadar sık gerçekleşeceğini belirterek, pekiştirmenin önemini vurgulamışlardır.

Dolayısıyla, Bandura’ya (1973) göre, insanlar bir saldırganlık içgüdüsü ile doğmazlar. Ne zaman, kime karşı ve hangi şekilde saldırgan davranışlarda bulunacaklarını sosyalleşme süreci içinde sonradan öğrenirler. Bu öğrenme temel olarak pekiştirme ve model alma olmak üzere iki mekanizma yoluyla gerçekleşir. Diğer bir deyişle, saldırganlık, modelin davranışları gözlemlenerek oluşmakta ve