• Sonuç bulunamadı

Sadık Albayrak

Belgede Yusuf Ziya Bahadmh üstüne (sayfa 72-81)

Karanlıkta Seheri Görenler

B. Sadık Albayrak

Son günlerde sıkça anlattığımız bir öykü var. Nasreddin Hoca bir gün üç beş horozu bir kafese koymuş, Akşehir’e satmaya götürüyormuş. Yol uzun, hava sıcakmış, kafeste sıkışan horozların perişan hali Hoca’nın yüreğini sızlatmış; biraz rahatlasınlar diye, kafesin kapağını açıp horozları dışarı çıkartmış. Her biri başka bir yöne dağılmışlar. Hoca horozları bir türlü Akşehir’in yoluna sokamıyor, bir o yana bir bu yana seğirtiyormuş.

Horozları saldığına bin pişman, onlara şöyle bağırmış: “Bre, köftehorlar, gecenin karanlığında seher vaktini bilip ötüyorsunuz da, öğlenin aydınlığında Akşehir’in yolunu bulamıyorsunuz!” Benzetmek gibi olmasın, son günlerin seçim havası da Akşehir değil ama, AB, NATO, İMF yollarında kafese konulmaya çalışılan bir halkın gözünü kulağını, bilincini bombardımanla geçti.

Nasreddin Hocamızla, halk yaratıcılığının büyük bilgesiyle bugünün sömürücü burjuvasını benzetmek istemiyoruz elbet, yalnızca horoz-kafes ilişkisinin getirdiği bir çağrışımı paylaşıyoruz. Hoca’nın horozlarına ve kafesine gitmeye de gerek yok; düzenin en önemli politik kavramlarından biri “baraj” değil mi? Milletvekili seçimlerinin en doğal ve meşru işleyişi, kitlelerin politik tercihlerini sermaye sınıfının çıkarlarının ördüğü bir

“barajda yönlendir-

71

meyi hedefliyor... Ülkenin dinamiklerini düzenin sömürü piyasasına taşımak için inşa edilmiş bir barajla...

Egemen sınıfın yönetim pratiğinde, kitlelere istediğini yaptırmak için, istediği pazarda, istediği fiyatı kesmek için genişletip daralttığı görünmez kafesleri var. İnsanın içine örümcek ağı gibi işlediği bu kafeslerin en etkililerinden biri burjuva parlamenter işleyiş ise, bir başkası her yurttaşın beş on yılını kuşatan eğitim sürecidir. Düzenin sınırlarını zorlayan devrimcilere karşı uygulanan polis şiddeti ve kanlı hapishane siyaseti bizi yanıltmasın. Nâzım Hikmet’in dediği gibi, insanın “bilerek bilmeyerek hapishaneyi içinde taşıması”nı sağlayan, sistemin eğitim siyaseti en az onun kadar tehlikeli ve zalimdir. Ağaç yaşken eğilir. İmam hatiplerde ve kuran kurslarında bilinci köreltilmiş insanlar doların kâbesine kolaylıkla yönlendirilir. Bkz. son seçimin sonuçları...

‘Mektepler mamur oldukça’

“Yeni emperyalizmin tek korktuğu adam, ‘düşünen adam’dır. Onun için bütün çabasını, ‘düşünmiyen adam’ yetiştiren eğitime harcar. ‘Robot adam’, ‘yalnız buyrulanı yapan adam’, ‘etliye sütlüye karışmıyan adam’,

‘partiler üstü adam ya da örgüt’ onun için ideal adam, ideal örgüttür. Ve eğitim düzenini, bu tiplerin yetişmesi için ayarlamaya çalışır.” (s. 107) Bu satırların yazarı, burjuvaziye barajları yükseltme ve sağlamlaştırma telaşı yaşatan bir hareketin, 1960’lı yılların Türkiye İşçi Partisi’nin meclise soktuğu 15 milletvekilinden biridir. Yusuf Ziya Bahadınlı, Köy Enstitülerinin yetiştirdiği bir yazar olarak, kısa ve etkili olmuş bir eğitim deneyiminin yüklediği sorumlulukla, 1968 yılında “Türkiye’de eğitim sorunu”nu inceleyen

72

bir kitap yazar. Yusuf Ziya sekiz yıl öğretmenlik yapmış- tır. Mecliste Millî Eğitim Komisyonu’da TİP temsilcisi olarak görev almıştır. Yazarın incelemesinden çıkan ilk sonuç, Türkiye’de eğitim sorununun, ülkede hüküm süren "kapitalizm sorunu”ndan kaynaklandığını gösterir. Yusuf Ziya Bahadınlı bu sonuçtan yola çıkarak sorunu kapitalizm sorununun panzehiriyle birlikte ele almaya karar vermiştir. Kitabın başlığı bunu netlikle ortaya koyar: “Türkiye’de Eğitim Sorunu ve Sosyalizm”.

Kitabın ilk bölümü “Eğitimin halka götürülmesinde çabalar” başlığını taşır. Osmanlı döneminden başlayan kısa bir tarihçenin ardından Köy Enstitüleri deneyimi geniş bir biçimde incelenir. Yazarın daha sonraki çalışmalarından Öyle Bir Aşk’ta biraz daha eleştirel yaklaşacağı Köy Enstitüleri girişimi, “bilme ile yapma” arasındaki kopmaz ilişkiyi kurabildiği için önemli bir seçenek olarak değerlendirilir. Yazar, eğitime yaşamın bütünlüğünde bakar; okulla sınırlı değil, her alanda insanca yaşayabilmenin öğrenilmesinin aracıdır. Bu bütünlüklü bakış, eğitimin içeriğini, niteliğini olduğu kadar, eğitilen insanın nesnel koşullarını, imkânlarını da göz önünde bulundurur.

Osmanlı’da eğitimi geliştirme çabası verenlerden Emnıllah Efendi’nin güzel bir sözü var: “Mektepler mamur oldukça hapishaneler harap olur.”

Aydınlanmacı bir iyimserliği yansıtan bu sözü bir kenara not edelim.

Kitabın ikinci bölümü “Gençlik sorunu” başlığını taşır. 1968 tarihinin baş gündem haline getirdiği gençlik, düzenin içine örmek istediği kafesleri parçalamaya çalışmakladır. Yazar soğukkanlı bir tutumla eğitim sorununun çarelerinden biri olarak eleştiren, sorgulayan, kafa tutan gençliği inceler.

73

Bunun ardından “Öğretmen sorunu” gelecektir. O yıllarda, düzen açısından da bir öğretmen sorunu vardır ve hakkını arayan, gençlere özgürleştirici bilgiler vermeye çalışan öğretmenlerle uğraşmaktadır.

“Sürgün”, öğretmenler için de işletilecektir. Yazar “öğretmen kıyımı”

olarak adlandırılan burjuva siyasetini sergiler. O yıllarda ilerici öğretmenin durumunu şöyle çizer: “İstanbul’un en modern okulundan, Hakkâri’nin en uzak dağ köyüne dek her yerde öğretmen vardı. Bu alan içine yayılmış yüz binin üzerindeki öğretmen tedirgindi. Bu büyük kitle, bir taraftan Türkiye’nin içinde bulunduğu dar ekonomi koşulları içinde bunalırken, bir taraftan gerilikle, cehaletle, iftiralarla uğraşırken; bir taraftan yüz yılların büyük günahının sonucu olarak geri kalmış yurdunun insanlarına daha faydalı olmak için gecesini gündüzüne katarken; bir taraftan da her gün ceza mektupları taşıyan postacının yolunu gözlemektedir.” (s.101-102)

“Eğitimin yozlaştırılması ve Amerikan eğitimi” bölümünde emperyalizmin eğitim alanına müdahalesi incelenir. Yusuf Ziya’nın çalışmasının önemli yanlarından biri, sayılarla konuşmasıdır. Eğitim istatistiklerinden yararlanan yazar, zaman içindeki değişmeyle egemen sınıfın eğitimdeki tercihlerini de saptar. 1931’de kapanan imam hatipler 195l’de yeniden açılırlar ve pıtrak gibi memleketi sararlar.

Emperyalizmin politik ve ekonomik müdahalesiyle paralel ideolojik kuşatmasının kilit araçlarından biri eğitimdir. Yusuf Ziya’nın kitabından öğrendiğimize göre, toplumdan ve insandan kopuk bir eğitim anlayışını uygulamaya koyan “fen liseleri”ni Amerika’da bile kabul ettiremeyen bir Amerikalı eğitimci, bunu, Türkiye’de başarır. Amerikan kapitalizminin bile yanlış bulduğu “fen lisesi”

74

nasıl bir okuldur ve nasıl insan yetiştirir? “Bir okul ki,

programında mantık, felsefe, sosyoloji gibi sosyal bilimlere yer vermezse, teşebbüs kabiliyeti, eleştirme alışkanlığı, toplumsal kaynaşma gibi insanı ön plana alan özellikleri çocuğa vermezse, o çocuk düşünemeyen, duygulanama- yan, toplum sorunlarıyla ilgilenmeyen bir ‘makine adam’

haline gelir elbette...” (s. 116)

Yazar, eğitime toplumsal bütünlüğü içinde bakıyor dedik; özgürlüğün olmadığı bir yerde insanca bir eğitim yapılabilir mi? Yusuf Ziya bu sorunu incelediği bölümde, bugüne bir belge ulaştırıyor. TİP milletvekiliyken soru önergesi vererek İçişleri Bakanlığından aldığı Cumhuriyet döneminde yasaklanmış kitaplar listesi. Örneğin, bu listede “Bulgaristan sınırları içinde yayımlanmış tüm kitaplar” yasaklanmış. Burjuvazi, yalnızca Lenin’i, Engels’i engellememiş; yasak listesine aldığı kitaplar arasında ilkçağda, ortaçağda yazılanlar da var.

Yazar, sanatın insanın insanlaşma sürecinde önemli bir işlevi olduğunu düşünüyor. Eğitimin hayat boyu sürmesini sağlayan temel kaynaklar kültür ve sanat varlıklarıdır.

Bahadınlı, eğitim incelemesini, sorunu yaratan kapitalizmden insanlığın kurtulduğu koşullarda çözümün geleceğini vurgulayarak,

“İnsanın çok yönlü gelişmesi ancak sosyalizmle mümkündür.”

saptamasıyla tamamlıyor. “Kapitalist düzende olduğu gibi, kişi gece gündüz durmadan çalışmayacaktır. Günde belli saatlerde çalışacaktır.

Zamanla bu saat en aza inecektir. Ailedeki bireylerin, özellikle yaşlıların ve çocukların devletçe bakımları mümkün olacaktır. İş, öldürücü bir uğraşı olmaktan çıkacak, bir zevk haline gelecektir. Kişinin boş zamanı kalacaktır. Radyo, televizyon, tiyatro, sinema halkın emrinde olacak-

75

tır. Halkın yararına sunulmuş gazeteler olacaktır. Kişinin radyo, televizyon dinleyecek; tiyatroya, sinemaya gidecek zamanı ve parası olacaktır.

Gazete, bir okul olacaktır. Halkın buyruğunda, halk yararına işleyecektir.

Kadınların yaşantıları insanca olacaktır. Onların da eğitim görmeğe zamanı olacak, boynuna takılan kölelik zinciri kırılacak, insan olmanın mutluluğuna erecektir.” (s. 214-215)

Müze olan hapishane

Emrullah Efendi’nin sözü, toplumsal çelişkilerden soyutlanmış bir bilgi, bilim anlayışına dayanıyordu. Çünkü sınıfsal çatışmanın belirleyiciliği altındaki bir toplumda okul ile hapishane toplumsal gerçekliğin birbirini bütünleyen, matematik diliyle söylersek doğru orantılı değişen iki yüzüdür. Bilgi ne kadar kitlelere ulaşır ve maddi bir güce dönüşürse, egemen sınıfın hapishanelere ihtiyacı da o ölçüde büyüyecektir. Ama içerdeki ve dışarıdaki bütün hapishanelerin yıkılabileceği bir devrim döneminin kaçınılmaz olduğunu da biliyoruz. Tarihimizde bu dönemleri görüyoruz.

Yusuf Ziya Bahadınlı’nın eğitim incelemesi, “Sosyalizm insanca yaşanacak bir düzen kuracaktır.” netliğiyle bitiyordu. Yazar sonraki kitabında bu savın gerçekliğini bize göstermek için harekete geçiyor.

“Dört Sosyalist Ülke” adını verdiği kitabında, sosyalizmin hayata geçirildiği Bulgaristan, Macaristan, Polonya ve Romanya gezisine çıkarıyor okuru.

Bu kitapta sosyalizmin kurmaya uğraştığı insanca düzenden manzaralar var. Sosyalizmin sorunları da göz ardı edilmiyor. Yazar, eleştirel bakışını sosyalizmin daha gelişmiş ve mükemmel olması yönünde biliyor.

76

Dört ülkede de dikkati çeken ilk manzara toprakla ilgilidir. Yusuf Ziya, bir turist değildir, doğanın güzellikleri onu pek ilgilendirmiyor; o, doğayla insanın ilişkisinden, emek sürecinden çıkan güzelliklerin peşinde.

Sözgelimi, Romanya izlenimleri Baragan’ın Dikenleri’yle, Panait İsirati’nin anılmasıyla başlıyor... Şöyle devam ediyor: “İstrali ‘o uçsuz bucaksız karamtrak ovadan’ geçermiş, bizse yirmi beş yıl sonra ovaların yeşilliğine gömüle gömüle gidiyoruz.” (s. 158) İstrati esiniyle süren Gravitza Sokağı bölümü, sistemin değişmesinin kenti de nasıl değiştirdiğini ve güzelleştirdiğini sergiliyor.

Karşılaştırmanın ikna gücü

Yusuf Ziya, toprağın çocuğudur. Köyde doğayla haşır neşir ve mücadele içinde geçen çocukluğun, eserlerinde belirgin bir etkisi vardır.

Dört sosyalist ülke gezisinde de toprak sorunu en temel araştırma konusudur. Toprağın sosyalist mülkiyeti ve tarımsal üretimin durumu ayrıntılarıyla inceleniyor. Yazar gezdiği ülkelerin yöneticilerinin yardımıyla köylere gidiyor; sosyalist kooperatifleşmenin sonuçlarını gözlemliyor. Eğitim kitabında uyguladığı karşılaştırma yöntemini burada da sürdürüyor. Türkiye’de Eğitim Sistemi ve Sosyalizm, ülkedeki eğitim sürecini kapitalist ilişkiler gerçekliğinde, dönüşmesi gereken sosyalizmle karşılaştırarak, yani gelecekle birlikte ele alıyordu. Dört Sosyalist Ülke ise, Türkiye’nin kapitalist gerçekliğiyle karşılaştırılarak geziliyor. Birinci kitapta yürütülen kuramsal karşılaştırma, gezi kitabında somut bir nitelik kazanıyor. Yazar gezdiği ülkeleri Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından değerlendiriyor. Kitabın ilk sayfasında Bulgaristan’da gördüğü bir köyü anlatıyor ve Anadolu köyünde olan yoksulluğun orada bulunmadığını saptıyor.

77

“Toprak damlı kulübe biçimli evler ve damlar üzerinde kerpiç yığınlar yoktu. Ortalıkta yalın ayak, omuzlarında ya da sırtlarında su taşıyan kadınlar görünmüyordu.” (s. 7)

Yusuf Ziya bir izlenim kitabıyla yetinmek istemiyor, araştırıyor, istatistiklerden yararlanıyor, ülkelerin tarihini öğreniyor. Sosyalizmi Türkiye insanına tanıtma, sevdirme çabası, gördüğü eksiklikleri sorgulamasını engellemiyor.

Macaristan için Yusuf Ziya’nın değerlendirmesi şöyle: “Macaristan’da işçi sınıfı iktidardadır ve sosyalizmi kurmakla meşguldür. Üretim araçları devletin elindedir. Macar halkı “1919-1945” tarihleriyle öğünmektedir her fırsatta. Hal böyle iken diğer sosyalist ülkelerde yapılanın tersine Macaristan’da, okullarda ve diğer kurumlarda sosyalizmin bilimi yeteri kadar öğretilmiyor ve de sosyalizmin Macar toplumuna kazandırdığı nimetlerin, sosyalist uygulamadan olduğu gerçeğinin altı çizilmiyordu.” (s.

102) Bu bölümde 1956 karşı devrim girişimini önleyen komünist lider Yanoş Kadar’ın şu ilginç sözlerini okuyoruz: “İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir ülkede, bu sınıf, iktidarı elinde bulundurarak sosyalist demokrasiyi geliştirebilir, kişinin sosyalist özgürlüğünü garanti altına alabilir, ama iktidarı kaybederse sosyalist özgürlükten eser kalmaz.” (s.83- 84) Kadar’ın saptaması, bugünün gerçekliği oluyor.

Yusuf Ziya’nın sosyalizme ilişkin kaygıları Çekoslavakya’da da benzer.

Emperyalizmin “Prag Baharı” adını taktığı durumun sosyalizmin hayrına olmadığım gözlemleyebiliyor.

Dört Sosyalist Ülke 1968-1970 yıllarında, can alıcı olayların olduğu bir dönemden reel sosyalizme ilişkin yararlı bilgiler içeriyor. Yusuf Ziya’nın aktardığı, Castro’nun 1968

78

Çekoslovakya değerlendirmesi, bir devrimcinin dünyaya bakışındaki netliği bugüne taşıyor.

Yazar Polonya’da Oşvençim (Auschwitz) toplama kampını da geziyor.

“Daha avluya girerken içinizin ürperdiğini hissediyorsunuz. Yolboyunda bir sürü idam sehpa- м. Her tarafta taş kaldırımlar arasında ot bittiği halde, idam sehpalarının altlarında bir tane bile yok. Sanki asıldıktan sonra yere bırakılan ölü, nazi zulmüne öyle bir nefret kusmuş ki, aradan bunca yıl geçtiği halde bir dal hile yeşerememiş bu yerlerde.” (s.125) Sosyalist toplumun çok önemli bir kazanımı da budur; kapitalist düzenin, insanın acılı tarihinin müzeye kaldırıldığı bir toplum olabilmesidir.

Polonya’da Devrim Müzesi eski bir hapishaneye kurulmuştur. Çarlık Rusya’sına karşı 1794’te başlatılan köylü ayaklanmasında beş bin kişinin katledildiği Pawlion hapishanesi sosyalist düzende bir müzeye çevrilmiştir.

Emrullah Efendi’nin sözü işte o zaman gerçek olacakın. Okul, yaşamı geliştirmeye ve özgürleştirmeye aracılık ■ iliği zaman... Hapishaneleri, daha doğrusu insanı çok çeşitli hapishanelere kapatan kapitalizmi sosyalizmin müzeye kaldırdığı bir toplumda...

Kaynaklar

Yusuf Ziya Bahadınlı, Türkiye’de Eğitim Sorunu ve Sosyalizm, Hür Yayınevi, Eylül 1968, Ankara.

Yusuf Ziya Bahadınlı, Dört Sosyalist Ülke, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, 1970, İstanbul, Resimli.

Sol Dergisi, Aralık, 2002, sayi:194

79

Yusuf Ziya Bahadınlı’nın

Belgede Yusuf Ziya Bahadmh üstüne (sayfa 72-81)