• Sonuç bulunamadı

6. Sabır ve Sebatta Öncü Olmaları

2.5.7. NÛRU

IX. yüzyılda Hz. Peygamber (SAV)’in mânevî şahsiyetini ifâde etmek için kullanılan tasavvuf terimi olan “hakîkat-i Muhammediyye” fikri ortaya atılmıştır. Ebû Saîd el-Harrâz ve Sehl b. Abdullah et-Tüsterî tarafından Resûl-i Ekrem Kur’ân-ı Kerîm gibi bir nûr olarak (Mâide, 5/15) algılanmaya başlanmış, onların ardından Hallâc-ı Mansûr Kitâbü’t-Tavâsîn’de bu anlamda nûr üzerinde genişçe durarak “nûr-ı Muhammedî” teorisini geliştirmiştir.

Buna göre Cenabıhak ilk önce Hz. Muhammed’in nûrunu, bu nûrdan da diğer varlıkları yaratmıştır. Bu görüşle ilgili olarak: “Allah’ın ilk yarattığı kalemdir.” ; “Âdem

rûhla beden arasında iken ben peygamber idim.”; “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.”

gibi hadîsler rivâyet edilmiştir. Burada akıl ve kalemden maksat Hz. Peygamber’in nûru olup O’nun mânevî hüviyeti anlamına gelen bu nûra “hakîkat-i Muhammediyye” de denilmiştir. Hz. Âdem’den başlayıp bütün peygamberlerde tecelli eden bu nûrun en son Resûlullah’ta gerçek sahibiyle buluştuğu kabul edilmiştir.

Gizli bir hazîne olan Cenabıhak bilinmeyi niyâz etmiş ve ilk defa “taayyün-i hubbî” şeklinde, yani Hz. Peygamber’in nûru ve sevgisi olarak tecellî etmiş, ardından diğer varlıkların hepsini bu nûrdan yaratmıştır. Onun âlemlere rahmet oluşunun (Enbiyâ, 21/107) anlamı budur. Buna göre evrenin var oluş sebebi Allah’ın Hz. Muhammed’e duyduğu sevgidir. (Uludağ, 2005: 448-450)

Şair nereye baksa Hz. Muhammed’i görmektedir, putun güzel yüzünde dahi O’nu gördüğü için yaptığının küfür ya da hata olup olmadığını kestirememektedir:

Ben nûr-ı Muhammed görürüm rûy-ı sanemden Sen söyle ki ey sûfi bu küfr ü bu hatâdır

(Esrâr Dede159, 385, G.93/14)

Cenabıhak önce Hz. Peygamber'i yarattı, sonra diğer varlıkların tümünü O’nun nûrundan yarattı. Ayrıca yaratılmışlar içinde en çok hamdeden Hz. Muhammed’dir. O’nun nûru da bundandır.

O hamdiñ nûrudur nûr-ı Muhammed Ki nâmı oldu anıñ nûr-ı Muhammed (Esrâr Dede, 644, M.1/12)

Nûr-ı Muhammed, dînî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber'in manevî şahsiyetini ifade etmek için kullanılan bir terimdir. 160

“Ey Allah’ın Resûlü! Sen’in zâtının cevheri güzellik tabakalarını süslemektedir. Bu sebepten feleğin dokuz katmanının yüzündeki nûrdur.”

Tabak-pîrâ-yı tıbk-ı hüsn ü ândur cevher-i zâtuñ Anuñçün nûr-ı rûy-ı nüh-tabakdur yâ Resûla’llah (Kânî, 73, K.7/3)

Yani Kânî, gökyüzünün aydınlık olma sebebi Allah Resûlü’nün nûrudur diyerek hüsn-i ta’lil sanatı yapmıştır.

“Varlık ve kainat nûrunu Sen’in varlığından almıştır. Gönlü yaralı ümmetler, inâyetinin dostluğuyla mutlu olur.”

Nûru zâtından münevver èarsa-i kevn ü mekân Yârî-i lutfıyla hurrem ümmetân-ı dil-figâr (Nahîfî, Cilt: 1- 206, K.18/13) 161

Hz. Muhammed (SAV)’in gölgesi yere düşmezdi.162 Çünkü Allahutaala O’nu nurdan yaratmıştı. Nûr’un yani ışığın da gölgesi olmaz:

Seni nûr eyledi Hak zâhir u bâtında bî-şübhe Ne mümkindür zuhûr-ı sâye hîç nûr-ı zemîn üzre (Nahîfî, Cilt: 2- 409, G.406/4)

“Cenabıhakk’ın sevgili kulu sen İslâm’ı yayan nurlu güneşsin! Dokuz kubbe (gökyüzü) yuvarlak şekliyle Sen’in aşkında ancak zerredir.”

Zerredir aşkında şekl-i müstedîr-i nüh-kıbâb Âftâb-ı nûr-ı şer‘-efzâ Habîb-i Kibriyâ

159 Şairin bu konuyla ilgili benzer şiirleri için bk.: 648, M.2/7.

160 bk. http://tebdiz.com/index.php?sayfa=arama_sonuc_yeni , nûr-ı Muhammed.

161 Şairin bu konuyla ilgili benzer şiirleri için bk.: Cilt:1- 164, K.5/37; Cilt:1- 198, K.13/35; Cilt: 2- 417,

G.414/3; Cilt: 2- 493, G.489/1; Cilt: 2- 493, G.489/5; Cilt: 2- 594, R.160; Cilt: 2-702, R.557; Cilt: 2- 726, Ebyât 240.

162 Tam İlmihal Se’adet-i Ebediyye, 379. bk.

(Nedîm, 20, K.1/4) 163

Pervâne nasıl ki yanmayı göze alarak ışığa atılırsa Cebrâil (AS) da vahdet meclisinin nûr saçan mumu olan Habibullâh’ın pervânesi olur:

Cebrâ'il ol şem‘-i bezm-i vahdetin pervânesi Nûr-bahş-ı meclis-i ulyâ habîb-i kibriyâ (Nedîm, 20, K.1/5)

Esrâr Dede gibi Sünbülzâde Vehbî de bu beytinde Resûl-i Ekrem’in gölgesinin yere düşmemesini konu edinmiş:

Zemîne düşmese cây-ı èaceb mi sâye-yi kaddiñ Vücûduñ pertev-i nûr-ı Hudâ'dır yâ Resûla’llâh (Sünbülzâde Vehbî, 63, K.2/2)

2.5.8. PÂK OLUŞU

Farsça bir sıfat olan “pâk” kelimesi sözlükte şu anlamlara gelmektedir: “temiz, arık, tâhir; saf, hâlis, hîlesiz; kutsal, mübârek, kusursuz, günâhsız.” (Devellioğlu, 2000:852)

Bu sıfat peygamberlerin özelliklerinden “İsmet” vasfına karşılık gelmektedir. Peygamberlerin bir özellikleri de onların günahtan uzak oluşlarıdır. İsmet kelimesi sözlükte: “engelleme, durdurma, koruma, günahtan korunmuşluk, günahsızlık” anlamlarına gelmektedir. Ayrıca ismet; “yapacak gücü olmasına rağmen kişiyi günah işlemekten ve günaha meyletmekten engelleyen ilahi bir meleke” olarak da tanımlanmıştır. Bir terim olarak ise: “Allah’ın bütün peygamberleri, kendilerine tahsis etmiş olduğu saf cevherlerle, en yüce cismî ve nefsî varlığa sahip kılarak, ayaklarını tâatte sabit tutması, kalplerine sekînet indirerek kötü temayüllerden muhafaza etmesi, tevfîki ile onları koruması” diye tanımlanmaktadır. Yani ismet, nübüvvet ile görevlendirilecek kimsenin çocukluktan itibaren gözetim altında bulundurulması ve söz konusu şahsın üstün ahlâkî özelliklerle donatılması olarak anlaşılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin çocukluktan itibaren gözetim ve denetim altında tutuldukları görülmektedir. Meselâ, Hz. Mûsâ’ın yetiştirilmesine Allah tarafından nezâret edilmesi ve Allah’ın ona sevgisini vermesi; Hz. İbrâhîm’in henüz çocuk denecek yaştayken puta tapan kavminin inancını kabul etmeyerek, onların inancını sorgulaması ve onlarla mücadeleye girişmesi; Hz. Îsâ’nın daha beşikteyken nübüvvetini ilân etmesi ve hayatının hiçbir döneminde müşriklerin yaptıklarını tasvip etmeyerek puta tapmayan Hz. Peygamber (SAV)’in hayatı, yüce Allah’ın, peygamberlik mertebesine yükselteceği kişileri henüz peygamber olmadan önce de gözettiğinin ve onları koruma altına aldığının delîlidir. (Yaykın, 2014:42)

Hz. Muhammed (SAV)’i en iyi müşâhede edip mucizelerine tanık olan şüphesiz çocukluğundan yetişkinliğe kadar yanında bulunan ve O’nun temiz ahlâkıyla ahlâklanan yeğeni ve damadı Hz. Ali’dir:

Vücûd-ı pâk-i Muhammed’le hem-hakîkatdir O sırra cümleden akrebdir ittisâl-i èAlî (Esrâr Dede, 175, K.4/5)

“Pak olan o nebî kendisine sadâkatle bağlananların sığınağıdır; hastalara şifadır. O ki meleklerin şahıdır ve nebîlerin en önde gelenidir. O’nun pak zâtına yüce Allah hürmet etmiştir, kâinatın yardım kaynağı onun temiz zâtıdır.”

Kıl sıdk ile odur ki vâlâya ilticâ Kim haste-i zünûba o dürde olur devâ Şâhenşeh-i melâéik ü ser-hayl-i enbiyâ Yaènî Habîb-i muhterem-i Hazret-i Hudâ Kim zât-i pâkièâlemüñ èayn-ı èinâyeti