• Sonuç bulunamadı

DİĞER PEYGAMBERLERİN ONUN SOYUNDAN GELMESİ

6. Sabır ve Sebatta Öncü Olmaları

2.2.2. DİĞER PEYGAMBERLERİN ONUN SOYUNDAN GELMESİ

“Kıyamet gününde Allah Teâlâ şöyle buyurur:‘Ey insanlar! Ben sizin için bir

nesep tayin etmiştim, ancak siz kendiniz için başka bir nesep tayin ettiniz. Yanımda en şerefliniz, en müttakiniz olsun istedim; siz ise ‘falan oğlu filan, falancadan daha değerlidir’ dediniz. Bugün tayin etmiş olduğum nesebi yücelttim, sizin kendinize uygun gördüğünüz nesebi ise alçalttım.Dikkat edin! Benim gerçek dostlarım, müttakilerdir.” 39

Hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmayan, tasarruflarında hikmetsiz davranmayan yüce Allah’ın, risâlet göreviyle gönderdiği elçilerinde, diğer kullarından farklı meziyetlerin olmaması mâkul görünmemektedir.

Hz. İbrâhîm tarihin bir döneminde yaşamış ve ardından bir soy bırakmış peygamberlerdendir. İbrâhîm (AS)’ın duası gereği soyundan seçilmiş insanlar çıktığı gibi seçilen bu insanlar da kendi nesillerinden aynı şekilde seçilmiş insanlar çıkmasını dilemişler, bu hususta yüce yaratıcıya duada bulunmuşlardır. Yaèkûb’un evlâtlarından beklentisi de bu olmuş ve seçilme yönü olarak İslâm’a dikkat çekilmiştir. Buna göre de seçilme talebi dünyalık bir talep olmayıp, dinî hüviyeti haizdir. Aksi olsaydı Yaèkûb (AS) ya da evlâtları, mensubu bulundukları ailenin şerefine atıfta bulunurlar, sırf bu aileye mensup olmaktan kaynaklanan bir ayrıcalığın var olduğunu iddia ederlerdi. Oysa vurgu, sürekli olarak Allah’ın dinine ve Hz. İbrâhîm’in değerler mirasına yapılmıştır. Nitekim soyları ile zikredilen diğer peygamberlerin birçoğu için de aynı vurguların yapıldığı görülür. Örneğin, Âl-i İmrân 33. âyetten sonra yeni bir konuya başlanan

38 Ayrıntılı bilgi için bk. Melek Dikmen (2016). Nûr-ı Muhammedî Anlayışının Metin ve Minyatür

Üzerinden Takibi: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi H. 1221 No’lu Siyer-i Nebî Örneği. Uluslararası

Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9, (47), 1059-1069.

39 Ebu’l-Kasım Suleyman b. Ahmed et-Taberani (H. 360), el-Mu’cemü’l-Evsat (nşr. Tarık b. Avadullah

b.Muhammed, Abdulmuhsin b. İbrahim el-Huseyni), I-X, Daru’l-Harameyn, Kahire, H. 1415, IV/388; el- Mu’cemü’s-Sağîr (Muhammed Şekur Mahmud el-Hac Emrir), I-II, el-Mektebu’l-İslami - Beyrut, Daru Ammar – Amman, 1985, I/383; Ebu Abdillah el-Hakim en-Nisaburi (H. 405), el-Müstedrek ale’s- Sahîhayn (nşr. Mustafa Abdulkadir Ata), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, I-IV, Beyrut, 1990, II/503.

sûrede birçok peygamber, hatta bütün peygamberler zikredilir. Hepsinin aslında aynı soy olduğu söylenir.

Öte yandan bazı rivâyetlere göre, Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberler dışında başka peygamberlerin de gönderildiğini anlatmaktadır. Kur’ân’da seçilmişler zümresinden sayabileceğimiz bu peygamberler kadar, başka seçkin insanlardan ya da halkalardan da bahsedilmektedir. Tüm bunlarda göze çarpan özellik, peygamberler dışındaki seçilmişler zümresinden olan kimselerin ya da toplulukların, bu seçimi hak edecek davranışlarda bulunduklarıdır. Aynı durum peygamberlerin seçiminde bile görülmektedir. Ne var ki bu soylar ya da gruplar içerisinde, zamanla yozlaşmaların yaşandığı ve kendilerine verilen üstünlüklerin bu soylar tarafından lâyıkıyla taşınamadığı da Kur’ân-ı Kerîm’le sabittir.

Ancak Allah’ın seçkin kıldığı bir soy olmak için mutlaka bir peygamber olmak ya da bir peygamber soyundan gelmek de şart değildir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, böyle olmadığı hâlde seçkin oldukları belirtilen birçok kuldan bahsedilir. Örneğin; İmrân, bir peygamber değildir ama Âl-i İmrân 33’te Rabbimiz Âdem, Nûh ve İbrâhîm ile aynı siyak içerisinde onun ailesini de zikreder: “Gerçekten Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm

soyunu ve İmrân soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.” buyururken, seçkinliğin soydan

değil, vazifeden geldiğini de belirtmiştir. İmrân’ın kendisi peygamber olmasa da çocukları Mûsa ve Hârûn ile birlikte o da seçilmiş kimseler arasında zikredildi. Demek ki görevi yapmış olmak, babanın oğluna bir şerefi olarak zikredilebileceği gibi aynı zamanda oğlu da babası için bir şeref vesilesidir. Ama bu da her iki tarafın vazifesini yapması durumunda geçerlidir. Dolayısıyla hayra sahip olan her kul hayırlıdır ve bu hayrı yayma yetkisini haizdir. (Polat,2005:151)

İbrâhîm (AS)’ın duasının makbûl olması gereği soyundan pek çok peygamber gelmiştir. Hatta Peygamber Efendimiz de O’nun mübarek soyundandır. Peygamberlik nûrunun silsile hâlinde peygamberlerden sonraki peygamberlere geçtiğine daha önce değinmiştik. İşte o nûr dedesi Hz. İbrâhîm’den son peygamber Hz. Muhammed’e intikâl etmiştir:

Şehzâde-i zî-şân ü celîlü’t-tekrîm Ferzend-i şehenşâh-ı rüsul-i İbrâhîm Tâ mahşere dek rûh-ı şerîfine anuñ Hakdan ola ithâf-ı salât ü teslîm (Nahîfî, , Cilt:2, 640- R.319)

2.2.3. “HALÎLULLÂH” OLUŞU

Kur'ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber (SAV)’den sonra “üsve-i hasene” olma şerefine ermiş tek peygamber Hz. İbrâhîm’dir. Tevrat’ta anlatıldığına göre daha önce onun adı “Yüce Baba” anlamına gelen “Abram” idi. Rabbi kendisine bir çocuk müjdesi

verip de soyunu çoğaltacağını bildirince, bu sefer adını değiştirmiş ve “Cumhurun Babası” anlamında ona İbrâhîm (eb; baba, rahim; cumhur) demiştir. Kanaatimizce ona en güzel ismi veren, edebiyatçı Abbâs Mahmûd el-Akkâd’dır. O’na göre İbrâhîm (AS), “Halîlü’r-Rahmân” ve “Halîlü’l-insân” idi. (Polat, 2005:96-97)

Allahutaala, Kur'ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhîm’i şöyle vasıflandırır: (İbrâhîm

görevini tam olarak yaptı) yani o Rabbinin, imanının gereği olarak kendisine emrettiği bütün şeyleri tam olarak yerine getirdi. Bunun içindir ki hiçbir büyük iş ve hâl onu Rabb’ine kulluktan geride bırakmadı.

Yine Allah, Hz. İbrâhîm’in mevkiini şöyle zikreder: "Allah, İbrâhîm’i dost

edindi." Halîl, sevgisinde zayıflık olmayan sevgidir. Hillenin, muhabbetin en son

derecesini ihtiva ettiği söylenmiştir. Allah ise kullarından ancak rûhen temiz olanları sever. Hz. İbrâhîm, Allah için sevgide tam bir kemâle ermiştir. Bunun içindir ki Rabb’inin yolunda babasına ve kavmine düşman olmuştu. Allah da bundan dolayı İbrâhîm (AS)’ı sevmiş ve onu dost edinmişti. Böylece Cenabıhak, onu dost edindiği için “Halîlullâh” ya da “Halîlürrahmân” şeklinde anılmaya başlandı. (Tabbara, 1981: 572) Rivâyete göre; Cebrâil (AS), 12.000 hayvanın bulunduğu sürünün sahibi İbrâhîm (AS)'ın yanına insan kılığında gelir ve bu sürülerin sahibini sorar. "Rabbimdir, ben emanetçisiyim.” cevabını alınca, bunları kendisine satmasını ister. İbrâhîm (AS), Rabb’ini bir kere zikretmesi karşılığında sürünün üçte birini, üç kere zikretmesi karşılığında da tamamını bağışlayacağını söyler. Cebrâil (AS)'ın üç defa Cenabıhakk'ı zikretmesi üzerine, Hz. İbrâhîm, sürüyü ona verir. Cebrâil (AS), kendisinin bir melek olduğunu söyleyip sürüyü almaz. Hz. İbrâhîm de kendisinin "Halîl” olduğunu, verdiği bir şeyi geri almayacağını söyleyerek sürüleri satar. Elde ettiği gelir ile geniş bir arazi satın alıp Müslümanlar için vakfeder. Bütün servetini Cenabıhakk’ın rızası için bir anda fedâ eden İbrâhîm (AS), malıyla ilgili imtihanı da başarıyla kazanarak “Halîl (gerçek dost)” olduğunu ispat etmiştir.” (Sucu, 2009: 607)

Halîlullâh’ın temiz vasıflarını ve cömertliklerini elbette saymakla bitiremeyiz. Şaire göre onun adaşı olan memdûhunda da benzer vasıflar sirayet etmiştir:

Mekârim-pişe hayr-endîşe hem-nâm-ı Halîlullâh Değil evsâf-ı pâkîze-me’âli kâbil-i ta’dâd

(Haşmet, 171, T.9/3)

Kur'ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: "Kitap’ta, İbrâhîm’i zikret, çünkü, o, sıddîk

(Doğru) bir nebîydi." (Meryem, 19/41) âyetinde de buyrulduğu gibi Hz. İbrâhîm

cömertliğinin yanında özü sözü de doğru bir insandı. İzzet Ali Paşa bu beyitinde Hz. İbrâhîm’in Halîl oluşuna ve Kâ’be’yi inşasına telmihle onunla namdaş olan memduhuna övgüde bulunuyor. Sözünde onun gibi sadık olduğunu ifade ediyor:

Yaèni hem-nâm-ı Halîlu’llâh kim erkân-ı dîn Oldı èahdinde mü’esses Kaèbe-i èulyâ gibi (İzzet Ali Paşa, 80, K.4/47)

Aşağıdaki beyit bir han ismiyle birlikte anılan Halil isimli bir zâttan bahisle söylenmiştir (Yaraşır, 1996:11). Hân “sofra” anlamına da geldiği için şair iki kelimenin ses benzerliğinden de faydalanmıştır:

Zemzemâsâ âb-ı lutfun herkese icrâdasın Âleme hân-ı Halîlûllah gibi âmâdesin Kâbeveş dîn-i mübînin kadrini ilâdasın Rûz u şeb kesb-i rızâullâh içün istâdesin

Mescid-i nüh-târem-i nüh-âsumân durdukça dur (Nedîm, 246, M.6/IV)

“Bu hanı yapan Halil ve yeni çarşıyı yapan da İbrâhîm olup her iki ismin anılması suretiyle ‘Halil İbrâhîm’ vücûda gelerek müraat-ı nazîr sanatı gösterilmiş olur.” (Yaraşır,1996:11)

Zihî nev-çârsû-yı pâk-i İbrâhîm Pâşâ kim Kemâl-i sûd ile hân-ı Halîle gıbtafermâdır (Nedîm, 159, T.17/9)

Yüce Allah, dostu kabul ettiği Hz. İbrâhîm’e serin bir rüzgar göndererek ateşten doğan korkuları da gül bahçesine çevirdi. Şair ateşin kızıllığı ile güllerin kırmızılığı arasında ilgi kurmuştur:

Vezân oldu Halîl üzre nesîmi Gülistân etdi âteş-zâd-ı bîmi (Sünbülzâde Vehbî, 34, M.2/30)

Ahmed er-Rifâi, 12. yüzyılda yaşamış ve Rufâilik tarikatının kurucusu olan büyük bir mutasavvıftır. Şeyh Gâlib, onu anarken Hz. İbrâhîm’in ilâhî hakîkatleri idrâk ve müşâhede ettiği mânevî bir makâma eriştiğini (sırr-ı Halîl) vurguluyor:

Fahr-ı sâdât-ı kirâm u pîşvâ-yı ârifîn Mazhar-ı sırr-ı Halîl ü nuhbe-i ehl-i yakîn Bülbül-i gülzâr-ı âteşgâh-ı aşk-ı lâ-yezâl Hazret-i Ahmed Rüfâî râfi-i alâm-ı dîn (Şeyh Gâlib, 605, Kıt’a 4)40