• Sonuç bulunamadı

ŞEYH GÂLİB (d 1171/1757-58 ö 1213/1799)

6. Sabır ve Sebatta Öncü Olmaları

1.2. XVIII YÜZYIL DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ

1.2.10. ŞEYH GÂLİB (d 1171/1757-58 ö 1213/1799)

Mehmed Es’ad (Gâlib), 1171/1757-58 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi yakınlarındaki bir evde doğdu. Doğumuna “Eser-i Aşk” ve “Cezbetü’llâh” terkipleri ile tarih düşürülmüştür. Babası Mustafa Reşîd Efendi’dir. Gâlib vesilesiyle babasından bahseden bütün kaynaklar onu Mevlevî olarak kaydederler. Ayrıca iyi bir tasavvuf terbiyesi aldığı ve şiirle uğraştığı da belirtilmektedir. Annesi Emine Hatun’dur. Hakkında fazla bilgi mevcut değildir.

İlk bilgilerini babasından alan Gâlib, kendisine Es’ad mahlasını veren devrin önemli isimlerinden üstâd Hoca Neş’et’ten de ders ve feyz almıştır.

20 Bu başlığın hazırlanmasında: Prof. Dr. Naci Okcu (2013). Şeyh Gâlib Divanı. Ankara: Diyanet İşleri

Şairlik kabiliyeti erken yaşlarında gelişen Gâlib bir aralık Dîvân-ı Hümâyûn beylikçilik kalemine devam etti.

Gâlib, babasından ve Hoca Neş’et’ten tahsil etmekle kalmamış, ayrıca o devirlerde edebiyat, musikî ve tasavvuf mektebi işlevi gören Mevlevîhânelerde, Mevlevî büyüklerinin sohbetlerinden de faydalanmıştır.

Şair, Es’ad mahlası eski ve yeni pek çok şair tarafından kullanıldığından, isim karışıklığını önlemek amacıyla şiirlerinde artık Gâlib mahlasını kullanmayı tercih etti. Bu büyük istidâd, genç yaşta inkişâf gösterince 1195/1780 tarihinde yirmi dört yaşında iken dîvân tertip etti. Bundan iki sene sonra da 1197/1782-83’te mesnevî tarzındaki büyük eseri Hüsn ü Aşk’ı meydana getirdi.

Hüsn ü Aşk şairi Gâlib’in bu mesnevîsini yazdıktan sonra 1198/1783 yılında ani bir kararla Konya’ya gittiğini ve Mevlânâ dergâhında çileye soyunduğunu görüyoruz. Konya’da kaç ay kaldığı bilinmeyen Gâlib babasının ısrarı ve Konya Çelebisi’nin ihtarları üzerine, çilesinin geri kalanını İstanbul’da tamamlamak üzere geri dönmüş, Yenikapı Mevlevîhânesi meşîhâtında bulunan Ali Nutkî Dede’nin zamanında çilesini 3 sene zarfında tamamlamış, “Dede” ve “Hücre-nişîn” olmuş daha sonra şeyhi olan Ali Nutkî Dede Efendi’den hilâfet almıştır.

Çeşitli olaylar silsilesiyle Gâlib, bir emirle kendisini Galata Mevlevîhânesi Şeyhi olarak buldu. Esasen Mevlevîlere daima teveccüh gösteren III.Selim, Gâlib’e karşı beslediği ayrıca sevgi ve güvenin sonucu olarak ona bazı vazifeler ve haklar vermiştir.

İşte bu parlak ve debdebeli hayat içinde Gâlib’i müteessir eden başlıca iki hadise, 1209/1794-95’te annesi Emine Hanım’ın, iki sene sonra da çok sevgili arkadaşı ve dervişi Esrâr Dede’nin ölümü oldu. Bu olaylar onun için büyük bir darbe oldu ve nihayet kendisi de hastalandı. 26 Recep 1213/3 Ocak 1799 Çarşamba sabahı vefat etti. Şairin cenazesi kandile tesadüf eden perşembe günü büyük bir merasimle kaldırılmıştır. Galata Mevlevîhânesi türbesinde Mesnevî şârihi İsmail Rusûhî-i Ankaravî’nin ayakucuna defnedilmiştir.

Edebî Kişiliği:

Şeyh Gâlib, edebiyat sahnesine çıktığında yani XVIII. yüzyılın son yarısında divan şiiri özellikle Nâbî tesirindeydi. Nedîm’i Nâbî’ye tercih ederek onun yolunda yürümek isteyenler de vardı. Fakat kudretli şair Şeyh Gâlib, yeni bir yol açıp kendi tarzını oluşturmaya muvaffak olmuştur. Bunu yaparken kendinden önce gelen şairlerin kullandıkları bilhassa mazmûnları, sembolleri yeni parlak renklerle boyayarak ve yeni nisbetler dairesinde telif ederek yeni bir tarz meydana getirmeyi başarmıştır.

Bâkî, Nef’î, Nedîm ve hatta Nâbî gibi büyük şairlerden istifade etmiştir. Özellikle Mevlânâ ve Buharalı Şevket’in onun şiirinde etkisi büyüktür.

Şeyh Gâlib, kasîdelerinde Nef’î kadar kudretli, gazellerinde ise Fuzûlî gibi âşık, isterse Nâbî gibi hurde-çîn’dir. O, kendinden evvel gelen şairlere benzememek için İran Edebiyatı’ndaki “Sebk-i Hindî”yi model kabul etmiştir.

Şeyh Gâlib, Dîvân Edebiyatı geleneklerine de sıkı sıkıya bağlıdır. Bu edebiyatın nazım şekilleri olan gazel, müstezât, musammat, şarkı, mesnevî, kıt'a, rubâî, müfred, kasîde hatta diğer şâirlerin kullanmadığı bahr-ı tavîli ve pek az şâirin kullandığı tardiyeyi bile ihmal etmeyişi Gâlib'in şiirlerine ayrı bir renk, ayrı bir hususiyet katmaktadır. Genellikle gazellerde şâirin ismi veya mahlası son beyitte olduğu hâlde Gâlib'in bazen bu teâmüle uymadığını görürüz. Şiirlerinde ise hemen hemen bütün vezinleri kullanmıştır.

Gâlib’in Öz Türkçe yani "Türkî-i basît” ile yazmış olduğu şiirleri de vardır. Hatta bazı atasözü ve deyimleri yer yer dîvânında ve Hüsn ü Aşk’ında kullanmıştır. Gâlib'in aruzla yazılmış şiirlerinden başka, matbu dîvânında bulunmayan 4+4+3 'lü hece vezniyle yazdığı dikkate değer bir manzûmesi vardır. Şarkı başlığını taşıyan manzûme şâirimizin hece vezniyle yazdığı tek şiirdir.

Kâfiyenin göze hitap etmesi prensibine dayanan Gâlib, klâsik anlayışa bağlıdır. Nitekim bu hususta en mütevazı ses uyumlarına da rıza göstermiştir. Genellikle gazellerini redifli olarak yazmıştır.

Gâlib, Dîvân Edebiyatımızın hususiyetini layıkıyla kavramış, nazım tekniği kuvvetli şâirlerimizdendir. Şiirlerinde Türkçe'yi kullanmakta oldukça mahirdir. Ancak Gâlib, dilde sadelik taraftarı gibi görünse de bu istek diğer dîvân şairlerimiz gibi onda da bir fikir olmaktan ileri gitmemiştir. Nitekim Türkî-i basit denilen terkîbsiz, sade Türkçe ile yazdığı manzumesi sadece bir denemeden ibarettir.

Şâir, terkiplerin aleyhindedir; bunların belki inşâyı süslediklerini, fakat Türkçe kelimeler içinde hoş kaçmayacaklarını söylemektedir. Bu sözleriyle sadelik taraftarı görünen şâirimizden eserlerinde hiç olmazsa fazla terkipli bir dil kullanmaması beklenirdi. Ancak yazdığı şiirler, bize onun yalnız terkipli yazmakla kalmayıp bunların sayısını bazen üçe hatta dörde çıkardığını göstermektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Şeyh Gâlib, Osmanlı şiirinin tekâmülü üzerinde son derece etkili olmuştur. Birçok hayran ve takipçi de bırakmıştır. Muâsır ve muakkiplerinden Esrâr Dede, Aynî, Pertev, Dâniş gibi birçok şâirin de ona nazîreler hatta medhiyeler yazdığını görürüz. Fakat Gâlib'in en kudretli hayranı ve takipçisi XIX. Asrın büyük şâiri İzzet Molla'dır.

Eserleri:

Dîvân, Hüsn ü Aşk, Es-Sohbetü’s-Sâfiyye, Şerh-i Cezîre-i Mesnevî, Tezkire-i Şuara-yı Mevlevîye’dir.

İKİNCİ BÖLÜM

XVIII.YÜZYIL DÎVÂNLARINDA ULÜ’L-èAZM PEYGAMBERLER

Klasik Türk şiirinde Ulü’l-èAzm peygamberleri konu alan beyitleri tespit etmek ve bağlamsal olarak incelemek için taradığımız divanlarda Ulü’l-èAzm Peygamberlere, onların hayatlarına dair kıssalar ile ilgili unsurlara sık sık rastlanmıştır. Dünyayı şereflendirme sıralarına göre bu peygamberler ve XVIII. yüzyıl divanlarında geçen özellikleri şöyledir: