• Sonuç bulunamadı

6. Sabır ve Sebatta Öncü Olmaları

1.2. XVIII YÜZYIL DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ

1.2.5. KÂNÎ (d 1124/1712-ö 1206/1792)

Ebû Bekir Kâni Efendi’nin hayatına dair bilinenler çok fazla değildir. Gerek şuarâ tezkirelerinde, gerekse ölümünden sonraki çeşitli kaynaklarda Kânî ile ilgili verilen bilgilerin sınırlı bir çerçevede kaldığı görülmektedir.

Ebû Bekir Kânî Efendi 1712 (H.1124) yılında Tokat’ta doğmuştur. Doğumu ve ailesi ile ilgili kaynaklarda bunun dışında herhangi bir bilgi bulunmayan Kânî, ilk öğrenimine Tokat’ta başlamıştır. Önceleri derbeder bir hayat süren Kânî gençlik yıllarında nazım ve nesirle, nükteli biçimde söylediği şiirlerle şöhrete ulaşmıştır.

Kânî daha gençlik yıllarında içkiye meyilli olduğundan ayyaş bir yaşam sürmeye başlamışsa da bu durum fazla uzun sürmemiştir. Gençlik yıllarında, iç dünyasındaki bunalım ve arayışlarının devam ettiği bir dönemde, Mevlevî şeyhi Abdülahad Dede ile tanışmıştır. Abdülahad Dede’ye intisabı vesilesiyle Mevlevîlik dairesi içinde yer almaya başlayan Kânî, 39-40 yaşlarına kadar Tokat Mevlevîhânesine devam etmiştir.

Ebû Bekir Kânî Efendi, gençlik yıllarında şiir ve inşâdaki başarısıyla çevresindekilere kendini kabul ettirmiştir. Ancak o, asıl şöhrete 1755 (H. 1168) yılında Hekimoğlu Ali Paşa ile tanıştıktan sonra ulaşmıştır. Dönemin Trabzon valisi olan Hekimoğlu Ali Paşa, üçüncü kez sadrazam tayin edilmiştir. Paşa’nın Trabzon’dan İstanbul’a dönerken Tokat’a yolu düşmüştür. Onun Tokat’a uğramasını fırsat bilen Kânî Efendi, Paşa’ya bir kasîde ve tarih sunmuştur. Kânî’deki cevheri fark eden Ali Paşa, onu maiyetine almaya karar vermiş, Kânî’nin bağlı olduğu Tokat Mevlevîhanesi Şeyhi Abdulahad Dede’nin de iznini alarak 1755 yılında onu İstanbul’a götürmüştür.

Hekimoğlu Ali Paşa, İstanbul’a geldikten sonra Kânî Efendi’yi, kendini geliştirmesi için Dîvân-ı Hümâyûn kalemine yerleştirmiştir. Buradaki eğitimini, normal eğitim süresinden daha kısa bir süre içinde başarı ile tamamlayan Kânî Efendi’ye Hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyûn pâyesi verilmiştir. Hekimoğlu Ali Paşa, 1755 yılının

15 Bu başlığın hazırlanmasında: Dr. İlyas Yazar (2010). Kânî Dîvânı. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü 3367, Kültür Eserleri Dizisi: 507, e-kitap.’tan istifade edilmiştir.

sonlarına doğru sadaretten uzaklaştırılarak Silistre’ye gönderilmiştir. Tokat’tan Paşa’nın himayesinde İstanbul’a gelen Kânî Efendi kısa sürede İstanbul’daki yaşamdan ve bürokrasiden sıkılmıştır. Paşa ile birlikte onun divan kâtibi olarak Silistre’ye gitmiştir.

Ebû Bekir Kânî, Silistre’de bir müddet kalmış, daha sonra Paşa’nın yanından ayrılarak Eflak, Rusçuk ve civar bölgelere geçmiştir. Buralarda eşraftan bazı kimselerle Ulah beylerinin kâtipliklerini de yaptığı bilinmektedir. Yine bu dönemde Eflak Voyvodası İskerletzade Konstantin Bey’in Bükreş’te özel kâtipliği görevinde de bulunmuştur. Bu görevindeyken Voyvoda Konstantin, Kânî’den yeğeni Alexsandr’a Türkçe öğretmesini istemiş, Kânî de bu isteği yerine getirerek Alexsandr’a Türkçe dersleri vermiştir. Ebû Bekir Kânî Efendi, Voyvodanın yeğeni Alexsandr’a Türkçe öğretmek amacıyla Be-nâm-ı Havâriyyûn-ı Bürûc-ı Fünûn adında bir kitap yazmıştır.

Balkanların değişik bölgelerinde gönlünce bir yaşam süren şair, mektuplarının pek çoğunu da bu dönemde kaleme almıştır. Ebû Bekir Kânî’nin rivâyetlere dayalı olarak Bükreş’te geçirdiği yıllarda, içkiye mübtelâ olduğu ve mübtezel bir hayat yaşadığına dair bilgiler kaynaklarda yer almaktadır.

Kânî ‘ye atfedilen ünlü “Kırk yıllık Kânî olur mu Yani” sözü de yine bu dönemle ilgili rivayetler arasında bulunmaktadır. Kânî, 1755 yılında İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yaşadıklarını Dîvân’ında yer alan Hasb-i Hâl’inde ayrıntılı olarak kaleme almış, Eflâk ve Rusçuk gibi gezip dolaştığı beldelerle ilgili izlenimlerini anlatmıştır.

Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa’nın 1782 yılında Kânî’yi İstanbul’a davet etmesi ile Kânî’nin yirmi yedi yıllık gurbet yaşamı ve İstanbul özlemi sona ermiştir. Kâni 1782 tarihinde İstanbul’a döndüğünde, Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa’nın dîvân kâtipliği yanında devlet ricâlinden bazı kimselerin kâtiplik görevlerini de yapmıştır.

Kânî, Yeğen Mehmed Paşa ile olan senli benli ilişkileri ve Paşa’ya ait bazı sırları açık etmesi gibi nedenlerle idama mahkum edilmiştir. Hakkında idam cezası verilen Kânî Efendi, bu cezadan Reisülküttâb Hayri Efendi’nin araya girmesiyle kurtulmuş ve kalebent olarak Limni adasına sürgüne gönderilmiştir. Malları müsadere edilerek sürgüne gönderilen Kânî Efendi’nin, Limni adasındaki sürgün yıllarını sıkıntı ve yokluk içinde geçirdiği bilinmektedir.

Kânî, Limni adasında sefaletle geçen sürgün yıllarının ardından hayatının sonlarına doğru affedilerek İstanbul’a dönmüş ve 1791 yılının Kasım ayında vefat etmiştir (Rebi’ul-evvel 1206).

Edebî Kişiliği:

Ebû Bekir Kânî Efendi’nin mizacıyla ilgili yazılanlar, onun sanatıyla kişiliği arasındaki uyumu ortaya koymaktadır: Ebuzziya Tevfik, Kânî’yi “rind-meşreb, laübali mizaç, fikr ü istiklâl ve hiss-i hürriyet ile perverde bir zat” olarak tanımlamakta ve hezl, mizah konusundaki duyarlılığın, onun fıtratından kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Kânî, edebiyat dünyasında öncelikle, şairliğinden çok nesirleriyle tanınmış bir kişidir. Edebiyat tarihleri de onunla ilgili değerlendirmelerinde, nesrinin şiirinden daha ilginç ve dikkate değer olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Onun edebî yönüyle ilgili yapılan değerlendirmeler döneminin mizah ve hiciv konusunda en güçlü kalemi olması yönüyledir.

Kânî, gözlem yeteneği yüksek, hayata mizah penceresinden bakan ve gördüklerini ironik bir üslûpla ifade eden bir şairdir. O, dîvânında bir yandan klâsik şiirin geleneğine bağlı kalmaya çalışmış diğer taraftan mizahı da göz ardı etmemiştir. Bu durum şiirlerinde yer alan “hezl-âmiz” ve satirik beyitlerden anlaşılmaktadır.

Kânî, Dîvân’ında farklı türler kullanmayı denemiştir. Bu yönüyle onun geleneğin takipçisi olan şâirlerden ayrıldığını söylemek mümkündür. Klâsik dîvânlarda tevhid, münâcat, na’t ve medhiye örnekleri genellikle kasîde nazım biçimiyle yazılmıştır. Kânî ise bu örnekleri kaside nazım biçimi yerine gazel nazım biçimiyle yazmayı tercih etmiştir. Bu anlamda tevhid, münacat, na’t ve mehdiye örneklerinde gazel nazım biçiminin kullanılmış olması alışılmış dîvân tertibinden farklılık göstermektedir.

Kasîdelerinde ciddi gözlemler ve eleştirilerde bulunan Kânî, yine de söyleyiş biçimine özen göstermiştir. Nef’î gibi eleştirilerinde sert ve saldırgan olmak yerine mizahî üslûbun da etkisiyle daha ılımlı olmaya çalışmıştır.

Gazellerindeki hakîmâne söyleyişleriyle ise Nâbî mektebine yakın bulunan Kânî, zaman zaman rindâne ve âşıkâne söyleyişleri de tercih etmiştir. Rindâne bir yaşam sürmeye alışık olan şair, bu tarz söyleyişlere yer verdiği şiirlerinde sûfî ve zâhidle ilgili düşüncelerini de yansıtmaktadır. O, şiirlerini zahidin dimağını acılaştıracak kadar etkili bulduğunu ifade etmektedir.

Kânî’nin, divan ve halk edebiyatının ortak ürünleri arasında yer alan, dînî- tasavvufî ve din dışı konularda örneklerine rastlanan “elif-nâme” tarzını denediği de görülmektedir.

Kânî’nin şiir dünyasında çeşitli temalar yer almaktadır. Sosyal konular dışında, insanın boş hayat mücadelesi, kaderin değişmezliği, dünyanın değersizliği, geçiciliği ve bu yüzden hayatın elden geldiği kadar dolu yaşanması, dünyalık zevkler, içki ve aşkın verdiği sarhoşluk, sevgili, felekten yakınma gibi konular eserlerinde başlıca işlenen konular arasındadır.

Döneminin şiir anlayışındaki gelişmelere paralel olarak Kânî’de de yalın ve sade bir anlatım, halk arasında yaygın olan deyim ve atasözlerini kullanma gibi özellikler görülmektedir. Kâni, klâsik edebiyatın temel özelliklerinden olan benzetme unsurlarını ve mazmunları da ustalıkla kullanabilmektedir.

Eserleri: