• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

1.1.8. Sahâbe (Ashâb), Tâbiîn

1.1.8.4. Sa'd b. Ebî Vakkâs

Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Ebu Vakkas, Allah yolunda ilk ok atan kimsedir (El-Askalânî, s. 103-104).

Ebu Vakkas, “Tîr ü Kemân” başlıklı bir kasidede okçuluğu ile anılır. Memduh övülürken Vakkas’la karşılaştırılır. Ok ve yay kullanımıyla Vakkas’tan daha usta olduğu belirtilir (K.13/32):

Getirüp kuvvet-i bâzûya kemânun çeksen

Tîr-i Vakkâs idemez tîrüne mânend-i kırân (H 39a, K. 13/25)

1.1.9. Kazâ ve Kader

Kader; Allah’ın ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekânını, sıfatlarını, her türlü özelliklerini bilip ezelde takdir etmesidir. Kaza ise Allah’ın olacak her şeyi ezelde takdir ile yaratmasıdır (Keskin, 1997: 63-114).

62

Beyitlerde kaza ve kader terimleri “sehm-i kazâ, tîg-ı kazâ, tîr-i kazâ, cellâd-ı kazâ, çevgân-ı kazâ, güzer-gâh-i kazâ, nerrâd-ı kazâ, Dâver-i hükm ü kazâ, kazâ-yı aşk, tîg-ı kader, kavs-i kader” gibi terkiplerle ele alınır.

Divan’da kaza ve kader kelimeleri genellikle ok, yay, kılıç gibi savaş aletleriyle kullanılır. Kader, yaya (Msm.2/1); kaza, oka (G.224/2) teşbih edilir. Bu oklardan canını sakınan âşığın kazaya göğsünü siper ettiği belirtilir (G.116/6). Âşık, sinesini kaza okuna siper ettiği için bela yağmurlarından çekinmediğini ifade eder:

Ko yağsun turmasun bârân-ı mihnet

Siperdür sînemüz tîr-i kazâya (H 213b, G. 620/5)

İlahî bir kalemle yazıldığına inanılan “Levh-i Mahfûz”, kâinatta meydana gelecek tüm olayların kayıtlı olduğu bir kitaptır (Yavuz, 2003: 27/151). Beyitlerde “Levh-i Mahfûz”, kaderle bağlantılı olarak ele alınır. Allah’ın ezelde takdiridir (K.14/32; G.245/3). Âşığın kara yazısının Allah’ın kudretiyle yazıldığı belirtilir (G.600/7). Kalemin yazdığını kaza kılıcının yerine getirdiği ifade edilir (K.14/9). Allah, kaza hükmünün sultanıdır (G.534/4). Başa gelen her şeyin Allah’ın takdiri olduğunu bilen şair, bu durumdan şikâyetçi olmaz; kadere teslimiyet gösterir:

Şekvâ ide mi sâdık olan derd ü belâdan

Başa ne ki gelürse gelür cümle Hudâdan (H 88a, Msm. 42/4)

Ser-kalem başa ne yazdıysa gelür tîg-ı kazâ

Başumı yarsa misâl-ı kalem ol tîg ne gam (H 39b, K. 14/7)

Beyitlerde kaza kelimesi çoğunlukla “beklenmedik bela” anlamı kastedilerek kullanılır (G.677/2). Aşkı birdenbire gelen bir bela olarak tasavvur eden âşık (Msm.45/4), sevgilinin rakiplerle yakınlaşmasının bela getireceğini düşünür (Msm.25/4). Sevgilinin, rakipleri kendisinden uzaklaştırmasını beladan kurtulmak olarak ifade eder (G.31/5). Olumsuz şeyler yaşayan şair, kendisini bela yeri olarak görür:

Güzer-gâh-ı kazâyum bana ugrar

63

Göklerin dönmesinin insan talihine etkisi olduğu inancı dolayısıyla felekten şikâyet edilir. Beyitlerde “asmânî” kelimesi ile bu görüşe işaret edilir. Âşığın çektiği sıkıntıların felekten olduğu düşünülür (G.8/4). Sevgilinin gamzesinden gelen kaza oklarının hükmünün felekten geldiği belirtilir (G.30/1):

Âh kim zülfün belâsı nâ-gehânîdür bana

Nâvek-i gamzen kazâsı âsumânîdür bana (H 96b, G. 30/1)

Baht kelimesi ile birlikte anılan kaza, yanına kılıç takan bir cellada benzetilir (Msm.2/1). Bir beyitte ise âşığın canı üstüne zar atan tavla oyuncusuna benzetilir (G.462/4). Çevgâna benzetildiğinde savaş meydanında birçok kelleyi topa çevirdiği, kan dökücü özelliği bulunduğu ifade edilir (Msm.37/4). Aşk meydanında kaza çevgânı tarafından çok hırpalandığını belirten şair; “yerden yere çalmak” deyimini kullanır:

Meydân-ı mahabbetde seyir eyleyeli tûb

Çevgân-ı kazâ Ulvîyi yirden yire çaldı (H 225a, G. 670/5)

Kaza kelimesi bazı beyitlerde “telâfi etmek” anlamında da kullanılır. Âşığın vuslata erdiğinde daha kayıp günlerini telâfi etmeden tekrar ayrılığa düştüğü konu edilir (Msm.22/3). Bahar mevsiminde yeşilliklerin ortaya çıkması, bahçenin verdiği kayıpları telafi etmesi gereği olarak düşünülür:

Nev-bahâr irdi çemen arz eyledi dârâtını

Bâğda her gün kazâ itmek gerek mâfâtını (H 86a, Msm. 38/5)

1.1.10. Âhiret ve İlgili Kavramlar 1.1.10.1. Âhiret

Ahiret; dünya hayatını takip eden, ona benzeyen yönleri olduğu kadar daha değişik ve ölümsüz bir hayattan ebedîyet âlemine ait çeşitli safhalardan, hallerden ibaret olarak tanımlanır (Topaloğlu vd., 1998:271).

Divan’da “âlem-i ukbâ, cânib-i ukbâ, zevk-i ukbâ, râh-ı ukbâ, azm-ı bekâ, dâr-ı bekâ, gülzâr-ı bekâ” gibi ifadelerle zikredilen ahiret kavramı, İslamî inançlar çerçevesinde ele alınmıştır. Daha çok “dünya” kelimesi ile birlikte kullanılır. Ulvî, bu dünyanın geçiciliğine dikkat çekerek gerçek ve ebedî hayatın ahiret hayatı olduğunu söyler (G.67/3). Ahiret; ölümden sonra kavuşulan ebedî bir mekândır (Msm.1/3; Msm.3/4;

64

Msm.4/1; Msm.4/3). Şair; ruh kuşunun uçacağı bir gül bahçesi olarak tasavvur eder. Geçici oluşuyla dünya için “mekân” ifadesi kullanılır:

Murg-ı rûh uçsa bekâ gülzârına Ulvî n’ola

Lâ-mekân olmak diler gönlüm mekânı neyleyin (H 192b, G. 522/5)

Şaire göre bu dünya geçici olduğu için önemsenmemeli; asıl mekân olan ahiret âlemi düşünülmelidir (Msm.2/5; Msm.7/3). Ahiret hayatının zevkini tatmak için dünyanın gamını çekmek gerektiği belirtilir (G.589/4). Fani dünyada yolcu olan şairin asıl düşüncesinin ahiret âlemi olduğu ifade edilir:

Cânib-i ukbâyadur azmüm inâyet kıl bana

Bir müsâfir hastenem yâ Rab ri‘âyet kıl bana (H 93a, G. 16/1)

Kimi insanların hırsla sultanlığına talip olduğunu kimilerinin de gerçek âleme kavuşmayı istediğine değinilir (Msm.22/4). Tüm canlıların vakti geldiğinde gideceği yer olan ahiretin, Hz. Muhammed’in de tercih ettiği ebedî bir âlem olduğu belirtilir (Msm.1/4). Herkesin sonunda varacağı yer, ahiret âlemidir. Dünya ise insanı alçaklığa düşüren yer olarak ifade edilir:

Herkesün menzili Ulvî bilürüz ukbâdur

Bizi bu hâk-i mezelletde koyan dünyâdur (H 63b, Msm. 6/6)

Âşık için asıl gaye sevgilidir. Sevgilinin âşığa dünya ve ahireti unutturduğuna işaret edilir:

Kâmetün Tûbâ lebün Kevser yüzün bâğ-ı ni‘am

Sensin ey rûh-ı revân dünye vü ukbâdan garaz (H 136b, G. 261/3)

1.1.10.2. Kıyâmet

“Kalkmak, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek” gibi sözlük anlamları bulunan kıyamet, helâk olan şeylerin yeniden diriltilerek mahşere doğru yönelmesi olarak tanımlanır (Gölcük ve Toprak, 1988: 372). Divan’da kıyamet mefhumu “rûz-ı kıyâmet, rûz-ı mahşer, arsa-i mahşer, seher-i haşr” gibi isimlerle zikredilir.

65

Kıyâmet-Toplanma

Kıyamet, genellikle “mahşer” ve “haşr” kelimeleriyle birlikte kullanılır. Beyitlerde “haşr” kelimesi “dek, degin” gibi edatlarla kullanılarak bir şeyin devamlılığını, süresini

ifade eder.100 Bir beyitte memduhun ölümüne duyulan üzüntünün haşre kadar süreceği

dile getirilir (Msm.6/1). Âşığın ağlama ve yalvarmaları haşre kadar sürse de sevgilinin ona asla merhamet etmeyeceği belirtilir:

Haşre dek ağlasam ol yâr terahhum kılmaz

Dâmen-i lutf ile gözyaşını hergiz silmez (H 126b, G. 210/1)

Beyitlerde “haşr” kelimesi; ölen memduhun huri ve gılmanla beraber olması (Msm.4/5), mahşerde herkesin toplanması, bir arada olması (K.21/39; G.586/6), âşığın sevgiliyle beraber olmak istemesi (G.322/5) anlamlarında ifade edilirken “toplanmak” manasıyla kullanılır. Bir başka beyitte ise sözlük anlamıyla ilgili bir durumu işaret eder:

Her ki şemşîründen ey meh nûş ider bir cür‘a kim

Şöyle mest olur uyanmaz haşr olınca hâbdan (H 176b, G.447/4)

Âşık; sevgiliden ayrı olmanın, sıkıntı ve zorlukları olan mahşer gününden bir farkı olmadığını düşünür (G.514/3). Kıyamet boylu sevgili, bir araya gelme hususunda âşığa zorluk çıkarmaktadır. Şair, istifham sanatıyla sevgiliye seslenerek sürekli vuslatı ertelemesinin neden olduğunu sormakla, eninde sonunda kıyamet olacağını söylemektedir:

Vuslat olmaz mı müyesser rûz-ı mahşer yok mıdur

Hey kıyâmet ney ki bilsem bunca ferdâdan garaz (H 137a, G. 261/4)

Kıyâmet-Alâmetleri

Kıyamet, bazı beyitlerde âşık ve sevgili ile ilgili hususların anlatılmasında ele alınır. Âşık için sevgilinin uzun boyu kıyamet olarak ifade edilir (G.380/12; G.402/2; M.11/177). Sevgilinin boyu, verdiği karışıklık dolayısıyla kıyametle ilişkilendirilir; kıyamet alametlerinden biri sayılır:

Gülşen-i ömrinde Ulvînün nihâli tâzedür

Kâmetün olsa aceb midür kıyâmetden nişân (H 182a, G. 472/5)

66

Kıyamet kopmadan önce büyük felaketler, afetler ortaya çıkar. Güzelliği ile afet olan sevgilinin gelişiyle kıyameti başlattığı; ortalığı karıştırdığı hayal edilir (M.11/183). Âşığın âh rüzgârının vücut ülkesini sarsması, kıyamet alâmetlerinden olan şiddetli rüzgârların esmesiyle ilgi kurularak ifade edilir:

Meger var ise eşrât-ı kıyâmetden alâmet var

Dem-â-dem âhumun bâdı vücûdum kişverin sarsar (H 114a, G. 112/4)

Kıyamet başladığında yer yarılır101, gökteki yıldızlar düşmeye başlar.102 Sevgilinin dert

verip gözyaşı döktüren boyunun, âşığın yüreğini yaraladığı zikredilir. Bu durum, kıyamet koptuğunda yerin yarılması ve yıldızların düşmesi hadisesiyle ilişkilendirilir:

N’ola yaşlar döküp kaddün gam ile sîne-çâk olsam

Kıyâmet kopıcak yir yarılur gökden düşer kevkeb (H 98b, G. 40/5)

Sâkînin boyunu gören kadehin, kıyametin başladığını düşünüp damlalarını yere saçtığı ifade edilirken kıyamette yıldızların döküleceği hadisesine işaret edilir:

Göricek kâmet-i sâkîyi kıyâmet sandı

Cür’adan dökdi yire bir nice ahter sâgar (H 35b, K. 11/4)

Kıyâmet-Sûr

Şair, yaşadığı sıkıntıları anlatırken kıyamet gününün hadiselerine telmihte bulunur (K.27/15). Kıyamet; İsrâfil adlı meleğin sûra üflemesiyle gerçekleşecektir (Bkz. İsrâfil).

O gün birbirine karışan canlılar, sûrun üflenmesiyle akın akın bir araya gelecektir103.

Memduhun sünnet eğlencesindeki çalgı sesleri, kalabalık insan gürültüleri şaire dünyadaki kıyameti gösterir (K.17/29). Kıyamet vaktine “haşr, nişûr, nüfus” gibi kelimelerle çağrışımda bulunulur:

Vüzerâ vü ulemâ vü ümerâ cümle nüfûs

Haşr olup bir yire geldi nitekim vakt-i nüşûr (H 44b, K.17/30)

101 Bkz. Kur’ân, Kaf, 50/44; Zilzal, 99/2.

102 Bkz. Kur’ân, İnfitâr, 82/2.

67

Kıyâmet-Sorgu

Kıyamet günü herkes hesaba çekilecektir.104 Şair, güneşin kavurarak yaktığı hesap

gününde memduha duada bulunur (Trh.13/2) Âşık; kendisine bu dünyada eziyet eden, azap veren sevgiliden kıyamet gününde hesap sormak ister (M.11[G/3]; G.401/3). Bir beyitte ise serviye teşbih edilen sevgilinin kıyamette hatırının incinmemesi için ona ahiret hakkını helal ettiğini belirtir. Sevgilinin servi yürüyüşlü olması uzun boyu dolayısıyladır ve âşığa çektirdikleri dolayısıyla kıyamete işaret eder:

Ben ol serv-i revâna âhiret hakkın helâl itdüm

Kıyâmetde dahı rencide-hâtır olmasun benden (H 186a, G. 491/2)

Kıyâmet-Şefaat

Kıyamet günü müminler önce Allah’tan şefaat dileyeceklerdir.105 Şair, ölen memduhun

ailesi için Allah’ın kıyamet günü şefaat etmesini diler (Msm.6/6). Mahşer günü Hz. Muhammed, ümmeti için şefaatte bulunacaktır. Şair, Hz. Muhammed’in memduha mahşerde şefaatçi olmasını diler (Msm.2/5; Msm.7/5). (bkz. Hz. Muhammed).

Kıyâmet-Zorlukları

Beyitlerde kullanılan “kıyâmet koparmak”, “kıyâmet kopmak” gibi deyimler, sevgilinin zulmünün tesirini anlatmak için kullanılır (G.598/1; M.9/67). Âşığın başına sevgiliden gelen darbeler, etkisiyle kıyametle ilişkilendirilir. Beyitte kullanılan “kıyâmet kopmak” şeklindeki deyimle “büyük bir sıkıntıyla yüz yüze gelmek” anlamı kastedilir:

Urdı tîgun hışm ile ol serv-kâmet başuma

Şöyle sandum kim hemân kopdı kıyâmet başuma (H 209a, G. 600/1)

1.1.10.3. Cennet

Cennet; bütün dini inanışlara göre inananların ölümden sonra ebedî mutluluk içinde yaşayacakları yerin ismidir. Cehennem teriminin karşısında kullanılarak ahiret hayatının mükafat boyutunu ifade eder (Kara, 2002: 51-116).

104 Bkz. Kur’ân, İbrahim, 14/51.

68

Cennet mefhumu, Divan’da “gülzâr-ı cinân, bâğ-ı cinân, gülşen-i cinân, gülistân-ı cinân, çemenzâr-ı cinân, hûr-ı cinân, nahl-ı cinân, cinân bağı, bâğ-ı İrem, nihâl-i İrem, bâğ-ı cennet, cennet bağı, gülşen-i cennet, gül-i cennet, şâh-ı gül-i i a‘lâ, cennet-i şühedâ, cennet-cennet-i kûy, fcennet-irdevs-cennet-i kevser, dâcennet-ire-cennet-i havz-ı rcennet-iyâz-ı ccennet-inân” gcennet-ibcennet-i cennet-ifadelerle ele alınır.

“Sevgilinin güzelliği, vuslatı, bulunduğu yer, Hz. Âdem’in mekânı, baharda yeryüzünün canlanması ve güzelleşmesi, şairin gördüğü güzellikler, memduhun öldükten sonrası için yapılan dualarda makamı, içindeki güzellikler; köşkler, ırmaklar, güzel hava, huri, gılman, Kevser” gibi unsurlar ile söz konusu edilir.

Cennet-Bahâr

Beyitlerde yapılan cennetle ilgili teşbihlerden biri, baharın yaşanması hususudur.

Cennette bahçeler106, durmadan akan sular107 bulunur; her yer alabildiğine yeşildir108.

Daima bahar mevsimi yaşanır; hazan mevsimi yaşanmaz. (K.12/19). Bahar mevsiminde

güzeller görünür, her yer cennete döner.109 Baharın gelişiyle cennete benzeyen gül

bahçesinde rüzgâr, Burak; gonca, gılman; çimenlik, cennet elbisesi; sümbül, huri olarak tasavvur edilir (K.19/7). Coşarak akan nehirler, cennet bağının suyundan bir kesit gibidir:

Fasl-ı bahâr irişdi enhâr cûşa geldi

Sular nümûne oldı bâğ-ı cinân suyından (H 188a, G. 501/4)

Cennet-Yeşillik

Bahar mevsimini andıran cennette dikensiz çeşitli meyveler bulunur.110 Cennet

bahçesinde hazan ve diken bulunmaz (Msm.21/2; G.226/6). Yeşil ayva tüyleri renk ve koku bakımından cennet çayırlarına benzetilir (G.265/1). Cennetteki çayırlar gibi şairin can bahçesini tazeliği ve hoş kokularıyla güzelleştirdiği tasavvur edilir:

106 Bkz. Şura, 42/22.

107 Bkz. Vâkıa, 56/28.

108 Bkz. Rahman, 55/64.

109 İlgili beyitler için bkz. G.281/5; G.436/3; G.453/3; G.590/1.

69

Cân gülşeninde Ulvî mezîd itdi hüsnini

Cennet çemenleri gibi anber-feşân-ı hat (H 137b, G. 264/5)

Beyitlerde cennet; bahçeleri, gülleri, fidanları, çiçekleri ile konu edilir (M.1/15; K.24/2; K.14/23). Sevgili; cennet bahçesinin goncası, fidanı olarak düşünülür (G.243/1). Cennetteki gül bahçeleri daima taze ve canlıdır. Sevgilinin güzelliğinin de cennet bahçesinin gülleri gibi hep canlı olduğu, solmadığı ifade edilir:

Günden güne artarsa n’ola hüsn-i dil-ârâ

Gülzâr-ı cinânun gül-i ra‘nâları solmaz (H 128a, G. 215/2)

Cennet-Sevgilinin Kûyu

Divan’da cennetin sıkça teşbih edildiği husus; sevgilinin semti, mahallesi, bahçesi üzerinedir. Sevgilinin bulunduğu yer, güzellik açısından cennetle kıyaslanır (Msm.43/3). Rüyasında cenneti gören âşık, cennetin her yerini sevgilinin mahallesine benzetir (G.41/6). Sevgilinin mahallesi, güzelliği ile cennet bağını andırır (G.297/4; G.337/1). Sevgilinin bahçesini görmek isteğinin asıl maksadının cennet seyri olduğu belirtilir:

Bâğ-ı kûyun seyridür firdevs-i a‘lâdan garaz

Pertev-i nûr-ı cemâlündür tecellâdan garaz (H 136b, G. 261/1)

Bazı beyitlerde sevgilinin mahallesi, âşığın gözünde cennet olarak tasavvur edilir (G.357/3). Âşık; sevgilinin mahallesinde cenneti bulduğunu (G.457/2), artık cenneti istemediğini belirtir (G.3/1; G.67/2). Bir beyitte âşık, vaizin cennetle ilgili öğütlerini dinlemek istemez. Sevgilinin mahallesinin güzelliği karşısında görenlerin cenneti aramayacaklarını düşünür:

Cinânı anma vâ‘iz kûy-ı dilber var iken şimdi

Hele evvel bu meydâna gelen gelsün giden gitsün (H 181b, G. 470/4)

Ulvî, cennet anlamında eski Türkçe kelimelerden “uçmag” kelimesini de kullanır (M.1/13). Sûfinin sevgilinin kuyuna varmak istemesi, cenneti istemesi olarak ifade edilir (G.172/1). Şekilci olan zâhidin hayalinin cennet; gönül ehlinin ise asıl isteğinin sevgilinin bulunduğu bağı dolaşmak olduğu konu edilir:

Sülûkı ehl-i dilün seyr-i bâğ-ı dîdâra

70

Gözyaşları ile cennet nehirleri arasında ilgi kurulan bir beyitte âşığın sevgilinin mahallesinde döktüğü gözyaşları, kaynağı cennet bahçelerinden olan Nil ve Fırat nehirlerine benzer (G.55/3). Âşık, sevgilinin mahallesindeki rakiplerin her birinin ayak izini cennet bağındaki bir güle değişmez:

Her bir segün ayağı izin kûy-ı yârdan

Bâğ-ı cinânda bin gül-i ra‘nâya virmezin (H 181a, G. 467/4)

Cennet-Vuslat

Cennetin tasavvufî olarak ele alındığı bir beyitte âşık -sâlik- için asıl cennet, vuslat hali olarak nitelendirilir (G.74/1). Âşık, vuslatın olmadığı bir cennet bağının seyrini istemez (G.522/3). Sevgilinin olmadığı cennet bağı, âşığa cehennem olarak görünür (G.598/2). Cennet bağının ve çiçeklerinin işaret edildiği bir beyitte âşık için gül yüzlü sevgilinin bulunmadığı bir cennet bağı bile zindan gibi görünür:

Bâğ-ı cennet bana sensüz bâğ-ı zindândur bugün

Sahn-ı gülşen gül yüzünsüz beytü’l-ahzândur bugün (H 68b, Msm. 12/5)

Cennet-Güzellikleri

Kuran’da cennette altlarından ırmaklar akan yüksek, çok güzel köşkler bulunduğu

bildirilir111. Güzellerin yaşadığı bir saraya benzetilen aşığın gönlünün giderek güzellerle

dolu bir cennet haline geldiği zikredilir (K.5/6). Şair, övdüğü mekânların cennetteki yapılar gibi yüksek kemerli ve kusursuz güzellikte olduğunu ifade eder (K.17/15):

Bâreke’llâh zihî tâk-ı bülend-eyvân kim

Kasr-ı cennet gibi bir yirde bulınmaya kusûr (H 44a, K. 17/16)

Şair, gördüğü mekânların güzelliklerini tasvir ederken cennetle kıyaslar ve teşbihte bulunur. Güzeller cennetteki huriler gibidir; Manisa şehri, güzelleri ve camileri ile

cennetin bir benzeri olarak nitelendirilir112. Sevgilinin bulunduğu şehri cennete teşbih

etmenin hata olmadığı ifade edilir:

O şehre tan mı cennet dine her ân

Olur dîdâr-ı yâre anda imkân (H 236b, M. 9/48)

111 Bkz. Zümer, 39/20; Tevbe, 9/72.

71

Cennet-Ebedî Mekân

Cennet mefhumunun ele alındığı bir diğer husus da ebedî ikamet yeri113 oluşu

dolayısıyladır. Şair; tarih kıtalarından birinde, beğendiği bir yapı vesilesiyle yaptıran kişinin yerinin cennet olması için duada bulunur (Trh.6/1). Memduh için ettiği bir duada

ömrünün cennet bahçeleri gibi ebedî olmasını diler114. Ölümüyle mekânının cennet

olması duasında bulunur115.

Şehitlerin ruhlarının cennette olduğu116 hadisine telmih edildiği bir beyitte vatan

toprağının şehitler cennetine döndüğü düşünülür: Oldı cennet şühedâ askerine cây-ı vatan

Ulvînün düşmez ise n’ola dilinden bu sühan (H 65b, Msm. 8/5)

Cennet-Hz. Âdem

Divan’da cennet, Hz Âdem’in mekânı olarak zikredilir. Hz. Âdem’in, Şeytan’a uyarak yediği bir buğday tanesi yüzünden asıl mekânı olan cennetten ayrılmak zorunda

kalmasıyla ele alınır (G.399/3; G.261/2). (Bkz. Hz Âdem).

Cennet-Hûrî, Gılmân, Vildân

Huri, cennetteki erkekler için ödül olarak vadedilen beyaz tenli, siyah ve iri gözlü cennet kadınlarıdır (Kara, s. 221-225). Gılman ve vildan ise cennet ehlinin çevresinde

kendilerine mahsus hizmet için dolaşan cennet hizmetçileridir117.

Divan’da çoğunlukla bir arada zikredilen huri ve gılman, güzellikleri ve cennetle ilgileri

yönüyle ele alınır. Sevgili güzelliğiyle cennetteki hurilere ve gılmana benzetilir118.

Sünnet düğününde sarayın cariyeleri huri, erkek hizmetçileri gılman olarak vasıflandırılır (K.17/14). Şair, bir şehrin tavsifinde huri gibi güzellerin varlıklarıyla o

113 Bkz. Mücadele, 58/22. 114 Bkz. K.17/48; K.18/50; K.22/23; K.20/15. 115 Bkz. Msm.2/5; Msm.3/4; Msm.6/6; Msm.7/5; G. 494/1. 116 Bkz. Tirmizi, Fedailu’l-Cihad 13/1643 117 Bkz. Tur, 52/24; Vakıa, 56/17-21. 118 Bkz. G.165/1; G.348/1; G.481/1; G.590/1; G.613/4; T.1/2; M.11[G/4].

72

yeri cennete çevirdiklerini ifade eder119. Huri güzelliğindeki sevgililerin seyri ile etraf

cennete döner:

Seyre varduk bir iki dilber-i ra‘nâlar ile

Döndi seyrân-gehimüz cennete havrâlar ile (H 204b, G. 579/1)

Cennette huri ve gılmanların cennet ehli için hizmette bulunmaları, beyitlerde ele alınan diğer bir husustur. Şair, memduhun cennette huri ve gılmanla beraber olması duasında bulunur (Msm.2/5):

Hûr u gılmânıla haşr eyleye Mevlâ anı

Sahn-ı sıhhatde selâmetde ola ihvânı (H 62b, Msm. 4/5)

Memduh öldükten sonra ona cennet makamında gılmanın ve vildanın hizmette bulunmasını ister (Msm.1/5). Hurilerin cennet makamında ona dudağının şarabını sunmalarını diler (Msm.1/5). Ölen memdûhun cennet varlıkları gibi günahsız olduğu ve cennette etrafında cennet kızlarının bulunacağı düşünülür (Msm.6/6).

Cennet-Cinân Tâvûsu

Tavus, ilâhî güzelliği yansıttığı ve görenleri hayran bırakacak güzellikte olduğu düşünüldüğünden cennet kuşu olarak da bilinir. (Ceylan, 2011: 40/184). Güzelliği ve rengârenk tüyleri ile şiirlerde söz konusu edilen tavus kuşu, Divan’da bir beyitte tüyleri vesilesiyle anılır. Şair, sevgilinin yeşil sarığının ucunu cennet tavusunun yeşil teleğiyle ilişkilendirir:

Ser-i destâr-ı sebzün şeh-per-i Cibrîldür yâhud

Cinân tâvûsıdur kim ana şâh-ı sidredür Tûbâ (H 92b, G. 13/3)

Cennet-Kevser

Kevser; Hz. Muhammed’e cennette tahsis edilmiş sütten beyaz, baldan tatlı bir

nehirdir.120 Divan’da “Kevser-i mâ-i ma‘în, çeşme-i Kevser, âb-ı Kevser, Kevser-i âb-ı

hayât, Kevser-i âb-ı zülâl, Kevser-i ferdâ, sâkî-i Kevser” şeklindeki çeşitli terkiplerle anılan Kevser, daha çok sevgilinin dudağının benzetileni olarak karşımıza çıkar. Tatlı ve

119 Bkz. M.9/38; M.9/46; M.9/49.

73

temiz oluşu, ab-ı hayatla kıyaslanması, ebedîlik özelliği, memduhun sarayının çeşmeleri ve suları, memduh için dua olarak, şarapla ilgisi, Hz. Ali’nin mahşer günü sâkîsi oluşu gibi vesilelerle ele alınır.

Beyitlerde Kevser; sevgilinin, güzellerin dudağı için benzetme unsuru olur (G.261/3; G.453/3). Tatlılık mahiyetini ifade eden “şirin” ve “şerbet” gibi sıfatlarla kullanılır. Sevgilinin dudağı güzel ve tatlı sözler söylemesiyle Kevser olarak nitelendirilir (Trh.1/2).

Memduhun mekânı, Kevser gibi çeşmeleri ve tertemiz suları olan bir yerdir (K.17/15). Bir tarih kıtasında düğün meclisinde sâkiler tarafından sunulan şarap, lezzeti dolayısıyla Kevser şarabı olarak nitelendirilir:

Eyledün bezm-i te’ehhül çekdün envâ‘-ı ni‘am

Sundılar kevser şarâbın halka sâkîler revân (H 240b, Trh. 2/2)

“Kelime-i Tevhid” sözü, susamışları son nefeslerinde ferahlatan Kevser suyu olarak tasavvur edilir (K.1/8). Memduh susuz can verdiği için cennette Kevser suyunun ona yardımcı olmasını (Msm.7/5), hayat vermesini (Msm.6/6), onu susuz koymamasını (Msm.2/5); hurilerin dudağının kadeh olup cennette ona daima Kevser suyunu sunmasını diler:

Kevser suyunı Mevlâ bezmünde müdâm itsün

La‘l-i lebini hûrî sunsun ana câm itsün (H 58b, Msm. 1/5)

Sevgilinin dudağı ile Kevser sunulan kadeh arasında benzerlik ilgisi kurulan beyitte Hz. Ali’nin cennette Kevser sunmasına telmih yapılır (G.70/4). Sevgilinin dudağı, susamışlara sunulan Kevser şarabını andırır:

Dâ’îmâ teşnelere sunmasa kevser sâgar

Dimez idüm leb-i cân-bahşına benzer sâgar (H 36a, K. 11/15)

Beyitlerde ölümsüzlük özelliği olan “âb-ı hayât” ile kıyaslanan cennet suyu Kevser, sevgilinin dudağının şarabı olarak teşbih edilir (K.26/24) ve mukayese edildiği “âb-ı hayat”tan üstün tutulur. Âb-ı Hayât için “yaban suyu” benzetmesi yapan şair, dudağın Kevser suyu gibi ölümsüzlük, dirilik verdiğine çağrışım yapar:

La‘lün şarâbın içen âb-ı hayâtı neyler

74

Kevser, Hz. Muhammed’in sözlerinin güzelliğini ifade etmek için kullanılır. Aynı zamanda kendisi ile ilgili olan Kevser suresine telmih edilir (G.336/4). (Bkz. Kevser Suresi).

Cennet-Selsebil

Selsebil, cennetteki bir pınardır.121 Övgüsü yapılan bir şehrin sularının cennetteki

selsebil ırmağı gibi kesintisiz aktığına işaret edilir (M.9/47). Ruh bahşeden bir su olarak nitelendirilen selsebil (Trh.13/5), bir beyitte sevgilinin dudağının kevserine susamış olarak tasavvur edilir (G.348/1). Selsebil ırmağının iki kola ayrılması dolayısıyla ay için Hz. Muhammed’in “Şakku’l-Kamer” mucizesine telmih yapılır. Selsebil; cennet ve unsurlarından “huri” ile birlikte ele alınır:

Selsebîl ırmağıdur cennetde ey hûr-ı cinân