• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

1.1.8. Sahâbe (Ashâb), Tâbiîn

1.1.10.7. Rûz-ı Ezel

Rûz-ı ezel terkibi, Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabı ve ruhların da

“Evet” diye cevap verdikleri toplantı için verilen addır125. Şair; hangi makâmda olursa

olsun herkesin ezeldeki kısmetine razı olması gerektiğini belirtilir (Msm.19/4). Başka bir beyitte âşığın ezel gününde kararlaştırılan kısmetinin gece gündüz ağlayıp inlemek olduğu ifade edilir:

Kısmet-i rûz-ı ezeldür sana Ulvî bilmiş ol

Gice gündüz nâle idüp dîde giryân eylemek (H 149b, G. 320/5)

1.1.11. Diğer İtikadi Mefhumlar 1.1.11.1. Ölüm

İnsan hayatı ve diğer canlılar için tayin edilmiş müddete ve bu müddetin sonuna ecel denilmektedir (Kılavuz, 1993: 128). Kurân’da da belirtildiği gibi ölüm, her canlı için

kaçınılmaz bir gerçektir126. Divan’da ölüm, “tîg-ı ecel, tîr-i ecel, şâm-ı ecel, dest-i ecel,

hâb-ı ecel, bârân-ı ecel, bâd-ı ecel, sultân-ı ecel, şâh-ı ecel, seyl-i ecel, mekr-i tîg-ı ecel, âlem-i mevt, hâlet-i mevt, kasr-ı memât, şarâb-ı merg, fasl-ı hazân, hâb-ı adem” şeklindeki ifadelerle zikredilir.

Beyitlerde Allah’ın kudreti, geçici âlemden sonsuz âleme geçme oluşu, İsrafil’in sûra üfleyerek ölülere hayat vermesi, ölümün kaçınılmaz olması, vaktinin bilinmemesi, aman vermemesi, canın cisimden ayrılması, sevgilinin âşığa etkileri, Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi gibi hususlarla ele alınan ölüm mefhumu, genellikle “diriltmek” kelimesiyle birlikte söz konusu edilir. Beyitlerde geçen “hazan faslı erişmek, hâke düşmek, hâk olmak, hâk ile yeksân olmak, hâk ile beraber olmak, ömrü vefâ etmemek, dünyadan

125 Bkz. Araf, 7/171-172.

126

78

göçmek, göz yummak, adem olmak, hebâ itmek” gibi çeşitli deyimler, aynı zamanda ölümü ifade etmektedir.

Ölüm-Vuslat

Tasavvufî anlamıyla ölüm, âşığın sevgiliye kavuşmasıdır. Ebedî hayatı elde etmek için candan vazgeçmek gerekir. Vücut, kavuşmanın önündeki maddi engeldir. Vücudu ecel almadan ölmek yani ölmeden evvel ölmek gerektiği belirtilir (G.568/5). Can, âşığa ağır bir yük olduğu için onu bu dertten ancak ecelin kurtarabileceği düşünülür (G.61/5; G.258/2). Canından kurtulmak için âşık, ölümün kendisini bulması için feryat ettiğini söyler:

Bulımazdı ben ölümlü hasteyi cânâ ecel

Künc-i mihnet cânda âh ile efgân olmasa (H 203a, G. 572/3)

Can, sevgiliye kavuşmadaki maddî engel olduğu için canın bırakılıp ölüm âlemine gidildiği zikredilir:

Âlem-i mevte sefer eyledi bu cânı koyup

Yol bilen kimseye ey rûh-ı revân katlanmaz (H 127a, G. 211/2)

Ölüm-Âşık

Sevgilinin gamzesinin oku, siperi olmayan bir ecel oku (G.224/1); ayva tüyleri âşığın eceli (G.65/1) olarak düşünülür. Ölüme çare olmadığı gibi âşığın çektiği derde de çare olmadığı belirtilir (Msm.14/4). Sevgiliden ayrı düşmek, âşık için ölümdür. Ayrılık

gecesi, ölüm gecesi gibi karanlık olarak hayal edilir127. Sevgiliyle arasına rakibin

girmesi, âşık için ölümün gelmesi gibidir (G.385/3). Âşığı usandıran sevgilinin vefâsızlığı; âşığın ölümü istemesine neden olarak görülür:

Vefâ gelmek muhâl oldı nigâr-ı dil-pesendümden

Ölümüm ihtiyâr itdüm usandum kendi kendümden (H 175b, G. 490/1)

Ölüm-Hazân

Ölüm; ömür bahçesine gelen hazan mevsimi (Msm.4/1), perişân edici bir rüzgâr (Msm.6/2) olarak tasavvur edilir. (bkz. Hazân maddesi).

79

Ölüm-Kaçınılmazlık

Divan’da ölüm mefhumu daha çok mersiyelerde söz konusu edilir. Memduhun dünyaya da hâkim olsa ecel sultanının karşısında aciz kaldığı belirtilir:

Hâkim olsan rub‘-ı meskûna yine sonı adem

Çünki sultân-ı ecel âhir çeker tûg u alem (H 63b, Msm. 7/2)

Ecel, ölüm şarabını herkese sunan bir kadehe teşbih edilir (G.23/3). Ölümün herkes için kararlaştırıldığı (G.433/3), ansızın geldiği (Trh.11/5), çaresinin olmadığı belirtilir. Lokman’ın bile çaresini bulamadığına işaret edilir (Msm.2/2). Şaire göre mademki ölüm vardır; dünya uğruna boş gürültü yapılmamalıdır (G.430/1). Ölüm; musallada herkesin eşit olduğu bir ibret olarak zikredilir:

İbret alacak yirdür âriflere dünyâda

Öldükde berâberdür her kişi musallâda (H 58a, Msm. 1/2)

Ölüm-Ölü

Sevgiliye hasret olan âşığın teni (G.525/3; G.415/3), dudağından nasip almayanlar (G.267/1) ölüye teşbih edilir. Âşığın dirilmesinin sevgilinin hayat veren dudağına ve

lütfuna bağlı olduğu zikredilir128.

İttihâdum şöyledür kim la‘l-i rûh-efzân ile

Aramuz fasl idemez kimse meger tîg-ı ecel (H 157b, G. 359/3)

Bir beyitte şarap, cana can katıp ölüleri diriltmesiyle ikinci ruh olarak ifade edilir (G.175/5). Sabah rüzgârının tabiata hayat vermesi, İsrafil’in diriltme hadisesiyle telmih edilir (K.18/3).

Ölüm-Tabut

Ölümle ilgili olarak ayrıca kefen, tabut gibi kavramlar da kullanılır. Âşık; dünyanın saltanatı yerine başına tahta tabutu mesken etmek istediğini belirtir (G.430/3). Memduhun ölümü, dünyadaki saltanatını bırakıp tabutu mesken etmek olarak düşünülür (Msm.4/3; Msm.7/1):

80

Taht-ı izzetde adâletle sürerken devrân

Âh kim itdi bugün tahta tâbûtı mekân (H 61a, Msm. 3/4)

Ölüm-Kefen

İslamî inanışa göre ölü; kefen denilen beyaz bir bez parçasına sarılarak gömülür. Mahşer günü tüm insanların çıplak olarak toplanacakları telmih edilirken kefen

zikredilir (G.586/6). Herkesin sonunda giyeceği elbise, kefendir129. Ölüm başucunda

olunca şairin yatağı toprak; sırtındaki elbise kefen olur (K.8/47). Bu dünyanın debdebesinin geçici olduğu ve herkesin ölüme bir kefenle gideceği belirtilir:

Bir kefenle gitse âlemde aceb mi âkıbet

Gördi kim bu tumturâkun cümlesi hep âriyet (H 64a, Msm. 7/3)

Kefen, beyitlerde beyaz rengi ile de konu edilir (Msm.3/4; Msm.1/2). Diğer teşbihlerden biri de beden üzerinedir. Âşığın bedenindeki beyaz saç, kefendeki beyaz pamuğu hatırlatır (G.561/5). Âşığın kefeni, kana boğulmuş olarak hayal edilir (G.391/7). Sevgilinin muhtaç bıraktığı âşık, kefenini başkalarının sarmasından endişe duyduğunu ifade eder:

Beni şol denlü fakîr eyledi ol sîm-tenüm

Korkum oldur ki ölürsem sara eller kefenüm (H 164b, G. 396/1)

1.1.11.2. Rûh

Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli anlamlar içinde zikredilen130 rûh; mücerred bir cevher, bedene

girmiş latif bir cisimdir (Kılavuz, 1993: 236).

Divan’da “kuvvet-i rûh, kuvvet-i ervâh, ervâh-ı kudsiyân, mürg-i rûh, ı sânî, rûh-bahş-ı mürde-i gam, rûh-ı revân, rûh-ı revân-bahş, bî-rûh, zevk-i rûhânî, şâhid-i rûh, kelâm-ı bahş, ı musavver, la‘l-i ı efzâ, âlem-i ervâh, gıdâ-yı rûh, âb-ı rûh-bahş, nev-sıhhat-ı rûh, rûh-ı mukaddes, rûh-ı pâk, bülbül-i rûh, ervâh-ı gürûh-ı şühedâ, ervâh-ı guzât-ı müslimîn” gibi tamlamalarla canlılığı, bedenle ilgisi, mücerred oluşu, Hz. Muhammed’in yaratılan ilk ruh olması, Cebrail’in adı, Hz. İsa ile ilgili hususlarla söz konusu edilir.

129Bkz. G.136/4; G.430/2; Msm.3/1.

81

Rûh-Sevgili

Beyitlerde sevgili ve unsurlarını ifade etmede “rûh-ı revân”, “rûh-ı musavver”, “şâhid-i rûh” gibi sözcükler kullanılır. Sevgili; tüm güzellikleri kendisinde toplayan (G.276/2), tüm âleme hayat veren (G.446/1), meleklerden daha güzel; rûh-ı musavver (G.446/3), âşığı iyileştirecek rûh-ı revân (G.68/5) olarak tasavvur edilir. Ruhsuz beden, mumsuz hane gibi düşünülür. Sevgili, âşığın bedenini canlandıran ruh olarak teşbih edilir:

Yaraşmaz hâne bî-şem‘ olsa ey Ulvî beden bî-rûh

Beni yakdun diyü şekvâyı ko ol yâr-ı mehveşden (H 192a, G. 521/5)

Rûh-Beden

Ruh; ebedî bahçeye, ahirete uçan bir kuş olarak teşbih edilir (G.522/5). Beden yuvasından ruh kuşunu uçuran âşık, dertlerinden kurtulmuş olduğunu ifade eder:

Uçurdum murg-ı rûhı âşiyân-ı âlem-i tenden

Halâs oldum gam-ı hicrân ile gavgâ-yı düşmenden (H 186a, G. 491/1)

Ölüm, ruhu teslim etmek olarak ifade edilir (Msm.1/4). Ölüm esnasında ruhun candan ayrılışı, bir suyun akıp gitmesine teşbih edilir:

Ten âleme benzer ana rûh âb-ı revândur

Cân gülşene dönmişdür ölüm fasl-ı hazândur (H 60a, Msm. 2/4)

Rûh-Canlılık

Tarih manzumelerindeki beyitlerde; yaptırılan çeşmenin sularının ruh bahşedici (Trh.13/5), hamamın ise beden ve ruh için sağlık verici olduğu (Trh.14/5) ifade edilirken ruhun canlılık özelliği ele alınır. Ruha canlılık ve kuvvet verdiği düşünülen

şarap, ikinci ruh olarak tasavvur edilir131(Bkz. Şarap). Âşığın ölü bedenine neşe vererek

yüzünü canlandırır:

Ten-i fersûdemüze bâde virüp neşv ü nemâ

Çihre-i zerdimüzi gül gibi ra‘nâ eyler (H 231a, G. 175/2)

Sevgilinin âşığa lütuflarından biri de sözleridir. Ağzından çıkan her söz, âşığın ruhuna gıda gibidir (G.226/1). Ruhun mücerred oluşunun işaret edildiği bir beyitte Hz. İsa’nın diriltme mucizesine ve tecerrüd vasfına telmihte bulunulur. İsa nefesli sevgili, sözleriyle

82

(G.446/2) ve dudakları ile âşığı canlandırır132. Şair, İsa nefesli olarak tasavvur ettiği

sevgilinin dudağının ruha gıda gibi geldiğini belirtir: Îsâ-dem itdi nazmumı evsâf-ı la‘l-i yâr

Oldı gıdâ-yı rûh nüfûs-ı mücerrede (H 199b, G. 554/4)

Rûh-Hz. Muhammed

Yaratmanın ilk olarak ruhla başladığı ve yaratılan ilk ruhun Hz. Muhammed’in olduğu mutasavvıflarca benimsenen bir görüştür (Uludağ, 2006: 15). Divan’da bu görüşe işaret edildiği dikkati çeker (M.3/19). (Bkz. Hz. Muhammed).

1.1.11.3. Şeytân

Kurân-ı Kerim’de ateşten yaratılmış olduğu bildirilen Şeytan, Hz. Âdem’e secde etme emrine uymayarak Allah’a isyan etmiştir (Cebeci, 1989b:7). Divan’daki beyitlerde meleklerle bir arada bulunamayışı, kötülük yapması, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılması gibi hususlarla ele alınır.

Şeytan, rakip için benzetme unsurudur (G.38/3). Âşığı sevgilinin kûyundan çıkartan rakip ile Hz. Âdem’in fitne ile cennetten uzaklaşmasına neden olan Şeytan arasında ilgi kurulur (G.399/3). (Bkz. Hz. Âdem).

Sevgilinin rakibe ilgi göstermesi, yanında bulunması âşık için istenmeyen bir durumdur. Sevgilinin melek; rakibin de Şeytan olarak teşbih edildiği beyitlerde melekle imana kasteden Şeytan’ın bir arada bulunamayacağı; ikisinin arkadaş olmasının uygun olmadığı ifade edilir (M.11[G/4]):

Çün bilürsin ihtilât itmez melek şeytân ile

Ey perî itme adû-yı dîv ile sen imtizâc (H 104a, G. 65/3)

1.1.11.4. Cin

Cin; duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan ve ilâhî emirleri yerine getirmekle yükümlü olan varlık türüdür (Şahin, 1993:8/5) Çoğulu “cân” ile şiirde zikredilir.

83

İnsan kelimesi ile birlikte kullanıldığı bir beyitte yaratılan varlıklardan bir tür olarak zikredilir. Cinin de tüm yaratılan varlıklar gibi Allah’ı tesbih ettiği ifade edilir:

Senün tesbîhün eyler cümle âlem

Perî vü vahş u tayr u cinn ü âdem (H 1a, M. 2/3)

Beyitlerde Hz. Süleyman’ın cinlere hükmetmesi hususu telmih edilir. Sultan Selim’in insan ve cinlere hükmeden Hz. Süleyman gibi tüm âlemi etkisi altına aldığı belirtilir (K.9/13; K.10/9; G.100/3). (Bkz. Hz. Süleymân).

1.1.11.5. Perî

Peri, cinlerin dişileridir ve çok güzel olduklarına inanılır. Büyü ile ortaya çıkarılabilen periler, insanlardan kaçar ve göze görünmezler (Pala, 1995:440). Divân’da “perî-ruhsâr, perî-zâd, perî-rû, perî-peyker, perî-ra‘nâ” gibi terkiplerle anılan peri, oldukça güzel olması, büyü ve sihirle ilgisi, insanlardan kaçması, görünmez olması, deliliğe sebep olması, çeşme, hamam ve tenha yerlerde bulunması, insandan farklı olması, insanları kendine bağlaması gibi inanışlarla beyitlerde işlenir.

Peri-İnsan

Peri olarak tasavvur edilen sevgilinin âşıktan kaçtığı (G.109/2), bazen ona düşmanca davrandığı (G.52/4), merhamet etmediği belirtilir. Peri olduğu için onda insanlık hali bulunmadığı; insan gibi hareket etmediği ifade edilir:

Bu âdemlik midür kim ey perî ra‘nâ rakîb-i seg

Sana hem-râh olup her dem yanuñda ola bizden yeg (H 149a, G. 319/1)

Halk hikâyelerinde karşımıza çıkan peri-ahu motifi, beyitlerde de ele alınır (G.327/2; G.608/2). Vahşi ceylan olan sevgili, kimseye yakalanmamıştır; peri soylu olduğundan insandan kaçtığı belirtilir (G.392/2). Peri gibi latif cismi olduğuna, insanlara görünmediğine işaret edilir:

Aceb bilsem perîlerden mi ol cân

84

Peri-İnanışlar

Perilerin çeşmeleri mekân etmeleri inanışının ele alındığı bir beyitte âşık, sevgilinin mahallesinde gözyaşını çeşme gibi akıttığını söyler (G.538/1). (Bkz. İnanışlar). Delilik vermesiyle zikredildiği bir beyitte peri gibi sevgilinin aşkının âşığa delilik verdiği ifade edilir:

Aceb midür dil-i a‘dâda mesken tutmasa aşkun

Bilürsin ey perî olmaz çü hayvâna cünûn ârız (H 137a, G. 262/3)

Peri yüzlü sevgilinin yeteneği âşıklarını sihirle kendine bağlamaktır (G.209/3). Sevgili, adıyla halkı etkisi altına alır (G.555/3). Dudağı, Hz. Süleyman’ın mührü gibi herkesi sihri ile etkisi altına alır (G.181/2). Âşık, peri yüzlü sevgiliyi büyülemek için gözyaşı tesbihiyle esmâ çeker (Bkz. İnanışlar) (G.373/4).

Peri-Güzellik

Peri, güzellik bakımından sevgili için benzetme yapılır (G.185/2; G.304/3). Yüzü peri olarak tasavvur edilen sevgilinin melekten daha güzel olduğu düşünülür:

Perî peyker melek-manzar aceb rûh-ı musavversin

Melekden dahi ahsensin egerçi nesl-i âdemsin (H 176a, G. 446/3)

1.1.12. Din ve Din İle İlgili Diğer Mefhumlar 1.1.12.1. Din

Beyitlerde “gayret-i dîn, ehl-i dîn, âfet-i dîn, gâret-i dîn” şeklindeki terkiplerle zikredilir. Şair, memduhun kahrının kılıcının din düşmanlarına hükmetmesini ister. Din düşmanı tabiri başka dinden milletleri kasteder (G.423/8). Başka bir beyitte mümin olanların, dünyada kin ve kibri bırakmaları gerektiği ve böylelikle din kıskançlığının kalmayacağı belirtilir:

Ehl-i dîn olan cihânda terk-i kibr ü kîn ider

Gayret-i dîn kalmaya şimdi müselmânlıkda hayf (H 140b, G. 278/3)

Sevgili, güzellik askerleriyle âşığın hayat ülkesini zapteden din yağmacısı olarak tasavvur edilir (G.551/4). Sahip olduğu tüm değerli varlıklarını canını, aklını, sabrını sevgiliye feda ettiğini belirten âşık; bunlar arasında dinini de sıralamaktadır

85

Akl u sabr u ten ü cân u dil ü dînüm ne ki var

Ulviyâ cümlesi ol turre-i tarrâra fedâ (H 92a, G. 10/5)

Hz. Muhammed, şairin dini ve imânı olarak nitelendirilir133. Sevgilinin ise âşığın

imânına kasteden “din belası” olduğu ifade edilir:

Bilmezin sanma senün âfet-i dîn olduğunı

Bilürin ben seni ey gözleri âfet bilürin (H 190b, G. 514/2)

1.1.12.2. Şerî‘at

Divân’da “gülzâr-ı şeri‘at, şer‘-i Ahmed, şer‘-i Mahmûd” gibi ifadelerle zikredilir. Bir saraya benzetilen şeriat, dört halife ile sağlamlaşmıştır (M.6/34). Kurân-ı Kerim’de de

ifade edildiği gibi üstün bir ahlâka sahip olan Hz. Muhammed’in134 güzelliğiyle din

bahçesinin gülünü; yüce ahlâkıyla peygamberlik bahçesini yemyeşil ve taze hale getirdiği belirtilir:

Hüsnünle mutarrâ gül-i gülzâr-ı şerî‘at

Hulkunla ter ü tâze gülistân-ı risâlet (H 26a, K. 4/6)

Kadılık görevini yürüten Ahmed isimli memduhun, kararlarını uygulamada şeriata bağlı olması gerektiği ifade edilir:

Nâmı Ahmed olup ol şems-i sipihr-i fazlun

Şer‘-i Mahmûd olur ise yiridür icrâda (H 200b, G. 559/3)