• Sonuç bulunamadı

Diğer Şahıslar 1 Âzer 1 Âzer

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

2.1.9. Diğer Şahıslar 1 Âzer 1 Âzer

Âzer, kavminin tapmakta olduğu putları yapıp satan, Hz. İbrahim’in babasıdır (Tâberî,1991: 1/315).

Beyitlerde Âzer, İbrahim bin Âzer şeklinde Hz. İbrahim’le anılır. Hz. İbrahim’in ateşe atılması (M.11/148) ve Kâbe’yi onarması hadiseleri ile zikredilir (K.23/24). “Ateş” anlamı da bulunan Âzer, put yapıp sattığı için putlarla birlikte konu edilir:

Kâşâne-i kalbümde yiter nakş-ı izârun

Büthâne yıkılsun büt-i Âzer oda yansun (H 192b, G. 524/3)

2.1.9.2. Haccâc

Zâlim lakabıyla anılan Haccâc, Emevî komutanlarındandır. Mekke’yi yağmalamasında Kâbe’nin zarar görmesine sebep olmuştur (Zavotçu, 2006:194).

Divan’da iki beyitte zulüm yapması dolayısıyla “Haccâc-ı zâlim ü seffâk” ve “Zulm-ı Haccâc” terkipleriyle işlenen Haccâc, Kâbe’ye zarar vermesi ile telmih edilir (K.21/31):

Zulm-i Haccâcı unutmışdı meger yâd itdi çarh

Yıkdı diller Ka‘besin çok hâne ber-bâd itdi çarh (H 67b, Msm. 12/1)

2.1.9.3. İbn Mülcem, Şimr b. Zilcevşen

İbn Mülcem, Hz. Ali’yi şehid eden Hâricîlerden (Sallâbî, 2008: 701-702); Şimr ise Hz. Hüseyin’i şehit edenlerdendir (İbn Kesîr, 1986: 8/286-327).

Divan’daki bir mersiyede İbn Mülcem, Hz. Ali ‘yi; Şimr ise Hz. Hüseyin’i şehit etmeleriyle konu edilir:

Yâ Alîdür ki şehîd eyledi anı Mülcem

157

2.1.9.4. Mûsâ Rızâ (İmâm Ali Rızâ)

İmâm Ali Rızâ, İmâmiyye’nin sekizinci imamıdır (Öz, 2004: 29/363). Bir beyitte adı, mezarının bulunduğu bölgeyle (Bkz. Meşhed) zikredilir:

Biz senün tîg-ı rızâna gerden-i teslîm içün

Dehri gezdük Meşhed-i Mûsâ Rızâya uğraduk (H 145a, G. 297/7)

2.1.9.5. Yezîd

Yezid, babası Muaviye’nin ölümüyle yerine geçen halifedir (İbn Kesîr, 1994: 8/369). Yezid, Divan’da iki beyitte olumsuz özelliğiyle konu edilir. Yezid’in adı, bir yemin içinde zikredilir (M.11/91). Hz. Hüseyin’in katli, onun halifeliği zamanında olduğu için birlikte anılır. Bir beyitte Yezid, rakip olarak tasavvur edilir:

Ağyâr-ı dîv-sîrete mahremdür ol perî

Lâyık mıdur ki yâri Hüseynün Yezîd ola (H 214b, G. 624/2)

2.1.10. Masal ve Hikâye Kahramanları ve Onlarla İle İlgili Unsurlar 2.1.10.1. Leylâ (Leylî) ve Mecnûn (Kays)

Leyla ve Mecnun’un hikâyesi hem Arap, Fars hem de Türk edebiyatında en çok işlenen

hikâyelerdendir170. Beyitlerde Leyla hem sevgili, saçı hem de lugat mânâsı “gece” için;

Mecnun ise âşık için ve “deli” anlamıyla tevriyeli olarak kullanılır. Mecnun; Leyla’nın sevdasına düşmesi, aşkının verdiği delilik hali, perişanlığı, çektiği sıkıntılar, çöllere düşmesi, mezarı, aşkının destan olması gibi hususlarla konu edilir.

Sevgili Leyla’yı, âşık ise Mecnun’u temsil eder (G.188/3; G.307/1; G.674/5; M.9/52; M.9/69). Leyla-zülf ilişkisi renk yönüyle kurulur ve sevgilinin saçı Leyla kelimesiyle ifade edilir. Âşığın gönlü, bu saçların kıvrımlarına asılı olarak hayal edilir (G.544/3). Mecnun’un Leyla’ya olan aşkı gibi âşığın da sevgilinin saçına sevdâsı olduğu zikredilir:

Leylî-i zülfün hevâsına düşüp Mecnûn gibi

Bu dil-i miskînümün cânâ aceb sevdâsı var (H 228b, G. 165/2)

170 Bkz. Agâh Sırrı Levend (1959), Arap, Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ile Mecnûn Hikâyesi, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara.

158

Mecnun, aşk yolunda çektiği dertler, sıkıntılar, döktüğü gözyaşları ile konu edilir (G.256/3; G.286/1; G.407/2). Âşık; kendisini bela içinde şaşkın, perişan haldeki Mecnun olarak ifade eder (Msm.23/1; Msm.39/1). Kendisini sâbık âşıklardan görür (G.230/3). Âşığın halleri anlatılırken Mecnun’un aşkından çöllerde dolaşması hadisesi telmih edilir (Msm.9/3; G.377/3; G.484/3). Âşık, Leyla’nın aşkından yaka yırtık ve perişan bir halde dağlara düşen Mecnun’la kendisi arasında benzerlik kurar:

Görelden ol saçı Leylâyı oldum bî-ser ü sâmân

Girîbân-çâk olup tağlara düşdüm Kaysveş uryân (H 87a, Msm .40/4)

“Deli” anlamı bulunan Mecnun, beyitlerde “divâne, cünûn, zincir” kelimeleriyle tavsif edilir. Âşık, deliliğin Mecnun’dan önce kendi canına yapıştığını belirtir (G.262/1). Âşığı sevgilinin zülfünün Leyla’sının (karalığı) Mecnun (deli) ettiği (G.684/2), aşkın hallerinin ona sorulmayacağı ifade edilir:

Hâlet-i aşkı sakın eyleme Mecnûna su’âl

Delidür dınmaz anun bildügi yâ güldügi ne (H 244b, Matla 62/2)

Mecnun’un mecazî aşktan ilahî aşka geçmesi işlenir (G.249/2). Âşık; kendisini aşk vadisinde Mecnun ve Ferhad’dan sonra üçüncü âşık olarak nitelendirir:

Olaldan vâdî-i aşk içre hâdis

Benem Mecnûn ile Ferhâda sâlis (H 102b, G. 59/1)

Leyla ile Mecnun, hikâye kahramanları olarak anıldığı beyitlerde aşklarının âleme destan olması (G.24/5; G.361/3), efsanelerinin dillerde dolaşması (G.199/5) ile ele alınır. Bir beyitte Mecnun’un Leyla’nın köpeğine bile sevgi beslediği belirtilir (G.356/4). Ayrıca diğer aşk kahramanlarından Ferhad’la (G.16/6; G.103/3; G.485/3) ve Vamık’la birlikte zikredilir (G.230/3; G.315/4).

İşlenen hususlardan biri de hikâyenin kahramanlarından Leyla’nın Mecnun’un mezarına gitmesidir (G.462/3). Mecnun’un mezarının başındaki kemikleri, Leyla’nın aşkını anlatan bir yazıya teşbih edilir:

Seyâhat âleminde uğradum Mecnûn mezârına

159

2.1.10.2. Ferhâd (Kûh-ken) ve Şîrîn

Ferhad ve Şirin hikâyesi, klasik edebiyatta bahsi sıkça geçen aşk hikâyelerindendir. Beyitlerde Şirin, hem kelime anlamıyla tevriyeli kullanılır hem de sevgiliyi temsil eder. Ferhad ise gerçek âşığın timsâlidir. Divan’da Ferhad’ın Şirin’e olan aşkı, Şirin’e kavuşmak için güçlüklerle mücadele etmesi, Bîsütûn dağını yarması, başını vermesi gibi hususlar ele alınır.

Ferhad ve Şirin, aşk hikâyesinin kahramanları olarak birlikte zikredilir (M.5/20). Ferhad’ın adı ise gerçek aşk kahramanlarından Vamık ve Mecnun’la birlikte anılır (G.230/3; G.315/4). Bir beyitte Leyla-Mecnun, gül-bülbül ile âşık-mâşûk ilişkisi içinde konu edilir:

Kaysa Leylâ gamı Ferhâda belâ-yı Şîrîn

Bülbüle mihnet-i gül Ulvîye ol yâr elemi (H 225b, G. 674/5)

Âşık, kendisini bela Ferhad’ı olarak ifade eder (G.162/4). Şair, Ferhad’ın hikâyesini efsâne olarak telakki eder (G.599/5). Soyunun Ferhad’a eriştiğini belirten âşık, kendisini sevgilinin Şirin dudağının mirasçısı olarak görür:

İrişür silsilem Ferhâda Ulvî

Benem Şîrîn-i la‘l-i yâre vâris (H 102b, G. 59/5)

Ferhad, Şirin’e kavuşmak için Bîsütûn’u deldiğinden beyitlerde “tîşe, kûh-ken, Bîsütûn” kelimeleriyle konu edilir (G.250/5). Sevgili, bela dağıdır, âşık da o dağın Ferhad’ıdır (G.369/3). Şirin’e Ferhad olanın gönlü, gam baltasıyla delinen dağ olarak tasavvur edilir (G.613/2). Ferhad; Bisütûn’da başını vererek bütün âşıkların serdarı olduğunu gösterir (G.545/7). Kendisini Ferhad olarak nitelendiren âşığın vücudundaki aşk derdinin yaraları, üzerinde lâleler bulunan Bîsütûn dağına teşbih edilir:

Bîsütûn dâğı tenümdür lâlelerdür tâze dâğ

Oldı ben Ferhâda ey Şîrîn-sühan dâğ üzre dâğ (H 139b, G. 274/1)

Ferhad için “dağ kazıcı” anlamına gelen “kûh-ken” tabiri kullanılır ve meskeni olarak Bîsütûn zikredilir (G.251/4). Şirin, Ferhad’ın giydiği bir aşk elbisesi olarak hayal edilir. Ferhad’ın cismini tutuşturan ateşten bir gömlek giydiği zikredilir:

Kabâ-yı aşk-ı Şîrîni şu dem kim kûh-ken geymiş

160

Beyitlerde Ferhad’la Şirin’in zikredildiği bir husus da hikâyenin diğer kahramanı Hüsrev (Bkz. İlgili Madde) ile ilgilidir. Ferhad ve Hüsrev, Şirin’e âşık olmaları ile anılır (G.376/7). Hüsrev’in hükümdar anlamıyla kullanıldığında bir beyitte sevgili, Şirin dudaklı Hüsrev’dir; âşık da Ferhad olarak ifade edilir (G.223/5).

“Şirin” kelimesi beyitlerin genelinde “tatlı” anlamıyla “dudak, dil, söz, cân, şîve, belâ” gibi unsurlarla tevriyeli olarak kullanılır (G.148/5; G.298/3; G.380/7; G.650/5; G.668/2). Sevgili; şirin sözlü, şeker dudaklı Hüsrev olarak ifade edilir (G.609/5). Ferhad’ın Şirin için çektiği sıkıntıların telmih edildiği bir beyitte sevgili; Şirin dilli Hüsrev olarak nitelendirilir:

Husrev-i Şîrîn-zebânsın hiç düşer mi sana kim

Kûh-ı mihnetde dil-i Ferhadı nâlân eylemek (H 149a, G. 320/3)

Şirin, bir beyitte Hüsrev’in atları ile anılır (Bkz. Şebdîz, Gülgûn).

2.1.10.3. Vâmık ve Azrâ

Vamık ve Azra, Fars edebiyatındaki aşk hikâyelerinden birinin kahramanlarından olan iki sevgilidir. Vamık “âşık”, Azra ise “delinmemiş inci, bakire kız” anlamlarına gelir (Yıldırım, 2008: 706).

Azra bir beyitte yüzünün güzelliği ile (K.8/16), Vamık ise kıssalarıyla bilinen aşk kahramanları Ferhad ve Mecnun’la birlikte anılır (G.315/4). Âşık; kendisinin Vamık, Ferhad ve Mecnun gibi eski âşıklardan olduğunu belirtir (G.230/3). Mecnun ve Vamık’a arkadaş olmak ister:

Olalum Vâmık u Mecnûn’a gelün hem-hâne

Vaktidür turmayalum azm idelüm yârâna (H 66b, Msm .9/5)

Vamık’ın aşkıyla, Azra’nın güzelliği ile konu edildiği bir beyitte diğer aşk kahramanları Vîs ve Ramîn’le zikredilir (M.5/19). Âşık; daha Vamık ve Azra’nın vücudunun hamuru ortada yokken aşk ile gam ateşinde yandığını, onlardan daha eski olduğunu dile getirir:

Vâmık u Azranun âb u hâki tahmîr olmadın

161

2.1.10.4. Vîs ve Râmîn

Vis ve Ramin, Fars edebiyatında önemli bir yer edinmiş bir aşk hikâyesindeki sevgililerdir (Yıldırım, 2008: 714). Divan’da Vâmık ile Azrâ ile ele alındıkları bir beyitte Vis’in Ramin’e olan aşkı konu edilir:

Odur Râmîne iden Vîsi şeydâ

Ol oldı aşk-ı Vâmık hüsn-i Azrâ (H 2a, M. 5/19)

2.1.10.5. Âb-ı Hayât

Hızır’ın zulumat içinde geçerek bulup içtiği; ancak İskender’in yolunu şaşırarak kavuşamadığı âb-ı hayât, katresi insanı ebedî hayata eriştiren su olarak ifade edilir (Levend, 1984: 175).

Divan’da âb-ı hayât; zulumatta bulunması, ölümsüzlüğü, can vermesi, Hızır ve İskender’le ilgisi ile konu edilir. Şairin şiiri, sevgilinin dudakları, hançeri (kirpiği) ve sözleri için benzetme unsuru olarak kullanılır. Bazı beyitlerde ise Kevser suyu ile konu edilir (K.26/24; Msm.6/6; G.501/2). (Bkz. Kevser).

Âb-ı hayât-Ölümsüzlük

Sevgili, dudağı ile âb-ı hayat olarak ifade edilir (K.6/21; G.380/7; G.533/5; M.11/67). Âb-ı hayâtı içenin ölümsüzlük bulması gibi sevgilinin dudağını öpenin can bulacağı düşünülür:

Yâkût-ı la’l-i yâri öpen tâze cân bulur

Âb-ı hayât içen nitekim ömr-i câvidân (H 179b, G. 460/3)

Âb-ı hayât-Zulumat

Âb-ı hayât, mekânının zulumat oluşuyla işlenir (G.205/3). Yaralı ten, zulumat; sineyi yaralayan sevgilinin hançeri (kirpiği) ise âb-ı hayât olarak tasavvur edilir (G.55/1). Ulvî, şiirini can verici özelliğiyle âb-ı hayâta; şiirine rağbet olmamasını da zulematla ifade eder:

Cân-feşân nazmuma olmasa aceb mi rağbet

162

Âb-ı hayât-İskender ve Hızır

Âb-ı hayât; çeşme-i hayvân olarak zikredilir ve “Hızır, İskender” ile anılır (G.433/3). Hızır ve İskender’in ölümsüzlüğe kavuşmak için zulumatı geçerek aramaları ile telmih edilir (G.433/3). Sevgilinin dudağına ölümsüzlük suyu denmesinin nedeninin İskender gibi nice âşığın onu arayıp bulamaması olarak ifade edilir (G.146/2). Hızır’ın yolculuğu “zulmet, Hızır, la’l-i zülâl, çeşme-i hayât” kelimeleriyle konu edilir (G.54/6). Âb-ı hayât, Hızır’ın bulmak için zulumatta yürümesi ile anılır:

Hızr-ı dil kim şeb-i gamda zulumât ile yürür

Şöyle san kim heves-i âb-ı hayât ile yürür (H 119a, G. 138/1)

Âb-ı hayât, dudağı çevreleyen ayva tüyleriyle birlikte konu edilir. Dudağı çevreleyen ayva tüyleri, âb-ı hayâtı arayan Hızır’a teşbih edilir (G.105/4). Dudak, âb-ı hayât olunca yanındaki ayva tüyleri de o suda yetişen sebze olarak düşünülür ve can kokusu verdiği belirtilir:

Âb-ı hayât sebzesiveş bûy-ı cân virür

Yanında la’lünün idelden karâr hat (H 137b, G. 264/3)

2.1.10.6. Ankâ, Sîmurg

Anka; uzun boyunlu, ismi olup cismi olmayan büyük bir kuştur. “Sîmurg”, “Zümrüdüankâ” adlarıyla da bilinir (Batislam, 2002:195). Kafdağı’nın tepesinde bir yuvada yaşadığı ve çok yüksekten uçtuğu rivayet edilir (Ceylan, 2007b: 31).

İstiğna kelimesi ile birlikte zikredilen anka, simurgla mekânının Kafdağı (Bkz.) oluşuyla konu edilir (G.3/3). Bir beyitte pervane ile karşılaştırılan anka, yükseklerde uçtuğu için sevgiliye teşbih edilir. Sevgilinin aşkla yanmayıp sadece öğünmeyi bilmesi âşık tarafından eleştirilir:

Dil-i pervâne gibi âteş-i aşk ile yanmazsun

Var ey ankâ öğünme dahı yabanda uçarsın sen (H 176b, G. 438/4)

2.1.10.7.Ejder

Ejderha, büyük yılan olarak bilinir. Büyük timsah görünümünde, iki kanatlı, ağzından ateş püsküren, yer altı hazinelerinin koruyucusu olduğuna inanılan efsânevî bir yaratıktır (Yıldırım, 2008: 274).

163

Divan’da ejderha; “sevgilinin saçı, âşığın âhı, memduhun kılıcı ve yayı, dünya, sümbül, güneş, derya” gibi unsurlar için şekil, renk, kötülük, öldürücü olma yönleriyle benzetme unsuru yapılır.

Ejderha ateş saçmasıyla zikredilir (K.5/14). Ateş saçmasıyla güneşle ilgi kurulur (K.26/7). Bir beyitte ise dünya, gıdası insan olan bir ejderha olarak tasavvur edilir. Geçiciliğinin vurgulandığı beyitte dünya, doymak için avını öldüren bir ejderhaya benzetilir:

Bir ejdehâya benzer olmış gıdâsı merdüm

Âkil takarrüb itmez dünyâ-yı dûna aslâ (H 241b, Trh. 11/1)

Beyitlerde ejderhaların tılsımlı hazineleri beklediği inanışı konu edilir (Bkz. İnanışlar). Memduh, hazinedir; kılıcı, ejder ağızlıdır (K.16/5). Gizli hazine olarak tasavvur edilen memduhun elindeki yayı, iki başlı ejder gibidir (K.13/20). Ejderha, yedi başlı olarak derya için benzetilen yapılır (K.27/6). Memduh, dört kıtayı define yapıp denizin yedi başlı ejderhasını tılsım etmiştir:

Defîne kıldı mahlûkât içün bu rub‘-ı meskûnı

Tılısm olmış ana çok ejdehâ-yı heft-ser deryâ (H 41b, K. 15/30)

Âşığın âhı, ejder olarak telakki edilir (G.103/5; G.448/7). Gönlündeki ateşin dumanı, şekil bakımından ejdere teşbih edilir (G.659/2). Ejder kelimesinin “hazine, tılsım, virân” kelimeleriyle zikredildiği bir beyitte şairin âhının ejderi, o hazineye “subân” olarak tasavvur edilir:

Olsa dil genc-i ma‘ârifle yiridür vîrân

Ejder-i tılsım-ı âhum ana oldı su‘bân (H 48b, K. 20/13)

Ejderha, Hz. Musa’nın asasının ejderha olup büyücülerin tüm yılanlarını yutması hadisesi (Bkz. Hz. Musa) ile telmih edilir (K.19/3; G.277/2). Hz. Ali, destansı

hikâyelerinde görülen ejderha ile mücadelesi171 ile bir beyitte anılır. Sevgilinin anber

kokulu saçı, ejderhâya kılıç çeken Hz. Ali’yi andırır: Gözlerüm kılsa nazar zülf-i anber-sâya

Çün Alîdür ki çeker tîgını ejderhâya (H 214a, G. 622/1)

164

2.1.10.8. Genc-i Bâdâverd

Badaverd, İran padişahı Hüsrev’in ünlü hazinelerinden biridir (Şişman ve Kuzubaş, 2012: 154). Divan’da bir beyitte Hüsrev’le birlikte telmih edilir. Hükümdarın olmadığı bir hazine şair için bir köşe, daha sonra mağara ve sonra da mezar olarak tasavvur edilir:

Mâlik olsam genc-i bâd-âverde sensiz Hüsrevâ

Genc künc ü künc gâr u gâr merkad-vâr olur (H 27b, K. 5/16)

2.1.10.9. Gülgûn, Şebdîz

Rivayetlere göre “gece rengi” anlamı olan Şebdîz, Hüsrev’in atı; “gül rengi” anlamındaki Gülgûn ise Şirin’in atıdır (Yıldırım, 2008: 338-654).

Beyitlerde “Gülgûn” ve “Şeb-dîz” kelime mânâları ile ele alınır. Şebdîz, sevgilinin ayva tüyü; Gülgûn da yanağı için kullanılır:

Ol hat-ı şeb-dîz ile ol ârız-ı gül-gûnı gör

Hüsrev ü Şîrîni ko ol dilber-i ayyâra bak (H 144a, G. 291/3)

2.1.10.10. Hümâ

Devlet kuşu, talih kuşu, kutlu kuş adları ile bilinen Hüma’nın; Kafdâğı’nda bulunduğuna ve havada yaşadığına inanılır. Gölgesinin üzerine düştüğü insanın padişah veya zengin olacağına inanılır (Ceylan, 2007b: 116-117).

Divan’da “yı fikr, yı efkâr, yı zıll-ı Yezdânî, zıll-ı hümâ, mâh-ı hümâ-sîmâ, hümâ-yı evc-i istiğnâ, hümâ-pervaz, hümâ-yı evc-i rif‘at, hümâ-yı evc-i izzet, hümâ-yı saltanat, hümâ-yı izz ü cân” şeklindeki terkiplerle zikredilen hüma; avlanamaz oluşu, elde edilemeyişi, yükseklerde uçması, gölgesinin uğur getirmesi gibi hususlarla ele alınır.

Hüma, daha çok sevgiliyle ilgili hususlarda konu edilir. Sevgili, hüma gibi ulaşılmaz olarak hayal edilir (G.206/1). Bir yerde karar etmez; mekânı yoktur (G.226/5). İstiğnâ göğünün hüması gibi âşığa görünmediği; gözden kaybolduğu ifade edilir:

Dil-i bî-çâremi terk eyledün ey cân revân oldun