• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

1.1.8. Sahâbe (Ashâb), Tâbiîn

1.1.13.6. Harâm, Helâl

Haram, ister fıtratın getirdiği nitelik veya zorla ya da emir açısından yapılması yasak olan şey anlamındadır (Ünal,1998: 261).

Bir beyitte haram kelimesi “bir şeyden rahat tattırmamak” anlamında kullanılır. Sevgiliden ayrı kalan âşık için yaşamak, haram olarak ifade edilir (G.22/1). Feleğin, şairin gözüne uykuyu haram ettiği; rahat bir uyku yüzü göstermediği belirtilir:

Yüri hey dîde-i Ulvîye uyhuyı harâm idüp

100

İçilmesi İslâm’a göre haram olan şarap, sûfî tarafından her zaman yasaklanır (G.379/4). Verdikleri karışıklık ve renk dolayısıyla dudak ve şarap arasında benzetme ilgisi kurulur ve şarabın haram oluşu zikredilir (G.575/4). Sûfî, şaraba ve sevgilinin dudağına meyli olan âşığa bunları yasaklar. Sûfînin helal olan dudakla haram olan şarabı bir tuttuğundan yakınılır:

Beni men‘ itdi lebünle meye meyl eylemeden

Bir görür sûfî helâl ile harâmı nidelüm (H 163a, G. 385/4)

Helâl kelimesi, genellikle zıddı olan haramla birlikte ele alınır (G.379/4). Bir beyitte ise “hakkı helal etmek” tabiri içinde kullanılır (G.491/2).

1.1.13.7. Günâh

Günah kavramıyla ele alınan hususlardan biri meleklerin günahtan uzak, masum

oluşları140 üzerinedir, Ölen kişi, masum ve günahsız oluşuyla melektir ve yeri

göklerdedir (Msm.4-2). Melek yüzlü sevgiliyi sevmesi ile günahkâr olan âşık, bu günaha sebep olan sevgiliden kendisinin affını ister:

Günâh ise seni sevmek yanunda ey melek-çihre

Günâh-kârundurur Ulvî kerem kıl geç günâhından (H 191b, G. 517/5)

Âşık için sevgili, günahsız bir çocuktur (Msm.25/2). “Kâfir, günâh, imân” kelimelerinin birlikte zikredildiği bir beyitte âşığın küfre gönül vermesi, günahı olarak nitelendirilir (G.484/8). Şair, çektiklerinin günâhından kaynaklandığını düşünür (Msm.32/5-1). Bir beyitte ise şarabın Cem’in (Bkz.) günahı olduğu zikredilir (G.381/5).

Günah, ayrıca “kabahat” anlamıyla da kullanılır (G.289/1). Sevmek, günah olarak düşünülür (G.383/1). Sevgilinin birçok günahsızın kanına girdiği belirtilir (G.246/1). Bir beyitte âşık, günahını/suçunu anladığını söyleyerek sevgiliden bağışlanmayı diler:

Günâhum bildüm eylersem n’ola şefkat recâ senden

Benüm devletlü sultânum hatâ benden atâ senden (H 188b, G. 503/1)

101

1.1.13.8. Sevâb

Sevap; sevgili ve âşık münasebetiyle bir beyitte ele alınır. Âşık için sevgilinin ona yaklaşması, sevaba girmek olarak düşünülür:

Gelüp bir gice Ulvînün sînesine

Gireydün habîbüm girerdün sevâba (H 195b, G. 535/5)

1.1.13.9. Tövbe (İstiğfâr)

Tövbe, sâliklerin vuslata ermeleri için uğradıkları ilk menzildir (Uludağ, 1991: 227). Genellikle şarapla zikredilen tövbe; tasavvufî yönüyle ele alınır, âşık-pîr-i mugân ilişkisiyle konu edilir (G.297/5). Zühd içinde olan şair, şaraba tövbe ettiğini belirtir (G.564/6).

Tövbe etmek; şarapla birlikte afyon unsuru için de ele alınır (G.553/2). Bahar mevsiminde kadehleri görenler, şaraba tövbe etmekten pişman olurlar (G.564/3). Şair, tövbe bozduranın gelip ısrar etmesini ister:

Kendümüz sımaz isek tevbemüzi ey Ulvî

Gelse ol tevbe-şiken eylese ibrâmı bize (H 202b, G. 567/7)

Bir beyitte nasûh tövbesine işaret edilir. Nasûh tövbesi, Tahrim sûresinde zikredilen “Ey

imân edenler, Allah’a içtenlikle tevbe edin!”141 ifadesinde belirtildiği gibi samimi, içten

edilen tövbedir. Şair, büyük bir tövbe olan nasûh tövbesini şarap hususuyla konu eder: Gâlibâ la‘lünden irse kût-ı rûh

Tövbe itmezdi mey-i nâba nasûh (H 105b, G. 71/1)

Bir beyitte şair, dili tutmayı öğütler; yoksa tövbesinin zor olduğunu belirtir. Beyitte “sormak” kelimesi tevriyeli olarak kullanılır:

Ulviyâ sormak dehân-ı yâri düşmez ağzuna

Tut zebânun yiridür yok anı istigfâr güç (H 103b, G. 62/7)

102

1.1.13.10. Şehit

Memduhun ruhuna şehâdet şerbetinin sunulması, şehit olması olarak telakki edilir (Msm.37/1). Şehitlerin ruhlarının cennette olduğu inancına işaret edilir (Msm.8/5). Memduh için şehitler zümresinin başı olması dilenir (Msm.2/5). Ölen memduhu şehitler zümresinin ruhlarının karşıladığına inanılır (Msm.3/1). Hz. Ali ve Hz. Hüseyin, şehit edilmeleri ile telmih edilir (Bkz. İlgili Maddeler).

Âşık, canının aşk kılıcının şehidi olmasını ister (M.11/49). Memdûh, şehit olduğu için akan kanıyla defnedilir (Msm.2/2). Sevgilinin gamzesinin kılıcıyla kana boğulan âşık, kendisini şehit olarak nitelendirir. Akan kanını, mezarından çıkan lâleyle ilişkilendirir:

Aceb midür mezârumda biterse ser-be-ser lâle

Şehâ şemşîr-i gamzenle şehîd-i gark-ı hûnum ben (H 183a, G. 478/2)

1.1.13.11. Guzât

Bir beyitte “gâzi” kelimesinin çoğulu olan “guzât” kelimesi zikredilir. Can veren memduhu Müslüman gazilerin ruhlarının davet ettiği belirtilir:

Da‘vet itdi çünki ervâh-ı guzât-ı müslimîn

Ulviyâ olsun Hudânun lutfı yanınca mu‘în (H 64b, Msm. 7/5)

1.2. Tasavvuf 1.2.1. Aşk

Divan’daki bazı beyitlerde aşk ve âşık kavramları tasavvufî görüşle ele alınmıştır. Aşk kavramı “râh-ı mahabbet, yâr-ı mahabbet, nâr-ı mahabbet, keyfiyyet-i mahabbet, deyr-i mahabbet, keyfiyyet-i esrâr-ı aşk, tekmîl-i aşk, aşk-ı hakîkî, hükm-i aşk, sülûk-ı aşk, reh-i aşk, râz-ı aşk, tekye-reh-i aşk, tekye-gâh-ı aşk, ma‘reke-reh-i aşk, şarâb-ı aşk, bâde-reh-i aşk, tac-ı aşk, deryâ-yı aşk, bâzâr-ı aşk, hevâ-yı aşk, diyâr-ı aşk, âteş-i aşk, germiyyet-i aşk, tarîk-i aşk, genc-tarîk-i aşk, eyvân-ı aşk, mesken-tarîk-i sultân-ı aşk, şâl-ı gam-ı aşk, mülk-tarîk-i aşk, nakş-ı hâtem-i aşk, câm-ı aşk-ı Lâ-yezâl” gibi birçok terkiplerle zikredilir. “Ehl-i dil, ehl-i aşk, ehl-i niyâz, ehl-i derd, ehl-i irfân, ehl-i fenâ, erbâb-ı aşk, erbâb-ı nazar, gedâ-yı aşk, gedâ-yı kûy-ı aşk, gedâ-yı sâlik-i râh-ı mahabbet, gedâ-yı sâkin-i kasr-ı ferâgat, ehl-i ferâg, bî-nevâ-yı aşk, ser-mest-i harâb, pîr-i aşk, haste-i aşk, şeh-i aşk, mahmûr-ı mey-i

103

aşk, mürîd-i pîr-i aşk, âşık-ı âvâre, âşık-ı dîdâr, âşık-ı âvâre, âşık-ı uryân, uşşâk-ı irfân, sultan-ı âlem” gibi terkipler de âşıklar için kullanılır.

Aşk, kahredici; ciğerler yakan bir ateş olarak tasavvur edilir (M.6/9). Feleklerin dönüşünün aşkla olduğu (M.6/12), yeryüzünün muhabbet kûyunun; göğün ise muhabbet

kokusunun âşığı olduğu ifade edilir (M.6/19).

Aşk; tendeki can cevheri olarak tasavvur edilir. Aşk yolculuğunda birçok makam ve o makamlarda işaretler bulunduğu; âşığın bu yolda sadık olması gerektiği belirtilir (M.6/1-4). Bu yolda aklın çaresiz kaldığı; idrakin gittiği ifade edilir:

Hıred yolunda olmışdur fütâde

Ayağuna dil ü cân ser-nihâde (H 2b, M. 6/15)

O aşk itmiş durur hûbânı çâlâk

O aşk ile gidüpdür akl u idrâk (H 2b, M. 5/25)

Hakiki aşk, Allah’a olan aşktır. Bu aşka mecâzî aşktan geçilerek ulaşıldığına işaret edilir. Şair, mecazî aşktan vazgeçip hakikat ülkesinin sakini olmayı istediğini söyler:

Niçe bir aşk-ı mecâz ile melâmet olalum

Gelinüz sâkin-i iklîm-i hakîkat olalum (H 66b, Msm .9/4)

İlahî aşk; âşığı sarhoş eden (G.237/3), aklını başından alan (G.448/1) bir şaraba teşbih edilir. Âşığın daha diğer âşıklar yokken gam ateşinde yandığı (G.376/5), aşkın iç yüzü bilinmeden aşkla hayran olduğu ifade edilir (G.376/6).

Aşk vadisini geçmek için bu yolun sıkıntısını çekmek gerektiğine işaret edilir (G.407/2). Bu yolda önce baş verildiği (G.382/1), can vermek gerektiği (G.284/3) belirtilir. Canı terk eden âşık, kendisini başına aşk tacını takmış bir sultan olarak görür:

Terk-i cân eylemişem âşık-ı cânânum ben

104

1.2.2. Âşık

Âşık; köşk, taht gibi şeylere ihtiyaç duymadığını (G.205/1), gösterişe kıymet vermediğini belirtir (G.214/2). Ferâgat ehli olup tâc ve kabâdan vazgeçtiğini dile getirir (G.347/5).

Gerçek aşk yolunda kesretten vahdete doğru gidilir. Kesretten el çeken âşık, vahdet makamını tercih ettiğini ifade eder (G.377/1). Zevk ve safayı bırakıp dert ve sıkıntıyı tercih eder (Msm.16/3). Âşığın bu yolda vasıtaları terk edip yükünü hafifletmesi ve tahammül etmesi gerekir (G.118/2). Gerçek aşkın vasfını yazmak isteyen âşık, gönlünü kötü duygulardan arıtır:

Ulviyâ yazmağ içün aşk-ı hakîkî vasfın

Gıll u gışdan dil ü cân levhaların pâk itdüm (H 169a, G. 411/5)