• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

1.3.12. Pîr-i Mugân

Pîr-i mugân; aşk şarabı sunan, Allah sevgisini insanlara öğretmeye çalışan hakiki mürşidler için kullanılır. Genellikle âşıkla birlikte zikredilen pîr-i mugân, tembihte bulunmasıyla konu edilir (G.616/2). Âşık, şaraba tövbe etmemesinin sebebini pîr-i mugânın bedduasından korkmasına bağlar:

Tevbe eylerdi şarâba sûfiyâ Ulvî velî

Havf ider pîr-i mugânun bed-du‘âsından kaçar (H 113b, G. 109/5)

1.3.13. Mürşid

Birçok mürşidin intisap ettiği pîr-i mugânın lütuf sahibi bir şeyh olduğuna değinilir (G.429/3). Âşık, pîr-i mugânın dergâhına yüz sürdüğünden beri halvetteki mürşidin minnetini çekmek istemediğini belirtir (G.492/4). Pîr-i mugânın sunduğu sudan içerek susuzluğunu gideren âşık için dünya nimetlerinin bir değerinin olmadığı ifade edilir:

Şevk-i lebünle çekdüm pîr-i mugân suyından

109

1.3.14. Şeyh

Şeyh; kendisine intisap eden müridin bütün hususiyetlerini göz önünde bulundurarak ona yol gösteren, talipleri irşâd etmek ehliyetine ve liyâkatine sahip olan rehberdir, mürşittir (İz, 1981: 183-184; Uludağ, 2012: 334). Bir beyitte “râhib”, “sûfî” kavramları ile birlikte konu edilir:

Ne mu‘tekid-i şeyhem ü ne münkir-i râhib

Ey sûfî bu meşreb ki benüm var kimün var (H 116b, G. 125/2)

Pîr-i mugânın himmet sahibi oluşunun zikredildiği bir beyitte âşığa himmet ederek onu kadeh şeyhi yaptığı ifade edilir:

Add olındunsa harâbât erlerinden Ulviyâ

Şeyh-i câm eyler seni pîr-i mugânun himmeti (H 224b, G. 668/7)

Bazı beyitlerde geçen “şeyh”, “pîr” gibi kelimeler; “el almak, yüz sürmek” gibi tarikat adetleri ile zikredilir (G.381/4; G.459/5).

1.3.15. Dergâh

Bu tarikat unsurları beyitlerde genellikle âşık, zâhid ve abdalla ilgili olarak ele alınır. Dergâh; sevgilinin eşiği, şeyhin bulunduğu yer, övülenin huzuru ve Hakk’ın makâmı olarak ifade edilir. Sevgilinin eşiğinin dünyada eşi bulunmayan yüce bir dergâh olduğu (Msm.34/5); bu dergâhın âşıklar tarafından mesken edildiği (G.290/2) belirtilir. Bazı beyitlerde ise âşığın yüz sürdüğü pîr-i mugânın dergâhı konu edilir (G.492/4).

Hakk’ın huzuru olarak zikredildiği bir beyitte O’nun dergâhından başka yere sığınmamak gerektiğine işaret edilir:

Maglûb-ı mâl u devlet olup kayda düşdiler

Dergâh-ı Hakdan özgeye idenler ilticâ (H 97a, G. 32/3)

1.3.16. Hırka

Tarikat mensuplarının giydikleri elbise olan hırka; abdalların giysisi olarak zikredilir (G.618/4). Şair, madde âleminden vazgeçerek dervişlik hırkasını giymeye karar verdiğini ifade eder:

Ulviyâ hırka giyüp cismüni uryâneyle

110

1.3.17. Asâ

Asâ, bir beyitte âşığın âhının dumanı olarak tasavvur edilir (G.290/5). Zâhid tipinin elinden bırakmadığı tespih ile birlikte konu edilir:

Zâhidi hâl u hadüñ fikri za‘îf eyleyeli

Elde tesbîh ü asâsı salavât ile yürür (H 119a, G. 138/4)

1.3.18. Tecellî

“Görünmek, zuhur etmek” anlamları bulunan tecelli, tasavvufî olarak gaybdan gelen ve kalpte zâhir olan nurlar olarak tanımlanır (Uludağ, 2012:346).

Tecelli kavramı, beyitlerde genellikle “nûr” ve “ateş” olarak telakki edilir (K.18/24). Yüz, tecelli yeri olduğundan âşık için tecelliden kasıt, Allah’ın nurunu görmektir (G.261/1). Sevgilinin düşte âşığa görünmesi, tecelli ile ifade edilir ve bu tecellinin seyrinin âşığa teselli verdiğine işaret edilir (M.11/18).

Bir beyitte ay ve yıldızların ışığının tecelli ateşinin aleviyle oluştuğu zikredilir (M.2/6). Güneşin görünmesi, Allah’ın nurunun tecelli etmesi olarak ifade edilir (M.11/28). Başka bir beyitte ise Hz. Muhammed’deki tecelli nurunun karşısında güneşin zerrelerinin çok küçük kaldığı söylenir:

Ne yüzden zerre-i nâçîz imiş hurşîd fehm eyler

Habîbün rûy-ı pâkine bakup nûr-ı tecellâyı (H 225b, G. 673/4)

Ayrıca Hz. Musa’ya Tûr’da Allah’ın tecelli etmesi hadisesine143 telmih yapılır (Bkz. Hz.

Musâ). (K.17/27).

1.3.19. Cezbe

Cezbe, Allah’ın kendisine giden yolda kulu kendine çekmesi ve yaklaştırması olarak tanımlanır (Uludağ, 2012: 89).

Bir beyitte ölenin ahirete gitmesi, Hakk’a yaklaşması olarak tasavvur edilir (Msm.2/3). Memduhun, huyunun cezbesiyle halkı kendisine bağladığına değinilir (Matla54/1). Sevgilinin âşığı hatırlaması, kalbinin aşkın cezbesine kapılmasıyla telakki edilir:

111

Meger kim cezbe-i aşkun idüpdür kalbüne te’sîr

Unutmışdun dil-i Ulvîyi sultânum ana geldün (H 150b, G. 325/5)

1.3.20. Hâlet

Sevgili, âşığı çeşitli hallere getirir (G.4/1). Dudağının şevkiyle (G.416/1), yanağının aynasıyla (G.147/4) çeşitli haller gösterdiği ifade edilir. Cefaları, âşığa türlü haller kazandırır Sevgiliden ayrı düşen âşık, vuslat hallerine özlem duyar (Msm.14/5).

Leb-i la’lin hallerini aşk ehlinin bildiği ifade edilir (G.193/2). Aşkın ortaya çıkardığı halleri, ayıpları irfân sahibi olanların olgunlukla karşılayacağı belirtilir:

Hâlet-i aşkuma dahl eylese nâsıh ne aceb

Eylemez ayba nazar kişide irfân olıcak (H 34a, K. 9/10)

1.3.21. Hayret

Hayret mefhumu, tasavvufî manada kalbe gelen bir tecelli sebebiyle sâlikin düşünemez ve muhakeme edemez hale gelmesidir (Uludağ, 2012: 163). Beyitlerde “bahr-ı hayret, vâdî-i hayret, âşinâ-yı bahr-ı hayret, garka-ı deryâ-yı hayret, sâkî-i hayret, girdâb-ı hayret, cünd-i hayret” şeklindeki terkiplerle işlenir.

Hayret girdaba (G.111/4) ve denize teşbih edilir (M.5/31; Matla22/3). Harâbât ehlini hayret denizinin âşinâsı olarak telakki eden şair, zâhidi eleştirir (G.448/3). Aşk sırlarının keyfiyyeti daha bilinmeden âşık, sevgilinin aşkıyla hayran olduğunu belirtir (G.376/6). Âşığın aklı ve canı şaşkın ve hayran olarak düşünülür (G.616/4). Hayretin âşığın aklını aldığına ve âşığın bu durumu geç idrak ettiğine işaret edilir:

Hayret almış beni bir niçe zamân geçmiş âh

Aklumun gitdügini sonradan idrâk itdüm (H 169a, G. 411/3)

Hayret bir vâdiye teşbih edilir ve bu vâdide Mecnun gibi uryan olmak gerektiği belirtilir (G.451/3). Âşığın, hayret vadisinde feryat edip ve hüzünlendiği ifade edilir (G.392/4).

1.3.22. Tecrîd

Tecrid, sâlikin zâhirini mal ve menfaatten, bâtınını karşılık bekleme anlayışından arındırmasıdır (Üstüner, 2007: 243).

112

Beyitlerde tecrid; Hz. İsa’nın tecridi, dünyaya değer vermeyişi ile konu edilir (G.312/3; G.283/4). (Bkz. Hz. İsa).

1.3.23. Halvet

Halvet, insanlardan ayrı ve yalnız yaşamak anlamındadır (Kara, 1985: 106). Hz. Muhammed’in Allah’a yakınlığı anlatılırken halvet kelimesi kullanılır (M.3/1). Daha çok sûfî ile birlikte konu edilir. Sûfînin halvet yerinde şarap içip mescitte zikir yaptığı eleştirilir ((Bkz. Sûfî) (G.593/2). “Halvet çekmek” deyiminin kullanıldığı bir beyitte mürid olmak isteyen sûfînin, halvete çekilip ibâdet etmesi gerektiği ifade edilir:

Mürîd-i Şeyh-i San‘ân olmak istersen eger sûfî

Sanemler yâdına deyr-i mahabbet içre halvet çek (H 151b, G. 332/2)

1.3.24. Uzlet

Uzlet; daha çok ve ihlaslı ibadet etmek için toplumdan ayrılıp ıssız ve kimsesiz yerlere çekilmek, tek başına yaşamak anlamındadır. Halvetle aynı anlamda bir terimdir (Uludağ, 2012: 364).

Beyitlerde şerbet (Msm.7/3), kılıç (G.32/2) gibi unsurlara teşbih edilen uzlet; dervişlerin çekildikleri yer olarak belirtilir (Msm.9/5). Şair, kimsenin minnet ve kahrını çekmek istemez. Halktan uzaklaşarak uzlete çekildiğini söyler:

Uzlet it halk-ı cihândan Ulviyâ âzâde ol

Çekme hergiz kiminün kahrun kiminün minnetin (H 186b, G. 493/5)

Şair; dünyadan el çekip uzlet köşesini tercih ettiğini belirtir (Msm.16/3). Âşık için uzlet köşesinde sultan tahtının bile değerinin olmadığı düşünülür (G.205/1) Âşık; gayb erenlerine yakın olmak için uzlet köşesinde ibadet etmek gerektiğini ifade eder:

Varalum mu‘tekif-i gûşe-i uzlet olalum

Dirsenüz gâyib erenlerle ger ülfet olalum (H 66b, Msm. 9/4)

Bir beyitte uzlet, Hz. Yusuf’un kuyudaki uzleti ile konu edilir (G.407/5).