• Sonuç bulunamadı

Fakr, Kanaât, İstiğnâ, Gınâ

GİRİŞ Çalışmanın Amacı

6. Yegânoğlu Ulvî- Bursavî

1.3.34. Fakr, Kanaât, İstiğnâ, Gınâ

Fakr; sâlikin hiçbir şeye mâlik olmadığını ve her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunun şuurunda olması, kendisini daima Allah’a muhtaç bilmesi anlamlarındadır (Uludağ, 2012: 131).

Beyitlerde “fakr” kelimesi genellikle âşığa ait özellikler olarak karşımıza çıkar (G.203/5; G.307/2). Ayrıca yokluk anlamındaki “fakr u fenâ” tabiri de âşık için kullanılır (G.135/4; Msm.11/5). Vücut ülkesinin fakr ile yok olduğunu belirten şair (K.15/32), kendisini yokluk ülkesinin padişahı olarak ifade eder (Trh.19/2). Bir beyitte kendisinin fakr sahibi olduğunu belirterek sevgilinin kendisinden feragat ettiğini belirtir:

Görüp fakrum benüm ol devletüm âh

Ferâgat eyleyüp benden usandı (H 217a, G. 633/2)

Beyitlerde Hz. Muhammed’in fakirliğiyle övündüğü hadisi (bkz. Hadisler) zikredilir (G.238/4; G.589/4). Ayrıca Hz. İsâ’nın fakr tecridi, dünyaya değer vermemesi işlenen diğer hususlardandır (G.283/4). Bazı beyitlerde ateşe teşbih edilir (K.6/42; K.10/30). Kanaat; yaşamak için zorunlu olan ihtiyaçların dışında kalan bütün nefse ait arzulardan uzak durmak; yeme-içme gibi konularda israfa gitmemek gibi anlamları içerir (Necmüddin Kübra 1980: 51). Beyitlerde kanaat, âşığın yetinmesi anlamında kullanılır (G.441/4). Âşığın gönlünün kanaat Kâfdağı’nda oturduğu hayal edilir (G.3/3). Âşık, sabır göstererek kanaat mülküne şâh olmak istediğini belirtir:

Hayl-i sabr ile şeh-i mülk-i kanâ‘at olalum

Vuslat-ı yâri koyup mûnis-i firkat olalum (H 66b, Msm. 9/4)

İstiğna, tasavvufa göre sâlikin Allah’ın kendisine kâfi olduğuna inanarak onadan başkasına ihtiyaç duymaması anlamındadır (Uludağ, 2012: 192). Gına ve istiğna

120

kelimeleri; zenginlik, bolluk anlamlarıyla zikredilir. Gına, kâmil insanla konu edilir (G.187/1). Âşık, aşk gınasından öldüğünü söyler (G.401/1).

İstiğna, kanaat kelimesiyle birlikte kullanılır (G.3/3). Sadık âşıkların istiğnayı tercih ettikleri ifade edilir (G.3/5). Âşık, kendisini istiğna mülkünün şahı olarak görür (G.216/3). Kendisini aşk gedâsı olarak nitelendiren âşık, dünyaya istiğna ettiğini belirtir:

Cihânun begligini aynına almazsa vechi var

Gedâ-yı aşk olan âşık ider dünyâya istiğnâ (H 91a, G. 3/4)

1.3.35. Ferâgât

Ferâgat; âşığın oturduğu bir kasır (G.212/3), gönlünün misafir olduğu bir tekke (Msm.16/1) olarak tasavvur edilir. Ferâğ, âşığın eğlencesi olmuştur (G.162/7). Âşık; tâc ve kabâyı terk ederek ferâgat ehli olmak istediğini ifade eder:

Terk eyle ferâgat idüben tâc u kabâyı

Şimden gerü ey Ulvî yüri ehl-i ferâğ ol (H 154b, G. 347/5)

1.3.36. Gedâ

Sâlik anlamındaki gedâ, “gedâ-yı sâlik-i râh-ı mahabbet, gedâ-yı aşk, gedâ-yı kûy-ı aşk, gedâ-yı bî-nevâ, gedâ-yı âstân, gedâ-yı müstemend, gedâ-yı sâkin-i kasr-ı ferâgat” gibi terkiplerle beyitlerde zikredilir. Genellikle âşık, derviş anlamında kullanılır (K.11/7; G.3/4; G.61/2; G.109/1; G.140/3; G.221/3; Msm.23/6).

Çoğu beyitlerde gedâ kelimesi şâh, padişâh, sultan ile birlikte konu edilir. Gedâ; âşığın gönlü (G.166/1; G.357/6; G.361/5), kendisi (G.7/1) için zikredilir. Gedâ olan âşığın fahr elbisesi yoktur; mal ve mülkten vazgeçmiştir (G.475/5). Bir beyitte şair, kendisi için gedâ veya padişahın bir olduğunu ifade eder (G.26/4). Âşık, kendisini ferâgat kasrının gedâsı olarak ifade eder:

Birkaç gedâ-yı sâkin-i kasr-ı ferâgatüz

121

1.3.37. Terk

Bırakmak anlamındaki terk; beyitlerde vücud (G.168/5; (G.508/1), kibir ve kin (G.278/3), riya (G.37/2), vatan (Msm.33/3), namus/benlik (K.10/29), diyar (G.538/3) gaflet uykusu (G.507/7), gönül (G.311/1), can gibi pek çok unsur için ele alınır. Canından vazgeçtiğini belirten âşık; kendisini başına aşk tacı giyen bir sultan olarak ifade eder:

Terk-i cân eylemişem âşık-ı cânânum ben

Tac-ı aşkı geyelü başuma sultânum ben (H 171b, G. 424 /1)

1.3.38. Himmet

Himmet; kendini veya başkasını kemale erdirmek için kalbin, arzulardan tecrit edilerek bütün gücüyle Allah’a yönelmesi ve velînin teveccühü, tasarrufu ve olağanüstü işleri başarma gücü manasında kullanılır. Velînin hakiki manada himmet sahibi olabilmesi için fenâfillaha erişmesi lazımdır (Üstüner, 2007: 238).

Himmet mefhumu, ulaşılmak istenen bir hususta manevî yardım istemek anlamıyla beyitlerde kullanılır. Pîr-i mugân, himmet etmesiyle anılır (G.668/7). Âşık; erenlerden himmet beklediğini belirtir (G.39/3). Bir beyitte ise kendisi için rindlerin himmetinin yeterli olduğunu söyler (G.27/2). Manevî bakış olan nazar ile birlikte konu edilir (Msm.5/2).

Genellikle himmet; sevgili ve âşık arasındaki münasebetler vesilesiyle zikredilir (G.402/5). Himmet; âşığın gönlünün meydanı aldığı bir ata teşbih edilir (G.627/4). Bir beyitte himmet kavramı, Hz. Muhammed’i Miraç yolculuğunda Allah’a götüren Burak olarak tasavvur edilir:

Ulviyâ dirsen semend-i himmetün meydân ola

Çeşm-i cân ile Burâk-ı Ahmed-i Muhtâra bak (H 144a, G. 291/5)

Kişinin değerinin himmetine göre olduğu ifade edilir (K.18/33). Himmet; bazı beyitlerde “âlî” sıfatıyla birlikte kullanılır (Trh.4/3):

Kişinün himmeti alî gerekür kendüye Ulvî

122

1.3.39. İnâyet

İnayet mefhumu, himmetle benzer anlamlarda kullanılır. Şair, hidayet meclisinin sâkisinden inayet ister (M.5/30; M.6/36). Şair; Allah’ın inayetini, ilahî yardımını diler:

Cânib-i ukbâyadur azmüm inâyet kıl bana

Bir müsâfir hastenem yâ Rab ri‘âyet kıl bana (H 93a, G. 16/1)

Âşık için inayet; sevgilinin ağzını öpmek, ona kavuşmak olarak ifade edilir: Dehânun öpmeğe fursat zamânı gelmedi mi

Aceb fakîre inâyet zamânı gelmedi mi (H 68b, Msm. 13/1)

1.3.40. Lutf

Lutf kavramı genellikle âşık için konu edilir (G.258/2). Âşık tarafından Allah’ın lutfu istenir (M.11/54). Bir beyitte lutf, azap ile birlikte zikredilir. Âşık, lutf sahibi Allah’tan isteyecek çok şeyi olduğunu söyler:

Lutf-ı Hakdan murâdımuz çokdur

Emrine hiç inâdımuz yokdur (H 115b, G. 121/1)

Hz. Muhammed; beyitlerde kerem-i lutf (M.3/17) ve lütuf tabibi (M.5/14) olarak nitelendirilir.

1.3.41. Rızâ

Rızâ kelimesi, beyitlerde teslimiyet ile birlikte konu edilir. Kılıca teşbih edilir ve âşık o kılıca boynunu teslim ettiğini belirtir (G.221/2; G.297/7). Bir beyitte aşk yolundaki belalara kâlû belâdan râzı olmuş âşıkların bulunduğu ifade edilir:

Reh-i aşkunda gerçi kim görinmez çok belâlar var

Ana kâl u belâdan râzı olmış mübtelâlar var (H 113a, G. 108/1)

1.3.42. Kerâmet

İhsan, lütuf gibi anlamları olan kerâmet, tasavvufî manada sûfîlerin hayatlarında görülen olağanüstü olay ve davranışlardır. (Kara, 1985: 153-156).

Kerâmet mefhumu bir beyitte “İsm-i â‘zâm” duası ile ele alınır (G.555/3). Bir beyitte ise Hz. Muhammed, kerâmet sahibi oluşuyla konu edilir:

123 Kerem lutf u kerâmet sendedür hep

Saâdetle saâdet sendedür hep (H 1b, M. 3/17)

1.3.43. Melâmet

“Kınamak, kötülemek, ayıplamak” gibi anlamlara gelen melâmet; tasavvuf literatüründe bir terim, bir makam ve bir tasavvuf anlayışının adı olarak yaygın bir kullanımı bulunur (Azamat, 2004: 29/24).

Âşık, talihinin aynasına baktığında melâmeti gördüğünü belirtir (G.147/1). Gönlü bela ve zorluklar içinde olan âşığın vücudu melâmet hisarı olarak düşünülür (G.156/5). Âşık; bükülmüş boyuyla (G.332/5), zayıf ve sararmış teni ile aşk derdini yüklenmiş olduğunu ifade eder. Âşığın bu halleri ile Melâmîlere ait özelliklere işaret edilir:

Ten-i zerd ü nizâr ile belâ bârını yüklendük

Melâmet âsumânında tulû‘ itmiş hilâlüz biz (H 130b, G. 228/2)

Aşkı ve deliliği ile kınanan Mecnun’un zikredildiği bir beyitte âşığın boynuna melâmet zincirinin geçtiği belirtilir (G.684/2). Delilik hallerinden biri olan yaka yırtmak, âşığın içinde bulunduğu melâmet yüzündendir (G.314/4). Teni yaralarla gül bahçesi olan âşığın tüyleri, melâmet dikeni olarak tasavvur edilir (G.374/2). Âşık; vücudundaki yaralardan memnundur. Âşık; vücudunun görüntüsüyle melâmet kaftanı giymiş olduğunu belirtir:

Cism-i pür-dâğum görinmezse aceb mi penbeden

Âşıkam ben âşıka hoşdur melâmet hil‘ati (H 224a, G. 668/3)

Melâmet meyvesi olan bir fidana teşbih edilir (G.104/3). Gözyaşı dökmek ve âh çekmek, melâmet içindeki âşığın vasıflarındandır (G.403/2). Âşığın bela içinde akıttığı gözyaşı, melâmet nehri olarak ifade edilir (G.671/4). Deniz, dalga, girdap benzetmeleri âşıklık hallerini yansıtır. Âşığın döktüğü gözyaşı, melâmet denizine teşbih edilir:

Melâmet bahrıdur yaşum felâket fülkidür başum

Musîbet mevcidür kaşum gözüm girdâb-ı hayretdür (H 114a, G. 111/4)

Melâmet kelimesi bir beyitte “selâmet” ile zikredilir. Âşık, melâmet âhıyla selâmet kazanmak istediğini belirtir (Msm.9/4).

124

1.3.44. Mâsivâ

Mâsivâ, Allah’tan başka her şeye denir. Dünya hayatı ile ilgili mal mülk gibi şeyler de masivadan sayılır (Üstüner, 2007: 67).

Masiva, kesret için kullanılır. Âşık; gönlünü masiva ile ilgili şeylerden temizlemelidir (Msm.7/4). Âlem bir hayâle benzediğinden âşık; masivanın varlığından vazgeçmiş olduğunu (G.228/4), ona bağlanmayarak vahdete ulaşmak istediğini (Msm.9/4), uzlet köşesini tercih ettiğini (Msm.16/3) belirtir.

“Lâ nefyi ile mâsivâ âlemi yani kesret; illâ ile vahdet kastedilir. Âşık; nefy ve isbât sözleri olan “Lâ” ve “İllâ”yı anlamayınca mâsivânın nefyine/silinmesine gücünün olmadığını belirtir:

Mâsivânun nefyini isbâta kâdir olmadum

Ulviyâ fehm itmeyince lâ ile illâyı ben (H 179a, G. 457/6)

Âşık, nefy ve isbâtın yani masivanın yokluğu ve Allah’ın varlığının asıl olduğunu ifade ederken masiva ile Allah’tan gayrıları kasteder:

Senünçündür bu denlü nefy-i isbât

Arada mâsivâ cümle hayâlât (H 1a, M. 2/4)