• Sonuç bulunamadı

Gelişmiş ülkelerde ve iş çevrelerinde sürdürülebilir kalkınma kavramı tartışılırken, genellikle çevresel sorunlar üzerinde durulmaktadır. Bilim adamları tarafından ilk kullanılmaya başlandığında ise sürdürülebilirlik terimi, su, toprak veya ormanlar gibi belirli doğal kaynakların zaman içinde uygun bir şekilde kullanımın işaret etmektedir. Diğer yandan, sürdürülebilirlik yalnızca çevreyi kapsamamakta, sosyal ve ekonomik boyutları da içermektedir. Örneğin, uzun süre daralma yaşayan bir ekonomi sürdürülebilir olmadığı gibi, bir ülke de büyük bir çoğunluğunun yoksulluk altında yaşaması da sosyal açıdan sürdürülebilir bir durum değildir. Diğer bir deyişle “yoksul insanların gereksinimlerini dikkate almayan bir kalkınma sürdürülebilir değildir.”290Global kamu malı niteliğine sahip çevre, bu yüzyılın önemli sorunlarından birisinin de “fakirlik” olduğunun kabul edilmesini sağlamıştır. Fakirlik yüzünden insanlar çevreye daha az duyarlı hale gelmekte, birincil amaç ekonomik kalkınma olarak algılanmaktadır. Çevreye duyarsız üretim arttıkça, üretimden vazgeçme konusu gündeme gelmekte bu da fakirliği tetiklemektedir. Uzun sürmeyen bu süreç, fakirliğin ortadan kaldırılması amacıyla yeniden duyarsız üretim yöntemlerinin kullanılmasına sebep olmakta ve kirlilik artısıyla beraber bu durum bir kısır döngü olarak sürüp gitmektedir. Önlem alınmadığı takdirde bu bir paradoks olarak yönetimin karsısında olacaktır. 291

Sürdürülebilir kalkınma bundan sonraki bölümlerde çevresel, ekonomik ve sosyal boyutları da dikkate alınarak irdelenecektir.

289

Ayhan Uysal, “ Sürdürülebilir Kalkınma: Genel Bakış “ , Erişim: 12. 07. 2007, http://www.sd- certificate.info/dyn_files/info/35.pdf.

290

Öztürk, a. g. e. , s. 102- 103.

291

İbrahim Attila Acar, “ Vergilendirmede Tahsis İlkesinin Çevre Vergileri Açısından Değerlendirilmesi ” , Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 1, Yıl: 2006, s. 222.

1. Ekolojik Sürdürülebilirlik

Ekolojik sürdürülebilirlik, ekolojik dengelerin korunması ile mümkün olacaktır. Sürdürülebilir kalkınma modelinin başarısı için temel ekolojik dengelerin, yaşam destekleme sistemlerinin, doğal kaynak sisteminin, genetik çeşitliliğin, biyolojik verimliliğin, mekanların ve ekosistemin etkin olarak korunması gerekmektedir.292 Burada amaç yenilenemez kaynakların tüketiminin kısılması gerektiği kadar, yenilenebilir olan kaynaklarında tüketimi de kısıtlanmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma anlayışı, çevre faktörünün korunmasında çok aktif bir rol oynamaktadır. Açıklandığı gibi sanayileşmiş ve yeni sanayileşen ülkelerin enerji kullanımları, ortaya çıkan atıklar sonucunda çevreyi çok olumsuz şekilde etkilemektedir. Fakat enerji kullanımı da bir türlü engellenememektedir. Ülkeler yaygın bir biçimde petrol, kömür ve doğal gaz gibi yenilenemeyen doğal kaynaklar ile hidro enerji, jeotermal enerji, güneş ve rüzgar enerjisi gibi enerji kaynaklarını kullanmaktadırlar. Bu kaynakların aşırı kullanımı yani daha fazla getiri sağlamak amacıyla kullanımı, hem çevrenin bozulmasına hem de gelecek nesillerin ihtiyacı olan kaynakların tükenmesine yol açmaktadır. Bu sayılanlar ışığında sürdürülebilir kalkınma çok önemli bir hale gelmektedir.293

Kısaca uzun dönemde çevresel sürdürülebilirlik, kaynakların ve biyo- çeşitliliğin korunmasına bağlıdır. Son olarak çevresel sürdürülebilirlik açsından önemli olan diğer bir altını çizmemiz gereken nokta ise insanların küresel eko- sistem üzerindeki etkilerini en alt düzeye indirmek ve böylece dünyanın sağlıklı bir

şekilde yaşamasını sağlamaktır.294

2. Ekonomik Sürdürülebilirlik

Sürdürülebilir kalkınmanın temelleri klasik iktisat teorisine kadar uzanır. Dönemin iktisatçılarından Ricardo, Malthus ve Mill, “büyümenin sınırları” konusunda önemli olgular geliştirmişlerdir. Örneğin bunlar arasında Malthus büyümenin sınırını kıtlık olgusuna dayandırmış, kullanılabilir alanı sabit olarak kabul ederek nüfus artışının sınırlandırılması gereğini vurgulamıştır.

292

Feriştah Sönmez, Kamil Bircan, “ İşletmelerin Sosyal Sorumluluğu ve Çevre Sorunlarında Ekonomik Yaklaşımlar “ , E- Yaklaşım Dergisi, Sayı: 6, Yıl: 2004, s. 481.

293

Tansel Tuğcu, “ Çevre Ekonomisine Teorik Bir Yaklaşım: Sürdürülebilirlik Kavramının Üretim Fonksiyonuna Dahil Edilebilirliği “, Erişim: 04. 03. 2007,

http://www.geocities.com/ceteris_tr/t_tugcu3.doc.

294

1870’lerden itibaren neo- klasik iktisadi düşünce “marjinal analizleri” kullanarak uzun dönemli etkiler üzerinde yoğunlaşmıştır. Temiz hava ve su, rekabeti olmayan ve çok özel niteliklere sahip bir kamu malı olarak görülmüş, hükümet düzenlemeleriyle sunulması gereken hizmetlerden sayılmıştır. Neo- klasik iktisat,

ekonomik sistemi doğal ve diğer sosyal sistemlerden ayrı olarak

değerlendirmektedir. Doğal sermaye, üretim sürecinde etkili olan girdilerin temel kaynağı olmakla birlikte, gereken önemi görmemiştir. Bu yaklaşıma göre, etkin bir fiyat sistemi ile ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek mümkündür. Ancak bu durum bir taraftan teknik gelişmeleri teşvik ederken, diğer taraftan da kıtlık sorununu beraberinde getirmiştir.295

Neo- klasik sürdürülebilirlik iktisadı, yenilenemez kaynakların tükenmesinin sonuçlarının (doğal kaynaklar iktisadı) , ekonomik büyüme önündeki engellerin kaldırılması (sürdürülebilir büyüme) ve çevre kirliliğinin maliyetlerinin doğru olarak hesaplanması (çevre iktisadı) gibi konulara odaklanmıştır. Neo- klasik iktisattaki sürdürülebilirlik tartışmalarının çoğu, gelecek kuşaklar için yapılacak sermaye yatırımları ile tükenen minerallerin ikamesinin yaratılmasına yoğunlaşmıştır. Uygulamada ise, doğal kaynakların değeri bu kaynakların tükenmesi veya azalması nedeniyle oluşan ekonomik kayıpları da içerecek bir biçimde düzeltilmekte ve analiz kısa dönemden uzun döneme doğru geliştirilmektedir. Diğer bir deyişle, neo- klasik iktisatçılar için ekonomik sürdürülebilirlik iktisadi sermayenin devam ettirilmesi anlamına gelmektedir. J. R. Hicks’in refah yaklaşımına dayanan bu yaklaşıma göre gelir ve buna bağlı olarak tüketim dönemler arasında azalmadan ve istikrarlı bir biçimde yapılabileceği sürece, ekonomik olarak sürdürülebilirlik var demektir.296

Sürdürülebilir kalkınma politikasının doğuşu ve gelişiminin gecikmesinde birçok faktör etkili olmakla birlikte, Keynesyen iktisadın ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya çapındaki yeniden yapılanma sürecinin rolü büyüktür. Çünkü Keynesyen geleneğin uzantısı bağlamında, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ekonomilerin gündemini ekonomik kalkınmanın hızlandırılması, işsizliğin önlenmesi veya enflasyonun kontrol altına alınması gibi kısa dönemli politik öncelikler işgal etmiştir. Ancak 1980’lerden itibaren küreselleşmenin de etkisiyle, hakim kısa dönemli ekonomi yönetimi anlayışının yerini uzun dönemli perspektif alırken, ekonomik kalkınmanın kavramsal ve kuramsal içeriği değişmeye başlamıştır. Özellikle Brundtland Komisyonu’nun 1987’deki raporu mevcut ekonomik kalkınma

295

Murat Çetin, “ Teori ve Uygulamada Bölgesel Sürdürülebilir Kalkınma “ , Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Yıl: 2006, s. 3.

296

politikalarının doğal çevre üzerinde yaptığı tahribata vurgu yaparak, bu politikaların gelecek nesillerin refahını azaltabileceği mesajını vermiştir. 297

Ekonomik sistemin insanların temel ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırarak fakirliğin azaltılması, buna paralel olarak insanlar arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması faydalı mal ve hizmetlerin sunulması ekonomik sürdürülebilirliği sağlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma modelinin başarısı ancak böyle sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomik sistemin işleyişine bağlıdır. Kalkınmanın sadece ekonomik büyüme ile eş anlamlı olmadığı ve çevre, beslenme, barınma olanakları, sağlık ve eğitim hizmetleri, insan hakları gibi göstergelerin de kalkınma kavramının içinde düşünülmesi gerektiği gerçeği göz önüne alındığında, ekonomik terimlerle tanımlanan “sürdürülebilir kalkınma” paradigmasının çevre sorunlarının çözümünde yanlı ve yetersiz olduğu açıkça görülmektedir. Bu bağlamda sürdürülebilir bir çevre anlayışının oluşturulması için atılması gereken ilk adım, çevreyi ekonominin bir alt kümesi olarak kabul eden kalkınma anlayışından vazgeçilmesi gerekmektedir.298

3. Sosyal Sürdürülebilirlik

Sosyal sistemin iyi oturmadığı bir yerde sosyal sürdürülebilirlikten söz edilemez. Sosyal sistemin iyi oturabilmesi ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için öncelikle toplumdaki kültürel kurumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmelerine imkan sağlanmalıdır. Diğer yandan temel insan ihtiyaçlarının devamlı olarak karşılanmasının yanında sosyal adalet ve kararlara katılım da güvence altına alınmalı ve en üst düzeyde katılımın gerçekleşebilmesi için ortam hazırlanmalıdır. Başka bir ifade ile sürdürülebilir kalkınmanın biçimlendirme politikalarına, toplumun bütün sektörlerinin katılımı teşvik edilmelidir. Buradaki amaç, sürdürülebilir kalkınma modelinin başarısı için çevresel ve ekonomik karar mekanizmalarını bütünleştirmektir.

Dolayısıyla bütün plan yapıcı ve karar vericilerin, uzun vadeli düşünmeyi gerekli kılan bu çevre merkezli büyüme modelinin uygulanmasında, çevre yönetimine daha stratejik yaklaşmaları gerekmektedir. Bütün bu açıklamaların

297

Murat Ali Dulupçu, “ Sürdürülebilir Kalkınma Politikasına Yönelik Gelişmeler “ , Dış Ticaret Müsteşarlığı Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 20, Yıl: 2001, s. 53.

298

Ethem Torunoğlu, “ Sürdürülebilir Kalkınma Paradigması Üzerine Ön Notlar ”, TÜBİTAK Vizyon 2023 Panel İçin Notlar, Erişim: 12. 03. 2007,

http://Vizyon2023.Tubitak.Gov.Tr/Teknolojiongorusu/Paneller/Cevrevesurdurulebilir kalkinma/Raporlar/Son/EK-16.Pdf.

ışığında, kuşaklar arası kaynak kullanım etkinliğine sahip sürdürülebilir kalkınma modeli “doğal sermayeyi tüketmeyen, gelecek kuşakların gereksinimlerini de ellerinden almayan, ekonomi ile eko-sistem arasındaki dengeyi koruyan, ekolojik açıdan sürdürülebilir nitelikte olan bir ekonomik kalkınmadır.” şeklinde ifade edilir.299

Sosyal sürdürülebilirlik, sistematik olarak toplumsal katılım ve güçlü bir sivil toplumla başarılabilir. Toplumsal dayanışma, kurumlar, kültürel kimlik, çeşitlilik, saygı, hoşgörü, alçakgönüllülük, merhamet ve sevgi gibi sosyal sermayenin bir kısmını oluşturan ve dürüstlük, yasalar ve disiplin gibi genel kabul görmüş

standartlar sosyal sürdürülebilirliğin önemli unsurlarını oluşturmaktadır. Sosyal sürdürülebilirlik için bu moral sermayenin devam ettirilmesi gerekir ve paylaşılan bu değerler ve haklar, toplum, din ve kültürel ilişkiler tarafından tekrar canlandırılmalıdır.300