• Sonuç bulunamadı

Süjeyi Hakikate Hazırlayıcı Olarak Ahlak

III. BİLGİNİN DEĞERİ

III.III. Süjeyi Hakikate Hazırlayıcı Olarak Ahlak

Aristoteles’ten beri bilgiden eyleme, mantık ilkelerinden ahlak ve toplum ilkelerine doğru gidilmekte iken, yani bilgi ilkeleri ahlakımızın ilkelerini de gerektirir diye düşünülürken, Kant ve etkilediği pragmatik felsefeyle birlikte bilgi, ahlaktan çıkarılmaya başlanmıştır. Bu bakımdan düşünürümüz, düşünülür gerçeklikler söz konusu olduğunda Kant sonrası düşünüşe uymaktadır. Acaba Hadimî’nin hakikatın hazırlayıcısı olarak gördüğü ahlak nedir? Ahlak süjeye ait yapıp etmeler olduğuna göre, süje, yapıp etmelerden objenin bilgisine, özellikle düşünülür gerçekliklerin bilgisine nasıl ulaşmaktadır?

Süjeyi hakikate hazırlayıcı olarak ahlaka bakışını belirlemek için her şeyden önce Hadimî düşüncesinin ait olduğu düşünce hareketini belirlemek gerekmektedir. Hadimî, kendisini ehli

622 Hadimî, Risaletün-Nasayıh ve’l-Vasaya, s.129. 623 Hadimî, Fark, Hacı Mahmut, 1137, 23b.

sünnetin mensubu olarak açıklar. Sünnet kavramı Hz.Peygamber’in sünnetini, ehli sünnet ise sünnetine tutunanları ifade etmektedir. Cemaat, sahabeyi içermektedir. Ehli sünnet ve cemaat ise yetmiş üç düşünce grubundan biridir ve kurtuluşa erenidir (fırka naciye). Kurtuluşa ermeleri Hadimî’ye göre Hz.Peygamber ve sahabesinin görüşleri üzere olmalarından kaynaklanmaktadır.

624 Ehli Sünnete mensup olan Hadimî, acaba hakikate hazırlayıcı olarak ahlak konusunda ne

düşünmektedir?

Ahlak, “hulk”un çoğuludur ve öznenin fiillerinin kendisinden kolaylıkla, düşünmeksizin sadır olduğu bir melekedir.625 Hadimî’nin nefs teorisini hatırlayacak olursak düşünürümüz, süje için “nefs” terimini kullanmaktaydı. İnsan, bir bileşik cisim olsa da gerçekte nefsiyle insandı. Hadimî, epistemolojisi gereği nefse, “emmare” ve “mutmainne” olmak üzere iki nitelik atfediyor, biyolojik alandaki gelişimde olduğu gibi epistemolojik alanda bilgiyi (marife) mutmainne düzeyindeki “kâlp”e veriyordu. Kâlbi ise zaman zaman “muhayyile”, “zakira”, “hafıza”, “vehm”, “müdrike” güçleri yerine kullanıyordu. Nefsin emredici düzeyinden hakikatı elde etme (mutmaine) düzeyine ulaşması, bir sorun olarak kalıyordu. İşte Hadimî bu sorunu ahlakla çözmek istemektedir. Zira düşünürümüze göre iyi ve kötü olarak ahlakın neşet yeri, nefsin güçleridir. Nefis, natık nefistir. Natık, herkesin “ben” sözüyle ifade ettiği nefistir ve bu nefis, Allah’ın ilhamıyla bilen (arif), idrak eden (müdrik) cevher olması yönüyle natıka gücüdür.626 Natık güç, diğer nefis güçleri ve bedenin organları gibi kâlbe hizmet eder. Kâlp, bu bakımdan insanın birliğini, bütünlüğünü temsil eder. Ayrıca kalp, Tanrının nazargahı ve marifetin meskenidir. İnsanın kalbi her ifsadında, Tanrı, af ve mağfiretle ıslah eder. Şeytan tarafından kirletildikçe Tanrı onu marifetle ziynetlendirir.627 Başka bir deyişle bir organ olarak kâlp, beden-ruh ilişkisini sağlayan merkezdir. Ayrıca kâlp, bilgiyi elde eden bir yetidir. Bilgi yetisi olarak o, iç ve dış duyuların etkilerine açıktır. Hadimî kalbi, daha doğrusu muhayyileyi, bilinçli olarak etkilemeyi önerir.

Kâlp, Hadimî’de bilgi kaynağı olarak hem nefs-i natıka yolunun bir başlangıcı, hem ahlakın menşeidir. Hadimî, bir Hadisten hareketle kâlbi merkeze alır. Bu hadise göre “insanda bir et parçası vardır. O sağlam olduğu zaman bütün ceset sağlam, bozulduğu zaman bütün ceset bozuk olur. İşte o et parçası kâlptir.”628 Hadiste geçen kâlp Hadimî’ye göre bilginin (feyz) ve hayatın menbaıdır. Bilgi ve hayatın menbaı olan bu kâlp, yedi tabakadan oluşan bir latîfedir. Bunlar Sadr, Kâlp, Şeğaf, Fuad, Habbetü’l-kâlp, Süveyda ve Mehcetü’l-kâlp’tir. Bu tabakalardan

624 Hadimî, Risale nukırru, İstanbul, 1302, s.155, 161. 625 Hadimî, Berika, (Tür.) c.1, s.97.

626 Hadimî, Berika, (Ar.), c.1, s.427. 627 Hadimî, Berika, (Tür.) c.2, s.381.

kâlp imanın, Fuad hakikatın, Süveyda dinî ilimlerin, Mehcetü’l-kâlp ilahî sıfatların tecelli yeridir.629

Hadimî’ye göre nefsin ilahi sıfatların tecellisine geçişini, ıslahını ve kemalini sağlayacak olan ahlaktır. Bu sebeple Hadimî, süjenin öğrenmesi gereken ilime bir sınır koyar. Bu sınırı, Birgivî’nin ve Gazalî’nin “ihtiyaç miktarı”yla temellendirir. Hadimî’ye göre ihtiyacın ötesinde (verae’l-hacet) ilimle meşgul olmak gerekli değildir. Amele götürecek şekilde ilimle meşgul

olmak ki bu temel amaç (el-maksud el-aslî), ilmin tafsilatıyla uğraşmaktan daha eftaldir.”630

Hadimî’ye göre süje ilimden eylemi, eylemden temel amaca ulaşacaktır. Hadimî’nin şu sözleri bu bağlamdadır: “İstediğin bu tür bilgiyi (marifet) elde etmek dilersen amel için gayret et ki o sana tezahür etsin.”631 “Sen bilinmeyenin bilgisinin (matlub) sana açıldığı vakte ulaşamazsın. Ancak hakikat yolunda olmakla (seyr), bu yolda ilerlemekle (süluk) ulaşırsın. Bilgi yoluna girmek, ancak yukarda işaret edildiği gibi “bildiğinle amel etmek”le elde edilir. Yani hakikat yolu, eylem yoludur. Kısaca eylem yolunda olmak (seyr), ideler alemine (el-alem el-kuds ve’n-nur) varıncaya kadar nefsanî ilgilerden, bedensel (maddî) engellerden kurtulmak, meşgul olduğunda, nefsi aşağı düşüren maddelerin heyulanî perdelerini geçmek, gölgeler aleminin (alem el-rics ve’z-zur) arzularındaki amaçlarını tatmaktan vazgeçmektir.”632

Bir başka eserinde hakikata hazırlayıcı olarak ahlakı, “nefiy-isbat” kavramlarıyla “kelime- i tayyibe”yi düşünerek ulaşılan “yetkin süje (mutmain nefs)” durumu olarak açıklar. Bu bağlamda nefsi hakikata hazırlamak, Hadimî’ye göre en büyük eylemdir (cihad). “Huzurlu (mutmain) nefis durumuna ulaşmak için süje, “nefyü’l-maksudiyye” durumunda, maksadı olan bütün varlıkları (mevcudat) nefyeder, “isbat” durumunda da özel maksadının Allah olduğunu düşünür. Neticede süje (zakirin kâlbi), maksadına bağlı hale gelir. Süjenin bu hali, en büyük eylemdir (cihad-ı ekber).”633

Hadimî’nin açıklamalarına göre süjeyi hakikata hazırlayıcı eylemin esaslarını, kısaca özetlersek, bu eylem süjeyi nefsin emredici niteliklerinden (nefs-i emmare) kurtararak huzur ve doygunluk (nefs-i mutmainne) seviyesine ulaştıran, süjeye yetkinlik niteliğini kazandıran eylemdir. Hadimî’nin bu eylemi, anlaşılacağı gibi tasavvufî ahlaktır. Hadimî’nin tasavvufî ahlakı, bilgi dayanağı bakımından Kuran (ilahî ilim) ve Sünnete (nebevî ilim) dayalı bir ahlaktır.

629 Muslu, Ramazan, agm, s.209. 630 Hadimî, Eyyühelveled, s.65. 631 Hadimî, Eyyühelveled, s.83. 632 Hadimî, Eyyühelveled, s.84.

Ahlakı yapan açısından, insanî nefsin hikmet gücünün, hayvanî nefsin gazap ve şehvet gücüne hakim olmasıyla bu iki gücü iffet ve şecaata dönüştürmesine dayalı orta (mutedil) huyların gerçekleştiği ahlaktır.

Süjenin tasavvufi ahlak ile emredici seviyeden (nefs-i emmareden) yetkinlik (nefs-i mutmainne) seviyesine yükselişinde Hadimî, “menziller” olduğunu söyler. Bu menziller, “menazilü’s-seyr”dir. Menazilü’s-seyr ise “meratibu’n-nefs” demektir.634 Dikkat edilirse Hadimî, “seyr” yerine “nefs” kavramını koyar. Seyr’i nefis’le değiştirmesi, bu yükselişin, süjenin iç dünyasında gerçekleşen bir yolculuk, menzillerin ve mertebelerin de süjenin yetkinleşmede geçirdiği iç dünyasındaki yükselişi olduğunu gösterir. Başka bir deyişle mertebeler, süjenin iç dünyasında metafizik bilgilere ulaşma mertebeleridir. Ancak Hadimî, bu mertebelerin ne olduğu konusuna girmez. Dinî bilginin (fıkıh) doğruluk ölçütlerine bağlı kalarak dinin hukuk dairesi dışına çıkmaz. Hadimî’nin bir mutasavvıf olarak dinî hukuka bağlılığı, bilginin değeri konusunda ortaya koyduğu doğruluk, tutarlılık ve mutluluk ölçütlerine uygun bir tavırdır. Bu tavır, ona saygınlığı ve şöhreti getirir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM