• Sonuç bulunamadı

Hakikatın ölçütü

III. BİLGİNİN DEĞERİ

III.II. Hakikatın ölçütü

Hata ile hakikatı birbirinden ayırt etmeye yarayan ölçüt hakkında, düşünce tarihi bazı kriterler ortaya koymuştur. Bu kriterlerde ortaya çıkan temel sorun, doğrunun ne olduğu sorunudur. Doğrunun ne olduğu sorusuna verilen cevapların başında, “uygunluk” ölçütü gelmektedir. Uygunluk ölçütünü kabul eden filozoflar arasında en önemli isim olarak Aristoteles’i gösterebiliriz. Bu ölçüte göre, doğru, düşüncemizin gerçeklikle uyuşmasıdır. Eğer bir obje hakkında oluşturduğumuz bir görüş, objenin kendisine uyuyorsa doğru, ona uymuyorsa yanlıştır.566

Ölçütün önde gelen temsilcisi Aristoteles, doğru ve yanlış konusunda Metafizik’te, “varlığın var olmadığını veya var olmayanın var olduğunu söylemek yanlış, buna karşılık varlığın var olduğunu, var-olmayanın var olmadığını söylemek doğrudur”567 diye belirler. Öyleyse ölçüt varlık-düşünce, ruh-varlık, bilen-bilinen, özne-nesne, süje-obje, dil-dünya, bilgi- gerçeklik, yargı-şeyler önerme-olgu, fikir-var olan, bilgi-varlık, zihin-dış dünya, ve benzeri kavramlar çerçevesinde bir ilişkidir ve kavramlardan birinin diğerine uygunluğunu ifade etmektedir. Kant açısından baktığımızda doğruluk, tabii ki, objeden gelen deney verilerinin süjenin akıl kategorilerinde ortaya çıkan şekline uygunluğu anlamına gelecektir. Daha açığı

563 Akşehirli, age ve yer. 564 Akşehirli, age, s.131.

565 Bak.Farabi, Mehmet, İhsau’l-Ulum (İlimlerin Sayımı), Çev.Ahmet Ateş, MEB, İstanbul, 1986, s.38, s.41; İbn

Rüşd, Faslu’l-makal Felsefe-Din İlişkisi, Çev.Bekir Karlığa, İşaret Yayınları, İstanbul, 1992, s.28, 37.

566 Arslan, Ahmet, Felsefeye Giriş, s.31; bak. Mengüşoğlu, Takiyüddin, Felsefeye Giriş, s.91. 567 Aristoteles, Metafizik, Çev.Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1996, s.228.

uygunluk, süje yargılarının fenomenlere uygunluğu demektir. Çünkü süje, fenomenlerin arkasında kalan numenleri algı dışında kaldıkları için bilemeyecektir.

Doğrunun ne olduğu sorununa verilen ikinci bir cevaba göre doğru, zihnimizde oluşturduğumuz bir tasarımın, zihnimizde daha önce oluşturduğumuz bir tasarıma uyması, onunla uyuşmasıdır.568 Doğrunun bu tanımına göre bilginin yukarıda sıraladığımız kavramlar arasında değil, yani bilginin objeyle uygunluğu değil, bilginin başka bir bilgiyle uyuşması söz konusudur. “Başka bir bilgi”, obje hakkında oluşmuş olan bütün bir bilgiyi ifade etmektedir. O halde doğru, zihnimizde oluşan tasarımın objeden alınmış doğru önermeler ile çelişmemesine dayanır. Bu kuram, “tutarlılık” olarak adlandırılır.569

Doğruluk problemine verilen üçüncü bir cevap, “fayda”yı temele alır. Bir bilgi fayda veriyorsa doğru, vermiyorsa yanlıştır. Pratikte işe yaradığı ölçüde doğru, aksi takdir de yanlıştır. Görüldüğü gibi bu ölçüt pragmatist bir ölçüttür. Bu ölçüte göre hakikatlar, hayat dediğimiz olgular bütününde bizim işimize yarayan, bize faydalı olan her şeydir. İlimlerin sağladığı bilgiler, önceden görmeyi sağladığı ve tabiata hakim olmayı sağladığı için hakikattırlar. Bize ruhi sükunet, tatmin ve teselli verebilen dinî esaslar da hakikattırlar.570

Hadimî açısından meseleye baktığımızda, Hadimî, görebildiğimiz kadarıyla hakikatin ölçütüyle ilgili olarak dört kavram kullanmaktadır. “Tatbîk”, “Tetabuk”, “Arz” ve “Saadet”. İlk iki kavram, aynı kökten alınan kavramlardır ve akılla elde edilen bilgi ile naklin ortaya koyduğu bilginin birbirine uygunluğunu ifade etmektedir. Üçüncü kavram ise tutarlılıkla, dördüncü kavram fayda ile ilgili kavramlardır. Şimdi, adı geçen ölçütler hakkında düşünürümüzün ne düşündüğünü daha detaylı görebiliriz.

Mantıksal doğruluk, karşılığı Hadimî, “sıdk” kavramını kullanır. Mantıkçılar doğruluk söz konusu olduğunda, her şeyden önce “şekil” üzerinde durmaktadırlar. İstidlal veya Mantıktaki ismiyle kıyas, bilindiği gibi öncüllerden ve neticeden oluşur. Mantıkçılar, tutarlılık ya da doğruluk yönteminde, öncüller arasında kurulan ilişkinin, sözgelimi “orta terim”in dağılımı kurallarına uygun yapılıp yapılmadığı, sonucun mantık kurallarına uygun olarak öncüllerden çıkarılıp çıkarılmadığı üzerinde dururlar.571 Hadimî de bu bağlamda “eğer önermenin konusunda mutlak fertleri kastedersem, konu ya Zihniyye’dir veya Haricî’dir. Ya hakikattır veya takdir

568 Arslan, Ahmet, age, s.32.

569 Bak.Çüçen, A.Kadir, Bilgi Felsefesi, s.68.

570 Erdem, Hüsameddin, Bazı felsefe Meseleleri, s.51; Erdem, Hüsameddin, Din Felsefe Münasebeti, s.128. 571 Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, 3.baskı, Ankara, 1992, s.25.

edilmiştir. Veya zihnî fertlere tahsis edilmişse zihnîdir. Olumlunun doğruluğu (sıdku’l-mucibe) için bu varlıklardan biri gerekir. Doğruluk (Sıdku’l-mucibe) sözünün anlamı, konunun varlığını

talep etmektir”572 diye düşüncelerini temellendirmeye çalışır.

Demek ki doğruluk, önermenin konusu üzerinde gerçekleşen bir durumdur. Önermenin konusu ise “varlık”tır. Varlık, ya süjeden bağımsız olarak dışarda vardır (haricî) veya süjeye bağımlı olarak vardır (zihnî). Bu anlamda varlığın önermeye konu olması söz konusudur. Konuda kastedilen fertlere göre, bilgi (önerme) ortaya çıkar. İster haricî, ister zihnî olsun varlık bireyleri önermede, ya gerçek olarak kastedilir ya da gerçekliği var sayılır. Hakikat, ya da doğruluk önermenin konusunda kastedilen varlıkla haricî veya zihnî varlıkla uygunluğudur. İşte bu uygunluk, Hadimî’nin doğruluğudur. Bu anlamda bilgi, hakikattır. Hakikat olan önermeler, kıyasın öncülü olur. Bu öncülle kurulan kıyaslar, doğru sonuç verir.

Hadimî kıyasa öncül olacak doğru bilgiyi (delil), yakîn konusunda söylediklerinden farklı anlama gelecek şekilde “nakil, selef bilgisi (ahbar)” olarak verir. Hadimî’ye göre nakil, katî delildir. Nakilden maksat Kitap ve Sünnettir. Selefin haberleri, de bu ikisine rücu etmelidir. Aksi takdirde selef bilgisini, delil kabul etmez. Hadimî’ye göre “Selef ve Hükema müttefiktir”, dediğimizde kavramların çağrıştırdığı anlam, ilk aklımıza gelen anlam değildir. Burada kastedilen anlamdaki “kesinliktir (kat’î)”. Dolayısıyla istidlalde, kendilerinden alınan makbul öncüller, zannî ise söylenilen şey zayıf olarak ortaya çıkar.573 Konuyu netleştirirsek Hadimî’ye göre istidlal’deki doğruluk, makbul öncüllere bağlıdır. Makbul öncüller ise anlaşılacağı gibi “nakil” yani “kitap” ve “sünnet”ten alınan öncüllerdir. “Selef”ten ve “Hükema”dan alınacak öncüller ise bu ikisine rücu eden öncüllerdir. Aksi takdirde istidlalin sonucu zayıf, yani doğruluğu sanısaldır.

Hadimî’nin doğruluk anlayışının temeli, anlaşılacağı gibi varlık olarak akla ve zorunlu bilgiye dayanmaktadır. Akıl süjeye aitken zorunlu bilginin aslı, meleğin muhayyilesinde bulunmaktadır. Meleğin muhayyilesindeki zorunlu bilgi, duyulur bilgi değildir. O düşünülür bilgidir. Fakat biz, bir obje olarak, daha doğrusu duyulur bir obje olarak zorunlu bilgiye sahibiz. Bu bilgi geniş anlamıyla nakil, dar anlamıyla Kuran’dır. İşte doğru, akıl ilkeleriyle elde edilen bilgi ile zorunlu bilginin, konusuna uygunluğu anlamını gelmektedir. Hadimî’nin doğrulukla ve doğruluğun ölçütüyle ilgili düşüncelerini belirlediğimize göre, acaba Hadimî, doğruluğun ölçütleri konusunda ne düşünmektedir? Hadimî’ye göre doğruluğun ölçütü var mıdır? Eğer

572 Hadimî, Mahiyetü’l-mantık, Yusuf Ağa, 8290, 7vr;Laleli, 2581/9. 573 Hadimî, Berika, (Ar.), c.1, 21; Hadimî, Berika, (Tür.), c.1, s.72-73.

varsa, bu ölçüt nedir? Doğruluk hangi niteliklere sahip olursa bir doğruluktan, bir haikattan söz edebiliriz?