• Sonuç bulunamadı

Sûzî Dîvânı’nda 8 Âyet 9 İktibasları:

SÛZÎ DÎVÂNI’NDA ÂYET-HADİS KULLANIM

A. Sûzî Dîvânı’nda 8 Âyet 9 İktibasları:

1- Bakara sûresi 115. âyet

ﹼﻠِﻟﻭ

ﹶﻓ ﺏِﺮﻐﻤﹾﻟﺍﻭ ﻕِﺮﺸﻤﹾﻟﺍ ِﻪ

ﹶﺎ

ﱡﻟﻮﺗ ﺎﻤﻨﻳ

ﻮﺍ

ﻢﻴِﻠﻋ ﻊِﺳﺍﻭ ﻪﹼﻠﻟﺍ ﱠﻥِﺇ ِﻪﹼﻠﻟﺍ ﻪﺟﻭ ﻢﹶﺜﹶﻓ

“Doğu’da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüp- hesiz Allah sınırsızdır, çok bilgilidir.”

5 Okcu, agt., s. 4; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat, Enderun Kitabevi, 2. baskı, İs- tanbul 1989, s. 268; Mustafa Uzun, “İktibas: Türk Edebiyatı”, DİA, İstanbul 2000, XXII, 52. 5 Tâhirü’l-Mevlevî, age., s. 159.

6 Mustafa Uzun, “Telmih: Türk Edebiyatı”, DİA, İstanbul 2011, XL, 408.

7 Alim Yıldız, Ahmed Sûzî Hayatı ve Şiirleri, Sivas 2011, s. 11; Mehmet Göktaş, Sûzî Dîvânı’nın Dinî ve Tasavvufî Tahlîli, Yüksek Lisans Tezi, danışman: Naci Okçu, Atatürk Üniversitesi, 1996, s. 1. 9 Âyet meâlleri Hayrettin Karaman v. dğr., Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir I-V, Diyanet İşleri Baş-

kanlığı Yay., Ankara 2006 adlı eserden alınmıştır.

Ahmed Sûzî ve Dönemi • 153

“Allah’ın zâtı oradadır” anlamına gelen

ﻪﹼﻠﻟﺍ ﻪﺟﻭ ﻢﹶﺛ

ifadesini Sûzî,

Her bir eşyâdan tecellî âşikâr

Lâ mekândan Semme vechullâhı gör (Sûzî, 119/4)10

beytiyle ifade ederken, Yüce Allah’ın varlığının ve tecellisinin yaratılmış her bir eşyada aşikâr olduğuna vurgu yapmıştır.

2- Nisâ sûresi 48. âyet11

ﺀﺎﺸﻳ ﻦﻤِﻟ ﻚِﻟﹶﺫ ﹶﻥﻭﺩ ﺎﻣ ﺮِﻔﻐﻳﻭ ِﻪِﺑ ﻙﺮﺸﻳ ﻥﹶﺃ ﺮِﻔﻐﻳ ﹶﻻ ﻪﹼﻠﻟﺍ ﱠﻥِﺇ

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını di- lediği kimse hakkında bağışlar...”

Âyette geçen

ﻚِﻟﹶﺫ ﹶﻥﻭﺩ ﺎﻣ ﺮِﻔ ﻐﻳ

“işte bunların dışındakileri bağışlar” ifadesini şair bir şiirinde şöyle kullanır:

Buyurdun Yağfiru mâ dûne zâlik

Dahi Lâ taknatû va‘dler ayânı (Sûzî, 261/15)

Şair ilk mısrada Yüce Allah’ın şirk dışındaki bütün günahları bağışlayacağı yönüne vurgu yaparken, ikinci mısrada yine yüreklere su serpmiş ve “ümidini- zi kesmeyin” meâlindeki âyet-i kerimeyi de iktibas olarak kullanmıştır.

3- A‘râf sûresi 172. âyet

ﺪﻬﺷﹶﺃﻭ ﻢﻬﺘﻳﺭﹸﺫ ﻢِﻫِﺭﻮﻬﹸﻇ ﻦِﻣ ﻡﺩﺁ ﻲِﻨﺑ ﻦِﻣ ﻚﺑﺭ ﹶﺬﺧﹶﺃ ﹾﺫِﺇﻭ

ِﻬِﺴﹸﻔﻧﹶﺃ ﻰﹶﻠﻋ ﻢﻫ

ﺖﺴﹶﻟﹶﺃ ﻢ

ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ ﻢﹸﻜﺑﺮِﺑ

ﻰﹶﻠﺑ

“Rabbin Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ‘Elbette öyle’ dediler...”

Bu âyet-i kerime ile ilgili olarak, gerek ruhlar âleminde Yüce Allah’ın ruh- larla yaptığı sözleşme şeklinde, gerekse her yeni doğan insana Allah’ın kendi varlığını, birliğini hatırlatıcı fıtratı vermesi şeklinde bir takım yorumlar yapılsa da bu sözleşme sırasında kulların, Yaratıcıya

ﻰﹶﻠﺑ ﺍﻮﹸﻟﺎﹶﻗ

‘Evet! Sen bizim Rabbimizsin’ cevabı şairlerimiz tarafından çokça iktibas edilen âyetlerden

10 Verdiğimiz numaralar 1290 yılında, İstanbul Mustafa Efendi Matbaasında tab‘ olunan Sûzî Dîvâ- nı’nda ki sıralamaya göre verilmiştir.

154 • Reyhan Keleş

sin’ cevabı şairlerimiz tarafından çokça iktibas edilen âyetlerden olmuştur. Ni- tekim Sûzî de bir şiirinde,

Böyle bulduk kardaş kâlû belâdan

Er yârın Hak dîvânında belli olur (Sûzî, 107/12) diyerek, erlerin durumunun yarın Hakk’ın huzurunda belli olacağını söyler.

4- Enfâl sûresi 17. âyet

ﻰﻣﺭ ﻪﹼﻠﻟﺍ ﻦِﻜﹶﻟﻭ ﺖﻴﻣﺭ ﹾﺫِﺇ ﺖﻴﻣﺭ ﺎﻣﻭ ﻢﻬﹶﻠﺘﹶﻗ ﻪﹼﻠﻟﺍ ﻦِﻜﹶﻟﻭ ﻢﻫﻮﹸﻠﺘﹾﻘﺗ ﻢﹶﻠﹶﻓ

“Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; attığında da sen at- madın, Allah attı...”

Bedir veya Huneyn gibi rivayeti kesin olmayan bir savaşta Müslümanlara yardım eden Yüce Allah, ‘onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü’ derken muhatabı olarak mü’minleri, ancak

ﺖﻴﻣﺭ ﹾﺫِﺇ ﺖﻴﻣﺭ ﺎﻣ

‘attığında da sen atmadın’ meâlindeki âyette de muhatabı olarak Hz. Peygamber’i almıştır. Peygamber Efendimizin yerden bir avuç toprak alarak düşmana doğru savurmasını Yüce Al- lah: ‘Attığında da sen atmadın, Allah attı’ diyerek kendisinin bu olayları gerçek- leştirdiğini söylemiştir. Şair Sûzî iktibas ettiği bu âyeti bir şiirinde şöyle ifade eder:

O yed-i mu‘ciz-nümâsı dest-i kudret olduğu

Mâ rameyte iz rameyte nassı kılmışdır enbâ (Sûzî, 23/3)

Yine bir başka şiirinde Sûzî,

Ki desti dest-i kudretdir Habîbin anlasan sırrı

Buyurdu Mâ rameyte iz rameyte sırrına Mevlâ (Sûzî, 32/11) diyerek, beyitlerini âyet-i kerimenin anlamı ile aynı minvalde oluşturmuştur.

5- İsrâ sûresi 1. âyet

َﻷﺍ ﺞﺴﻤﹾﻟﺍ ﻰﹶﻟِﺇ ِﻡﺍﺮﺤﹾﻟﺍ ِﺪِﺠﺴﻤﹾﻟﺍ ﻦﻣ ﹰﻼﻴﹶﻟ ِﻩِﺪﺒﻌِﺑ ﻯﺮﺳﹶﺃ ﻱِﺬﱠﻟﺍ ﹶﻥﺎﺤﺒﺳ

ﻰﺼﹾﻗ

“Bir gece, kulunu Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah ek- sikliklerden münezzehtir...”

Bu âyet de iktibas olarak şairlerimiz tarafından çokça kullanılan âyetlerden biridir. Gerek Allah’ın gücü ve kudretine, gerekse hiçbir peygambere ve kula nasip olmayacak bir mucizeye dikkat çeken şairlerimiz gibi Sûzî de Peygamber

Ahmed Sûzî ve Dönemi • 155

Efendimiz’in temiz, pâk cisimleriyle o kutsî makama vâsıl olduğunu, bunun de- lili için de

ﻯﺮﺳﹶﺃ ﻱِﺬﱠﻟﺍ ﹶﻥﺎﺤﺒﺳ

’nın yeteceğini iki ayrı beytinde şöyle ifade eder:

Cism-i pâk ile makâm-ı kudse vâsıl olduğu

Nutk-ı Sübhânellezî esrâ yeter şâhid sana (Sûzî, 23/4)

Bu aşkın sırrına mazhar olan vâsıl-ı hazretdir

Bu zâhir vuslata şâhid ki Sübhânellezî esrâ (Sûzî, 32/10)

6- Enbiyâ sûresi 107. âyet

ﺭ ﺎﱠﻟِﺇ ﻙﺎﻨﹾﻠﺳﺭﹶﺃ ﺎﻣﻭ

ﲔِﻤﹶﻟﺎﻌﹾﻠﱢﻟ ﹰﺔﻤﺣ

“Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

Hz. Peygamber bütün kâinatın Peygamber’idir ve onun âlemlere rahmet olarak gönderildiği bizzat Yüce Allah tarafından Kur’ân’da bildirilmiştir. Şair Sûzî de Peygamber Efendimizin bu özelliğine dikkat çekerek on sekiz bin âle- min padişahı ve şefaatçisi olarak Yüce Allah tarafından görevlendirildiğini, bu- nun için de âlemlere rahmet olduğunu bir şiirinde şöyle ifade etmiştir:

On sekiz bin âleme şâh u şefî‘ kıldı seni

Anınçün Rahmeten li’l-âlemîn dedi sana (Sûzî, 23/5)

7- Nûr sûresi 51. âyet

ﹸﻟﻮﹸﻘﻳ ﻥﹶﺃ ﻢﻬﻨﻴﺑ ﻢﹸﻜﺤﻴِﻟ ِﻪِﻟﻮﺳﺭﻭ ِﻪﱠﻠﻟﺍ ﻰﹶﻟِﺇ ﺍﻮﻋﺩ ﺍﹶﺫِﺇ ﲔِﻨِﻣﺆﻤﹾﻟﺍ ﹶﻝﻮﹶﻗ ﹶﻥﺎﹶﻛ ﺎﻤﻧِﺇ

ﺎﻨﻌﹶﻃﹶﺃﻭ ﺎﻨﻌِﻤﺳ ﺍﻮ

“Aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlasın diye Allah’a ve resulüne ça- ğırıldıklarında müminlerin sözü ‘dinledik ve baş eğdik’ demekten ibarettir...”

Tasavvuf yolcusu girdiği zahmetli yolunda ilerleyebilmek ve gerçek sevgi- liye kavuşabilmek için türlü sıkıntılardan geçer. Bu zahmetlere sabırla karşılık verebilen âşık, ancak vuslat günü mâşukuna kavuşabilir. Bu yol zorlu ve me- şakkatlidir. Âyet-i kerimede Allah’a ve resulüne çağırıldıklarında müminlerin ﺎﻨﻌﹶﻃﹶﺃﻭ ﺎﻨﻌِﻤﺳ “işittik ve itaat ettik” demeleri gibi tasavvuf yolcusunun da her türlü emre itaati şarttır. Nitekim bu konuda mutasavvıf şairimiz Sûzî,

Her ne emretse semi‘nâ deyüben teslîm olur

Hizmetinde sâdıkâne Sûzîyâ devrân eder (Sûzî, 103/5)

diyerek, her emri “işittiğini”, ona teslim olup, bu hizmeti sadık bir kul gibi yeri- ne getirmek için sürekli dönerek devran ettiğini ifade etmiştir.

156 • Reyhan Keleş

8- Kasas sûresi 88. âyet

ﻪﻬﺟﻭ ﺎﱠﻟِﺇ ﻚِﻟﺎﻫ ٍﺀﻲﺷ ﱡﻞﹸﻛ ﻮﻫ ﺎﱠﻟِﺇ ﻪﹶﻟِﺇ ﺎﹶﻟ ﺮﺧﺁ ﺎﻬﹶﻟِﺇ ِﻪﱠﻠﻟﺍ ﻊﻣ ﻉﺪﺗ ﺎﹶﻟﻭ

“Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarma! O’ndan başka tanrı yoktur. O’nun kendinden başka her şey yok olacaktır...”

Sûzî, âyet-i kerimedeki

ﻚِﻟﺎﻫ ٍﺀﻲﺷ ﱡﻞﹸﻛ

“her şey yok olacaktır” ibaresini ikti- bas olarak bir şiirinde şöyle kullanmıştır:

Küllü şey’in hâlikun illâki aşk bâkîdurur

Aşk rehber edinirsen bulasın her dem hüdâ (Sûzî, 20/3)

Beyitte şairin de ifade ettiği gibi her şey yok olur, ancak aşk bâkîdir. Aşkı kendine rehber edinirse bir kimse, gerçek sevgiliye o zaman kavuşmuş olur.

9- Yâsîn sûresi 59. âyet

ﹶﻥﻮﻣِﺮﺠﻤﹾﻟﺍ ﺎﻬﻳﹶﺃ ﻡﻮﻴﹾﻟﺍ ﺍﻭﺯﺎﺘﻣﺍﻭ

“Ve ‘ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!’ denir.”

İkinci kez sûra üfürüldükten sonra yaratılmışların diriltilip âhiret hayatının başladığı ve insanların mahşer meydanında toplandıkları vakit, Yüce Allah’ın inananla inanmayanı birbirinden ayırırken “ve ‘ey günahkârlar, siz bugün şöyle ayrılın!’” hitabındaki

ﺍﻭﺯﺎﺘﻣﺍﻭ

ifadesini âyetle hemen hemen aynı anlamda kullanan Sûzî bir şiirinde şunları söyler:

Gele vemtâzû hitâbı seçile mü’min kamu

Açıla sancâğ-ı Ahmed altına fermân ola (Sûzî, 237/9)

10- Zümer sûresi 53. âyet

ﻱِﺩﺎﺒِﻋ ﺎﻳ ﹾﻞﹸﻗ

ِﻪﱠﻠﻟﺍ ِﺔﻤﺣﺭ ﻦِﻣ ﺍﻮﹸﻄﻨﹾﻘﺗ ﺎﹶﻟ ﻢِﻬِﺴﹸﻔﻧﹶﺃ ﻰﹶﻠﻋ ﺍﻮﹸﻓﺮﺳﹶﺃ ﻦﻳِﺬﱠﻟﺍ

“Deki Allah şöyle buyuruyor: ‘Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan kul- larım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin...”

Sûzî bu âyette

ﺍﻮﹸﻄﻨﹾﻘﺗ ﺎﹶﻟ

“ümit kesmeyin” ifadesini üç farklı şiirde kullanmış- tır. Bunlardan ilki şöyledir:

Hem dahi Lâ taknatû emrinle

Ahmed Sûzî ve Dönemi • 157

Beyitte de ifade edildiği gibi, Yüce Yaratıcı kullarına “ümit kesmeyin” emriyle müjde vermektedir. Sûzî, bir başka şiirin de ise Allah’ın lütuf, ihsan, af, gufran, rahim ve rahman sıfatlarını sıralandıktan sonra ﺍﻮﹸﻄﻨﹾﻘﺗ ﺎﹶﻟ lafzına yer vermiştir:

Senden olur lutf u ihsân Şânındurur afv u gufrân Rahîmsin hem dahi rahmân

Lâ taknatû nutk-ı Kur’ân (Sûzî, 285/5-1)

11- Fetih sûresi 1. âyet

ﺎﻨﻴِﺒﻣ ﺎﺤﺘﹶﻓ ﻚﹶﻟ ﺎﻨﺤﺘﹶﻓ ﺎﻧِﺇ

“Sana apaçık bir fetih ihsan ettik.”

Âyette geçen “fetih ihsan ettik” meâlindeki

ﺎﻨﺤﺘﹶﻓ ﺎﻧِﺇ

ibaresine Sûzî, Dî- vân’ında bir kere yer vermiştir. Şair,

Cebhesinde sûre-i innâ fetahnâ âşikâr

Kul hü vallâh nakş olunmuş sûret-i sübhâna bak (Sûzî, Murabba‘/12-2)

diyerek

ﺎﻨﺤﺘﹶﻓ ﺎﻧِﺇ

ifadesini lafzî iktibas olarak şiirinde kullanmıştır.

12- Necm sûresi 9. âyet

ﻰﻧﺩﹶﺃ ﻭﹶﺃ ِﻦﻴﺳﻮﹶﻗ ﺏﺎﹶﻗ ﹶﻥﺎﹶﻜﹶﻓ

“O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu.”

Bu âyet de şairlerin dîvânlarında sıkça yer verdikleri iktibaslardan biridir. Âyet her ne kadar Cebrâil (a.s.)’ın Peygamber Efendimiz’e vahiy getirirken, O’na olan yakınlığı hakkında olsa da, mutasavvıf şairler tarafından farklı kulla- nılmıştır. Buna göre

ِﻦﻴﺳﻮﹶﻗ ﺏﺎﹶﻗ ﹶﻥﺎﹶﻜﹶﻓ

denildiğinde akla Peygamber Efendimiz’in Miraç mucizesinde Yüce Allah’a olan yakınlığı gelmektedir. Nitekim çoğu mu- tasavvıf şairin şiirinde kastettiği mânâ da bu yönde olmuştur.

Sûzî farklı şekillerde bu âyete dört ayrı şiirinde yer vermiştir. Şair,

Gönüldür maksad-ı aksâ dahi kavseyni ev ednâ

Kamû a‘lâlardan a‘lâ anı ârif bilir ancak (Sûzî, 14/4)

derken, aşk ateşiyle yanan gönlün son arzusunun, tıpkı Peygamber Efendimizin Miraç’ta Yüce Allah’a yaklaştığı gibi gerçek sevgiliye yakın olmak olduğunu

158 • Reyhan Keleş

söylemiştir. Bu yakın olma isteği âyette de ifade edildiği gibi iki yay kadar, hatta ondan da yakındır. Böylesine şiddetli bir arzuyla Allah’a kavuşmayı isteyen âşığın halinden de ancak kendi gibi âşık ârifler anlar.

Bir başka şiirinde Sûzî, bütün Müslümanlara şefaat kaynağı olan Peygam- ber Erfendimiz’in peygamberlik mührü olarak, Miraç hadisesiyle en yüksek makama ulaşmasını ve bu yolculuğa da İsrâ ile başlamasını şöyle ifade etmiştir:

Hâtem-i sırr-ı nübüvvet şâfi‘-i cümle ümem

Vâsıl-ı sidre-i ev ednâ sâhib-i seyr-i isrâ (Sûzî, 286/4)

Bu âyet, dîvân şiirinde sevgiliye atfedilen güzellik unsuru olarak da kullanı- lır. Buna göre güzelin kaşları “kâb-ı kavseyn” gibi yaya benzer.

Sûzî,

ﻰﻧﺩﹶﺃ ﻭﹶﺃ ِﻦﻴﺳﻮﹶﻗ ﺏﺎﹶﻗ

ile kaş arasında iki şiirde ilgi kurmaktadır. Bunlar:

Kaşındır Kâbe kavseyni ev ednâ

Yüzündür sûre-i Rahmân nedendir (Sûzî, 114/3)

O kaşı Kâb-ı kavseyndir dahi cephesi ev ednâ

Zamân ile mekân sorma o şâhın hiç durağından (Sûzî, 220/4)

13- Fecr sûresi 28. âyet

ﻴِﺿﺍﺭ ِﻚﺑﺭ ﻰﹶﻟِﺇ ﻲِﻌِﺟﺭﺍ

ﹰﺔﻴِﺿﺮﻣ ﹰﺔ

“Sen O’ndan razı, O da senden hoşnut olarak rabbine dön.”

Kaynaklarda,

ﻲِﻌِﺟﺭﺍ

“dön” hitabında Yüce Allah muhatap olarak iyiliği kötülükten ayırt edebilmiş, Allah’a temiz bir kalple yaklaşan nefs-i mutmainne mertebesindeki kullara seslenmiştir.12 Nefsin bu dördüncü mertebesinde kalp,

her şeyden emin olmuştur. Allah’a doğru giden nefis sahibinin kalbi, tam ve gerçek bir inanışa sahiptir. Cömertlik, doğruluk, yumuşak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı dillilik gibi güzel sıfatlar kazanan kalp, daima tevekkül, tefvîz, teslîm, sabır, rızâ halleri içindedir.13 İki ayrı şiirinde

ﻲِﻌِﺟﺭﺍ

ifadesine yer veren

Sûzî, bir beytinde nefsin dördüncü makamı olan nefs-i mutmainneden

12 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 5. baskı, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul 2009, s. 475; Mehmet Yılmaz, Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük), Enderun Kitabevi, İstanbul 1992, s. 86.

Ahmed Sûzî ve Dönemi • 159

tinde nefsin dördüncü makamı olan nefs-i mutmainneden bahsettikten sonra Yü- ce Allah tarafından

ﻲِﻌِﺟﺭﺍ

hitabına mazhar olduğunu şöyle ifade etmiştir:

İsm-i râbi‘ Hak olupdur mutmain nefsi anın

İrci‘î emriyle etdi çün hitâb Mevlâ ana (Sûzî, 287/106)

Bu beyitte

ﻲِﻌِﺟﺭﺍ

lâfzı kullanıldığı gibi aynı âyette yer alan

ﺔﻴِﺿﺍﺭ

ifadesi de başka bir şiirde şöyle iktibas olarak kullanılmıştır:

Seyr-i fillâhdır makâm-ı râzıye fehm eyle gel

Nass-ı Kur’ânda razû olmuşdurur şâhid bana (Sûzî, 287/99)

14- Tîn sûresi 4. âyet

ٍﱘِﻮﹾﻘﺗ ِﻦﺴﺣﹶﺃ ﻲِﻓ ﹶﻥﺎﺴﻧِﺈﹾﻟﺍ ﺎﻨﹾﻘﹶﻠﺧ ﺪﹶﻘﹶﻟ

“Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.”

Âyet-i kerimede geçen

ٍﱘِﻮﹾﻘﺗ ِﻦ ﺴﺣﹶﺃ

“en güzel biçim” ifadesi Allah tarafından insana verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal yetenekler bakımından en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder.14 Sûzî şu

beytinde

ﱘِﻮﹾﻘﺗ ِﻦﺴﺣﹶﺃ

ifadesine yer verirken, Yüce Allah’ın en güzel biçimde ya- rattığı insan üzerinde adeta san‘at eylediğini şöyle dile getirir:

Olubsun Ahsen-i takvîm kamû mahlûk sana nâzır

Özün matlûb-ı Hak olmuş ki san‘at eyledi üstâd (Sûzî, 1/17)

Yine bir başka şiirinde Sûzî,

Bu musavver Ahsen-i takvîm gör

Âdem olmuş adı insan nedir (Sûzî, 98/2)

diyerek,

ﱘِﻮﹾﻘﺗ ِﻦﺴﺣﹶﺃ

olarak yaratılan insandan bahsederken iktibas sanatına yer vermiş, ilk insan Hz. Âdem’den ve onun yaratılışından bahsederek de bu olaya telmih yapmıştır.

160 • Reyhan Keleş

15- Beyyine sûresi 8. âyet

ﻪﺑﺭ ﻲِﺸﺧ ﻦﻤِﻟ ﻚِﻟﹶﺫ ﻪﻨﻋ ﺍﻮﺿﺭﻭ ﻢﻬﻨﻋ ﻪﱠﻠﻟﺍ ﻲِﺿﺭ

“… Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O’ndan korkanlar içindir.”

Sûzî Dîvân’ında bir yerde âyette geçen

ﺍﻮﺿﺭ

ifadesine yer vermiştir. “Razı oldular” anlamına gelen bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de farklı sûrelerde geçmekle birlikte Mâide/119. ve Mücâdele/22. âyetlerde de Beyyine sûresi 8. âyetle hemen hemen aynı anlamda kullanılmıştır. Sûzî beytinde arzusu fenâ fillâh olan tasav- vuf yolcusunun her şeye razı olmasını, bunun neticesinde Yüce Allah’ın da tıpkı Kur’ân’da bildirdiği gibi onlardan razı olacağını ifade etmiştir. Nitekim Allah’ın kullarından razı olması demek, Cennet’te kendilerine verilecek nimetlerden da- ha iyi bir müjde demektir. Sûzî’nin bu âyeti iktibas olarak kullandığı beyti şöy- ledir:

Seyr-i fillâhdır makâm-ı râzıye fehm eyle gel

Nass-ı Kur’ânda razû olmuşdurur şâhid bana (Sûzî, 287/99)

16- İhlâs sûresi 1. ve 3. âyetler

ﺪﺣﹶﺃ ﻪﱠﻠﻟﺍ ﻮﻫ ﹾﻞﹸﻗ

“De ki: ‘O Allah’tır, tektir.’”

Sûzî şu murabba‘sında

ﻪﱠﻠﻟﺍ ﻮﻫ ﹾﻞﹸﻗ

“De ki: O, Allah’tır” âyetini iktibas olarak kullanmıştır:

Cebhesinde sûre-i innâ fetahnâ âşikâr

Kul hü vallâh nakş olunmuş sûret-i sübhâna bak (Sûzî, Murabba‘/12-2)

Yine bir başka şiirinde İhlâs sûresi 3. âyeti olan

ﺪﹶﻟﻮﻳ ﻢﹶﻟﻭ ﺪِﻠﻳ ﻢﹶﻟ

“O’ndan çocuk olmamıştır (kimsenin babası değildir)” âyetini şairimiz şöyle ifade etmiştir:

Ey Vâhid ferd-i Ahed hem Samed

Lem yelid velem yûled

Ey Hâkim Hükm-i Kadîm külli ân

Ahmed Sûzî ve Dönemi • 161

Sûzî’nin, Dîvân’ında lâfız olarak yer verdiği bu âyetlerden başka sûre adla- rına da yer verdiğini görüyoruz. Şimdi örnekleriyle birlikte bu sûreleri verelim:

1- Rahmân sûresi

Dîvân’ında iki yerde Rahmân sûresine işaret eden Sûzî, bir beytinde sevgi- linin kaşlarını “kâb-ı kavseyn”e benzetirken, yüzünü de Rahmân sûresine ben- zetmiştir:

Kaşındır Kâbe kavseyni ev ednâ

Yüzündür sûre-i Rahmân nedendir (Sûzî, 114/3)

Şu beytinde de şair yine yüz ve Rahmân sûresi arasında bir bağlantı kur- muştur:

Mazhar-ı zât olmuş insân gel beri Hakâne bak

Vechi üstünde yazılmış sûre-i Rahmâna bak (Sûzî, Murabba‘/12-1)

2- Şems, Leyl ve Duhâ sûreleri:

Ey cihân mahbûbu şâh-ı serveri Şemsü’d-duhâ

Vey gönül matlûbu mâh-ı enveri bedrü’d-dücâ (Sûzî, 23/1)

Beyitte Peygamber Efendimiz’in gelişiyle cihanın aydınlığa kavuştuğunu vurgulayan Sûzî, Şems ve Duhâ sûrelerine dikkat çekmiş, bir başka beytinde ise Yüce Allah’ın güneşe, kuşluk vaktine ve geceye yemin ettiği Şems, Duhâ ve Leyl sûrelerini şöyle kullanmıştır:

Cemâlin vasfı ve’ş-Şems-i Duhâdır

Saçın vel’l-Leyl-i yeldâdır Muhammed (Sûzî, 81/3)

B. Sûzî Dîvânı’nda Âyet Telmihleri: