• Sonuç bulunamadı

Resâilü’l-Hikme’ye Göre Kurucu Dailerin Birbirleriyle İlişkileri

B. Dürzî Davetinin İlanı ve Kurucu Dailer

4. Resâilü’l-Hikme’ye Göre Kurucu Dailerin Birbirleriyle İlişkileri

Gerek Resâilü’l-Hikme’de ve gerekse Dürzîler tarafından yazılan eserlerde Hasan b. Hayadara el-Ferğani’den hemen hemen hiç bahsedilmemektedir. Bu sebeple onun Dürzîliğin kuruluş aşamasındaki faaliyetleri, mertebeleri, davetin açık ilanında üstlendiği roller, yeni davetin imamlığı hususunda ed-Derezî ve Hamza b. Ali ile herhangi bir mücadeleye girişip girişmediği, eğer imamlık iddiasında bulunmamışsa bu hususta mücadele eden iki şahıstan hangisinin yanında yer aldığı hususlarında net bilgilere sahip değiliz. Bununla birlikte ed- Derezî ve yandaşları hakkında bilgiler veren es-Subhatü’l-Kâine isimli risalede el-Ferğani isminin zikredilmemesi; yine Resâilü’l-Hikme’nin genelinde yeni davetten irtidad eden pek çok dainin ismi açıklanırken el-Ferğani’den hiç bahsedilmemesi Hamza b. Ali ve

396

Sicistan ile Azerbeycan arasındaki Best vadisine yakın bir yerde bulunan bir vilayet.

397 Halep’in nahiyelerinden biri.

398 Kur’an-ı Kerim’de “Mukaddes vadi Tuva” olarak iki ayette geçmektedir. Bkz. Naziat 79/16; Taha 20/12.

Elmalılı Naziat 16. ayetin tefsirinde Tuva hakkında şu bilgileri verir: Mukaddes vadi, Şam çölünde Tur-u Sina dağının eteğinde bir vadidir: Tuva”. Elmalının bu tefsirinden hareketle “Mukaddes Tuva dağı” ile kastedilen dağın “Tur-u Sina dağı” olduğunu söyleyebiliriz. Bkz. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, sadeleştiren: Komisyon, 8, İstanbul trz., 8/514.

399 Bkz. Sicillü Serâiri’l-Evvel ve’l-Âhir ve’z-Zâhir ve’l-Bâtın ve’l-Hak ve’n-Nûr ve’l-Arz ve’s-Sema’ ve Meâlimi’l-Ekvâr ve’l-Edvâr ve Enbâi’l-Edvâr ve Tehalîci’l-Ekvâr, s. 2.

400 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 372. 401 Bkz. ez-Ziriklî‚ a.g.e., 2/310.

taraftarlarının el-Ferğani’ye karşı zıt bir duruşlarının olmadığının göstergesi olarak kabul edilebilir.

ed-Derezî’nin yeni daveti ne zaman kabul ettiği hakkında rislalerde herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak Abdullah Neccar’ın “tercih edilen görüş” olarak belirttiği üzere ed- Derezî, davetin ilanından önce, H. 407 senesi başlarında dailerden biridir.403 es-Subhatü’l-

Kâine risalesinde ed-Derezî’nin Hamza b. Ali’nin me’zunlarından biri olan Ali b. Ahmed el- Habbal vasıtasıyla daveti kabul ettiği ve isminin diğer Muvahhidlerle birlikte bizzat Hamza b. Ali tarafından el-Hâkim bi-Emrillah’a bildirildiği anlatılmaktadır.404

Abdullah Neccar, aynı risalede yer alan şu ifadeleri delil gösterek ed-Derezî’nin, el- Habbal vasıtasıyla yeni daveti kabul etmesinden sonra Şam diyarındaki dailerin reisi olduğunu ve Hamza b. Ali’nin aleyhine faaliyetlere başladığını bildirmektedir:405 “Ben sizleri daha önce Neştekin ed-Derezî, el-Berzeî, o ikisinin taraftarları ve oradaki aşağılık fiilleri hususunda uyarmıştım.”406 Daha önce de ifade ettiğimiz üzere Neccar’ın bu tesbiti İbn Ebi

Tayy’ın, ed-Derezî’nin Bilad-ı Şam’da daveti yaydıktan sonra Mısır’da öldürüldüğü yönündeki rivayetini doğrular niteliktedir. Çünkü Neccar’ın bu ifadelerinden ed-Derezî’nin daveti ilk kabul ettiği dönemlerde Şam ve civarında daveti yaymakla görevlendirildiği ortaya çıkmaktadır.

ed-Derezî’nin Hamza b. Ali’nin imametini ve Dürzî akidesini kabul etmesinin sebebi

er-Rızâ ve’t-Teslîm risalesinde şu şekilde açıklanmaktadır: “Hınzır407, Ruhu Mevlânâ’ya (c.z.) benzetilen ez-Zıddü’r-Ruhani’dir. Ben onu (yeni daveti kabul etmeye) davet ettim. O davetimi kabul etti ve beni (imametimi) inanç olarak değil de zaruri olrak ikrar etti.”408 Hamza b. Ali bu ifadeleriyle, ed-Derezî’nin tevhidi akideyi ve kendisinin imametini kabul etmesinin sebebinin davetin gerçekliğine inandığından dolayı değil de dünyalık menfaat elde etmek gayesiyle olduğuna işaret etmektedir.

Hamza b. Ali, ed-Derezî ile arasında meydana gelen ilk ihtilafın sebebini er-Rızâ ve’t-

Teslîm risalesinde şu şekilde açıklanmaktadır: “(ed-Derezî) benden, defalarca, yazmış olduğum tevhid kitaplarından bazılarını kendine göndermemi istedi. Ben ise kendisinin aşağılık sonunu fark ettiğim için bunu yapmadım. Şeriat sahibi (Hz. Muhammed) dedi ki: “İçinizdeki Mü’minin ferasetini (ileri görüşlülüğünü) dikkate alınız. Muhakkak ki o (olaylara) Allah’ın nuruyla bakar.” Buradaki Mü’min İmam’dır. İmam ise benim. Allah Mevlânâ’nın

403 Bkz. en-Neccâr, a.g.e., s. 111.

404 Bkz. Resâilü’l-Hikme, es-Subhatü’l-Kâine, 19/203. 405 Bkz. en-Neccâr, a.g.e., s. 112.

406 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/180. 407 Buradaki “hınzır” ile kastedilen Neştekin ed-Derezî’dir. 408 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/178.

lâhûtudur. Ben ona Mevlânâ’nın nuru ve te’yidiyle baktım istediği şeyleri ona teslim etmedim. Bu sebeple de o büyüklendi ve dedi ki: Ben ondan daha hayırlı, güçlü ve yüceyim.”409 Hamza b. Ali’nin bu ifadelerinden Dürzî kutsal risalelerinin daha hazrılık döneminden itibaren yazılmaya başladığı anlaşılmaktadır. Ancak gerek Resâilü’l-Hikme mecmuasında ve gerekse son dönemlerede ortaya çıkartılan risaleler arasında bu dönemde yazılmış hiçbir risale mevcut değildir.

Resâilü’l-Hikme’de yer alan anlatımlardan anlaşıldığı kadarıyla tevhidi hikmet kitaplarından herhangi birini elde edemeyen ed-Derezî, kendi bölgesinde bulunan diğer din ve inanç mensuplarıyla irtibata geçerek bilgi birikimini arttırmış, bu bilgi birikimiyle de Hamza b. Ali tarafından ikame edilen öğretilere ve özellikle onun imametine karşı savaş açmıştır. Bunun üzerine Hamza b. Ali, ed-Derezî’ye gönderdiği bir mektupla onu yeni eğilimlere meyletmemesi husunda uyarmış ve istediği risaleleri göndermeme sebebini tahkir dolu ifadelerle açıklamıştır. Nitekim bu hususu er-Rızâ ve’t-Teslîm risalesinde Hamza b. Ali şu şekilde açıklar: “Neştekin ed-Derezî’ye, her zahirin bir batını, her cismin bir ruhu olduğunu, o ikisinden herhangi biri olmadan sahibinin varlığını devam ettiremeyeceğini bildirdiğim bir risale yazmıştım. Keşf’ten (tevhidi hakikatlerin açıklandığı risalelerden) istediğin şeyleri (anlama) hususunda senin ne bir gücün ne de gerçek bir kudretin vardır. Çünkü onun (risalelerin) ruhu ve cismi vardır. Ancak sen onlardan hiçbirne sahip değilsin. Ruh, hakiki ilimdir ki bu sende hiç yoktur. Uzak olduğun şeyleri de anlaman imkansızdır. Ben ise (yazdığım risalelerde) senin ve diğer insanların anlamaktan aciz olduğunuz gizli, hakiki ilmi ortaya çıkarttım.”410 Hamza b. Ali mektubunun devamında ed-Derezî’nin, “el-beraetü mine’l- ebaliseti ve’t-tuğyân” prensibini çiğneyerek, Zebur’a inananlarla Zebur, Hıristiyanlarla İncil, Yahudilerle Tevrat, Sünnilerle Kur’an, Batıni Müslümanlarla te’vil, Mantıkçılarla akli deliller ve felekler üzerinde bilgi alışverişi yapıncaya kadar Hamza b. Ali’nin imametini kabul ettiğini, ancak bu ilişkilere girdikten sonra onun imametini reddedettiğini anlatır.411

Hamza b. Ali ile ed-Derezî arasındaki bu münakaşaların yaşandığı tarih ve yer hakkında gerek tarihi kaynaklarda ve gerekse Resâilü’l-Hikme’de herhangi bir açıklama mevcut değildir. Ancak Resâilü’l-Hikme’de yer alan yukarıdaki ifadelerden bizim edindiğimiz izlenim, ed-Derezî’nin H. 407 yılına kadar Bilad-ı Şam’da daveti yaymakla görevli bir dai olduğu, buradaki faaliyetleti neticesinde Mısır’a çağrıldığı yönündedir. Dolayısıyla Hamza ile ed-Derezî arasındaki bu tartışmaların bir kısmının ed-Derezî’nin

409 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/181. 410 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/182. 411 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/182.

Şam’da bulunduğu dönemde diğer kısmının ise Kahire’de bulunduğu tarihlerde gerçekleşmesi muhtemeldir. Hamza b. Ali’nin sürekli Kahire’de bulunması ise davetin gerek hazırlık ve gerekse ilan edildiği dönemde davetin liderliğini yürüttüğünün göstergesi olarak kabul edilebilir.

Beyne’l-akl ve’n-Nebiyy isimli eserde bildirildiğine göre ed-Derezî, Mısır’a geldikten sonra saraydaki görevliler arasında daveti yaymakla görevlendirilmişti. ed-Derezî saraydaki bu görevi esnasında el-Hâkim bi-Emrillah’ın gözüne girdi ve halife tarafından Beytü’l-Mâl’in yöneticiliğine getirildi.412 Nitekim Tarihu’l-Antâkî’de ed-Derezî’nin, Hotkin, Dâî'd-Duât ve veliahtı, el-Hâkim’in ulûhiyetine davet ettiği yönünde yer alan ifadeler bunu doğrular niteliktedir.413 İbn Tağrîberdî’nin şu ifadeleri ise onun Beytü’l-Mal ile sorumlu bir yönetici konumuna getirildiği tezini desteklemektedir: “Vaktini el-Hâkim’in yanında geçirdi, ona yakınlaştı ve yetkili bir mevkiye getirildi, yüksek derecelere yükseltildi. Öyle ki vezirler, komutanlar, alimler onun kapısında bekler oldular. Onun elinin değmediği işler halledilemez oldu. Çünkü el-Hâkim bunları ed-Derezî’ye yönlendiriyordu ve onlarda buna itaat ediyordu.”414

ed-Derezî’nin mali işlerde yetkili bir makama getirildiği el-Ğâye ve'n-Nasîha risalesinde de tasdik edilmektedir. Risalenin yazarı olan Hamza b. Ali, elde ettiği bu yetkilerin ed-Derezî’nin aklını çelerek kendisine karşı imamet iddiasında bulunmasının önemli sebeplerinden biri olduğunu vurgumaktadır: “Dirhem ve dinar basma işinden elde ettiği yetkiler onun aklını çeldi. Paranın benzerini yaptığı gibi tevhidin de sahtesini yapabileceğini zannetti. Bu sebeple Mevla’nın (c.z.) atadığı, tayin ettiği, seçtiği ve dininde kendisinin halifesi, sırrının temsilcisi, tevhidinin ve kulluğunun yol göstericisi kıldığı kimseye secde etmeyi reddetti. Din konusunda büyüklendi ve cismanî âlemde şeriatı ortaya çıkarmakla ilgili güzel isimleri ve reisliği talep ederek bütün natık ve esasların kılıcını edindi.”415

Hamza b. Ali, ed-Derezî’nin bu faaliyetlerinin ilk yaratılışta, ez-Zıddü’r-Ruhani’nin el-Aklü’l-Külli’ye karşı yapmış olduğu faaliyetlerin aynısı olduğunu açıklamaktadır. Dolayısıyla ed-Derezî’nin el-Hâkim bi-Emrillah devrinde ez-Zıddü’r-Ruhani’nin nâsutî sureti olduğuna işaret etmektedir: “ez-Zıdd, İmam’ın elbisesi altından çıkan, onun menzilesini talep eden ve etrafta böğürtüleri dolaştıktan sonra ateşi sönen bir varlıktır. Bunun gibi ed-Derezî de çalımla yürüyene ve büyüklenene kadar Müstecibindendi. O elbisenin altından ayrıldı. Elbise,

412 Bkz. Yasin v.d., Beyne’l-Akl ve’n-Nebiyy, s. 180-181. 413 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 338-339.

414 Bkz. İbn Tağrîberdî, a.g.e., 4/184.

dai ve Mevlânâ’nın (c.z.) tevhidinin yol göstericisi olan imamı Hamza b. Ali’nin kendisine emrettiği örtüdür (daveti gizlemek).”416

Bununla birlikte Resâilü’l-Hikme’de tevhidi davete ve el-Aklü’l-Külli’nin nâsutî suretlerine zıtlık gösteren şahıslar için kullanılan diğer tanımlar ed-Derezî için de kullanılmaktadır: “el-İcl (dana anlamına gelir ve ed-Derezî kastedilmektedir) bütün hudûdları ikame eden Kâimü’z-Zaman’ın zıddıdır... ez-Zıdd, el-İcl olarak isimlendirildi. Çünkü o aklı az olan, onun (Mevlann) davetinde acele edendir. Onun böğürtüleri vardır. O hiçbir burhan ve gerçeklik olmaksızın Kâimü’z-Zaman’ı taklit eder.”417 “Hınzır (ed-Derezî), ruhu Mevlânâ’ya (c.z.) benzetilen ez-Zıddü’r-Ruhani’dir. Ben onu (yeni daveti kabul etmeye) davet ettim. O davetimi kabul etti ve beni (imametimi) inanç olarak değil de zaruri olarak ikrar etti.”418

Aynı risalede Hamza b. Ali, ed-Derezî’nin kendisini önce Seyfü’l-Îman (imanın kılıcı), daha sonra Seyyidü’l-Hâdîn (yol göstericilerin efendisi) olarak isimlendirdiğini ve daveti herhangi bir bilgisi olmaksızın açığa çıkardığını bildirir: “Herhangi bir bilgisi olmaksızın keşf hususunda (daveti ilan etmek) büyüklenen Neştekin ed-Derezî, ğıtris’tir (büyüklenen kimsedir)… Kıskançlığından ve onun (Hamza’nın) ruhuna duyduğu hayranlıktan dolayı onun menzilesini iddia etti ve İblisin sözlerini tekrar etti. Böylece ed-Derezî kendisini başta Seyfü’l-

iman olarak isimlendirdi. Onun bu isimlendirmesini reddettim ve ona bu ismin muhal ve yalan olduğunu, çünkü imanın kılıca ihtiyacı olmadığını aksine, yalnızca Mü’minlerin kılıcın gücüne ve güçlendirmesine ihtiyacı olduğunu açıkladım. O ise bu isimden vazgeçmedi ve isyanını arttırdı. İşlerinde zıtlık gösterdi ve şirk ismiyle isimlendirildi. Dedi ki ben Seyyidü’l-

Hâdîn’im. Bu ise, ben imamım, el-Hâdî’den (Hamza b. Ali) daha hayırlıyım demektir.”419 Resâilü’l-Hikme’de yer alan bu açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla başlarda Hamza’nın kendisine güvenmeyerek kutsal metinlerden hiçbirisini göndermemesine içerleyen ed-Derezî, el-Hâkim’in gözüne girerek yetkili bir makama gelince yeni daveti insanlara açık bir şekilde ilan ederek kendisinin imam olduğunu iddia etmiştir. Bununla birlikte ed- Derezî’nin daveti ilan ettiği tarih ve ilan şekli hakkında farkı rivayetler bulunmaktadır ki bu hususta tarihçiler tarafından ortaya atılan iddiaları daha önce zikretmiştik. Bize göre ed- Derezî’nin daveti ilan ettiği tarih H. 407 senesinin son ayları olmalıdır. Çünkü Dürzîlerin iddia ettiği üzere davet 1 Muharrem 408 senesinde el-Hâkim bi-Emrillah tarafından yayınlanan bir sicille açık bir şekilde ilan edilmiştir. Resâilü’l-Hikme’den yaptığımız alıntılarda açık bir şekilde ortaya konulduğu üzere ed-Derezî, keşf husunda acele ederek

416 Bkz. Resâilü’l-Hikme, el-Ğâye ve'n-Nasîha, 10/92. 417 Bkz. Resâilü’l-Hikme, el-Belâğ ve’n-Nihâye, 9/75. 418 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/178. 419 Bkz. Resâilü’l-Hikme, el-Ğâye ve'n-Nasîha, 10/92-93.

zamanından önce daveti ilan etmiştir. O halde ed-Derezî’nin bu ilanı H. 408 senesinin ilk günü olan 1 Muharrem 408’den önce olmalıdır ki bu da H. 407 senesine tekabül etmektedir.

Daha önce de belirttiğimiz üzere Dürzîler, ed-Derezî’nin H. 410 senesi başlarında öldürüldüğünü kabul ederler. Bu durumda H. 408-410 tarihleri arasındaki zaman dilimi içerisinde ed-Derezî ve Hamza arasındaki mücadele ve davetin gelişimi ne şeklide cerayan etti?

Risalelerdeki anlatımlardan anlaşıldığı kadarıyla ed-Derezî’nin daveti ilan etmesinden sonra Muvahhidler ikiye bölünmüştür. Bir tarafta Ebû Mansur el-Berzeî, Muanid, Ali b. Ahmed el-Habbal, Acemî, el-Ahval, Hatlah Mâcân gibi önce Hamza b. Ali’nin imametini kabul eden ancak sonraları ed-Derezî’ye tabi olan grup420 diğer tarafta ise ruhanî hudûdunun nâsutî suretleri olan İsmail b. Muhammed et-Temimî, Muhammed b. Vehb el-Kuraşî, Selâme b. Abdi’l-Vehhab es-Sâmirî, Muktenâ Bahauddîn ve onları destekleyenler bulunmaktadır.

Bu dönem zarfında Hamza b. Ali’nin, ed-Derezî taraftarlarını kendi yanına çekmek için büyük çaba sarfettiği görülmektedir. Nitekim Hamza b. Ali, ed-Derezî taraftarlarına yazdığı es-Subhatü’l-Kâine risalesinde, Neştekin taraftarlarını tekrar davete kazandırmak gayesiyle nasihatlerde bulunduğunu, onlardan bazılarının Hamza’nın bu davetini kabul ettiğini ancak özellikle yukarıda zikredilen isimlerin bunu reddederek inançlarını sokaklarda satılığa çıkardıklarını, şehvetlerine ve manialara meylettiklerini ve sonunda el-Hâkim bi- Emrillah’ın, parlak nuruyla onları kısasa tabi tuttuğunu bildirmektedir. Hamza b. Ali bu ifadelerinin hemen ardından Ebû Cafer el-Habbal isimli ed-Derezî taraftarını yeniden kendi yanına çektiğini açıklamaktadır.421

Hamza b. Ali’nin bildirdiğine göre bu dönem zarfında ed-Derezî de boş durmamış ve parayla satın alınabilecek zayıf karakterli kimselerden bazılarını kendi tabileri arasına katmıştır. Hamza bu durumu el-Berzeî örneğini vererek açıklar. er-Rızâ ve’t-Teslîm risalesinde bildirildiğine göre Hamza b. Ali, yazdığı bir mektupla el-Berzeî’yi el-Hâkim bi- Emrillah’ın uluhiyetini kabule ve ona kulluk etmeye davet etmiş, el-Berzeî ise el-Hâkim bi- Emrillah’ın imzası olmaksızın mezhebe girmeyeceğini bildirmiştir. Buna karşılık ed-Derezî, elçisiyle birlikte el-Berzeî’ye teslim edilmek üzere 3 dinar gönderdiği ve ona binek hayvanı ve hilatler vermeyi vaad ettiği zaman el-Berzeî onun saflarına katılmıştır.422

Rasalelerdeki açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla bu dönem zarfında Hamza b. Ali’nin ed-Derezî’yi yeniden kendisinin imametini kabul etme hususunda ikna çabalarını

420 Bkz. Resâilü’l-Hikme, es-Subhatü’l-Kâine, 19/202-203. 421 Bkz. Resâilü’l-Hikme, es-Subhatü’l-Kâine, 19/203-204. 422 Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/181.

sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Hamza b. Ali, H. 410 senesinin Rabiu’l-Ahir ayında yazığı er-Rızâ ve’t-Teslîm risalesinde ed-Derezî’ye şu çağrıda bulunduğunu bildirmektedir: “Eğer sen Mü’min olduğunu iddia ediyorsan başlangıçta ikrar ettiğin gibi benim imametimi ikrar et…. Eğer sen bunu yaparsan insanların kalpleri bize meyleder, Mevlânâ’nın (c.z.), intikam kılıcını bana teslim ederek onları helak edeceği zamana kadar (kıyamete kadar) onların bizim hakkımızdaki olumsuz sözleri sona erer.”423

H. 409 senesine gelindiğinde ed-Derezî gücünü arttırmıştı. Davet bir yandan kendi içerisindeki bölünmelerle uğraşırken diğer yandan da Sünnilerin, Batınilerin, Hıristiyanların ve Yahudilerin saldırılarına maruz kalmaktaydı. Hamza b. Ali kendisinin tesis ettiği davetin parçalanma süreci içerisine girdiğini görünce bu gidişatı durdurmak ve daha büyük felaketleri engellemek üzere davetin kapılarını H. 409 senesi boyunca kapattı. Bu sene içerisinde el- Hâkim bi-Emrillah, Hamza b. Ali ve bütün dailer gaybete girdi. Bu sebeple bidatler ortaya çıktı, zıtlar faaliyetlerini arttırdı. Dürzîler, bu senenin kendileri için zor bir imtihan; imanları için şiddetli bir deneme olduğunu kabul ederler.424 Bu sene Dürzîler tarafından “gizlenme ve gaybet” senesi olarak isimlendirilir.425

H. 409 senesinde davetin kapıları kapatılıp hudûd gaybete girince, doğal olarak dailerin faaliyeti kesildi ve risale yazımı duraksadı. Nitekim Resâilü’l-Hikme mecmuası içerisinde H. 409 tarihli hiçbir risale bulunmamaktadır. Bu dönem zarfında Hamza b. Ali ve tabileri, saflarını tanzim etmeye yoğunlaştı. Daileri ve yardımcılarını yeniden düzenlediler. Dürzîler, bu süre içerisinde Hamza b. Ali’nin, davetin içinde bulunduğu şartların düzelmesi ve içinden çıkılmaz bir hal alan proplemlerin halledilmesi için el-Hâkim bi-Emrillah ile sık sık inzivaya çekildiğini iddia etmektedirler.426

Bu tarihte el-Hâkim bi-Emrillah’ın itikafa çekilmesi, Hamza b. Ali’nin iddialarını devam ettirmemesi ve kendi saflarına davet edebileceği insanlara bile davette bulunmaması ed-Derezî’yi cesaretlendirdi ve faaliyetlerini arttırmasına sebep oldu.427

28 zi’l-Hicce 409 senesine gelindiğinde, daha önce detaylı bir şekilde açıkladığımız üzere, Kahire halkı önce ed-Derezî ve tabilerine, hemen ardından da Mescid-i Reydan’da bulunan Hamza b. Ali’ye saldırır.

Abdullah Neccar, es-Subhatü’l-Kâine risalesinde yer alan “Elçilerim risaleleri ve vesikaları (mîsâkları) el-Hazretü’l-Lâhûtiyyet’e (el-Hâkim bi-Emrillah’a) ulaştırıyorlar…”

423 Resâilü’l-Hikme, er-Rızâ ve’t-Teslîm, 16/182. 424 Bkz. Yasin v.d., Beyne’l-Akl ve’n-Nebiyy, 174-175. 425 Bkz. el-Hatîb, a.g.e., s. 263.

426 Bkz. Yasin v.d., Beyne’l-Akl ve’n-Nebiyy, s. 175. 427 Bkz. Yasin v.d., Beyne’l-Akl ve’n-Nebiyy, s. 175.

ifadesinden hareketle Hamza b. Ali’nin H. 409 senesindeki gaybeti esnasında Mısır’dan ayrıldığı sonucuna ulaşmaktadır.428 Ancak bize göre bu tesbit hatalıdır. Çünkü keşf

döneminde bile Hamza b. Ali gerek risaleleri ve gerekse Muvahhidlerden alınan mîsâkları el- Hâkim bi-Emrillah’a kendisi teslim etmiyordu. Makarem’in bildirdiğine göre Muvahhidlerden alınan mîsâklar önce İsmail b. Muhammed et-Temimî’ye teslim ediliyor, et- Temimî tarafından Hamza b. Ali’ye sunulan bu mîsâklar daha sonra Muhammed b. Vehb el- Kuraşî vasıtasıyla el-Hâkim bi-Emrillah’a veriliyordu. el-Hâkim bi-Emrillah tarafından gözden geçirilen mîsâklar yine el-Kuraşî vasıtasıyla muhafaza edilmek üzere Hamza b. Ali’ye geri gönderiliyordu.429

H. 409 senesi sonlarında meydana gelen Mescid-i Reydan baskını sona erince Dürzîlik, açıkça ilan edildiği H. 408 senesindeki davet faaliyetlerine kaldığı yerden devam eder: “Dokuzuncu (H.409 senesi) sona erdiği zaman el-Bâri Sübhanehü vahdaniyetle tecelli etti. 10. senenin başında (H. 410) tevhidi ortaya çıktı. 11. senenin sonu (H. 411) yaklaşana kadar keşf devam etti. Tevhidi davet, Ma’bud’un tecelli ettiği, hudûdun zuhur ettiği, tevhidin ortaya çıktığı, yanlış inançların çürütüldüğü, davetin yayıldığı, Hikmet’in dolup taştığı, risalelerin tasnif edildiği, mîsâkların yazıldığı, şeriatların neshedilip yükümlülüklerin kaldırıldığı H. 8. senedeki (H. 408) başladığı şekle geri döndü….”430

Daha önce açıkladığımız üzere “Hamza seneleri” olarak isimlendirilen Dürzî tarih sistematiği H. 408 senesi ile başlar. Ancak H. 409 senesi bu tarih sistematiği içerisinden çıkartılmıştır. Dürzîler, el-Hâkim bi-Emrillah ve Hamza b. Ali’nin gaybete girmesinden sonra davetin duraksadığı ve ed-Derezî liderliğindeki zıtların faaliyetlerini yoğunlaştırdığı bu seneyi yok kabul ederler. Bu sebeple, Hamza senelerinin birincisi H. 408; ikincisi H. 410; üçüncüsü H. 411… olarak kabul edilir. Bu durum özellikle risalelerin yazım tarihlerinin belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü risaleler “Hamza senelerinin ikincisi”, “Hamza senelerinin dördüncüsü” v.b. şekilde tarihlendirilmiştir. O halde “Hamza senelerinin birincisi” olarak tarihlendirilen risale H. 408; “Hamza senelerinin ikincisi” olarak tarihlendirilen risale H. 410; “Hamza senelerinin üçüncüsü” olarak tarihlendirilen risale ise H. 411… senesinde yazılmıştır.

428 Bkz. en-Neccâr, a.g.e., s. 116.

429 Bkz. Makarem, The Druze Faith, s. 23.