• Sonuç bulunamadı

Muhammed b İsmail Neştekin ed-Derezî (ed-Dürzî) (h 411/m 1020)

B. Dürzî Davetinin İlanı ve Kurucu Dailer

2. Muhammed b İsmail Neştekin ed-Derezî (ed-Dürzî) (h 411/m 1020)

ez-Ziriklî’nin verdiği bilgilere göre asıl adı Muhammed b. İsmail ed-Dürzî, Ebû Abdillah’tır. VI. Fâtımî halifesi el-Hâkim bi-Emrillâh’ın ulûhiyetini iddia eden bir zümrenin

309 Hüseyin, a.g.e., s. 75.

310 Bkz. Galib, el-Harekâtü’l-Bâtıniyye fi’l-İslâm, s. 245. 311 Bkz. Hüseyin, a.g.e., s.75.

üyesidir ve Dürzîyye grubu ona nispet edilir.312 Resâilü’l-Hikme’de Neştekin ed-Derezî313,

Subhu’l-A’şa’da ise Anuştekin ed-Dizbörî olarak zikredilmektedir.314 ed-Derezî’ye yakın

dönemde yaşamış olan İbn Zâfir (ö.613/1216) ise Muhammed b. İsmail’den “ed-Derezî olarak bilinen Anuştekin el-Buhari” şeklinde bahseder.315 el-Makrîzî’nin İbn Ebi Tayy’dan (575/1180-630/1228) naklettiği ilginç bir rivayette ise ed-Derezî’den “Ebû Abdillah Anuştekin en-Neccari ed-Derezî” olarak bahsedilmektedir.316

ed-Derezî’nin ırki kökeni hakkında kaynaklarda genel olarak biri İranlı317 diğeri ise

Türk318 olduğu yönünde iki farklı bilgi nakledilmektedir. Muhammed b. İsmail’in Türk kökenli olduğunu ileri sürenlerin ana dayanağı onun Neştekin ve Anuştekin olarak lakaplandırılmasıdır.319 Yine bazı kaynaklarda “Dizbûri” olarak bahsedilmektedir ki bu Türkçe “Dizbörü” kelimesinin Arapça yazımıdır.320 Bu da onun Türk kökenli olduğuna işaret etmektedir.

ed-Derezî ile aynı dönemde yaşamış olan tarihçi el-Antâkî, onun Mısır’a gelişini ve halifeyle irtibata geçmesini şu ifadelerle anlatır: “H. 408 senesinde Muhammed b. İsmail isimli, ed-Derezî lakaplı Farisi bir dai Mısır’a geldi ve el-Hâkim’e sürekli iltifatlarda bulunarak ona bağlılığını arz etti. Hemen sonra da insanları el-Hâkim’in Allah olduğuna, alemlerin ve bütün mahlukatın yaratıcısı olduğuna iman etmeye çağırdı. Böylece ed-Derezî davetini açık bir şekilde ilan etti ve mezhebini ortaya çıkarttı. el-Hâkim ise ed-Derezî’nin kendisi hakkındaki sözlerini inkar etmedi.”321

el-Antâkî, ed-Derezî’nin zuhurundan sonraki gelişmeleri ise şu şekilde açıklar: “ed- Derezî’nin insanları kendi mezhebine davet ederek zuhur ettiği zaman ayak takımından pek çok kimse onun bu davetine icabet etmiştir. ed-Derezî, el-Hâkim’i halktan pek çok kimsenin

312 Bkz. ez-Ziriklî, Hayruddîn, el-A‘lâm-Kâmûsu Terâcîmi’l-Eşhüri’r-Ricâl ve’n-Nisâ’ mine’l-Arab ve’l- Müste’rabîn ve’l-Müsteşrıkîn‚ Beyrut 1969, 6/259.

313 Bkz. Resâilü’l-Hikme, el-Ğâye ve'n-Nasîha, 10/92; er-Risâletü’l-Mevsûme bi’r-Rızâ ve’t-Teslîm ilâ Kâffeti’l- Muvahhidîn ve ilâ Cemî'i men Şekke fi Mevlânâ Celle Zikruhû ve fi Veliyyihî Kâimi’z-Zemân 'Aleyhi’s-Selâm (er-Rızâ ve’t-Teslîm), 16/182; es-Subhatü’l-Kâine, 19/202. Şehabeddin Tekindağ, risalelerde geçen “Neştekin” lafzını “Nuştekin” olarak Türkçeye çevirmektedir. Her ne kadar elimizdeki matbu Resâilü’l-Hikme mecmuasında bu kelime harekelenmemiş olsa da yukarıda isimlerini zikrettiğimiz risalelerin yazmalarında bu kelimenin “Neştekin” olarak harekelendiğini tespit ettik. Bu sebeple biz bu kelimeyi Neştekin olarak Türkçeye çevirdik. Bkz. Tekindağ, M. C. Şehabeddin, “Dürzî Tarihine Dair Notlar”, Tarih Dergisi, İstanbul 1954, 7/149.

314 Bkz. Kalkaşendi, Subhu’l-A’şa, 4/170 (Şeamile’den) 315 Bkz. İbn Zâfir, a.g.e., s. 53.

316 Bkz. el-Makrîzî, İtti’âzü’l-Hunefâ, 2/118.

317 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 334; ez-Ziriklî‚ el-A’lâm, 6/259; Zehru’d-Dîn, Salih, Târîhu’l-Müslimîne’l- Muvahhidîn ed-Dürûz, Beyrut 1994, s. 29; Avâcî, Galip b. Ali, Firakün Muasıra, Cidde 2005, 2/596; Zakzûk, Mahmud Hamdî, “ed-Dürûz”, el-Mevsûatü’l-İslâmiyyeti’l-Âmme, Kahire 2001, s. 638; Rastogi, Tarah Charan, “Druzes”, Muslim World Islam Breaks Fresh Ground, New Delhi trz., s. 133.

318 Bkz. İbn Zâfir, a.g.e., s. 53; Madelung, W., “Hamza b. Ali”, EI, Leiden 1971, 3/154. 319 Bkz. el-Büstânî, Butrus, “Dürûz”, Dâiretü’l-Meârif , Beyrut 1883, 7/671.

320 Bkz. Tekindağ, “Dürzî Tarihine Dair Notlat”, Tarih Dergisi, 7/49. 321 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 334.

onun hakkında kendisi gibi inandığına ikna etti… Bunun üzerine el-Hâkim’in heva ve hevesi aklına üstün geldi ve ed-Derezî’ye insanları kendi mezhebine davet eden mesajlar yollamasını emretti. ed-Derezî de Türk kölelerine nezaret eden devlet görevlilerine Allah’tan gelen vahyi öğrenmeleri için kendisine tabi olmalarını isteyen mesajlar gönderdi. ed-Derezî aynı mahiyetteki mesajları Dâî'd-Duât Hotkin, veliaht ve devletin diğer ileri gelenlerine de yolladı. Bunlar da kendilerine gönderilen mesajları el-Hâkim’e okudular ve ondan ed-Derezî’nin yazdığı şeyler hakkındaki görüşlerini ve onun ed-Derezî’ye bu yönde emir verip vermediğini açıklamasını istediler. el-Hâkim onlardan sakındığı için bunu inkar etti.”322

el-Makrîzî, el-Antâkî’nin bu rivayetini tek cümleyle özetleyerek şöyle der: “Mısır’a, ismi Muhammed b. İsmail ed-Derezî olan bir dai geldi ve el-Hâkim’le temasa geçerek ona bağlılık arz etti. İnsanları el-Hâkim’in uluhiyetini kabul etmeye davet etti. İnsanlar onun bu davetini kabul etmedi…”323

İbn Tağrîberdî’nin Mir’âtü’z-Zaman’dan naklettiği şu rivayet ise ed-Derezî’nin dini kimliği ve onun el-Hâkim’in uluhiyet iddialarıyla ilgili vermiş olduğu bilgiler bakımından önemlidir: “Bazı Mısır tarihlerinde, ed-Dürzî324 olarak bilinen ve tenasüh iddiasında bulunan Batınilerden bir adamın Mısır’a geldiğinin; el-Hâkim’le bir araya gelerek rububiyyet iddiasında ona yardım ettiğinin; içerisinde Hz. Adem’in ruhunun Ali b. Ebi Talib’e, Ali b. Ebi Talib’in ruhunun da önce el-Hâkim’in babasına ve daha sonra da el-Hâkim’e intikal ettiğini iddia eden bir kitap yazdığına dair bilgiler gördüm. Vaktini el-Hâkim’in yanında geçirdi, ona yakınlaştı ve yetkili bir mevkiye getirildi, yüksek makamlarda görevlendirildi. Öyle ki vezirler, komutanlar, alimler onun kapısında bekler oldular. Onun elini değmediği işler halledilemez oldu. Çünkü el-Hâkim bunları ed-Derezî’ye yönlendiriyordu ve onlarda buna itaat ediyordu.”325

İbn Tağrîberdî’nin yukarıdaki ifadelerinden ed-Derezî’nin, Hz. Adem, Hz. Ali, el-Aziz Billah ve el-Hâkim bi-Emrillah’ı ilahlaştırdığı görülmektedir. Ancak ed-Derezî tarafından ortaya konulan bu inanç, Resâilü’l-Hikme’de ortaya konulan tevhid akidesiyle farklılık arz etmektedir. İleride daha detaylı bir şekilde açıklayacağımız üzere Hamza b. Ali tarafından nihai şekline kavuşan Dürzî akidesinde Hz. Ali, zemmedilmiş natık olarak kabul edilen Hz. Muhammed’in zemmedilmiş esasıdır. Bu yönüyle Dürzî akidesinde Hz. Ali’nin ilahi bir yönü bulunmamakta hatta zemmedilmektedir. Yine Hamza b. Ali’nin tesis ettiği Dürzî tevhidi akidede Hz. Adem hakkında farklı yorumlar bulunmasına rağmen bu yorumlardan hiçbirinde

322 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 338-339. 323 Bkz. el-Makrîzî, İtti’âzü’l-Hunefâ, 2/113. 324 Metinde ed-Dürzî olarak harekelenmiştir. 325 Bkz. İbn Tağrîberdî, a.g.e., 4/184.

onun Tanrı’nın tecelli makamı olduğuna dair herhangi bir iddia bulunmamaktadır. el-Aziz Billah ise Resâilü’l-Hikme’de Tanrı’nın keşf döneminden önce gelen setr devrinde tecelli ettiği hazırlık zuhurlarından biri olarak kabul edilir.326

İbn Zâfir ise ed-Derezî hakkında şu bilgileri nakleder: “İsmi Anuştekin el-Buhari olan ve ed-Derezî olarak bilinen Türk soylu bir genç ortaya çıktı. ez-Zûzenî’nin327 yolunu takip etti. Kendisine tabi olanlar ve davasında ona yardım eden arkadaşları çoğaldı. Kendisini korumak üzere silahlı adamlar edindi. ed-Derezî, el-Hâkim’in huzuruna çıkıyor, onunla baş başa kalarak yapacaklarını birlikte karalaştırıyorlardı. Kendisini Senedü’l-Hadin (yol göstericilerin dayanağı) ve Hayatü’l-Müstecibin olarak isimlendirdi.”328

İbn Zâfir’in vermiş olduğu bilgilerde ed-Derezî’nin ortaya çıkış tarihi açık bir şekilde belirtilmemekle birlikte onun Hamza b. Ali’nin zuhurundan hemen sonra tarih sahnesine çıktığı bildirilmektedir. Bu satırların hemen öncesinde Hamza b. Ali’yi ele alan tarihçi onun H. 410 senesinde zuhur ettiğini bildirir.329 Bu noktadan hareketle ed-Derezî’nin faailyetlerine

H. 410 senesinde başlamış olması gerekir.

Mustafa eş-Şek’a, يزرد lafzının “ed-Dürzî” olarak mı yoksa “ed-Derezî” olarak mı okunacağı hususunda tarihçilerin ihtilafa düştüklerini, bu ihtilafın ise Dürzîlerin isteyerek veya istemeyerek kendileri ile irtibatlandırıldığı iki farklı şahıs sebebiyle olduğunu bildirir. Yazarın bildirdiğine göre bu şahıslardan ilki Muhammed b. İsmail ed-Derezî’dir. Fâtımî halifesi el-Hâkim bi-Emrillah’ın uluhiyetini iddia eden dailerden biridir. Bu şahıs Dürzîlerin ilk vatanı olan Vadi’t-Teym’de mezhebinin propagandasını yapmıştır. Yahudilik ve Mecusilğe meyilleri olduğu bildirilmektedir. Neştekin ed-Derezî olarak da bilinen bu şahsın Dürzîler tarafından öldürüldüğü söylenir. Şek’a’nın Dürzîlerin kendisi ile irtibatlandırıldığını bildirdiği ikinci şahıs ise Ebû Mansur Anuştekin ed-Dürzî’dir. Bu şahıs el-Hâkim bi- Emrillah’ın komutanlarından biridir. Yazarın bildirdiğine göre Dürzî taifesi birinciden ziyade ikinciye nisbet edilir. Günümüze kadar Dürzîler Neştekin’i lanetleyip Anuştekin’i yüceltmişlerdir.330 eş-Şek’a bu iddiaları Selim Ebû İsmalil ve Muhammed Ali ez-Za’bi gibi Dürzî yazarların eserlerinden nakletmektedir. Bu yönüyle zikredilen iddia yalnızca Dürzîlerin görüşünü yansıtır niteliktedir.

ed-Derezî ile ilgili olarak tarihçiler tarafından yapılan yukarıdaki açıklamaları toplu bir şekilde incelediğimiz zaman bazı hususlar dikkatimizi çekmektedir. İlk olarak, el-Antâkî ve

326 Bu konular II. Bölümde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. 327 Hamza b. Ali ez-Zûzenî.

328 İbn Zâfir, a.g.e., s. 53. 329 Bkz. İbn Zâfir, a.g.e., s. 52.

el-Makrîzî, ed-Derezî’yi bir “dai” olarak nitelerken İbn Tağrîberdî ve İbn Zâfir onunla ilgili böyle bir nitelemede bulunmamaktadır. Yine bütün bu rivayetlerde el-Hâkim bi-Emrillah’ın kendisiyle ilgili uluhiyet iddiasında ed-Derezî’yi desteklediği görülmektedir.331 Nitekim el- Antâkî, “… el-Hâkim’in heva ve hevesi aklına üstün geldi ve ed-Derezî’ye insanları kendi mezhebine davet eden mesajlar yollamasını emretti” derken, İbn Tağrîberdî, ed-Derezî’nin el- Hâkim’in uluhiyet iddiasına yardım ettiğini vurgulamaktadır. İbn Zâfir’in, ed-Derezî’nin faaliyetlerini el-Hâkim bi-Emrillah ile birlikte kararlaştırdığı yönündeki açıklamaları ise bu husustaki en net ifadelerdir.

ed-Derezî’nin Öldürülmesi

Kaynaklarda ed-Derezî’nin öldürüldüğü tarih, yer ve öldürülme şekli hakkında birbirinden farklı bilgiler nakledilmektedir. el-Hâkim bi-Emrillah döneminde yaşamış olması sebebiyle bizim için öncelikli öneme sahip bir kaynak niteliğinde olan el-Antâkî’nin Tarihu’l-

Antâkî ismi ile neşredilen eserinde, ed-Derezî’nin öldürülme hadisesi H. 408 senesi olayları içerisinde zikredilmektedir. el-Antâkî, ed-Derezî’nin öldürülmesi olayını ve sebebini şu ifadeleriyle açıklamaktadır: “ed-Derezî’nin gönüllü gönülsüz kendi görüşünde olan bir cemaat oluşturmak için yapmış olduğu öğütler insanlar arasında yayılınca el-Meşraika grubunun diğer üyeleri ve el-Meğaribe grubunun pek çoğu onun bu faaliyetlerine kızdı. Bunun üzerine bazı Türkler ed-Derezî’yi öldürmek için bir tertip hazırladı. Hemen ardından da ed-Derezî el- Hâkim’in kortejinde giderken (bir Türk) ona saldırdı ve öldürdü. ed-Derezî’nin öldürülmesinden sonra Kahire’de karışıklıklar meydana geldi ve şehrin kapıları kapatıldı. Bu karışıklık 3 gün sürdü. (Bu süre zarfında) Dürzîyye grubundan bir cemaat öldürüldü. Daha sonra ed-Derezî’nin katili olan Türk yakalanarak işlemiş olduğu suç sebebiyle öldürüldü.”332

el-Makrîzî de ed-Derezî’nin öldürülmesi hadisesini H. 408 senesi olayları içerisinde zikreder. Yazar İtti’âzü’l-Hunefâ isimli eserinde bu olayı hemen hemen el-Antâkî’nin ifadelerinin aynıyla zikreder.333

İbn Tağrîberdî ise Mirâtü’z-Zaman isimli eserden yapmış olduğu nakilde ed- Derezî’nin öldürüldüğü tarih hakkında herhangi bir bilgi vermezken öldürülme hadisesine

331 Tarihi kaynakların tamamında ed-Derezî’nin davetinin el-Hâkim bi-Emrillah’ın uluhiyetine iman esası üzere

olduğu bildirilirken Vedat el-Kâdî, ed-Derezî’nin insanları, halifenin İsmaili akidedeki el-Aklü’l-Külli menzilesinde olduğuna, dolayısıyla onun Peygamberlerden daha üst mertebedeki bir imam olduğuna iman etmeye davet ettiğini bildirmektedir. Bkz. el-Kâdî, Vedat, “Druzes”, Dictionary of the Middle Ages, New York 1989, 4/295-296.

332 Bkz. el-Antâkî, a.g.e., s. 340.

farklı bir boyut kazandırmaktadır: “ed-Derezî kendi yazdığı bir kitabı Kahire camisinde334 okudu. Bunun üzerine insanlar onun aleyhine ayaklandı ve onu öldürmek istedi. ed-Derezî ise onlardan kaçtı. el-Hâkim, halktan korkarak onun durumunu (kendisinin uluhiyeti ile ilgili iddiaları) inkar etti. el-Hâkim ona bir miktar para göndererek dedi ki: Şam’a git ve dağlarda daveti yay! Çünkü oranın halkı çabuk boyun eğer. Bunun üzerine o da Şam’a gitti ve Dimeşk’in batısındaki Banyas mıntıkasında bulunan Teymullah b. Sa’lebe vadisine yerleşti. Buradaki halka kitabı okudu, onlardan el-Hâkim’e meyletmelerini (el-Hâkim’in ulûhiyetine iman etmelerini) istedi ve onlara mal verdi. ed-Derezî onlar arasında Tenasüh fikrini yerleştirdi, onlara içki içmeyi, zinayı, kendi inançlarına muhalefet edenlerin mallarını ve kanlarını kısaca bütün yasaklanmış şeyleri mübah kıldı.”335

ed-Derezî’nin faaliyetleri ve öldürülmesiyle ilgili bilgiler veren diğer bir rivayet el- Makrîzî tarafından İbn Ebi Tayy’dan (575/1180-630/1228) nakledilmektedir: “Onun (el- Hâkim bi-Emrillah) davasını ilk iddia eden, şeriatta gelenleri iptal eden, onun mezhebini (el- Hâkim’in uluhiyet iddiasını) Bilad-ı Şam ve sahil bölgelerine ulaştıran ilk şahıs Ebû Abdillah Anuştekin en-Neccari ed-Derezî’dir. Onların kendilerinden başka hiçbir kimsenin muttali olamadığı sırrı gizleyen bir mezhepleri vardı. ed-Derezî, kızları, anneleri ve kız kardeşleri mübah kılıyordu. Halk Mısır’da onun (ed-Derezî) aleyhine ayaklandı ve onu öldürdü. el- Hâkim de onun katli ile ilgili 70 adamı öldürttü.”336

el-Makrîzî’nin, İbn Ebi Tayy’dan naklettiği bu rivayette ortaya konulan kurgunun ana teması İbn Tağrîberdî’nin Mir’âtü’z-Zaman’dan naklettiği rivayetteki ana temayla büyük oranda aynilik arz etmektedir. Bununla birlikte İbn Tağrîberdî’nin naklettiği rivayette her ne kadar ed-Derezî’nin öldürüldüğü yer ve tarih tam olarak zikredilmese de rivayetin siyak ve sibakından onun Vadi’t-Teym’de öldüğü veya öldürüldüğü anlaşılmaktadır. İbn Ebi Tayy’dan nakledilen rivayette ise ed-Derezî’nin, Bilad-ı Şam’da mezhebi yaydıktan sonra Mısır’a geldiği ve orada öldürüldüğü açıklanmaktadır.

İbn Zâfir ise ed-Derezî’nin H. 414’te öldürüldüğünü bildirmektedir. İbn Tağrîberdî’nin, el-Ahram’ın öldürülmesiyle ilgili olarak İbn Sabii’den naklettiği rivayet, bazı farklılıklarla, İbn Zâfir tarafından ed-Derezî’nin öldürülmesiyle sonuçlanacak olan hadiselerin başlangıcı olarak zikredilmektedir. Tarihçinin bildirdiğine göre 12 Sefer 414337 tarihinde Hamza b. Ali’nin ashabından bir grup binekleriyle birlikte Camiü’l-Atik’e girerek

334 Avâci, ed-Derezî’nin yazdığı kitabı el-Ezher Camisinde okuduğunu bildirir. Bkz. Avâcî, a.g.e., 3/596. 335 Bkz. İbn Tağrîberdî, a.g.e., 4/184.

336 Bkz. el-Makrîzî, İtti’âzü’l-Hunefâ, 2/118.

337 Bryer’in, İbn Zâfir’den yaptığı alıntıda bu tarih 12 Sefer 411 olarak zikredilmektedir. Ancak elimizdeki İbn

Zâfir’in Ahbâru’d-Düveli’l-Münkatı’a isimli eserinde bu tarih 12 Sefer 414 olarak kaydedilmiştir. Bkz. Bryer,

mezheplerini ilan ederler. Bu gruptan üç kişi, Kâdî’l-Kudât’ın mahkeme işlerini yürüttüğü bölüme gider. Ancak o vakit orada yalnızca mahkeme edilmek için kadıyı bekleyenler bulunmaktadır. Bunun üzerine Hamza’nın adamlarından olan 3 kişi insanların duyacağı şekilde iddialarını dile getirir. Orada bulunan insanlar ise onların söylediklerine karşı çıkar ve tekbir ve tehlil getirmeye başlarlar. Bu olay hemen halk arasında yayılır ve Mısır halkı bu adamları görmek ve söylediklerini işitmek için her taraftan camiye akın eder ve onlarda bu adamların söylediklerine karşı tekbir ve tehlil getirirler, alkışlayarak onları protesto ederler. İbn Zâfir, halkın tekbir, tehlil ve alkış seslerini gök gürültüsü ve fırtına sesine benzetir. Bir grup halk camiden ayrılır. Bunlar maiyetiyle beraber mahkemeye doğru giden Kâdî’l-Kudât ile karşılaşır ve durumu ona anlatırlar. Kâdî’l-Kudât mahkemeye gelince bu üç kişiden biri “Rahman ve Rahim olan Allah, el-Hâkim’in adıyla” cümlesiyle başlayan ve Kadı’ya el- Hâkim’in uluhiyetini ikrar etmesini emreden, Hamza b. Ali ez-Zûzenî tarafından yazılmış bir kağıt uzatırlar. Bunun üzerine halk önce kağıdı kadıya veren kişiyi, hemen ardından da diğer iki kişiyi ve bu üç adamla birlikte camiye gelen diğer arkadaşlarını öldürür. Camide meydana gelen bu olay sokaklara sıçrar. Halk bu inançtan olduğunu düşündükleri topluluklara saldırır, yakaladıklarını öldürür ve öldürdüklerini yollarda tekmeleyerek sürükledikten sonra yakarlar.338

İbn Zâfir’in bu rivayeti el-Ğâye ve'n-Nasîha risalesinde yapılan açıklamalarla büyük oranda uyumludur. Zikredilen risalede bildirildiğine göre Hamza b. Ali, bir nüshasını el- Hâkim bi-Emrillah’a takdim ettiğini bildirdiği risaleyi339 kendi tabilerinden 3’ü asker 17’si de sivil toplam 20 kişilik silahsız adamlarıyla Kâdî’l-Kudât’a gönderir. Ancak Kadı, risalede yazılanları kibirlenerek reddetmiş ve böylece kafirlerden olmuştur. Bunun üzerine asker ve halktan oluşan 200’e yakın kişi, el-Hâkim bi-Emrillah’ı tevhid eden ve silahsız olarak orada bulunan bu heyete saldırmış ve tümünü öldürmüştür.340 İbn Zâfir’in rivayetinde, camiye

girerek Kâdî’l-Kudât’a Hamza b. Ali’nin risalesini takdim ettiği bildirilen 3 kişi, risalede özellikle vurgulanan asker kökenli bu üç kişi olmalıdır.

İbn Zâfir’in bildirdiğine göre bu olaydan bir gün geçmeden el-Hâkim bi-Emrillah asayişten sorumlu yardımcılarını görevden alır ve yerine başkalarını atar. Yeni atadığı yardımcılarına da Züzeni’nin ashabına saldıranları derhal bulmalarını emreder. Bunun üzerine

338 Bkz. İbn Zâfir, a.g.e., s. 53. İbn Zâfir’in bu rivayeti en-Nüveyri tarafından aynen zikredilmektedir. Bkz. en-

en-Nüveyrî, a.g.e., 28/198-199.

339 Bu risale elimizdeki Resâilü’l-Hikme mecmuası içerinde yoktur. Ancak Hamza b. Ali’nin Kâdî’l-Kudât İbn

Ebî’l-Avvâm’a yazmış olduğu er-Risâletü’l-Münfeze ile’l-Kâdî (Risâle ile’l-Kâdî) isimli ikinci risale zikredilen mecmua içinde mevcuttur. Bkz. Resâilü’l-Hikme, er-Risâletü’l-Münfeze ile’l-Kâdî (Risâle ile’l-Kâdî), 28/227- 228.

saldırganlardan büyük bir topluluk yakalanır ve onlardan 40 kişi farklı zamanlarda öldürülür. Askerler ve halk bu duruma sinirlenir. Bunun üzerine Türkler bir araya gelerek yeni mezhebin önde gelenlerinden biri olduğunu bildikleri ed-Derezî’nin evini kuşatırlar. ed-Derezî ve adamları kendilerini evin içerisine kilitlerler. Çatıdan ve duvardan eve giren saldırganlar ed- Derezî ile birlikte olan yaklaşık 40 adamı öldürdükten sonra evi yağmalar ve yıkarlar. Ancak ed-Derezî, karmaşadan istifade ederek evden kaçar ve el-Hâkim’in sarayına sığınır. el-Hâkim ise onu orada gizler. Bunun üzerine Türkler silahlarını kuşanırlar ve el-Hâkim’den ed- Derezî’yi kendilerine teslim etmesini isteyerek derler ki: “Biz seni krallığında istediğin gibi davranmaktan men etmiyoruz. Ancak bu adam bizden biridir ve biz onun peşini bırakmayacağız.” el-Hâkim onlara ed-Derezî’yi kendilerine teslim edeceğini bildirince dağılırlar. Ancak bu grup el-Hâkim’in, ed-Derezî’yi kendilerinden gizlediğini öğrenince hemen ertesi gün bir araya gelerek el-Hâkim’in sarayına varırlar ve ondan ed-Derezi’yi kendilerine hemen teslim etmesini isterler. el-Hâkim ise onlara ed-Derezî’yi öldürttüğünü söyler.341

ed-Derezî ashabına hitaben Hamza b. Ali tarafından yazılan es-Subhatü’l-Kâine isimli risalede yer alan şu ifadelerden ed-Derezî ve adamlarının bu olaydan sonra tutuklandıkları anlaşılmaktadır: “Hadi’l-Müstecibin’den (Hamza b. Ali)… Muanid ve onunla birlikte tutuklanmış olanlara…”342 Ancak buradaki “tutuklama” sözcüğü ile saraya sığınan ed-Derezî ve adamlarının, halife tarafından, saldırganlardan gizlemek maksadıyla gizli bir yere kapatılmasının kastedilmiş olması muhtemeldir.

el-Antâkî de cami hadisesini İbn Zâfir’in rivayetine benzer şekilde nakleder. Ancak el- Antâkî bu olayı, ed-Derezî’nin öldürülme sebebi olarak göstermez. el-Antâkî, camiye giden Hamza ashabının 7 kişi olduğunu ve hepsinin camide öldürüldüğünü; bu olaydan sonra takibata uğrayan Mısırlılardan da 70 kişinin öldürüldüğü bilgisini naklederek bu konudaki açıklamalarını bitirmektedir.343

Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere tarihi kaynaklarda cami hadisesi ile ilgili olarak 3 farklı rivayet nakledilmektedir. Bunlardan birincisi İbn Tağriber’di tarafından İbn Sabii’den nakledilmektedir. Bu rivayette el-Ferğani’nin, Amr b. As camiinde, Kâdî’l-Kudât İbn Ebî’l-Avvâm’ı el-Hâkim’in uluhiyetine davet eden bir mektup vermesi sonucunda