• Sonuç bulunamadı

1

acques Clement; Pardaillan'dan ayrıldıktan son­

ra doğru Paris'teki manastıra gelmiş, atını ahıra bırakıp manastır müdürü Bourging'in huzu-runa çıkmıştı. Bourgoing o sırada akşam yemeğini yiyor ve henüz gelmiş bir mektubu okuyordu. Yemek­

te rahatsız edilmekten hiç hoşlanmayan başpapaz, Clement'in kendisini görmek istediğini haber alınca t:lindeki mektubu bir tarafa bırakıp kaşlarını çattı.

Odadaki bütün papazları dışarı çıkarttıktan sonra içeri giren Jacques Clement'e aksi aksi haktı:

- "Bu ne kıyafet kardeş?" Dedi.

Jacques Clement'in sırtında, hala Chartres'deki süvari elbisesi vardı. Fakat şimdiye kadar birçok kereler Bourgoing'in karşısına böyle kıyafetlerle çık­

mıştı. Bu seferki karşılanışına oldukça hayret ettiy­

!'e de ses çıkarmadı. Zaten ses çıkarmasına vakit ıle kalmadı. Bourgoing asabi asabi söylenmeye haş­

lamıştı:

- "Size ne oldu Allahaşkına? . . . Beş gündür yi­

ne ortalarda yoksunuz. Böyle rahiplik mi olur? Si­

zi

ne manastır adına sadaka toplamaya, ne de vaaz

\Wmeye memur etmiş değiliz. Beş gündür neredcy­

ıl iniz? Burası otel mi? İstediğiniz anda, elinizi ko­

lııııuzu sallaya sallaya çıkıp girebilir misiniz? . . . "

Jaeques Clement içerledi. Soğuk bir tavırla:

- "Affedersiniz sayın peder! " Dedi. "Unuttu�ıı-1111:1: bazı şeyler var sanırım! "

Bourgoing hemen sözünü kesti:

9 1

- "Ne demek? Ne biçim sözler bunlar?"

- "Canım, ben buradan ayrılırken beni kutla-yan, hayırlı başarılar temenni eden siz değil miydi­

niz?"

Bourgoing ellerini göğe kaldırdı:

- "Aman yarabbi ! Saçmalamaya başladı, delir­

miş midir nedir'!" Diye söylendi.

Jacques Clcment hayretle karışık bir hiddet için­

de:

- "Efendim . . . Sizinle uzun boylu konuşmamış mıydık?" Diye bağırdı. "Kutlu kitabımızın din uğ­

runda işlenecek kötülükleri de iyilik saydığını söy­

leyen siz değil miydiniz?"

Bourgoing daha beter hayret etti:

- "Nasıl? Ne gibi bir kötülük işleyecektiniz bakayım? Bir de bana da mı leke sürmeye cesa­

ret ediyorsunuz? . . . "

Jacques Clement daha fazla dayanamadı:

- "Ben, Chartres'e Fransa Kralı Üçüncü Hen­

ri'yi hançerlemeye gitmedim mi? Siz de beni teş­

vik etmiyor muydunuz? . . . " Diye bağırdı.

- "Aman yarabbi! Allah kuru iftiradan sakla­

sın! .." "Bedbaht çocuk! .."

- "Ulu Tanrı adıııa yemin ederim ki ! .."

- "Susun diyorum size . . . Yemin etmeyin! .. İş-lediğiniz günah $(Ok büyüktür. Hemen odanıza çe­

kilip tövbe etmeniz, dualar okumanız lazım . . . "

Jacques Clement, kralı öldürmediği için kendisi­

ne ceza verilmek istendiğini anlamıştı. Boynunu büktü ve sesini çıkarmadan odadan dışarı çıktı. Fa­

kat kapıda, güçlü kuvvetli birkaç papazın çevresini aldıklarını görünce cezanın umduğundan daha ağır olacağını kestirerek savuşmak istediyse de, papazlar hemen kendisini sımsıkı yakaladılar. Bir tanesi:

92

- "Bizimle beraber çile odasına kadar gelecek­

sin! .." Dedi.

Çile odası müthiş bir yer, adeta bir zindandı.

J acques Clement kaçmak, kurtulmak istedi. Lakin papazlar kendisini hemen yakalayıp kıskıvrak bağ­

ladılar. Ağzına bir tıkaç soktuktan sonra sürükleye sürükleye götürdüler.

Bu esnada Bourgoing de tekrar odasına giren pa­

pazlara:

- "Zavallı kardeşimiz Jacques'in kafasını şey­

tanlar istila etmiş! " Dedi. "Bu halin bütün tarika­

timize yayılmasından korkarım. Çile mahzenine benden başka kimse girmeyecek . . . Onun söylediği saçmaları kimse duymamalıdır! "

Çile odası, manastırın mahzenlerinin de altında idi. Buraya kırk ayaklı bir merdivenle inilirdi. Ol­

dukça geniş bir yerdi. Tavanı basıktı. Yere büyük dört köşe taşlar döşenmişti. Taşların her birine pas­

lı bir halka iliştirilmişti. Bu taşlardan her birinin altında bir tabut bulunuyordu. Vaktiyle buraya manastır büyüklerinin ölüleri gömülürdü. Şimdi ise yargıçların önüne çıkarılmayacak kimselerin işle­

dikleri suçların cezası burada veriliyordu. Odada ne sıra, ne sandalya, ne de mobilya namına başka bir şey vardı. Hatta üstünde kıvrılıp yatmaya ya­

myacak bir parça ot bile yoktu. Jacques Ciement zifiri karanlık zindanda gezinirken su dolu bir tes-1 İ bulunca Bourgoing'in kendisine böyle bir ceza vermeyi evvelden düşünüp tasarlamış olduğunu an­

lııdı. Testinin yanında bir somun ekmek de hulun­

ı•n hiç şüphesi kalmadı ve kara kara düşünmeye koyuldu. Kendisini çile odasına attıkları sırada eli­

ni ayağını çözmüş, ağzındaki tıkacı da çıkarmı�lar­

ılı.

Fakat hu serbestlikten, böyle zifiri karıııılık

in

i11t ifnde etmeye imkan mı vardı ki ?

Jacques Clement başını ellerine dayadı. Dalgın bir halde kalakaldı.

Kendisinin, Tanrının bir meleği tarafından Üçüncü Henri'yi öldürmeye memur edildiğine inan­

cı tamdı. Üstelik öyle bir kudmu rastlamıştı ki bu kadın da, kilisedı� kendisine görünen meleğe ben­

ziyordu. Bu kutl ın ı sevmişti ve kendine çizdiği va­

zifede o kadımlun da teşvik görmüştü. Demek aşk da kendisini, Henri'yi iildürmeye zorluyordu . Öte yandan anasının öcünü alması için de Henri'yi öl­

dürmesi lazımdı. Bu kadar kuvvetli sebepler bir araya gelince, işleyeceği cinayetin kutlu bir ödev olmasına nasıl inanmazdı ?

Jacques Clement bu çeşit düşüncelerle zindanda, sayısını bilemediği uzun saatler geçirdi. Acıkınca kuru ekmek yedi, susayınca su içti. Sonra hücrede bir aşağı, bir yukarı dolaştı ve nihayet yorularak uykuya daldı. Uyandıktan sonra tekrar ekmek yedi ve su içti. Yine yattı . . .

Bir defasında uykusundan uyanıp da susuzluk hissettiği zaman testinin tükenmiş, ekmekten de hiçbir kırıntı kalmamış olduğunu gördü. Tekrar yattı. Yine ölçemediği, bilemediği uzun saatler geç­

ti. Açlık, gittikçe şiddetini artırdı. Susuzluk gittik­

çe dayanılmaz bir hal aldı ve saatler ilerledikçe Jaeques Clement kendisini açlık ve susuzluktan öl­

dürmek istedikle,ri düşüncesine saplanmaya başla­

dı. Gittikçe içini dehşet bürüdü. Gırtlağı kuruyup şişiyor, vücudunda en ufak bir kuvvet bile kalmı­

yordu.

Diişünüyordu. Buraya kapatıldığından beri bir

ay

geçmiş olmalıydı. Nasıl olmuş da ölmemişti?

Halbuki hakikatte zindana kapatıldığından beri beş gün, son damla suyu içtiğinden heri de üç gün geç­

mişti.

94

Bitkin bir halde taşlara serilmiş, uykuyla baygın­

lık arasında bir halde kalmıştı.

Birden, karşısında Marie De Montpensier'i görür gibi oldu. Gayet şık döşenmiş bir odadaydı. Rahat ve mükemmel Lir karyolaya uzanmıştı. Marie de Montpensier, odada bir hayal gibi geziniyordu. Jac­

ques Clement bunun bir rüya olduğunu ve uyanır­

sa herşeyi_n kaybolacağına eminde. İşin garibi, ar­

tık açlığın ve susuzluğun acısını da hissetmiyordu.

Karnı toktu. Kendisine hoş bir şey içirilmişti ve lezzeti hala damağındaydı. Marie'ye doğru ellerini uzatınca parmakları yumuşak kumaşlara değdi. O zaman rüya görmediğini, gözlerinin açık olduğunu ve hakikaten şık bir odada bulunduğunu anladı.

Fakat nasıl olmuştu da buraya gelmişti ? Bir tür­

lü anlayamıyordu.

J acques ellerini uzat tığı sırada Marie de Mont­

pensier gülümseyerek ona yanaştı . Bir eliyle Jac­

ques'iıı başını tutarak kaldırdı. Öteki eliyle altın bir kupa uzattı. Miişfik bir sesle:

- "Biraz daha içiniz! " Dedi.

Jacques Clement içtikçe ferahladığını hissetti.

Başını tekrar yastığa koydu. Bir şeyler söylemek istediyse de Marie kendisine sus işareti verdi ve al­

nından öptü. Jacques tir tir titrerken kadının söy­

lt>ndiğini duydu:

- "Uyuyunuz! Daha iyi olur! .."

Jacques bu sözleri dinleyerek gözlerini kapadı.

Uyandığı zaman gündüz olmuştu ve yine aynı cıılnda bulunuyordu. Artık eski halsizliği kalmamış-1 ı . Tamamen kuvvetlenmişti. Yatağın yanında, bir iHk.emlenin üstünde Chartres'de giymiş olduğu sii­

' ııri elbisesi duruyordu. Hemen yataktan nşıı�ıyıı ııı lnyarak giyindi. Hançerini aradı, hulammlı .

Eırıı-r ına bakındığı sırada odanın ortasına iki kişilik bir sofranın kurulmuş olduğunu gördü. Aynı anda da kapı açılarak içeriye Marie de Montpensier girdi.

Marie, topallığını gizlemek için sıçrar gibi yürüyor­

du. Jacques'e yaklaştı:

- "Nasılsınız Mösyö?" Diye sordu.

- "Ah Madam, acaba cennette miyim diyorum ...

Çünkü karşımda sizin gibi bir meleğin bulunması, başka türlü düşünmeme imkan vermiyor!"

Marie, şuh bir kahkaha attı:

- "Hayır!" Dedi. "Burası cennet değil. Sadece Montpensier konağı! Ben de melek olmaktan çok uzak bir günahkarım . . . Buyursanıza . . . Birlikte ye­

mek yiyelim. Sizin gibi bir din adamıyla yemek yemek benim için bir şeref olacak! "

Derken Jacques'e öyle baygın gözlerle baktı ki genç papaz içinin eridiğini hisseder gibi olarak is­

kemlelerden birine yığılıverdi.

Sofra fevkalade zengindi. En lezzetli yemeklerle şaraplar bir araya getirilmişti. Bütün bunların üs­

tünde Marie'nin beyaz ve mütenasip vücudunu mey­

danda bırakan dekolte elbisesi, Jacques Clement'in aklını başından alıyordu. Kadının çıplak kollan, gerdanı, mütenasip göğüsleri, Jacques'in bir türlü gözlerini ayıramadığı manzaralar halindeydi. Genç papazın, içini sönmek bilmez bir şehvet kaplamaya haşlıyordu.

Genç papaz, baharatlı yemeklerden yiyip Ma­

rie 'nin ardı ardına sunduğu şarap kadehlerini bo­

şaltıyor ve kadının gittikçe etkisini artıran işvele­

ri karşısında çılgına dönüyordu.

Fakat bu arada oldukça önemli şeyler de konuş­

muyor değillerdi. Marie'nin amacı papazı kendisi­

ne körü körüne esir etmekti. Konuşulan bütün ko-96

nular bu gayeyi üretmeye yarayacaktı. Fakat Jac­

ques Clement hiçbir şeyin farkında değildi.

Bir ara Marie:

- "Doğrusu size yolda rastladığıma çok sevını·

yorum!" Dedi. "Rastlamamış olsaydım imkanı yok dokuz günde ayağa kalkamazdınız . . . "

Jacques Clement şaşkın şaşkın sordu:

- "Nasıl dokuz günde? Ben dokuz gündür bu­

rada mıyım? Hiçbir şey hatırlamıyorum halbuki ... "

- "Elbette! Hummalar içinde yandınız. Sizi ya·

rı ölü bir halde sokakta bulduğumu, buraya getir·

diğimi hatırlayamamanızı tabii bulurum! "

- "Beni, yarı ölü bir halde sokakta mı buldu­

nuz? Aman yarabbi, nerede buldunuz?"

- "Paris'in göbeğinde. . . Akşamın saat onu ol.

mak Üzereydi. Sizin de bildiğiniz hir evden çıkmış buraya dönüyordum. Uşaklarım sizi görmüşler, ha·

her verdiler. Siz de hana Üzerinize hırsızların saldır­

dığından bahsettikten sonra kendinizden geçtiniz!"

Jacques Clement tamamen şaşalamış bir hiılde bakakaldı. Peki çile odasında geçirdiği günlere ne diyecekti? Birden aklına geldi:

- "Siz beni sokakta hangi gün buldun uzdu?"

Diye sordu.

- "Tam dokuz gün önce Chartres kilisesindeki törenin ertesi günü . . . "

Jacques Clement büsbütün afalladı. Chartres'deki alayın ertesi günü manastıra girmiş, çile zindanına tıkılmış ve kendi hesabına orada, en aşağı bir haf­

ta kalmıştı.

- "Allah Allah!" Dedi. "Demek beni sokakla baygın bir halde buldunuz ha? . . . Allahım sen he­

n im aklımı koru! "

97

Marie de Monlpensier güldü:

- "Amin! Ben de Chartres kilisesinde sizi bu­

lacağım yerde Şövalye de Pardaillan 'ı bulunca böy­

le dua etmiştim. . . Lakin size hiçbir suretle kırgın değilim . . . Yoksa sokakta lıulduğuın zaman kaldı­

rıp evime getirmezdim !"

- "Çok ıc�ekk ür

ederim Madam

... Fakat hence Henri

de

Valois'in hayatı kısa bir süre için uzamış­

tır. Clıartres'dc yapamadığımı başka bir yerde yap­

maya hazırım Madam! .. "

Marie de Montpensier 'in rengi uçtu. Yerinden kalktı. Gözlerinde garip bir ışık parlarken gelip.

Jacques Clement'in kucağına oturdu ve kollarını papazın boynuna doladı :

- "Sahi mi ?" Diye sordu. "Sahi, onu öldürme­

ye yine hazır mısınız? Chartres'de korktunuz san­

dımdı .. . "

- "Korku mu Madam? Ben korku bilmem . . . Onu Chartres'de benim elimden kurtaran sebep baş­

kadır! "

- "Nasıl bir sebep bu? . . . "

- "Bir adam Madam! Kolumu tutup

«Clenıent

bugün kralı iildiirnıe!»

Diyen bir adam. Hem öyle bir adam ki bana:

«Kral llenri'yi öldüreceğin han­