C
. palamutlarıyla açlıklarını giderir bir halde bıroasse ile Picouic'i, domuz yavruları gibi meşe ı-akmıştık. iki arkadaş bu garip yemekle karın-larını doyurduktan sonra civardakı bir dereden hol hol su içtiler. Picouic, hundan böyle palamuttan başka bir şey yemeyeceğine yemin ediyor, Croasse ise Montmartre sırtlarında mükemmel bakılıp beslene
cekleri bir yer olduğunu, hunu şimdi hatırladığını söyleyip duruyordu:
- "Tepedeki Benedictines manastırında benim için yanıp tutuşan kutlu bir kadın var . . . " Diyordu.
"Eminim ki rahibe Philomene, hana olan aşkı yü
zünden heni besleyip tavlayacaktır.
- "Senin hu kadına kendini sevdirmenin imka
nı yoktur."
- "Neden?"
- "Neden olacak, o kadar çirkinsin ki yüzüne bakanın, kırk yıl işi rast gitmez! "
Croasse hu söze hiç kızmadan şu cevabı verdi:
- "Zaten o da beni bunun için seviyor ya . . . "
İki arkadaş, böylece konuşa konuşa Montmartre sırtını bulmuşlardı. Hava güzeldi. Croasse önden, Picouic arkadan, manastırın duvarlarındaki çöküntü
lerden içeriye girdiler. Benedictines rahibelerinin
ek
tikleri tarlaları alıcı gözüyle seyrettiler. Cronssc'ııiıı gözüne bir-iki rahibe çarptıysa da hunların n rmııııclıı gi)nlüne, daha doğrusu midesine hizmet
cılcı·ı•k.
olıııı kadını göremedi. Philomene meydanlnrtln yoktu.il :ı
Böylece iki saat kadar geçti. Bu arada döküntü taşların üstüne oturmaktan başka çare bulamadılar.
Garip garip düşünürlerken Croasse birdenbire vak
tiyle Belgodere 'nin bekçilik ettiği, etrafı tahta perde
lerle çevrili köşkü hatırladı:
- "Şu tahta perdeli yere girelim . . . " Dedi. "Ara
dığımızı mutlaka orada buluruz! "
Vaktiyle orada Belgodere'den bir ton sopa ye
mişti. Çingene, acaba yine orada mıydı? Croasse, Belgodere'nin orada Violetta'yı beklediğine emindi.
Nitekim bu yüzden Şövalye de Pardaillan'a, kızın orada olduğunu haber vermiş. Şövalye de hiç şüphe
siz, kızcağızı alıp götürmüş olacaktı. Bu hesapça Bel
godere 'nin artık orada olmaması lazımdı ama ne olur ne olmaz . . . Şu tahta perdeye ihtiyatlıca yanaşmak ve Belgodere 'nin yüzünü görür görmez, tabanları kal
dırıp kaçmak en doğru işti.
Croasse, yavaş yavaş tahta perdeye yanaştı. Tah
taların aralıklarından içeriye göz attı. Görünürde kimseler yoktu.
Arkadaşının anlattıklarına bir türlü inanamayan Picouic:
- "Hani ya?" Diye sordu. "Şu dilber Philome
ne nerelerde ya?"
Fakat o, hu suali sorarken Croasse de birdenbire gerilemiş ve:
- "Bak!" Diye fısıldamıştı.
Picouic, gözlerini tahtanın aralığına uydurdu. Bir süre baktıktan sonra:
- "İçeride iki kız var . . . " Dedi. "Kaçmak isti-yormuş gibi bir halleri var . . . Fakat yüzlerini göre-medim! "
Croasse bir miiddet daha baktıktan sonra söy
lendi:
84
- "Kızlardan biri Violetta azızım . . . Ötekini ta
nıyamadım! Gel gidelim. . . Çünkü Violetta nerede ise Belgodere de oradadır. . . Ben palamut yemeyi sopa yemeye tercih ederim . . . "
Picouie:
- "Peki, öteki kız kim?" Diye sordu.
- "Vallahi ben orasına karışmam, gidiyorum! .."
Bu sözle birlikte dönüp gidecekti
ki
birdenbire arkalarından çatlak bir ses:- "Ne arıyorsunuz burada?"
Diye haykırınca Croasse, korkusundan taş kesil
miş gibi duraladı. Acaba sopa kafama mı, yoksa başka bir yerime mi inecek diye düşünürken, bu se
sin Belgodere'ninkine hiç benzemediğini kestirerek, yavaşça döndü ve dönmesiyle beraber:
- "A!.. Philomene! .." Diye haykırması bir oldu.
Picouic de hayret içinde dönmüş bakıyordu.
- "Vay canına! Sahi imiş be! " Dedi.
Philomene, Croasse'yi görür görmez, utanmış gi-bi bakışlarını yere indirmişti. Yalnız değildi. Ya
nında, köylü kıyafetinde cadı yüzlü, şüpheli bakışlı bir kadın daha val"dı. Bu kadın rahibe Marie-An
ge 'ydi. Ve çatlak sesiyle Croasse'yi ürkütmüş olan da o idi. Croasse deminki soruya cevap vermek lü
zumunu hissederek:
- "Aziz dostumuz Belgodere 'yi arıyorduk," de
di. "Bakalım sıhhati yerinde mi diyorduk . . . "
Rahibe Marie-Ange:
- "Kimmiş o Belgodere?" Diye payladı. "Burıı
ıln öyle birisi yok . . . "
- "Canım şu çingeneyi söylüyorum. Bıı r111l11 bekçilik ediyordu hani. . . "
115
- "Ha, o mu? . . . O zındık herif nıi ? . . . Allaha şükürler olsun defoldu gitti . . . "
Croasse, sözü değiştirmenin sırası geldiğine hük
mederek:
- "Ah
sevgil i Plıiloıncııc'ın ! " Diye bağırdı.'·Se
ni gör<liiğiiıne ne sevindim
bilsen! "
Ve kart kızın kendisini toparlamasına imkan bı
rakmadan kaldırdığı gibi iki yanağından şapır şu
pur öptü. Philomene, bu ani karşılaşmanın üstüne binen öpücüklerin etkisiyle büsbütün alıklaşmıştı.
Marie-Ange'ye gelince, hala aksileniyordu.
- '"Haydi bakalım! Rezil haydutlar! Defolun buradan bakalım! .."
Philoıncnc sevgilisini müdafaa etmek lüzumunu duydu:
- "Aman kardeşim, Mösyö Croasse haydut filan
<leğildir." Dedi. "Fevkalade güzel sesi vardır."
Marie-Ange biraz yumuşadı:
- "Peki burada ne arıyorsunuz bakalım?'' Diye sordu.
Bu soruya Picouic cevap verdi:
- "Ah bilseniz aziz Madam . . . "
- "Ben Madam değilim! .. Rahibeyim ben! .."
- "Ah bilseniz aziz rahibe! .. Arkadaşım iğne ip-liğe dönmüştü de onun üzerine kendisini buraya getirdim . . . "
"Neden iğne ipliğe dönüyormuş?"
- "Çünkü burada bir hazine bırakmıştı . . . "
Marie-Ange'nin gözleri parladı.
- "Hazine mi? Ne hazinesi? Ne kadar para vardı içinde? . . . "
86
- "Hayır muhterem rahibe . . . Öyle hazine
de-ğil. . . Bir aşk hazinesi . . . Bulunmaz bir sevgi hazi
· ı "
nesı ...
Eliyle rahibe Philomene'yi gösteriyordu. Philome
ne hu iltifatın verdiği utançtan bir kat daha alık
laşmıştı. Birdenbire Marie-Ange'nin telaşlandığı ve:
- "Kaçıyorlar! .. Şu iki dinsiz kız kaçıyor!" Di
ye bağırdığı duyuldu.
Gerçekten, tahta perdenin içindeki Violetta ile arkadaşı bir fırsatını bulup bahçeye fırlamış ve yı
kık duvarlara doğru koşmaya başlamışlardı. Picou
ic, rahibe Marie-Ange'nin gözüne girmek için bun
dan mükemmel bir fırsat bubmayaeağını hemen akıl etti. Leylek bacaklarını açtığı gibi bir-iki sıçra
yışta kızları önledi ve ikisini <le tam duvarın yarı
ğından fırlayacakları sırada yakalayarak bağırdı:
- "Nereye gidiyorsunuz edepsizler? Bu aziz ra-hibeleri bırakıp nereye gidiyorsunuz?"
İki genç kız, dehşet içinde duraladılar. Violetta:
- "Eyvah! Yakalandık Jeanne!" Dedi.
Sonra Picouic'e haktı. Hemen tanıdı. Gerçi Pi
couic de Belgodere'nin zulmü ve kırbacı altında ça
l ışanlardandı ama Violetta bu inceliği bilmezdi ve Uclgodere'nin yanındakilerin hepsini zalim olarak tanırdı. Şimdi de Picouic'i burada görünce, Belgo
ılrre 'nin de oralarda olacağını sanmış, dehşet için
de kalmıştı. Lakin tam hu esnada hiç ummadığı l ı i r şey oldu. Picouic, kızcağızın kulağına eğildi ve ynvaşça:
- "Korkmayın! " Diye fısıldadı. "Ben size dü11-ııınıı değilim. . . Çünkü Şövalye de Parclaillnn 'lıı Mii:;yö le Dük d'Angouleme'nin yanlarında �·ıılı�ı
rn ı ı . Sizi kurtarmaya geldim. Fakat şimdi ııiı.t•
ıliiı;<-11111 ıı ınışım gibi görünmeye mecburum ."
117
Violetta 'nın gözlerinde sevinç ışıklan belirdi. Pi
couic sertlendi:
- "Haydi bakayım ! Düşün önüme bakayım ke
pazeler! .. Sizi şu sayın rahibelere teslim edeyim! .. "
Bu esnada Marie-Ange de soluk soluğa yanlarına koşmuş, Picouic'e:
- "Ah sayın Mösyö!" Diyordu. "Tanrı sizi be
nim imdadıma gönderdi. Siz olmasaydınız bu kafir
ler elimden kaçacaklardı . . . Ben ne yapardım son
ra? . . . "
Picouic, artık Marie-Ange'yle arasının kolay ko
lay bozulamıyacak kadar iyileştiğini kestirerek iki kızı önüne kattı, götürüp tahta perdeye kapadı. Ma
rie-Ange de peşinden gelmişti. Picouic'in, sıska yü
züne, uzun burnuna bakıp soruyordu:
"Sizin adınız nedir Mösyö?"
- "Her zaman emrinizde oln Picouic ! ..
güzel bir sesim vardır. Kilise şarkılarını iyi bilirim . . . "
Gayet da çok
Sözünü bitirir bitirmez de hemen bir ilahi oku
maya başlamıştı. Marie-Ange, çatlak bir sesle söyle
nen bu ilahiyi derin bir saygı içinde dinledi. Za
ten şarkının yarısında Croasse de katılmış, Philo
mene 'ye gelince, ikide bir:
- "Ne ses yarabbi! Ne ses! .. "
'
Diye söylenmeye koyulmuştu.
İki arkadaş, böylece karın doyurmak ıçın her türlü fırsatı elden kaçırmayarak, iki kart bakirenin gözüne iyice girdiler. Hatta, artık buradan ayrılma
yacaklarını, şu iki kızın bekçiliğini yapacaklarını ve tarla işlerinde rahibelere yardım edeceklerini de söylediler. Rahibe Philomene ile Marie-Ange, iki adama yatacak bir yer gösterdikten sonra gidip bir hayli yiyecek de getirdiler. Yalnız, Croasse ortalık-flB
ta şarap şişesine benzer bir şey göremeyince dayana
madı:
- "Siz burada ne içersiniz?" Diye sordu.
Marie-Ange:
- "Su!" Dedi. "Şarap, yalnız, manastır haşrahi
hesinin özel mahzeninde vardır!"
Picouic:
- "Bu mahzen girilmez bir yer midir?" Diye sordu.
Philomene:
- "Girilmez bir yer olsaydı, biz de sık sık gırıp çıkamazdık." Diye cevap verdi. "Şimdiye kadar ora
dan az mı şarap aldık? Size de günde iki şişecik uydururuz."
Bir saat sonra iki arkadaşın şarapları da gelmiş
ti. Philomene'yle Marie-Ange ayrılıp gidince Croas
se kıtlıktan çıkmış gibi yiyeceklere saldırdı ve ar
kadaşına:
- "Gördün mü ya?" Dedi. "Bu itibar, hep hana yapılıyor."
Picouic, hayran:
- "Vallahi sen müthiş adammışsın Croasse! "
Dedi. "Ummazdım doğrusu . . . "
- "Sen ne sanıyosun he? Bende hem zeka var, hem de cesaret . . . Evvelce hen de kendimde böyle şeyler olduğunun farkında değildim ama . . . Farkı
na vardıktan sonra hu meziyetlerimden yararlanmaya haşladım."
Picouic:
- "Bana hak! Zekiindan iyice istifade etmesini hilirsen biz zengin de oluruz . . . " Dedi.
- "O nasıl iş öyle?"
- "Gördün ya Violetta burada . .. llnllıııki
Miİ14·
1111
yö de Pardaillan'la Dük d'Angouleme harıl harıl onu arıyorlardı . . . Kendileri şimdi Bastille'de . . . Eğer oradan çıkabilirler ve biz de Violetta'yı onlara tes
lim edersek müthiş para alırız . . . "
Croasse'nin gözleri açıldı :
- "Mükemmel iş! " Dedi. "Desene biz cennete düştük! Hem burada mükemmel surette beslenece
ğiz, hem de sonunda zengin olacağız. . . Sana bir şey söyleyeyim mi ? Şu Violetta 'da bir iş olduğun
dan ben de ne zamandır şüpheleniyordum doğru-su . . . "
- "Elbette var! Zengin bir ailenin kızı olduğun
dan eminim. Kimbilir, belki anası babası da onu arayıp duruyorlardır. Bulanlara ne mükafatlar ve
rirler kimhilir. . . Hele şimdi şurada bir adamakıllı beslenelim de sonra işe girişiriz! . . . "
- "Beslenelim kardeşim beslenelim! Philomene'
nin yemekleri, meşe palamutlanyla Belgodere'nin çakıl taşlarından çok daha iyi olduğundan eminim ! "
90