• Sonuç bulunamadı

Rükün ve Şartların Belirlenmesi

BÖLÜM 2: BELİRSİZLİĞİ GİDERMEYE YÖNELİK TAKDİRLER

2.1. Tayin Yoluyla Belirsizliğin Giderilmesi

2.1.5. Bazı Vaz’î Hüküm Unsurlarını Belirleme

2.1.5.1. Rükün ve Şartların Belirlenmesi

Kâsânî’ye göre rükün ve şart ayrımında temel prensip/kural şudur: Birbirinden farklı unsurlardan oluşmuş ve yeni bir isim kazanmış olan bir mürekkebi oluşturan unsurların/manaların her biri bir rükündür. İlgili unsurların bir araya gelmesiyle oluşan bütün için, ilgili unsurlar birlikte bulunduğunda bu bütüne verilen isim kullanılabilir olur. Diğer bir anlatımla, birbirinden farklı ve husûsî isimleri bulunan ögelerin bir araya gelmesiyle oluşan birleşik yapı, yeni bir anlam kazanarak husûsî bir isimle anılmaya başlar. Oluşan birleşik yapı ve onun ismi, onu oluşturan anlamların, dolayısıyla anlamların isimlerinin bir araya gelmesiyle kuruludur. Bu şekilde oluşan mürekkep/birleşik yapıdaki her bir unsur yapının bir rüknüdür. Örneğin, bir evin rükünlerini düşündüğümüzde, o evin esasını oluşturan temelleri, direkleri, tavanı gibi ögeler/unsurlar akla gelir. Beş duyuyla anlaşılan, somut özelliğe sahip bu unsurların bir araya gelmesiyle oluşan mürekkep yapı ev manasını taşır ve ev adını alır. Aynı doğrultuda, mesela bir satım akdindeki icâb ve kabul, bu akdin rükünleridir.

Kendisi itibara alınan ancak oluşan birleşik yapının isminde kullanılmayan unsurlar ise şarttır. Nikâh akdinde şahitlerin şart olması böyledir.

499

Genel yaklaşımımız bu olmakla birlikte, takdîrî durumun bir yöntem olarak kimi yerlerde hükmün belirlenmesine yönelik olarak kullanıldığını da yeri geldikçe belirtmekteyiz. Özellikle bu hususu konu alan müstakil bir çalışmada, fıkıh usûlünde önemli yeri olan illetin tayini konusunun detaylıca ele alınması yerinde olacaktır.

Bu tanımlar uyarınca, örneğin namaz ibadetini oluşturan kıyam, kıraat, rukû, secde gibi, biri bitip diğeri başlayan gerekli unsurlar rükün, namazda başından sonuna kadar devam eden unsurlar ise şarttır.500

Bedâiʽde konu anlatımlarına girilmeden önce kitapların/bölümlerin başında gayet

detaylı tasnifler yer alır. Bu tasnifler konunun sistematik bir şekilde sunumunu sağlar. Ancak Bedâiʽ özelinde bundan daha önemli olan dikkat çekici husus şudur: Rükün- şart ayrımı başta olmak üzere, Bedâiʽdeki tasniflerde Kâsânî’nin kendisine has bir yaklaşım sergilediği görülür. Müellifin kullandığı “rüknün şartları (نكرلا طئارش)” tabiri ve buna göre yaptığı tasnifler, gerek mezhep içi gerek mezhepler arası açıdan orijinaldir. Abdest, namaz rükünleri ve hac hakkındaki tasniflerde “aslî rükün (يلصلأا نكرلا)”501 tabirini kullanımı da böyledir.

Örneğin hacda ihrama girmek, Şâfiîlerde rükün olarak görülürken502 Hanefî fürû eserlerinde bu şart olarak zikredilir.503

Kâsânî ise ihramı haccın rükün şartlarından biri olarak değerlendirir. Bu izahlar sadedinde ve “ihram” örneği özelinde önce rükün-şart tayini konusunu, ardından yukarıda değindiğimiz vaz’î hüküm unsurlarının kriter olma özelliğini ve “hacta yol emniyeti” örneği özelinde vücûb şartı- edâ şartı konusunu irdeleyelim.

Rükün ve Şart Ayrımı Açısından İhram

Kâsânî haccın rükün şartı olarak Müslüman olmak (bu aynı zamanda haccın vücûb şartı ve edâsının cevaz şartıdır), âkil olmak, niyet etmek ve ihrama girmeyi sayar. İhramlı olmak aynı zamanda hac fiillerinin edâsının cevaz şartıdır. İmam Şâfîî’ye göre ise ihram rükündür. Yani hac fiillerinin bir parçasıdır. Buna göre ihrama girmenin zamanı Şâfîî’ye göre hac aylarıyken Hanefîlere göre bu tüm senedir. Şâfîî’ye göre muvakkat ibadet fiillerinin vaktinden önce edâsı caiz değildir. Durum tıpkı vaktinden önce namaz kılmak gibidir. Hanefîlere göre ise kerahetle birlikte hac aylarından önce ihrama girmek caizdir.

500

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 501.

501

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 215, 534; III, 58, 189, 281; IV, 112.

502

Nevevî, Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref, Minhâcu’t-tâlibîn, 1. Baskı, Beyrut: Dâru’l-minhâc, 1426/2005, s. 204.

503

Alâaddîn Semerkandî, Tuhfetü’l-fukahâ, 3. Baskı, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2009, c. I, s. 390; Merginânî,

Hidâye, I, 159; Mevsılî, Ebû’l-Fazl Mecdüddîn Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyar li ta’lîli’l-muhtar, İstanbul, t.y., I,

Çünkü ihram, hac fiillerinin edâsı için cevaz şartıdır. Dolayısıyla edâ vakti girmeden önce bulunabilir. Sonuç olarak Hanefîler açısından hac ayları girmeden ihrama girmek, tıpkı namaz vakti girmeden evvel abdestli olmak gibidir.504

Kâsânî bu konuyu bina (hac fiillerinin yeri geldikçe birbiri ardından îfâ/edâ edilmesi) ve ibtida/başlangıç olarak iki bölümde ele alıp tartışır. Konunun binasına ilişkin Şâfîî’nin gerekçesi şöyledir: Hac ihramına giren kimseye onu tamamlaması emredilmiştir. Aynı durum namaz için de geçerlidir. Namaza başlayana da tamamlaması emredilmiştir. Şayet ihram hac fiillerinden olmasaydı onu bitirmek değil başlamak emredilirdi. Bu da ihramın haccın rüknü ve diğer hac fiillerinin sürdürülebilmesi için haccın edâsının bir cevaz şartı olduğunu gösterir.

Hanefîlere göre ise kendisine esas itibar edilen şey rükündür. Bir şeyin rüknü olan unsur, ismini/anlamını ilgili olduğu o şeyden alır. Yani rükün olan unsur ile bu unsurun kendisine rükün olduğu iş, işlem (ibadet, muamele) arasında yakın bir alaka bulunur. Kâsânî bu yakınlığın rüknü tayinde önemli etkisi olduğu fikrini taşımaktadır. Hatta bu yakınlık dolayısıyla bazen rükün ile rüknün ilgili olduğu şey, aynı isimle zikredilebilir. Zira isimleri farklı olsa da bunlar işin özünde aynı anlamı ifade etmektedirler. Rükün olan unsurun belirlenmesinde mukaddirin itibarı büyük önem taşır. İtibar ise öncelikle konu hakkında Şariʽnin zikrettiği isimlere/hususlara dayanır. Bu bağlamda rükün, oruç için imsakta olduğu gibi tek/aynı manada olabileceği gibi; namaz için kıyam, kıraat, rukû ve secdede olduğu gibi ya da satım akdi için icab-kabulde olduğu gibi müteaddid/değişik manalarda da olabilir. Belirtildiği üzere bu noktada mukaddirin itibarı, diğer bir ifadeyle itibara alınan unsurlar kilit role sahiptir. Namaz için taharetin, nikâhta şehadettin itibara alınması böyledir.

Hac ibadetinde bu itibar/isim ihramdan değil, Arafat vakfesinden ve ziyaret tavafından alınır. İlgili ayetteki505

تيبلا جح ifadesindeki izafet Kâbe ziyaretini; ةفرع جحلا hadisi de Arafat vakfesinin itibara alınmasını gerektirir. Görüldüğü üzere ihram için hac ismi kullanılmamıştır. Hacda bu iki unsur, yani ziyaret tavafı ve Arafat’ta durmak, rükün olarak itibara alınınca ihram şart olarak kalır. Esasında Şâfîî, hac fiillerinin sürdürülebilmesi için ihramı edâ şartı kılmıştır. Ancak onun “ihrama girdikten sonra

504

Kâsânî, Bedâiʽ, III, 151; Merginânî, Hidâye, I, 159.

505

tamamlanması emredildi” sözü, Hanefiler tarafından sakıncalı görülür. Hanefiler Şâfiî’nin aksine ihrama girildikten sonra hac fiillerinden bir şeyi edâ etmedikçe onu tamamlamanın emredilmediği görüşünü taşımaktadır.

İbtidaya gelince, Şâfîî nazarında “Hac bilinen aylardır.”506

ayeti uyarınca hac vakti belirli aylardır. Çünkü haccın kendisi aylarca olamaz. Zira hac bir fiil, aylar ise süredir. Şâriʽ Teâlâ hac vakti için belirli ayları tayin etmiştir. Şer’î literatürde hac, şartlarıyla birlikte bu fiillerin tamamının ismidir. Bu şartlardan biri de ihramdır. Bu sebeple ihramın vaktinden önceye alınması caiz değildir.

Hanefîler nazarında ise “Sana hilalleri soruyorlar. De ki, onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.”507

ayetinin zahirine göre ayların tümü hac için vakit olabilir. Buna göre tüm vakitlerde hac fiillerinin edâsı için ihrama girmenin cevazı gerekli olur. Ancak Hanefîler hac fiillerinin edâsına ilişkin bu ayların tahsisini başka bir nass ile tayin eder. O da “Hac bilinen aylardır.”ayetidir. Bu durumda her iki nass ile amel edilir. Böylece Hanefîler tarafından delil getirilen ilk ayet şart olan ihrama; Şâfîîlerin delil olarak sunduğu ayet ise amellerin kendisine hamlolunur. Bu, mümkün olduğu ölçüde her iki nasla da amel etmenin bir sonucudur. Zira hac, husûsî bir mekân ve zamanda edâ edilir. Ayrıca hac mekânı dışında ihrama girmek icma ile caizdir. O halde hac zamanı dışında da ihrama girmek caizdir. Ancak İbn Abbas’ın “İhrama sadece hac aylarında girmek haccın sünnetlerindendir.” rivayeti uyarınca, sünnete aykırı bu davranış mekruhtur. Bu kerahet bizatihi vakitten kaynaklanmaktadır.508

Kriter Olması Yönüyle Hacca Yönelik Şartlar

Kâsânî ve Hanefîler nezdinde bir kimseye haccın farz olması için gereken şartlar şunlardır: Ergenlik çağına ulaşmış, akıllı, hür, beden sağlığı yerinde olan her Müslüman erkek ve kadının; gerekli yol azığı ve bineğine sahip olup yol emniyeti de bulunduğunda hayatlarında bir defa hac yapmaları farzdır.509 Sayılan bu şartlar, hükmün müteallakı/ mahalli olan unsurlara yani kişi, iş, işlem ve olaya yönelik kriterlerdir. Yol azığı ve

506 Bakara, 2/197. 507 Bakara, 2/189. 508 Kâsânî, Bedâiʽ, III, 151-152. 509

bineğe sahip olma şartı/kriteri şu hususları kapsar: Kişinin Mekke’ye gidip dönecek mali gücü bulunmalıdır. Seyahat yürüyerek değil bir binekle gerçekleştirilecektir. Kişinin kendisi için konaklama, hizmetçi, binek, dönemin şartları gereği silah, elbise ve eşya giderleri; geride kalan aile fertleri ve hizmetçilerin gıda ve giyim nafakası giderleri ve borçlarını ödedikten sonra israf ve kısıtlama yapmadan bu yolculuğu gerçekleştirmek için mali imkânı olmalıdır.510

Görüldüğü üzere Kâsânî’nin belirttiği bu kriterler, yolculuğa yönelik iş ve işlemler yanında hayatın diğer sosyal olaylarını da kapsar. Tüm bu iş, işlem ve olaylarda tayin ve tahdid anlamında çeşitli takdir uygulamaları söz konusudur. Mesela kişinin geride bıraktığı aile fertleri için nafaka temini süresi hakkında bazı Hanefî fukahası bunu bir yıl, bazısı bir ay olarak tahdit eder. Kâsânî bu takdirlerin Mekke’ye yakınlık ve uzaklığa bağlı olarak değişeceği için gerekli olmadığını, itibara alınan hususun gidip dönünceye kadar olan süre olduğunu söyler.511

Hac Yolunun Emniyeti

Bir kısım Hanefî fukahası, hac yolunun emniyetli olması şartını, gerekli yol azığı ve bineğine sahip olmayla aynı konumda değerlendirerek/takdir ederek, bunun haccın vücûb şartlarından olduğunu söyler. Diğer bir kısım ise bunun vücûb değil, haccın edâ şartlarından olduğu görüşüne sahiptir. Bu ihtilafın etkisi/semeresi, hayatı boyu yol emniyeti bulunmadığı için hac yapamayan bir kimsenin, kendisi için hac yapılmasını vasiyet etmesi durumunda ortaya çıkar. Buna göre; yol emniyetini haccın edâ şartı olarak görenler nezdinde, ilgili kişinin hac vasiyetinde bulunması gereklidir. Yani yolun güvenli olmaması, ilgili kişinin zimmetinde haccın bir borç (farz) olmasına mani değil, ancak o sürede hac yapma yükümlülüğüne manidir.512

Yol emniyetini haccın vücûb şartı olarak görenlere göre ise ilgili kişinin hac vasiyetinde bulunması gerekli değildir. Zira hac yapmak bu kimseye farz olmamıştır. Bu sebeple zimmetinde hac borcu bulunmadığından ilgili kimsenin böyle bir vasiyette bulunma mecburiyeti bulunmamaktadır.513 510 Kâsânî, Bedâiʽ, III, 52. 511 Kâsânî, Bedâiʽ, III, 53. 512

Merginânî, Hidâye, I, 135. Açıklama için bkz., El-Hidaye Tercümesi, II, 10.

513