• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: BELİRSİZLİĞİ GİDERMEYE YÖNELİK TAKDİRLER

2.2. Tahdit Yoluyla Belirsizliğin Giderilmesi

2.2.1. Mekânsal Tahditler

2.2.1.1. Nass Kaynaklı Mekânsal Tahditler

Hüküm içeren bir nassı anlamaya yönelik takdirler lafzî takdirlerin, hükmün uygulanmasına yönelik takdirler ise takdîrî durumun konusudur. Vücûb ifade eden bir nassın tatbikinde ortaya çıkan belirsizlik, ancak re’y/ictihad yoluyla giderilebilir. Bu bağlamda tahdit yoluyla gerçekleştirilen takdirlerden istifade edilir. Abdestte yüzün ve

kolların yıkanması örneği üzerinde bu hususu analiz etmeye çalışalım.

518

İbn Âbidîn, Muhammed Emin, Reddül’l-muhtâr ala’d-Dürri’l-muhtâr, 2. Baskı, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1412/1992, I,

362vd.

519 Komisyon, el-Müncid fi’l-lügati’l-Arabiyyeti’l-muâsıra, s. 259-261.

520 Kâsânî, abdestte yıkanması gereken bir aza olan yüzün tanımını yaptığı bir bağlamda bir şeyin tahdidinin, dil

açısından lafzın kendisinden haber verdiği şey olduğunu söyler. Bkz. Bedâiʽ, I, 94. Dolayısıyla tahdit de bir tür tanımlamadır ve bu açıdan tanımlama yoluyla tayin ile eşdeğer olduğu söylenebilir. Ancak takdîrî durum özelinde bunların tamamen aynı anlamda kullanılmadığı, konumuz özelinde tahdidin zaman ve mekân kaydına bağlı olarak tayinden farklı bir hususiyet taşıdığı görülür. Bu nedenle tahdit yoluyla belirsizliğin giderilmesini ayrı bir başlık olarak ele aldık.

Ayette521 geçen “...ِقِفاَرَمْلا ىَلِإ ْمُكَيِدْيَأَو ْمُكَاوُجُو اوُلِسْغاَف...” ifadesi uyarınca abdestte yüz ve kolların yıkanması zorunludur. Ancak bu azalarda yıkanması gerekli sınırların belirlenmesine, yani uygulamada karşılaşılan belirsizliğin giderilmesine ihtiyaç duyulur. Buradaki belirleme yüz için re’y ağırlıklı; kollar için ise nassın içerdiği tahdit çerçevesinde yapılan ictihadla gerçekleşir. Yüz; saç bitiminin başladığı yerden çene altına kadar ve (enlemesine) iki kulak yumuşağı arasında kalan yer olarak tahdit edilir. Sınırların belirlenmesi yoluyla re’ye dayalı bu tanımlama, Kâsânî tarafından doğru, gerçeğe uygun bir tahdit olarak ifade edilir.522

Kolların yıkanmasına gelince, emir “yed ( دَي)”in yıkanmasıyla ilgilidir. “Yed (el)” ise parmak ucundan koltuk altına kadar olan âzânın adıdır. Nass eğer dirseği zikretmemiş olsaydı tüm bu âzânın yıkanması gerekecekti. Ancak “dirsek (قفارملا)” lafzının zikredilmesi, yıkama hükmünün dirsekten sonrası için düştüğünü gösterir. Yoksa dirsek mutlak olarak el kapsamında bulunduğundan hükmü dirseğe kadar yaymak için zikredilmiş değildir. Bu çerçevede nasta yer alan lafızların belirlediği ölçülere/sınırlara göre amel edilmiş olur.523

Oruç ile ilgili ayette524 “ليللا ىلإ” lafzının zikredilmesi ile buradaki durum birbirinden farklıdır. Zira “ليللا ىلإ مايصلا اومدأ” ifadesiyle orucun süresi belirlenmektedir. Yoksa emrin muktezası gerçekleşmezdi. Zira “ليللا ىلإ” lafzının zikredilmesi kendini tutma/savm hükmünün uzatılacağı sınırı gösterir.525

Kâsânî’nin hocası Alâaddîn Semerkandî, (ö. 539/1144) “قفارملا ىلإ” ve “ليللا ىلإ” tartışması bağlamında dirseğin yıkanması konusunda ihtiyatı önceleyen bir yaklaşım

521

Mâide, 5/6.

522 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 94.

523

Kâsânî ve Merginânî, abdestte kolların ve ayakların nereye kadar yıkanması gerektiği konusunu gâye (ةياغلا) ve mügayyâ (ايغملا) terimleri kapsamında ele alır. Konuya ilişkin başta Hidâye şerhleri olmak üzere mufassal fürû fıkıh eserine bakıldığında çeşitli yaklaşımlar sergilendiği görülür. Lafzî/lügavî açıdan yapılan teknik izahlardan birine göre ىلإ harfi cerrinden sonra gelen lafız gâye; ىلإ harfi cerrinden önceki lafız ise mugayyâ olarak nitelenir. Kâsânî, gâyelerin (تاياغلا) yani hedef, limit, son sınırı gösteren lafızların hükme dâhil olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrıldığını söyler. Örneğin “felanı baştan ayağa gördüm”, “balığı başından kuyruğuna yedim”, denildiğinde ayak ve kuyruk hükme dâhildir. Buna göre abdest ayetindeki gâye, tercih edilen yaklaşıma göre hükme dâhil olabilir de olmayabilir de. Ancak Kâsânî dirseğin, “yed”in bir parçası olduğu için, “yed” için sabit olan hükmün gâyesine elverişli olmadığına kaildir. Öte yandan hocasının benimsediği yaklaşımı da dikkate alan müellif, gâyeyi ihtiyaten hükme dâhil ederek dirseklerin yıkanması gerektiğini belirtir. Bkz. Kâsânî, Bedâiʽ, I, 99; Merginânî, El-Hidâye

Tercümesi, I, 14-15. 524

Bakara, 2/187.

525

sergiler. Alâaddîn Semerkandî, dirseğin bir eklem olduğu için hem parmaklara hem pazuya doğru olan iki kısmı da kendisinde topladığını belirtir. Bilekten dirseğe kadar olan kısmın (دعاس) yıkanması vacip, pazunun yıkanması ise vacip değildir. Bu iki uzuv arasını ayırma imkânı da yoktur. Bu sebeple yıkanması gereken kısmın tam olarak belirlenmesi problemini bertaraf etmek için ihtiyaten dirseklerin de yıkanması gerekir.526

Hac ibadeti hem zamansal hem mekansal tahditler içeren ve kaynağı nass olan açık

örnekler sunar. Mesela, mîkatlar527 mekansal tahditler için açık bir örnektir. “Hac Arafat’tır.”528 hadisi uyarınca Arafat’ta vakfe haccın aslî rüknüdür.529 Hz. Peygamber durulacak yerin ve sürenin sınırlarını açıklamıştır. Buna göre Arafat vakfesi mekân olarak Urene Vadisi hariç olmak üzere tüm Arafat bölgesidir. Müzdelife vakfesi ise Muhassir Vadisi haricinde kalan bölgede yapılır.530

2.2.1.2. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle Mekânsal Tahditler

Teyemmüm için sudan uzaklık sınırının belirlenmesine yönelik yapılan takdir, zarûret ve ihtiyaca dayalı mekansal bir tahdit örneğidir. Ayrıca burada kriter belirleme de söz konusudur.

Kâsânî, abdest veya gusül için yeterli suyu bulamamayı teyemmümün rükün şartı olarak görür. Suyu bulamamak veya suyun olmaması iki türlüdür. Su, ya sûret ve mana olarak yoktur ya da sûret olarak mevcut olmakla birlikte mana olarak yok menzilesinde takdir edilir. Suyun gerçekten bulunmadığı ilk durum, suyun ilgili şahıstan uzak olması anlamına gelir. Tahdit yoluyla gerçekleştirilen bu takdirde uzaklığın sınırının belirlenmesi, suyu bulamamak teyemmümün rükün şartı olduğu için zarûrîdir.

526

Alâaddîn Semerkandî, Tuhfetü’l-fukahâ, I, 9.

527

Mîkat, hacca giden kimsenin ihrama girmeden geçmesinin caiz olmadığı mekânsal sınırları gösterir. Medine tarafından gelenler için Zülhuleyfe; Irak tarafından Zâtüırk; Şam tarafından Cuhfe; Necid tarafından Karn; Yemen tarafından Yelemlem olarak Hz. Peygamber tarafından belirlenen beş yer mikat sınırlarını oluşturur. Bkz. Merginânî,

Hidâye, I, 136. 528

İbn Mâce, “Menâsik”, 57 (Hadis No: 3015); Tirmizî, “Hac”, 57 (Hadis No: 889); Nesâî, “Menâsik”, 203 (Hadis No: 3016).

529

Kâsânî, Bedâiʽ, III, 58.

530

Kâsânî, Bedâiʽ, III, 62. Urene Vadisi’nde vakfe mekruh, güneş batıncaya dek Arafat’ta kalmak vaciptir. Bkz.

Kâsânî suyun uzaklık sınırının Zâhiru’r-rivâye’de zikredilmediğini söyler. Ancak İmam Muhammed’den bunun bir mil olduğu rivayet edilmiştir. Hasan b. Ziyâd ise su eğer önünde ise iki mil, sağ veya solunda ise birer mil olarak takdir eder. Bazıları bu sınırı mukîm ve yolcu için ayırmıştır. Mukîm için her hâlükârda bir mil, yolcu için sağ ve sol yönlerinde yine bir mil, önünde ise iki mildir. Ebû Yusuf’tan rivayet edilen görüşe göre su, bir kimse eğer kervandan uzaklaştığında o kervanın sesini, insan ve hayvanların bağrışmalarını duyabilecek bir mesafede ise yakın, bu sesleri duyamayacak mesafede ise bu uzaktır. Kerhî (ö. 340/952) ve diğer bazı âlimler, bu sınırı suya sahip olan kimselerin sesini duyup duymamaya göre takdir ederler. Kimi âlimler ise bir fersah, kimi ezan sesinin duyulması mesafesi, kimisi de şehirden çıkan birine şehrin ucundan haykırıldığında duyulmuyorsa bu mesafeyi uzak kabul eder.531

Zikredilen tüm bu kriterler/görüşler, mekânsal tahdit yoluyla hükmün uygulanmasına ilişkin belirsizliğin giderilmesine yöneliktir.

Suyun yakınlık ve uzaklığını, yani mekânsal tahdidi Hanefîlerin üç imamı itibara alır. İmam Züfer ise vaktin bekası ve çıkışını, yani zamansal tahdidi itibara almaktadır. Ona göre vakit çıkmadan suya ulaşılabilirse su uzakta olsa bile teyemmüm caiz değildir. Eğer vakit çıkmadan önce suya ulaşılamayacaksa, su yakın olsa bile teyemmüm caizdir.532

Meclis, Şeriatta dağınık şeyleri birleştirici, toplayıcı kılınmıştır. Tilâvet secdesi, ramazan orucu keffâreti, ihram yasaklarını (aynı mecliste) ihlal, satım akdinde icab-kabul, muhayyerlik gibi konularda, meclis birliği anlayışı uyarınca ayrı ayrı olan fiillerin hukûken birlikte olduğu telakki edilir.533

Ancak meclis ortamındaki fiillerin değişimi ile meclis de değişir.534

Meclis Hanefîler nezdinde mekânsal boyutta, Şâfiîler’de zamansal boyutta tasavvur edilir535

ve bu tasavvurun fürû fıkıh pratiklerine yansıyan pek çok örneği bulunur.

531

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 315-316. Suyun uzaklığının bilinmesi kesin bilgiye veya zann-ı gâlibe veya da âdil bir kimsenin verdiği habere dayalıdır. Aksi halde sorup araştırmak gerekir. Suyun uzaklığı bilinmediği durumlara ilişkin uygulamalar ve görüşler için bkz. Kâsânî, Bedâiʽ, I, 317, 318.

532 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 318. 533 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 235; III, 229. 534 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 738. 535

Cemaatle kılınan namazda imama uymak için mekân birliğinin bulunması iktidanın cevaz şartlarındandır. Aslında herkesin namazı ayrıyken, imam ve muktedinin namazlarının bir takdir edilmesi, mekân birliği vasıtasıyla gerçekleşir. Mescit şer’an mekân olarak tek kabul edilir.536 Kişi mescitte bulunmaya devam ettiği sürece mekânın hükmü değişmez, aynı meclis hükmü sürer.537

Evinde uygun bir yeri kendisine ibadet mahalli olarak belirleyip orada itikâfa giren bir kadın, insani ihtiyaçları dışında bu mahalden ayrılamaz. Zira belirlenen yer, o kadın için mescit hükmündedir.538

Tilâvet secdesi konusunda meclis birliği dikkate alınır. Secde gerektiren ayetin aynı mecliste birden fazla okunması durumunda, okuyan ve dinleyenin bir secde yapması yeterlidir.539

Akitlerin kuruluşunda da meclis telakkisinin önemi büyüktür. Kâsânî, akdin inikad şartları arasında akdin yapıldığı mekâna raci olan şart bulunduğunu, bunun da meclis birliği olduğunu ifade eder. İcab ve kabul uyumunun gerçekleşmesi için irade beyanlarının tek mecliste, ilgili pazarlık/oturum değişmeden gerçekleşmesi gereklidir. Bu bağlamda meclis birliği, tarafları ve irade beyanlarını kapsayıcı unsur olarak telakki edilir. Hâzırlar arasında oluştuğu gibi gaipler arasında, gerçekte bir akit meclisi oluşamadığı durumlarda örneğin elçi, mektup ve diğer iletişim araçları kullanılarak yapılan akitlerde, zarûret sebebiyle meclis birliği edâ edilmiş sayılır.540

Mesela, nikâhın akit mekânına ilişkin inikad şartı meclis birliğinin olmasıdır. Zira belirtildiği üzere akdi yapan tarafların irade beyanlarının birbiriyle irtibatı, meclis birliği ile tesis edilir. Gerçekte taraflar birbirlerinden ayrı olsalar da mekâna dayalı meclis birliği tasavvuru, onları bir hükümde toplamaktadır. Dolayısıyla hukûkî açıdan karşılaşılan zarûret, akit meclisi tasavvuru ile giderilmektedir. Gaipler arasında yapılan akitlerde elçinin sözü elçiyi gönderenin sözüdür. Aynı şekilde yazı, onu yazanın hitabı konumundadır. Elçinin

536 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 511. 537 Kâsânî, Bedâiʽ, II, 98. 538 Kâsânî, Bedâiʽ, III, 29. 539 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 731. 540 Kâsânî, Bedâiʽ, VI, 540-542.

sözü işitildiğinde, yazı okunduğunda meclis birliği oluştuğu takdir edilmekte ve akit bu meclise itibarla kurulmaktadır.541