• Sonuç bulunamadı

Bütün-Parça Alakasına Yönelik Prensip ve Kaideler

BÖLÜM 1: TAKDÎRÎ DURUMUN TEORİK ÇERÇEVESİ

1.7. Takdîrî Durum Uygulamalarında Etkin Olan Prensipler ve Kaideler

1.7.2. Bütün-Parça Alakasına Yönelik Prensip ve Kaideler

Çoğunluğa, gâlib olana itibar edilerek hüküm verilmesi genel bir prensiptir. İlgili bağlama göre lafızda farklılık gösterse de bu prensibin içerdiği mantık Bedâiʽde pek çok yerde ifade edilir. Buradaki hükmün verilmesi ifadesiyle kastedilen, doğrudan bir hüküm belirleme değil, hükmün müteallakları ile ilgili unsurların bütün-parça, az-çok, gâlib-mağlûb durumuna göre hüküm kapsamında yer alıp almamaları hususudur.

1.7.2.1. Bütün-Çoğunluk ve Az-Çok İlişkisi

“Çoğunluğa bütünün hükmü verilir.”314

Bedâiʽde çokça zikredilen kaidelerden biridir. Özellikle madumun mevcut menzilesinde takdir edilmesi bağlamında en fazla kullanılan kaidelerden biri olduğu söylenebilir. Bütün-çoğunluk ve az-çok ilişkisine yönelik prensiplerin aşağıdaki ifadelerle, genelde şu kaidelerle ifade edildiği görülür:

Çoğunluk bütünün yerine geçer.315

Hükümlerin çoğunda, çoğunluk bütünün yerine geçer.316 Aynı kural “çoğunluk (رثكلأا)” yerine “az olan (لقلأا)” itibara alınarak da ifade edilir. Az, çok karşısında yokluğa mülhaktır/dâhildir.317 Az, bütünün yerine geçmez.318 Bu prensipte/kuralda etkin olan genel mantık en sarih şekilde “Hüküm çoğunluğa

313

“امكح ادوجوم ربتعي دق مودعملاو” bkz. Merginânî, Hidâye, III, 78.

314 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 103, 503, 517; II, 436; III, 85; IV, 83; IX, 435, 441; X, 380; Merginânî, Hidâye, I, 71, 158, 178;

IV, 73, 219. لكلا مكح رثكلأل Kaide “hukukta (عرشلا يف)” ve “hukûkî esaslarda (عرشلا لوصأ يف)” kayıtlarıyla vurgulu olarak da zikredilir. Bkz. Kâsânî, Bedâiʽ, IX, 33; Merginânî, Hidâye, IV, 266.

315

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 156; III, 80. عيمجلا ماقم رثكلأا ميقأ ، لكلا ماقم موقي رثكلأا

316

Kâsânî, Bedâiʽ, V, 52; Merginânî, Hidâye, IV, 65. ماكحلأا نم ريثك يف لكلا ماقم موقي رثكلأا نأ

317

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 300; III, 173. رثكلأا ةلباقمب مدعلاب قحلم لقلأا

318

bağlıdır. Az, çoğa tâbidir. Dolayısıyla az olana itibar edilmez.”319

ifadesiyle dile getirilmektedir.

Örneğin, hacta ihramdan çıkışın (tehallül) gerçekleşmesi için tavafın çoğunun yapılması tamamının yapılması yerine geçer. Zira Hanefîlere göre tavafın miktarı şavtların çoğunu yapmaktır. Bu da üç şavt ve dördüncü şavtın çoğunu yapmakla gerçekleşir. Şavtları yediye tamamlamak vaciptir, farz değildir.320

Namazda fiiller zikirlerden daha fazladır. Yalnızca fiillere güç yetirebilen kişi namazın çoğunu yapmış olur. Çok için de tamamın hükmü verilir. Bu durumda dilsiz kimsenin, namazdaki ezkârı yaptığı takdir edilir.321

Görüldüğü üzere söz konusu özür durumu, namazda madum olan kıraatın mevcut olarak takdirine gerekçe teşkil etmektedir.

Kâsânî, bu prensibin/kaidenin özür hali ve zarûret durumu ile ihtiyat ve genişliğin söz konusu olduğu yerlerde kullanılabileceğini zikreder. Hükümlerin çoğunda, özellikle ihtiyatlı davranılması gereken hükümlerde, çoğunluk için bütünün hükmü verilir.322

Örneğin, zekât mükellefiyeti için kişinin aklı başında olması vücûb şartlarındandır. Eğer kişi senenin çoğunu aklı başında geçiriyorsa senenin tamamında aklı başında menzilesinde takdir edilir. Zira zekât için yıl, oruç için ay gibidir. Oruç mükellefiyeti için ayın bir bölümünde kişinin aklı başında olması nasıl yeterliyse zekât mükellefiyeti için de yılın bir bölümünde aklı başında olmak yeterli görülmüştür.323

İmam Ebû Hanîfe’ye göre genişlik, yani iş ve/veya işlemi gerçekleştirmede kolaylık sağlama üzerine kurulu şer’î/hukûkî esaslarda çoğunluğa bütünün hükmü verilir.324

Eti yenen hayvanların boğazlanması işi de bu genişlik kapsamındadır. Hayvanın nefes borusu, yemek borusu ve bunlar arasında/ardında yer alan iki ana damar olmak üzere toplam dört parçanın kesilmesiyle hayvan boğazlanmış olur. Fukaha bunların bir kısmının kesilmesiyle tezkiyenin gerçekleşeceğini ihtilafsız kabul ederken kesimin

319 Kâsânî, Bedâiʽ, IV, 133. هب ةربع لاف رثكلأل اعبد نوكي لقلأاو رثكلأاب قلعتي مكحلا نأ 320 Kâsânî, Bedâiʽ, III, 80. 321 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 592. 322 Kâsânî, Bedâiʽ, II, 381. هيف طاطحي اميف اصوصخ ماكحلأا نم ريثك يف لكلا مكح رثكلأل نأ 323 Kâsânî, Bedâiʽ, II, 380-381. 324 Kâsânî, Bedâiʽ, VI, 207. عرشلا لوصأ يف ةعسوتلا ىلع ينب اميف لكلا مكح رثكلألو

keyfiyetinde ise ihtilaf etmiştir. Boğazlama işinde bahsedilen dört unsurun çoğunun, yani üç parçanın kesilmesi, tamamının kesilmesi konumundadır.325

Fürû fıkıh kitaplarında yeri geldikçe zikredilen uygulamaya dönük fıkıh kuralları, umum ve husus açısından kâide ve dâbıt olarak isimlenir. Bu tasnifte şu husus gözden kaçırılmamalıdır. Her kaidenin hem kul hakkı hem de Allah hakkıyla ilgili konularda câri olduğu söylenemez. “Çoğunluğa bütünün hükmü verilir.” kaidesi pek çok ibadet konusunda kullanıldığı halde muamelat konularında bu genişliğe ve etkiye sahip değildir. Genel anlamda bu kaidenin Allah haklarıyla ilgili konularda geçerli olduğu söylenebilir. Zira kuralın kul haklarında geçerli olması çekişmeye yol açacaktır. Mesela, akitte icab-kabul uygunluğu bağlamında, kabulün icabın bir kısmına veya çoğuna muvafık olması, tamamı için geçerli kabul edilemez. Çünkü bu, safkanın ayrılması anlamına gelir.326

Aksi halde hukûkî istikrarı sağlama bir yana, bu prensip/kaide bizzat münâzaaya yol açar.

1.7.2.2. Bütün-Parça İlişkisi

Genel anlamda, insan bedeni özelinde bütün-parça ilişkisinin aşağıdaki kaideler çerçevesinde olduğu söylenebilir.

Bölünemeyen bir şeyin bir kısmını zikretmek, tamamını zikir (gibi)dir.327

Şer’an bölünme kabul etmeyen bir şeyin bir kısmını zikretmek onun tamamını zikir (gibi)dir.328

Parça, vasfı hususunda bütüne muhalif olmaz.329

Hakikaten ya da örfen bedenin bütününü temsil eden, söylendiğinde tüm bedeni kapsayan baş, yüz, boyun gibi azalar zikredilerek yapılan şahsa kefalet (kefâlet bi’n-nefs), talak ve âzâd caizdir. Bu konularda bir kısmın zikredilmesi tamamın zikredilmesi olarak değerlendirilir. Ancak aynı işlemler el, ayak gibi bedenin tümünü ifade etmeyen

325 Kâsânî, Bedâiʽ, VI, 205, 207. 326 Kâsânî, Bedâiʽ, VI, 539. 327 Kâsânî, Bedâiʽ, IV, 341; X, 288. لكلا ركذ ضعبتي لا اميف ضعبلا ركذ 328 Kâsânî, Bedâiʽ, VII, 399. هلكل ركذ اعرش أزجتي لا ام ضعب ركذ 329 Kâsânî, Bedâiʽ, X, 317. هفصو يف لكلا فلاخي لا ءزجلا

bir âzâ zikredilerek gerçekleştirilemez.330

Talak, âzâd, neseb, istîlâd, kefâlet, had cezası ve kısas331

konularında insan bedeni bölünme kabul etmez.

1.7.2.3. Gâlib-Mağlûb İlişkisi (Baskın Durum)

Gâlib (بلاغ), baskın durumu; mağlûb (بولغم) ise az/azınlık olanı ifade eder. Esasen gâlib-mağlûb, çok ilişkisinin benzeri bir durumdur. Ancak bu ilişki, kanaatimizce az-çok ilişkisinde söz konusu olan nicelik ölçü birimleri ile objektif olarak tespit edilebilen durumlara nazaran, genelde ölçü birimleri ile tespit imkânının bulunmadığı, daha öznel özellik taşıyan durumlarda söz konusudur. Gâlib-mağlûb ilişkisinin ifade edildiği kaidelerde “itibara alma”nın vurgulandığı görülür.

Takdîrî durum uygulamaları açısından bütün-parça alakalarını bir bütün olarak düşündüğümüzde gâlib-mağlûb ilişkisinin zikredildiği kaideler, bu bütün içinde mukaddirin itibarına vurgu yapan yönü temsil eder. Mukaddirin itibarı söz konusu edildiği için yalnızca hükmün müteallakına yönelik takdirler değil, hükmün belirlenmesine yönelik ictihad faaliyeti de bu ilişkide söz konusu edilir.

Takdîrî durum uygulamalarında etkin olan “baskın olanın itibara alınması ve az olanın yok kabul edilmesi” prensibinin/genel kuralının Bedâiʽde ifade edildiği başlıca kaideler şunlardır:

Baskın olan itibara alınır.332

Hüküm, baskın olana göredir.333 Mağlûb, şer’î hükümler konusunda yokluğa mülhaktır.334

Baskın olanın itibara alınması ve mağlûb/ az olanın yok kabul edilmesi, şer’î hükümlerde asıldır.335

Örneğin abdest alınacak akan bir suya idrar veya şarap gibi suda görünmeyen necis bir şey karıştığında, suyun renk, koku ve tat vasıfları değişmedikçe bu suyla abdest

330

Kâsânî, Bedâiʽ, IV, 315; VII, 399; Merginânî, Hidâye, III, 87.

331

Kâsânî, Bedâiʽ, V, 399, 401, 406; VII, 399; IX, 33; X, 271, 288.

332 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 328, 402; VII, 90. ةبلغلل ةربعلا نأ ،بلاغللةربعلا نأ 333 Kâsânî, Bedâiʽ, II, 316. بلاغلل مكحلا نأ 334 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 402. عرشلا ماكحأ يف مدعلاب قحلم بولغملا نأ 335 Kâsânî, Bedâiʽ, V, 95; VII, 90. عرشلا يف لصأ مدعلاب بولغملا قاحلإو بلاغلا رابتعإ نأ

alınabilir.336

Örnekte bahsedilen vasıfların değişiminde kriter olarak “baskın olma” itibara alınmaktadır.

1.7.2.4. Nadirlik

Bütün-parça alakaları bağlamında nadirlik; az olan, sık rastlanmayan, baskın olan durumun mukabili olan durumu ifade eder. Dolayısıyla nadirlik, müstakil bir durum olmayıp, bu ilişkinin az/mağlub olan yönüyle ifadesidir. Nadirliğe ilişkin Bedâiʽde zikredilen kaideler şunlardır:

Nadir olan yokluğa mülhaktır.337

Nadir olan dikkate alınmaz.338 Nadir olanın hükmü, gâlib olanın hükmüdür.339

1.7.2.5. İlhak Etme

Bütün-parça alakaları kapsamında, “ilhak etme (ـب قحلم)” ilişkinin ifadesine yönelik bir ifade kalıbıdır. Tıpkı nadirlikte olduğu gibi bu da ilişkinin bir yönüyle ifade edilmesidir. “İlhak etme” kalıbı yalnız bütün-parça alakasıyla sınırlı olmayıp, özellikle mevcudun madum konumunda takdirine yönelik uygulamalarda da kullanılır.

Hükümlerde gâlib/baskın olan, kesine ilhak edilir.340

Bir asla arız olan herhangi bir şey ortadan kalktığında, sanki olmamış gibi yokluğa ilhak edilir. Örneğin geçici akıl kaybı/cinnet, bayılma gibi arızî bir durumdur.341

Mecnun ve âkil olmayan çocuklara namaz için cemaat oluşturma konusunda itibar edilmez. Zira bunlar namaz ehlinden olmadığından yokluğa ilhak edilir.342

Hırsızlık ve yol kesme suçlarında tesebbüb, yasak fiili doğrudan yapmaya ilhak edilir.343

336

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 402.

337

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 507; II, 593; IV, 132; VII, 126; X, 191. مدعلاب قحلم ردانلاو

338

Kâsânî, Bedâiʽ, I, 515. ردانلاب ةربع لا

339

Kâsânî, Bedâiʽ, VII, 117. بلاغلا مكح همكح ردانلاو. Mecelle, md. 42: “İtibar gâlibi şâyiadır, nadire değildir.”

340 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 506. ماكحلأا يف نقيتملاب قحلم بلاغلاو 341 Kâsânî, Bedâiʽ, VIII, 474. نكي مل هنأك لصلأا نم مدعلاب قحتلي لاز اذإ لصأ ىلع ضراع لكو 342 Kâsânî, Bedâiʽ, I, 665. 343 Kâsânî, Bedâiʽ, IX, 356. ةقرسلا يف ةرشابملاب ببستلا قحلأ