• Sonuç bulunamadı

1.7. Benlik Kurgusu

1.7.1. Psikoanalitik Kuram

Kişinin erken gelişim dönemi ile ilgilenmiş olan Psikoanalitik kuram, Sigmund Freud’un çocukluk dönemi gelişim evreleri, ergenlik dönemini yorumlamaya temel oluşturmaktadır. Ergenlik ile ilgili çalışmalar üzerine yoğunlaşan Freud’un kızı Anna Freud olmuştur. Anna Freud’un (1958) özerklik ve ilişkisellik gelişimi ile ilgili görüşleri, kuramda etkili olmuştur. Anna Freud’a göre kişi ebeveynlerinden uzaklaşarak, çocukluğun yansıması olan Oedipal hisleri ile başetme yolunu tercih etmektedir. Bu kuram özerklik durumunu güdülenme sonucu kişinin aile ilişkilerinden ve denetimden uzaklaşması olarak tanımlamaktadır. Özellikle ergenlik döneminde artış gösteren cinsel dürtülerin ergende ailesi ve etrafına karşı bir başkaldırı göstermesine hem davranışsal hem de bilişsel süreçlerde değişimler yaşamasına neden olduğu belirtilmektedir. Ergen ailesinden uzaklaşarak yarattığı boşluğu doldurmak için diğerleri ile özdeşim kurmaya çalışmaktadır. Kuramda kişinin kendi sorumluluğunu alabilen özerk bireyler olabilmesi için aile bağlarının zayıflaması gerekli görülmektedir (Özdemir, 2009: 10).

Ayrıca Freud’a göre, kişiliğimizin altında farkında olmadığımız bazı şeyler bulunmaktadır. Bazı şeyler bilinçaltını, bilinçaltını da libido kavramı oluşturmaktadır. Akıl mekanizmalarının çalışmasını sağlayan ve doğal enerji kaynağı olan libido gelişim evrelerin belli bir evresinde takılıp kalırsa ömür boyu süren çatışmalar ortaya çıkabilmektedir. Takılıp kalmalardaki saplantılar bireyin kişilik oluşumunda oldukça önemlidir.

Düşüncelerimizin çoğu ve psikanalitik bakış açısına göre en önemli kısım, bilinçaltında bulunmaktadır. Freud’a göre, bazı olağan dışı koşullar hariç,

bilinçaltındaki bilgilere her zaman ulaşamılmamaktadır. Ama rutin olarak yapılan davranışların altında bilinçaltı bilgiler yatmaktadır. Psikanalitik görüşü anlamak için bilinçaltının davranışlar ve anormal davranışlar üzerindeki etkisini bilmek önemlidir (Burger, 2006: 77).

Mahler’e göre (1968), bebek yaşamın ilk zamanlarında annenin farkında değildir ve özsever bir varoluş içindedir. Mahler bu durumu “normal içe yöneliklik” olarak adlandırmıştır. Yaşamın üçüncü ayında bebek ihtiyaçlarını anne memesinden giderildiğini fark etmeye başlar ama yine de anne memesini dış bir obje olarak değil kendi parçası olarak düşünmektedir. İlerleyen dönemlerde egonun gelişmesiyle, anne ile oluşan bu bağlar kopmaya başlar. Çocuk yavaşça ilerleyen “ayrışma-bireyleşme” dönemiyle annesiyle bütünleşmiş bir canlı olma durumundan çıkar. Özerk bir yaşama doğru atılan adımlar, nesneleri ve kişileri kaybetme anlamına gelir. Mahler’e göre bu süreç 4 ve 5’inci aylardan 30-36’ıncı aylara kadar sürmaktedir. İlk yıllarda kendi varlığının fark etmeye başlayan çocuk, ikinci yılda hareket kabiliyeti gelişmekte ve annesinin yanında olmadığı zamanlarda ise anne yokluğuna daha kolay katlanmaya başlamaktadır. Bu ayrımlaşma döneminde annesinin yokluğuna alışan çocuk diğer yandan giderek yoğunlaşan bir yitirme ayrılma anksiyetesi yaşamaktadır. Ancak bedensel ve zihinsel olarak gelişen kişi tek başına bir şeyler yapabilmenin sağladığı tatminle, ayrılık anksiyetisinin acısına dayanmakta ve bireyleşme sürecini hızla devam ettirmektedir (Geçtan, 1998: 47).

Psikoanalitik kuramcılarından olan Jung, benliği doğuştan var olan ve kişinin kendini gerçekleştirmesi ve mükemmelliğe ulaşması için güdeleyici bir güç olarak açıklamaktadır. Jung, bilinç ve bilinçaltı unsurlarını birleştiren orta noktayı “benlik” (self) olarak adlandırmış ve onu bireyleşmenin son noktası olarak belirtmiştir. Doğal bir süreç olan bireyleşme kişinin fiziksel olarak gelişimi ile birlikte meydana gelmaktadir. Bu süreç insanın tabiatı gereği kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkabileceği gibi, irsiyet, aile, etraf gibi bazı faktörlere bağlı olarak engellenebilmektedir de (Yıldırım, 2014: 10).

Çağdaş psikanalitik kuramlardan biri olan “Benlik Psikolojisi” çerçevesinde yazdıklarıyla Kohut Hartmann, ilk zamanlar kendiliği (self), benliği (ego) içinde yer

alan bir “kendilik tasarımı, kişinin kendisini algılayış biçimi ve kendisiyle ilgili imgeler bütünü” olarak düşünmüştür. Sonraki çalışmasında kendiliği, bir üst örgütlenme, “kişiliğin çekirdeği, algıların ve girişimlerin merkezi” biçiminde nitelendirmektedir. Kişinin benliğinin parçası bir uzantısı olarak algılanan nesnelere kendilik nesneleri adı altında toplayan Kohut, çocuğun hayatında önem taşıyan anne- baba ve çevresindeki diğer kişileri kendilik nesneleri olarak görmektedir. Çocuğun benliğinin varlığından ve gelişiminden aldığı zevki onunla paylaşarak devamlılığının sağlanması, kaygılarının yatıştırılması, kendine güvenmesi gibi işlevler kendilik nesnesi işlevleridir. Kohut araştırmaları sonucu kendiliği iki kutuplu olarak değerlendirmektedir.

1) Büyüklenmeci kendilik, çocuğun sergileme ve büyüklenmeciliğini içermektedir. Çocuk yaptığı davranışlar sonucu anne ve babasından takdir edilmeyi, beğenilmeyi beklemektedir.

2) Ülküleştirilmiş ana-baba imagosu, çocuk anne-babasını ülküleştirerek ona güven, yakınlık ve hayran duymaktadır. Kuvvetli, mükemmel olarak algıladığı nesnenin bir parçası olarak kendisi kuvvetli ve güvende hissetmektedir. Zamanla kendilik dönüşmeye başlar ve çocuğun ihtirasları, idealleri ve değerleri oluşmaktadır. Kohut, kuramına daha sonraları yetenek ve becerileri de eklemiştir. Yetenek ve becerilerin başarılı bir biçimde kullanımı kişide bütünlük hissi yaratacaktır, benliğin bütün ve tam olarak yaşanacağını vurgulamaktadır (Terbaş, 2004: 71).