• Sonuç bulunamadı

1. LİTERATÜR ÖZETİ: DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE MİT ÇALIŞMALARI

1.7. Psikanalitik Okuma

Mitin psikoloji alanıyla doğrudan teması 20. yüzyılda, Sigmund Freud’la (1856-1939) gerçekleşir. Freud, psikanalitik teoriyi 20. yüzyılın başında sistemleştiren, miti de bu teorinin alanına dâhil eden kişidir. Freud’un kişisel yaşamında mitolojiyle olan teması ve bağlantısı ilgi çekicidir. O, hayatında yaşadığı önemli kırılmalardan ve psikolojik problemlerden dolayı kendine, iç dünyasına yönelmek zorunda kalmış bir insandır. Bu kendine yönelme, Freud’un kendisini analiz etmesi ve kendine hipnoz uygulaması şeklinde gelişir. Freud’un psikanalitik kuramı daha çok “cinsellik” kavramı etrafında şekillenir. Freud, kendine hipnoz uygulayarak çocukluğuna gider ve yaşadığı travmaları derinlemesine analiz etmeye başlar. Burada keşfettiği şey sadece çocukluğunda yaşadıklarını ve duygusal problemlerini izah eden bir resim değildir: O, evrensel duygu ve düşünüş biçimlerini genele uygulanabilecek bir teori geliştirir. Freud, Oedipus kompleksi adını vereceği çocukluk travmasının gerçekliğini şu sözlerle aktarır: “Genele uygulanabilecek tek bir fikir belirdi aklımda. Kendimde de anneme âşık olma ve babamı kıskanma olgusunu gördüm, artık bunu çocukluğun başlarında evrensel bir olay olarak kabul ediyorum.”165 Freud’un kendini derinlemesine analiz etmesiyle mitoloji arasında yakaladığı bağ, zamanla görünür olmaya başlar. Yunan mitolojisinde Oedipus, “Kadmos soyundan gelen, Labdaktos’un oğlu Laios ile Epikaste’nin (İokaste) oğlu ve bilmeden babasını öldürüp annesiyle evlenen Thebai kralının adıdır.” Freud, babasının ölümünden sonra derin bir depresyona girer ve ruhsal sıkıntılarının kaynağında çocukluğuna giderek annesine olan bağlılığını Oedipus mitinde bulduğu

162 R. Barthes, a.g.e., s. 189. 163 R. Barthes, a.g.e., s. 189. 164

R. Barthes, a.g.e., s. 189.

benzerliklerle izah eder. Freud’un çocukluk dönemine gitmesiyle mitolojik öyküler arasında bağ kurması ilginçtir. Çocukluğun ilk dönemi kişiliğin oluştuğu söylenen dönemdir. İnsanlığın ilk dönemi ise mitlerin oluştuğu, insanlığın bugünkü genel karakterinin şekillendiği dönemdir. Freud, mitolojik öykülerde insanın/insanlığın varoluş özünü bulmuş, bu çekirdekten yola çıkarak evrensel bir teori oluşturmuştur. Aslında Freud, mitolojik “öykülerin yalnızca görünümünü değiştirmiştir. Freud'a göre onlar doğadaki büyük oyunun tasarımları olmayıp bize anlattıkları daha çok, insanın cinsel yaşamına ilişkin öncesiz-sonrasız bir öyküdür.”166

Freud’un yaptığı mitolojinin metaforik/şiirsel dilini bilim diline çevirmektir. Fakat onun sadece cinselliği merkeze alan görüşü dar ve kısıtlı kalır; çünkü insan sadece cinsellikten ve cinsel içgüdülerinden ibaret değildir. Dikkat edildiğinde mitolojik öykülerde insana dair başka birçok özellik görülür. Freud’un öğrencisi C. Gustave Jung, ondan en çok bu yönüyle ayrışır ve insanı toplumsal bir varlık olarak izah eden “kolektif bilinçdışı” kavramını getirir. “Bilinçaltı, hem biyolojik ve kalıtsal olan ilkel cins[el]lik ve saldırganlık içtepilerinden, hem de bir zamanlar bilinçli olduğu halde çok acı ve ıstırap verici, ya da utandırıcı olması bakımından baskı altına alınmış düşünceler, anılar, istekler ve dürtülerden oluşur. Bu tür yaşantılar kişiyi rahatsız ettiği için doğrudan doğruya bilinç alanına çıkamaz. Ancak bunlar, bilinçaltında da pasif kalmaz; sürekli bir ifade ihtiyacı altında bazen biçim değiştirerek sansürü aşar, rüya ve hayaller halinde bilinç alanında belirir.”167 Bu

sebeple Freud, “insan davranışlarını açıklarken rüyadan dil sürçmelerine kadar pek çok eylemi incelemiş, bunları kompleksler, içgüdüler ve mitik kalıntılar bağlamında kuramsallaştırmıştır.”168

Freud’dan sonra psikanalizin öne çıkan ismi C. Gustave Jung (1875-1961), “arketipler” ve “kolektif bilinçdışı” kavramlarını sistemleştiren bilim insanıdır. Jung’un insan ruhuna yönelik getirdiği açılımlar dikkate değerdir. Onun Freud’dan keskin biçimde ayrıldığı nokta kolektif bilinçdışına dair getirdiği hipotezidir. Jung’a göre kişilik üç boyuttan oluşur ve bunlar katmanlar şeklindedir. En üstte kişiliğin bilinç boyutu, onun altında kişisel bilinçdışı (bu katman bilinçdışının ilk basamağıdır), en alt katmanda ise kolektif bilinçdışı yer alır. Jung, Freud’la yollarını henüz ayırmadığı bir

166 Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme-Devlet Efsanesi, İstanbul 2005, s.254.

167 Yeşim Gökçe, “İlkel Toplumları Kapsamayan Bir Teori: Psikanaliz”, Millî Folklor, 7/55, Ankara 2002, s. 119.

zaman diliminde ona anlattığı bir rüyasını yorumlayarak bu teorisini geliştirir.169

Jung, bu kuramıyla psikoloji biliminin temelini oluşturacak ana kavramları yapılandırır. Bu kavramlardan biri kolektif bilinçdışını anlamlandırmaya yarayan arketiplerdir. Arketipler: “herkeste görülen ‘özdeş psişik yapılardır’. Bunlar topyekûn ‘insanlığın en eski mirasını’ oluştururlar.”170

Anthony Stevens, Jung’un arketipler üzerinde geliştirdiği görüşleri şu şekilde aktarır:

“Jung temelde arketipleri tüm insanlığa has ortak davranış özelliklerini ve tipik deneyimleri başlatma, kontrol etme ve yönlendirme kapasitesine sahip doğal nöropsişik merkezler olarak görmüştür. Bu şekilde uygun koşullarda arketipler sınıf, din, ırk, coğrafî konum yahut tarihsel devir farkı gözetmeksizin benzer düşüncelere, imgelere, duygulara yol açmaktadırlar. Kişinin kolektif bilinçdışını bütünüyle arketipik donanımı oluşturmaktadır. Kolektif bilinçdışının otorite ve gücü Jung’un kendilik olarak adlandırdığı kişilik bütünlüğünü sağlayan

merkezî bir çekirdekte toplanmıştır.”171

Mitlerle arketipler arasında sıkı bir ilişki vardır. Mitlerde birçok arketipsel öge kodlanmıştır. Jung’un teorisi doğrultusunda insanın simgesel etkinliklerle varlığını gerçekleştirdiği görülür. Buna göre rüyalar ve mitler bir simgeciliğin (simge dilinin) sonucu olarak anlam kazanırlar. Aslında mitler ve rüyalar aynı kaynağın farklı ürünleridir. Jung, mitleri “kolektif bilinçdışı’nın görüntü şeklindeki bir ifadesi” olarak tanımlar. Kolektif bilinçdışının bireysel bilinçdışından önce geldiğini ve ona en derin ve

169 Jung, düşünü şu şekilde aktarır: “İki katlı, tanımadığım, görmediğim bir evdeyim. Benim evimmiş. Üst katta bulunuyorum, salon gibi bir yer burası; içi, rokoko üslubunda döşenmiş değerli eşyalarla dolu. Duvarlarda birtakım değerli tablolar var. Tuhafıma gidiyor evin benim oluşu. Hiç de fena değilmiş, diyorum. Derken, alt katı merak ediyorum; merdivenden inerek, zemine varıyorum. Burada her şey daha eski; kendi kendime, buradaki eşyalar herhalde Onbeşinci ya da Onaltıncı Yüzyıldan olmalı diyorum. Mobilyalar Ortaçağ’dan kalma; zemin kırmızı tuğla. Her yer karanlık. Bir odadan ötekine geçerken, şu evi şöyle baştanbaşa bir dolaşsam, diyorum. Ağır bir kapıya geliyorum, açıyorum onu. Karşıma taş bir merdiven çıkıyor; basamaklar bodruma iniyor. Kendimi bu kez çok güzel kubbeli bir holde buluyorum; pek eski görünümlü bir yer burası. Duvarları inceliyorum, bir de bakıyorum, normal taş bloklar arasında tuğladan örülmüş katlar görüyorum, harçta da tuğla kırıkları var. Bunu görür görmez, duvarların Eski Roma’dan kalma olduğunu anlıyorum. İlgim gittikçe artıyor. Zemine daha dikkatle bakıyorum. Taş kalıplarıyla döşeli, birinde de bir halka izi var. Halkayı tutup çekiyorum; taş kalıp kalkıyor; gene aşağılara inen dar taş basamaklar. İniyorum, bu kez kayadan oyulmuş, alçak tavanlı bir mağarada buluyorum kendimi. Yer tozla kaplı, tozlar içinde de insan kemikleri ve kırık çanak parçaları var, sanki ilkel bir uygarlık kalıntıları bunlar. Çok eskiden kalma olduğu belli, yarı yarıya parçalanmış iki insan kafatasıyla karşılaşıyorum; ve uyanıyorum.” Carl Gustave Jung, Analitik Psikoloji, İstanbul 2006, s. 25-26.

170

Anthony Stevens, Jung, İstanbul 1999, s. 48-49. 171 A. Stevens, a.g.e., s. 49.

coşturucu sembollerini kabul ettirdiğini ifade eder.172

Mitlerin evrensel kodları Jung’un bu tespitinde saklıdır. İmge ile birlikte gelen mitler, kolektif bilinçdışından kişisel bilinçdışına doğru geldikleri, hatta kişisel bilinçdışını da etkiledikleri için arketipsel olarak (ilk örnek ya da en eski örnek) model olma özelliğine de sahiptirler. Mitler, düşünce, duygu ve davranış modellerini bünyelerinde barındırdıklarından bütün hâlde insan üzerine çalışan araştırmacıların şablonu anlamını taşırlar. Jung’un ifade ettiği üzere kolektif bilinçdışının görüntü şeklindeki ifadesi olan mitler, insana ait evrensel yasaları görünür kılarlar. Mitlerle sarmaş dolaş şekilde insan zihnine imge olarak gelen arketipler ise saf birer biçimdirler. İçerisinde varlık kazandıkları türün (mit ya da rüya gibi) yönlendirilmesiyle ancak açığa çıkarılabilirler. Jung’un perspektifinden bakıldığında mitler, ilksel imgelerdir. Bu imgeler mitlerde aktarıla aktarıla insanlığın ortak hazinesine katılmışlardır. Arketipler ve mitler, “tüm insanlığa mal olmaları sebebiyle evrensel olanı kişiselle, geneli özelle kaynaştırıp, kişiye has bir görünümde ortaya çıkarlar.”173

Yazar, bilim adamı, analist vs. bu hazineyi yorumlar, kendine değer olarak kazandırır. Çünkü “büyük yazarlar zaman ve yer farklarını aşmayı, evrensel olan motifleri vurgulamayı becerirler. Buna, bu temalar simgesel bir nitelik taşıdıkları için tepki veririz.”174

C. Gustave Jung’a benzer şekilde Karl Kérenyi, Erich Neumann ve Joseph Campbell gibi araştırmacılar da mite doğrudan “evrensel ve ortaklaşa bilinçaltının ifadesi”175 anlamını yüklemişlerdir. Bu araştırmacıların ortak görüşüne göre mitin insan ruhuyla olan yakından ilgisi onu günümüze kadar taşımış ve canlı tutabilmiştir. Jung ve takipçileri Kérenyi ve Neumann “kolektif bilinçaltını kişinin yaşam sınırlarını ve tecrübelerini aşan birey ötesi genel olarak bütün insanlığa ait köklü ve etkin bir alan olarak tasavvur etmektedir.”176

Zaten psikanalitik eleştiri yöntemi, daha çok edebî metin çözümlemelerinde insanın (yazarın) bilinçaltıyla eseri arasındaki bağı çözümlemek için kullanılır. Burada mitin kendisini de bir gösterge olarak kabul eden öngörümüze başka göstergeler sistemini ekleyerek mitik unsurları zaman zaman psikanalitik verilerle yorumlama

172

Kemalettin Özden, Tıp, Tarih, Mitoloji, Ankara 2003, s. 26. 173 Anthony Stevens, Jung, İstanbul 1999, s.50.

174 Joseph L. Henderson, “Modern İnsan ve Mitler”, (Carl Gustave Jung, İnsan ve Sembolleri, İstanbul 2007 içinde), s.107-108.

175

Donna Rosenberg, Dünya Mitolojisi Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi, Ankara 2006, s.25. 176 Bilal Sambur, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Ankara 2005, s.82.

yoluna gideceğiz. Çıkış noktamız göstergeler (bilinçaltının derinlerine, hatta köklerine demirlemiş olan mitler insanı ve sanat eserini anlama ve yorumlamada anlaşılabilir ve açıklayıcı göstergelerdir) olacağından ve yapının yanı sıra esas olarak anlama ulaşmayı hedeflediğimizden metin analizinde Arketipsel Psikanaliz adını verdiğimiz yöntemle metnin derin veya yüzey yapısındaki mitik ögeleri yorumlamaya ve anlamlandırmaya

çalışacağız. Arketipsel Psikanaliz,177

klasik mit eleştirisinin ötesinde arketipçi eleştiriyi içine alan, fakat miti kolektif veya şahsi bilincin geçmişine terk etmeyen bir okuma yöntemi şeklinde tanımlanabilir. Yazar, mitleri aktarırken veya dönüştürürken çoğunlukla kendi bilinçaltıyla ve psişik dünyasıyla koşutluklar kurar. Metin çözümlemesinde simge, arketip, metafor, mite ait kavramlar vb. ipuçlarıyla yazarın kurduğu bağı (metinlerarasılık burada devreye girer) çözmek mümkündür. Bu çalışma, çoğulcu bir okuma teklifi sunar: Mit, öncelikle gösterge olarak okunmalıdır. Mit, sonrasında simge, arketip, metafor gibi somuttan soyuta uzanan kavramlar çerçevesinde psikanalitik okuma ve başka okuma yöntemleriyle birleşebilir. Metinlerarası ve göstergelerarası okumalar günümüz metin teorilerinde mit okumalarını asıl anlamlarına kavuşturacaktır.

Çalışmanın Giriş kısmında Arketipsel Psikoloji178

kuramını oluşturan James Hillman’in görüşlerine yer verileceği belirtilmişti. Çalışmada James Hillman’in

kaynaklarını oluşturan araştırmacılardan bazılarının görüşleri179

dile getirilmiştir. Görüldüğü gibi mit eleştirisi bütüncül okumayı gerekli kılar. Mit merkezli bakış açısıyla edebiyat metni ya da anlatısı çözümlemelerini sadece bir okuma yöntemi ya da bir araştırmacının görüşleriyle gerçekleştirmek eksik bir çabadır. Bu çalışmada, psikanalitik mit okumasında James Hillman’in öne çıkarılmasının temel gerekçesi, onun, semavi

177 Günümüzde psikanalitik eleştiri yapan araştırmacıların çoğu C. G. Jung’un yolunu takip etmektedir. Mite uygulanan psikanaliz yöntemleri içerisinde James Hillman’ın (o da bir noktaya kadar Jung’un devamıdır) Arketipsel Psikoloji teorisi önemli açılımlar sağlar. Hillman, psikoterapisinde kişinin bilinçaltındaki mitolojik (daha çok politeistik) ögeleri ortaya çıkarmaya çalışarak hastalarına psikoterapi uygulamıştır. O, kurmacayı sağaltıcı araç olarak görür, kurmacanın içerisindeki mitik ögeleri yorumlayarak hastalarına kendilerini iyileştirme yolunu açar. James Hillman’ın Arketipsel

Psikoloji alanında ürettiği çeşitli anahtar kavramları mit analizinde metne uygulamak mümkündür.

Özellikle metinlerin anlamını belirginleştirmede ve kişiye kurmaca metin aracılığıyla çeşitli mesajlar vermede onun yöntemi uygulanabilir.

178 Arketipsel Psikoloji alanında James Hillman kadar önemli olan bir diğer isim Henri Corbin’dir (1903- 1978). Henri Corbin, Fransız akademisyen, filozof ve sufidir. İslami düşüncenin ve tasavvufun yorumlayıcısıdır. James Hillman kendisinden yirmi üç yaş büyük olan Corbin’in görüşlerinden çokça yararlanmıştır. Bkz. James Hillman, Archetypal Psychology A Brief Account, Dallas 1985, p. 3. 179 James Hillman’in kaynakları C. Gustave Jung, Ernst Cassirer, Karl Kérenyi, Erich Neumann,

Heinrich Zimmer, Gilbert Durand, Joseph Campbell ve David Miller’dir. Bkz: James Hillman,

dinleri mitlerden ve mitik düşünce biçimlerinden arındırmak isteyen başka araştırmacılar ve düşünürlerin tersine insan ruhunu kavramada özellikle mitik ögelere gitmesi, insan ruhunun kaynağını mitlerde aramasıdır. 1980-2005 yılları arasında yayımlanan Türk romanlarındaki mitik doku, politeistik (çok tanrıcı) yapıya uygun bir mit ve psikanaliz teorisini gerekli kılar. Bu ise James Hillman’in görüşlerinde karşılığını bulur.

Arketipsel Psikoloji kavramı ilk kez 1970 yılında James Hillman (1926-2011)

tarafından ortaya konmuş180, daha çok Batı imgeleminden doğan sanatların, kültürün ve

fikirlerin tarihinden yükselen bir yapı üzerine kurulmuştur.181

Psikanalizin bu alt dalına analitik yerine arketipsel denmesi, bütün kültürleri, insan eylemlerinin bütün formlarını kapsamasından kaynaklanır. Analitik psikolojiyi de kapsayan, fakat daha çok arketiplere yaslanan Arketipsel Psikoloji, psikanalizde 19. yüzyılın pozitivist manifestolarının aksine kültürü ve imgelemi önceleyen, Batılı kültürel imgelemin bir akımı şeklinde de görülebilir.182

Arketipsel psikolojinin babası olarak tabir edilen Carl Gustave Jung’un öğrencilerinden biri olan James Hillman, Jungcu analistler arasında sayılır. Bunda, onun Jung’un açtığı yolda ilerlemesinin de etkisi vardır. Jung gibi ruhun (psyche) evrensel yapılarının şablon ya da eski yapılar olarak sanatta, dinde, rüyalarda ve sosyal geleneklerde ortaya çıktığını varsayan Hillman, bu yapıların başta mitlerin

sadeleştirilemez dilinde ve metaforik söyleminde saklı olduğu görüşünü taşır.183

Hillman’e göre bu sebeple mitlerin insan varoluşunun aslî kalıpları olarak kabul edilmesi gerekir. İnsan tabiatını incelemek için onun kültürel açıdan bu şablonların sergilendiği en temel seviyesini (mitoloji, din, sanat, mimari, epik, drama, ritüel) incelemek gerekir.184 Hillman, insanın bu ürünlerini “zihnin poetik temelleri” olarak adlandırır.185

Hillman, mitin arketipsel ve psikolojik yönüne ilişkin anlamlarının kaynaklarını Ernst Cassirer, Karl Kérenyi, Erich Neumann, Heinrich Zimmer, Gilbert Durand, Joseph Campbell ve David Miller’den geliştirdiği fikirler üzerine inşa etmiştir. Hillman, ayrıca Arketipsel Psikolojinin bir başka önemli ismi olan Henry Corbin’in (1903-1978) İslam düşüncesi ve mistikleri üzerine yaptığı çalışmalardan yola çıkarak oluşturduğu fikirlerden de beslenmiştir. Corbin’in mundus archetypalis (insanların ortak 180 J. Hillman, Ibid, p. 1. 181 J. Hillman, Ibid, p. 1. 182 J. Hillman, Ibid, p. 1-2. 183 J. Hillman, Ibid, p. 3. 184 J. Hillman, Ibid, p. 3. 185 J. Hillman, Ibid, p. 3.

arketipleri) kavramı onu mundus imaginalis (insanların ortak imgelemleri) kavramına götürmüştür. Buna göre Hillman, mundus imaginalis kavramıyla, “ruhun arketiplerini, imgelemin temel yapıları ya da gerçekte görünümleri bakımından değil de değerleri bakımından duyular dünyasını aşan temel imgelemsel yapılar olarak ontolojik düzlemde yerleştirmeyi önerir.”186

Ayrıca mundus imaginalis kavramı arketipler için, biyolojik içgüdülerden, ebedî biçimlerden, sayılardan, dilsel ve sosyal aktarımlardan, biyokimyasal reaksiyonlardan, genetik kodlardan vb. daha kıymetli ve kozmik bir temel sağlar.187

Lopez-Pedraza bu geleneği Hermetik bilinç olarak adlandırmıştır.188 Hermetik

bilinç, mitik ve mistik figürlerin yorumuna dayalı bir teori olup günümüzde Hermeneutik (İng. hermeneutics) yorum olarak adlandırılan okuma yönteminin de temelidir.

Arketipsel Psikoloji, imgenin açılımı üzerine kurulmuş bir teoridir. Jung’un “imge ruhtur”189

görüşü üzerine geliştirilen fikirlerde ruhun imgelerden örülü olduğu, bu imgelerin de daha çok rüyalarla ortaya çıktığı düşüncesi öne sürülmüştür. Arketipsel Psikoloji kuramınca imgenin arkasında göndergesi yoktur, hatta Hillman’in ifadesiyle

“imge bir şeyin yerine gelmez”190, imgeler, “yaratıcı görünürlük içindeki ruhun

kendisidirler, birincil çıkış noktaları olarak imgeler indirgenemezler”.191

Arketipsel Psikolojide imgelerin konumlandırılması klasik imge algısından daha farklıdır. Hillman’e göre imgeler, rüyalarda olduğu gibi kendi istek ve iradeleriyle gelir

giderler.192 İmgeleri zaman zaman insan zihninden bağımsız değerlendiren Hillman,

daha da ileri giderek insan zihninin imgelemin içinde olduğunu, imgelemin zihinden

doğmadığını söyler.193

Ayrıca imgelerin iyi, kötü, doğru, yanlış, şeytani, meleksi gibi anlamları da yoktur, imgeler ayrıntılı şekilde vasıflandırılan bağlamları, çeşitli duygu

durumlarını ve yaşama biçimlerini ima ederler.194

“İmgelere yapışmak” kuralı arketipsel psikolojinin ana yöntemlerinden biridir. Bunun sebebi ise imgelerin psikolojik başlangıç yüzeyinin temelini göstermeleridir.

186 J. Hillman, Ibid, p 3. 187 J. Hillman, Ibid, p 4. 188 J. Hillman, Ibid, p. 5. 189 J. Hillman, Ibid, p. 6. 190 J. Hillman, Ibid, p. 6. 191 J. Hillman, Ibid, p 6. 192 J. Hillman, Ibid, p. 7. 193 J. Hillman, Ibid, p. 7. 194 J. Hillman, Ibid, p 8.

Böylece her imge gösterdiğinden çok daha fazlasını ima eder.195

Arketipsel psikolojinin imge merkezli yaklaşımı edebiyat metinlerine de uygulanabilir. Psikanalitik edebiyat teorisine uyarlanabilecek bu yöntemle herhangi bir edebi metni incelerken arketipsel psikolojinin imgelere yapışma yöntemiyle derin yüzeydeki anlamların günyüzüne çıkarılması, metnin vermek istediği anlamın ortaya çıkarılması mümkündür. Herhangi bir imge, metni kaleme alan kişinin ya da kolektif bilincin bilinçaltında daha çok anlamı yüklenerek görünürlük kazanabilir. Bilinçaltından gelen her imge bir göstergedir. Arketipsel psikolojide kaynağın fazla karmaşık olmamasına özen gösterilir. Bunun sebebi, imgenin özünün daha açık anlamlarla belirmesinin istenmesidir. Edebi metinde aynı şekilde kaynağa gidilerek karmaşık olan anlam kategorilerinin ortadan kaldırılması, metin çok anlamlıysa bütün anlamların ortaya çıkarılması mümkündür. İmgeyi bulduktan sonra asıl önemli olan imgenin yorumlanma şeklidir. Çoğunlukla mitik bilinçle bağlantılı olan arketipler ya da mitik imgeler, yüklendikleri kültürel ve psikolojik kodlarla mitolojilerin kontekstinde belirli anlamların karşılığında varlık bulurlar.

Hillman, “zihnin poetik temeli” tezini ileri sürer.196

Buna göre psikoloji ve kültürel imgelem arasındaki doğal ilişki, zihnin doğasının ortaya çıkarılmasını zorunlu kılar. Zihnin poetik temeli bir sanatkârın duygu dünyasını ve estetik yönelişlerini de ortaya koyar. Zihnin işleyişi, kültürel imgelemin zihinde bulduğu karşılığı, arketiplerin zihindeki yansıma alanları gibi işlevlerle varlık kazanan zihnin poetik temeli, kişinin bilincinin ve kolektif bilincin nasıl bir yapı üzerinde inşa olduğunu da gösterir.

Arketipsel imge kavramı, James Hillman’in geliştirdiği kavramlardan bir başkasıdır. Vico’nun universali fantastici kavramından yola çıkarak imgesel evrenler kavramını ortaya koyan Hillman, bununla “insan düşüncesinin poetik özelliklerini sağlayan mitik figürler, duygular ve eylemler hatta doğal fenomenlerin nitel dünyalarının fizyonomik anlaşılabilirliği”ni197

kasteder. Fizyolojik bir evrenin psikolojik dayanakları vardır. Arketipsel imgeler, psikolojik yönden evrenseldirler. Bunun sebebi arketipsel imgelerin kişisel tecrübelerden daha üstün olmaları ve evrensel

195 J. Hillman, Ibid, p. 9. Şiirde imgenin gösterdiğinden daha fazlasını ima etmesine örnek klasik şiirimizdeki mazmunlar gösterilebilir. İbrahim Şahin’e göre, “[m]istifiye edişin en bilinen aracı ‘mazmun’ sistemidir; beş duyu algısının sıradan bir bitki olarak kabul ettiği gülün, birçok anlam içermesi, dilin mistifikasyonudur.” Bkz. İbrahim Şahin, Haz ve Günah: Bir Tanpınar Yorumu, İstanbul 2012, s.50.

196

J. Hillman, Ibid, p. 10. 197 J. Hillman, Ibid, p. 11.

değerler üstlenmeleridir. Arketipsel bir imgenin açılımı kişisel bir imgenin açılımından çok daha fazlasını sağlar. Çünkü orada insanlığın ortak tecrübesi ve ortak psikolojisi saklıdır. Mitik dünyalarda arketipsel imgelerin çokluğu dikkat çeker. Bu sebeple mitler evrensel öykülerdir, insan ruhunu kavramada, metin analiz etmede anahtar işlevi görürler. Arketipsel kelimesiyle değer yüklenen bir özneye göndermede bulunulur. Arketipsel psikoloji bu sebeple değerin psikolojisidir.198 Hillman’in burada değer ile kastettiği bir kavramın anlamıdır. Arketipsel imgeler, çeşitli anlamların günyüzüne çıkarılmasına aracılık ederler. Hillman’in arketipsel imgeler şeklinde belirginleştirdiği yapılar, bu çalışmada doğrudan mitik imgeler olarak alınmıştır. Her mitik imge, aynı