• Sonuç bulunamadı

POSTMODERN ROMANIN (ANLATININ) ORTAYA ÇIKIŞI

U. Anlatıcı–Okur İlişkisi

IV. POSTMODERN ROMANIN (ANLATININ) ORTAYA ÇIKIŞI

Postmodern edebiyatın başlangıcı –tahmin edileceği üzere– tartışmalıdır. Zaten “Ne modernizm ne de Postmodernizm belirli ilkeler altında sistematize edilebilecek birer edebiyat akımıdır; onları başlangıç ve bitiş tarihleri parantezine almak da olanak dışıdır; çünkü özellikle estetik düzlemde modernizmin ne zaman bittiği, Postmodernizmin ne zaman başladığı kesin değildir. Bu iki eğilimi, içerdikleri tüm farklara karşı estetik çizgi göz önüne alındığında bir süreklilik, kimi yerde bir iç–içelik sergiledikleri söylenebilir.” (Ecevit, 2002: 70). Bu karmaşanın bir

sonucu olarak “modernlik, Postmodernlik, modernleşme, modernizm ve Postmodernizm terimlerinin kimi kaynaklarda birbirinin yerine kullanıldığına”. (Işıksalan, 2007: 423) da şahit olabiliriz; ancak biz kısaca 1. Dünya Savaşı’nın modernist düşüncede ilk kırılmayı yaşattığı; ancak asıl kırılmanın 2. Dünya Savaşı’yla oluştuğu ve Dadaizm örneğinde olduğu gibi insanoğluna bu acıları yaşatan “akıldan” ve modern düşünceden, bilimden nefret edilmeye başlandığı dönemlerin Postmodern düşüncelerin oluşumunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat açısından bakıldığında ise “Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri’ni çerçevelendirmesi, Shakespeare’in oyun içinde oyunları, 17. ve 18. yüzyıl romanında mektup formunun kullanımı, Richardson ve Fielding’in roman akışını kesip araya giren anlatıcıları, hepsi bir anlamda üstkurmacanın öncüleri olarak görülebilir. Laurence Sterne’in Tristram Shandy ve Jane Austen’in Northanger Abbey romanlarının komik oluşlarının temel nedenlerinin açıkça parodik oluşlarından kaynaklandığı, bu nedenle de üstkurmacanın ilk örneklerinden olduğu kabul edilir.”27 (Akt. Karabostan, 2006: 10) Bu örnekler ilk Postmodern roman (anlatı) uygulamalarını vermeleri dolayısıyla Postmodern romanın (anlatının) öncüleri sayılabilirler. Yine bilinçli bir tercihle Kafka’nın determinizme, Proust ve Joyce’un kronolojiye uygun olmayan eserleriyle Modernist romana uymayan ilk örnekleri verdikleri, dolayısıyla Postmodernizmin ilk habercileri hatta ilk Postmodern yazarlar sayılabilecekleri de söylenebilir. Bu noktada henüz Postmodern teknikler ya da Postmodernist kuramla alakalı hiçbir veri olmadığı bir dönemde Kafka ve çağdaşlarının nasıl ilk Postmodern yazarlar sayılabilecekleri sorusuna cevabımız şudur: Postmodern uygulamalar ya da teknikler sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazılmış eserlerde kullanılmamıştır. Modernizm süreci boyunca çeşitli romanlarda bu uygulamaları görebiliriz, tabii ki birkaç eserinde sadece bu uygulamaları kullanmakla bir yazarı Postmodern sayamayız ancak Kafka’nın determinizme muhalefeti düpedüz Naturalizm’e, dolayısıyla Modernizm’in bilimsel hassasiyetlerine bir karşı çıkıştır. Bu konuda İsmet Emre “Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında eser vermiş ve metinlerinde, moderniteden bir

27 Patricia Waugh, Metafiction: The Theory and Practice of Self-Conscious Fiction, Methuen, London, 1984, s. 5.

metin oluşturan unsurların hemen hepsi bakımından pek çok sapma görülen yazarların bazı eleştirmenlerin hala modern olarak nitelelendirmeye devam etmelerindeki gerekçelendirmeyi bir türlü anlayamadığımızı ifade edelim. Burada gözden kaçması oldukça güç ve ıskalanması pek çok paradoksa neden olabilecek bir durumla karşılaşıyoruz. Modern metin kuramı oluşturulurken belli ve algılanabilir, hesaba kitaba gelebilir bir zaman, mekân, olay örgüsü, bakış açısı ve karakter yaratımından bahsedilirken aynı zamanda bu şablonu parçalayan metinler de modern olarak sunulmaktadır. Oysa bu dönemin farklı bir adlandırmayla nitelendirilmesi gerekir ve biz modern içindeki bazı sapmaların yer aldığı döneme Postmodernite dönemi adını veriyoruz.” (Emre, 2006: 213) sözleriyle adı geçen sanatçıları modern–Postmodern arası bir dönemin mensupları sayar. Postmodern düşünürlerden Lyotard ise “Proust’un Balzac ve Flaubert’ten devraldığı edebi kurum, kabul edilen bir şekilde altüst olmuştur.” (Lyotard, 1990: 96) diyerek Realist anlayışta meydana gelen kırılmanın altına çizer. Lyotard bu sözleriyle Proust’a belirgin bir şekilde “Postmodern romancı” demese bile (ki bu, Lyotard’ın doğrudan ilgi alanı değildir; Lyotard felsefeyle ilgilenir. Yani onu ilgilendiren Proust’un sanata bakış açısıyla Balzac ve Flaubert’in bakış açılarının farklı olmasıdır; “modern roman”, “Postmodern roman (anlatı)” ayrımı değil. Dolayısıyla zaten “Proust, Postmodern bir romancıdır.” demekle ilgilenmez Lyotard; bunu, Lyotard’ın sözlerinden hareketle biz yapabiliriz.) Proust’un, Balzac ve Flaubert romanından farklı bir roman ortaya koyduğunu da belirtmiş olur. Perry Anderson, Postmodernizm’in bu özelliğini, onun “ex ante (belirttiği sanatsal pratiklerden daha önce ortaya çıkmış) bir kavram” (Anderson, 2009: 131 ) olmasıyla açıklar.

İlk Postmodern roman (anlatı) meselesiyle ilgili en ilginç yaklaşım şüphesiz ilk roman sayılan Don Kişot’un aynı zamanda ilk Postmodern roman (anlatı) sayılabileceği yönündeki görüşler, iddialardır. “Anti–romanın geçmişteki kökü, Don Kişot’a varmaktadır. ‘Moderniteyi başlatan düşünürün Descartes, yazarın ise Cervantes olduğuna ilişkin genel bir kanı vardır. Buna şimdi Cervantes’in Don Kişot’unun bir ilk roman olarak yalnız moderniteyi değil, bir meta–roman28

olarak

Postmoderniteyi de haber verdiği yargısı eklenmiştir.’29 İspanyol romancı, anti–

romanların30

atası olarak kabul edilen Don Kişot’unda ‘şövalye hayalperestliğini ironik biçimde yermiştir.’31

Bu anti–roman, ‘sevdiği kızın küçücük bir tebessümü layık olmak için kılıçtan yapılmış köprüleri geçen, büyücülerin büyülerine ve ya ejderhaların ateşine meydan okuyan şövalyelerin hikâyelerini’32

anlatan romanlarla alay eder.” (Boyacıoğlu, 2005: 203–204). Bu alay, Cervantes’in ironiyi kullanması; yine romanının içinde başka anlatılardan bahsetmesi sebebiyle onun Postmodernizm’in habercilerinden sayılmasını sağlamıştır.

Postmodern romanın (anlatı) asıl gelişimi ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlar: “1950’li yıllardan itibaren Fransız romanında yeni bir anlayış ortaya çıkıyordu. Bu yeni anlayış o ana kadar etkisini sürdüren ve edebiyat tarihinde klasik roman ya da başka ifadeyle Balzac romanı diye bilinen roman anlayışına karşı çıkmakla işe başlıyordu.” (Büyükaslan, 1999:359) Birlikte hareket eden bu grubun yeni roman anlayışına bazı eleştirmenlerce anti–roman dendiği de olmuştur ancak “Yeni Roman/Yeni Romancılar” tabiri daha fazla benimsenmiş ve kullanılır olmuştur. Balzac romanı dedikleri romana karşı çıkan bu grubun başlangıçta hatları net bir şekilde belirlenmiş bir edebi anlayışları da yoktu. Daha sonra Postmodern roman (anlatı) da denebilecek “yeni/anti romanın” esaslarını belirleyen iki eser vardır. “Nathalie Sarraute’un 1956 yılında yayınlanan ‘ L’Ere du Soupçon’ (Kuşku Çağı) ve Alain Robbe–Grillet’nin 1963 yılında yayımlanan ‘Pour un Nouveau Roman’ (Yeni Bir Roman İçin) adlı eserleri.” (Büyükaslan, 1999: 360). Grubun sözcülüğünü de üstlenen Grillet, eski romanda eleştirdiği tüm hususlara olan muhalefetini yazdığı eserlerle de göstermiştir. Bu muhalefeti “20. yüzyılın ortalarından başlayarak, Fransa’da Nathalie Sarraute, Alain Robbe–Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Robert Pinget, Claude Ollier gibi yazarlar, Balzac ve

29 Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, 2000, s.18-19. 30

Modern romana karşı çıkan Postmodern roman (anlatı)

31 R.M. Alberes , Histoire du Roman moderne, Paris, Albin Michel Yayınları, 1962, s.19. 32 R. Bourneuf et R. Ouellet, L’Univers du Roman, Paris, PUF Yayınları, 1972, s.6.

Flaubert’in geleneksel roman anlayışına karşı çıkarak” (Tilbe, 2009: 26) sürdürmüşlerdir. Bu grubun roman anlayışları tamamen aynı olmasa bile birleştikleri noktalar şu şekilde maddelendirilebilir:

“1–Balzac romanı denilen tipteki geleneksel romandaki (heyecan uyandıran sahnelerle dolu) olay örgüsünü reddetmek.

2–Gerçeğe çok yakın olarak kullanılan roman kahramanı anlayışını reddetmek.

3–Geleneksel psikoloji anlayışının reddi. Bu anlayış romancıyı yargılayan, hüküm veren konumuna oturtuyordu.

4–Romanda merkez konumuna oturtulan, her şeyi bilen, her şeye hâkim romancı anlayışını reddetmek.

5–Üslup ya da geleneksel romandaki dilin süslü, güzel kullanımının yerine dilin doğallığından, bozulmamışlığından yana olmaları.

6–Yeni bir roman anlayışının oluşmasına yönelik teorik çalışmalarda bulunmaları.” (Büyükaslan, 1999: 365–366)

Alain Robbe Grillet de roman anlayışlarını şu sözlerle ifade etmiştir:

“Yeni roman hiçbir yasa koymamıştır. Kuramlar, kurallar koymak için bir araya gelmiş değiliz; tersine, O katı yasalara karşı savaşmak için birbirimizle buluşmuşuz. Bize şöyle deniyor:

Kişileri yerine oturtmuyorsunuz, öyleyse yazdıklarınız gerçek roman değil. Bir karakteri, bir çevreyi incelemiyorsunuz, öyleyse yazdıklarınız gerçek roman değil… Doğrusu, kuramcılıkla suçlanan bizler, romanın, gerçek romanın, nasıl olması gerektiğini bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa, ödevimiz dünün romanlarının benzerini çıkarmak değil, onları aşmak, daha ileri gitmektir.” (Kabaklı, 2002:518)

Yukarıda ismini anmadığımız, Postmodern roman (anlatı) türünde eser veren diğer yazarlar şunlardır: Italo Calvino (Bir Kış Günü Eğer Bir

Yolcu romanı), Umberto Eco (Gülün Adı ve Foucault'nun Sarkacı romanları), Jacques Derrida ( Kartpostallar), Paul Auster, Thomas Pynchon, Salman Rushdie, Jorge Luis Borges.