• Sonuç bulunamadı

POSTMODERN DÖNEMİN OLUŞUM SÜRECİ

B. Romanın Tarihçesi

II. POSTMODERN DÖNEMİN OLUŞUM SÜRECİ

Postmodernizm’in ne olduğu konusuna sonraki bölümde değineceğiz; ancak bu konu, süreci anlamlandırmaya çalışırken de –tanımı kadar süreci de tartışmalı olduğu için– bize büyük zorluklar çıkarmaktadır. Bir örnekle durumu açıklamaya çalışalım: Kafka’nın Modern mi Postmodern mi olduğu sorusu aslında iki kavramın ne olduğu sorusuyla birlikte Kafka’yı dâhil edeceğimiz Ekspresyonist romanın Modernizm’e mi Postmodernizm’e mi ait olduğu sorununu da beraberinde getirmiştir. Örneğin İsmet Emre, “Postmodernizm ve Edebiyat” kitabında Yıldız Ecevit’in “Türk Romanında Postmodernist Açılımlar” kitabında Kafka için Modernist denmesine karşı çıkar ve Kafka’yı Modern ile Postmodern arası bir dönem olarak nitelediği “Postmodernite” dönemine dâhil eder. (Emre, 2006: 213) İsmail Çetişli ise “Metin Tahlillerine Giriş 2 Hikâye–Roman–Tiyatro” adlı eserinde Kafka’yı; Proust, Woolf, Faulkner gibi romancılarla birlikte, Modern romanla Postmodern roman arasında oluşturduğu “Modernist roman” sınıfına dâhil eder. (Çetişli, 2004: 45–46) Görüldüğü üzere konu üzerinde henüz bir uzlaşıya varılamamıştır. Bu durumda bizim süreç izahımızla bir başka kaynakta yapılmış süreç izahı birbirinden farklı olabilecektir. Ancak bu, konunun doğası gereği normal karşılanmalıdır.

Postmodernizm’in muhalifi olduğu Modernizm’in kökleri Descartes’ın akılcılığındadır. Akılcılığın edebiyattaki ilk örneği de Cervantes tarafından verilmiştir. Cervantes’in sürekli romanslar okuyan kahramanına bu romansların etkisiyle türlü türlü hayaller gördürtmesi romanslara; dolayısıyla hayalciliğe bir

tepkiydi. Rasyonalizme olan bu bağlılık Cervantes’i Aydınlanma Çağı’nın ilk işaretçilerinden biri yaptı. Hatta Milan Kundera “bana göre Modern Çağ’ın kurucusu sadece Descartes değil, Cervantes’tir de” (Kundera, 2009: 16) diyerek onu akla verdiği değer açısından Descartes’la bir tutmuştur. Yükselen rasyonalist hareketlerin diğer ürünleri olan rönesans ve reform hareketleriyle Ortaçağ’ın karanlığından sıyrılan Avrupa düşüncesi, Hümanizm’le insana ve kendilerine geçmişte cennetten toprak satıldığı zamanlarda pek de kullanmadıkları “akla” yönelmiş, “Aydınlanma” kavramında tanrıdan çok insana yer verilmiştir. “Modernizm düşüncesi, bir aydınlanma projesi olarak sürekli ve doğrusal bir ilerleme anlayışı üzerine oturmaktadır. Bu ilerlemenin, aydınlanma felsefesine göre belli bir amacı vardır; söz konusu amaç, ideal toplum düzeni olarak ifade edilmektedir. Buradan Aydınlanma projeksiyonu için geçerli bir diğer öncülün altı çizilebilmektedir. Bir ideal toplum düzenini varsaymak aynı zamanda bir mutlak gerçek kavramını düşünce sistemine sokmak demektir. Bilindiği gibi Aydınlanma felsefesinin başlangıcı sayılabilecek doğal toplum ve doğal hukuk kavramları bir tür laikleştirilmiş mutlak gerçek düşüncesinin yansıması olarak kabul edilmektedir. Modernleşme projeksiyonu, her şeyden önce laik bir hareket olma özelliği taşımaktadır. Rönesans ve Reformasyondan Aydınlanmaya uzanan değişim çizgisi içinde ön plana çıkan düşünsel boyut bilim ve bilginin demistifikasyonu11

olarak tanımlanabilir. Böylece bilim ve bilgilenme Tanrısal bir süreç olmaktan çıkarılmış, akıl temelli bir insan özelliği olma konumuna indirgenmiştir.12

(Akt. Aslan ve Yılmaz, 2001: 97).

Aklın yüceltilmesiyle birlikte her şeyi kurallaştırma özellikle, 17. yüzyıl Fransa’sında oldukça yaygındı. Hatta aynı yüzyılda edebiyatın kurallarını belirlemek için Fransız Akademisi kurulmuştu. Hümanizm döneminden sonra Fransız ve Avrupa edebiyatına hâkim olan Klasisizm de bu kuralcılıktan nasibini almıştır. Akla ve bilimsel yöntemlere verilen bu değer “19. yüzyıl başı romantizmi

11

Aydınlatma; aldanmadan kurtarma, gözünü açma (http://www.tdkterim.gov.tr)

12 Şaylan, Gencay (1996). Çağdaş Düşünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODAİE Yayınları, Ankara.

dışarıda bırakılmak koşuluyla” (Ecevit, 2002: 23) Realizm ve Naturalizm etkisinin hâkim olduğu 19. yüzyıl sonlarına kadar devam eder. Yine bu yüzyılda gelişen Sanayi Devrimi’yle köyden kente, tarımdan sanayiye ve makineleşmeye doğru evrilen Avrupa yaşantısında artık geleneksel olanın yaşanma ihtimali kalmamış, kentleşme olgusuyla eskiye ait olan her şey terk edilmeye başlanmıştır. Ancak bu yenilenme süreci (modernite) insanlara vaat ettiği mutluluğa ulaşılması için yapılması gerekenleri buyurgan bir edayla sıralıyordu. Bu Modern insan proto–tipi az önce belirtildiği gibi laik, pozitivizme ve bilime bağlı, kentli bir karakter gösterir.

Bilime olan bu bağlılık pozitivizm ve determinizm gibi bilimsel düşünceye oldukça yakın olan felsefi düşüncelerin edebiyata/romana uygulanmasıyla bilimsel hatta deneysel bir edebiyat ortaya çıkardı. Realizmin anket ve gözlem; Naturalizm’in deney “yöntem”i meseleye ne kadar ilmi yaklaşıldığının bir göstergesi sayılabilir. Modernizmin diğer disiplinlerdeki kuralcılığı edebiyatta da kendini gösterdi ve edebiyatta Modern romanlar için söylenen ilk “roman gibi roman”lar bu dönemlerde oluşmaya başladı. Bu roman, geleneksel romanda olduğu gibi romans etkileri taşıyan, tipleştiren bir roman değil; akla ve gerçeklere bağlı, her şeyiyle insana dönük bir romandı. Olaylar kronolojik bir biçimde sıralanır, yazar olaya hiçbir şekilde müdahale etmez, bunun için de “asıl kahramanın yanında, yazarın ve diğer kahramanların da bakış açılarına yer verilerek okuyucuya sunulmak istenen gerçek, çok yönlü bir aydınlatmaya tabii tutulmuş olur. Bakış açısındaki söz konusu gelişmeler, yazarın romanın dışında kalması hususunda önemli katkılar sağlar.” (Çetişli, 2004: 44) Bu da yine modernist düşüncenin bilimsel tarafsızlık ilkesiyle açıklanabilecek bir hassasiyetidir. Bu tarafsızlık roman genelinde Romantiklerin kullandığı “anlatma” tekniğinin terk edilmesi, göstermeye bağlı tekniklerin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Gösterme tekniği “gerçekçiler tarafından devreye sokulmuş bir sunma, yansıtma biçimidir. Gerçekçiler, ‘her şeyi bilen’ anlatıcının ‘anlatma’ ağırlıklı sunuş biçimini gerçekçiliği zedelediği için sakıncalı buluyordu. Gerçekliği zedeliyordu; çünkü benimsediği bu anlatım biçimiyle anlatıcı, kendi kişiliğini, açıklama, yorum ve –hatta– eleştirilerini esere katıyordu; dolayısıyla okuyucunun ilgisi, eserden çok onun üzerinde toplanıyordu.” (Tekin, 2010: 196) Yazar, bu ilgiyi kendisinden daha doğrusu anlatıcıdan esere çevirmek

için olayı diyaloglar aracılığıyla “sahneliyordu.” Bu süreç zamanla dramatik romanın doğmasını sağladı. “Modern romanın oluşmasındaki ilk safhada dramatik roman vardır. Dramatik romanı, geleneksel romandan ayıran birinci özellik, dramatik romanda roman dünyasının gerçeklerini objektif bir şekilde verebilme endişesidir. Bu amaçla romancı, büyük ölçüde roman dünyasının dışında kalmak için, eserinde dramatik teknikleri hâkim kılmak mecburiyetindedir.” (Kantarcıoğlu, 2004: 29).

“Aydınlanmacılar” sadece edebiyatı değil tüm hayatı da etkiyecek kadar büyük projelere sahipti. “Aydınlanmacılar” ya da “Aydınlanma düşünürleri, sanat ve bilimlerin, sadece doğal güçler üzerindeki denetimi arttırmakla kalmayıp dünyanın ve benliğin anlaşılmasını, ahlaki ilerlemeyi, kurumların haklılığını ve insanların mutluluğunu da sağlayabileceği yolundaki abartılı beklentilerini de hala düşünüyorlardı. Yirminci yüzyıl bu iyimserliği darmadağın etti.” (Habernas, 1990: 38) Bilimsel anlamda Kuantum fiziği ve Einstein’ın İzafiyet kuramı, Modern bilimin değişmezlik düşüncesine aykırı görüşler ileri sürdü. İzafiyet kuramı göreceliliği, Kuantum fiziği ise aynı anda iki farklı ihtimalin var olabileceğini söylemekle Modern bilimin kesin ve değişmez, tartışılmaz bilgilerinin karşısına kesin olmayan bilgiyi getirmişti. Bunlarla birlikte “Aydınlanma Dönemi’nde Adorno ve Horkheimer’ın deyimleriyle mitleştirilen ve araçsallaşan akıl Aydınlanma İdeali’nin öngördüklerinden epeyce uzaklaştı. Bilim ve teknolojinin insana rağmen hızla yükselişi ve her türlü değerden, etik ilkeden yoksun oluşu tarihi bir bunalıma evriltti. Bu bunalımın temelinde araçsallaşan ve yok olan öznenin anlam sorunlarının yanında, gittikçe küreselleşen kapitalizm sonucu eşitsizliğin büyümesi, daha iyiye değil gittikçe daha kötüye gidilmesi, daha çok insanın mutsuzluğu, savaşlar, soykırımlar ve giderek değerlerin değersizleşmesi vardı. Böyle bir durumda her yandan ilerleme, yenilik diye bağıran yönetimler, güzel bir gelecek öngören büyük anlatılar, bunların hepsi inandırıcılığını yitirdi. Toplumsal muhalefetin giderek zayıflaması bir dönüşüme olan inancı azalttı. Medyanın iktidarın söylemlerini dillendirmesi ve böylelikle oluşturduğu yeni insan ve yeni gerçeklik birçok algıyı alt üst etti. Yüce ideallere artık inanç kalmamıştı.” (Esgün,

2006: 99–100) İyice bunalan insanlık, çıkışı Modern dönemin sonlandırılmasında buldu. Bu son, yeni bir başlangıçtı: Postmodern dönem.

Modern dönemi sonlandırıp Postmodern dönemi başlatacak ürünleri ortaya koyan ilk sanat dalı mimaridir. Modernizm’in gündelik hayatta insana bakışı ve oluşturduğu dünyaya, hem insanın gündelik hayatındaki barınma ve bir arada bulunabilme ihtiyaçlarını karşılayan hem de bir sanat dalı olan mimarinin getirdiği eleştiri yine Modernizm’in kuralcılığı ve tek tipleştiriciliğinedir. “Modern mimarlığın hala en çok eleştirilen yanı, kuşkusuz ‘kent anlayışı.’ Modern mimarlar, kendi toplum modellerine göre insan kitleleri yaratmak için kentler yerine, işlevlerine göre belirlenmiş bölgeler (zone) inşa etmişlerdi. Kent, topyekün zihinde kurulabilir, müdahale edilebilir bir nesne haline gelmişti. Le Corbusier kenti ‘işlevleri ve verimliliği söz konusun olan bir makine’ olarak tanımlanıyordu. Ve 15 Temmuz 1972’de, trajik bir sığlaşma, tahribat ve kimlik kaybına yol açtığı öne sürülen Modern mimarlığın bir örneği, Pruitt–Igoe konutlarının dinamitlenerek yıkılması, Postmodernlere göre, Modernizmin öldüğü gün oldu.” (Zekâ, 1990: 14) Jameson da mimarinin öncülüğünü onun üretiminin çok fazla göz önünde olmasından hareketle açıklar: “Estetik üretimdeki değişiklerin en dramatik ölçüde göze çarptığı ve bu değişiklerin teorik sorunlarının en merkezi şekilde ortaya konup ifade edildiği alan mimaridir; nitekim (…) kendi Postmodernizm anlayışım da ilk olarak mimari tartışmalarıyla şekillenmeye başlamıştı.” (Jameson, 1990: 60) Mimariyle ilk ürünlerini veren Postmodern dönem, diğer sanat dallarında da yepyeni anlayışlarla ürünler ortaya koymuştu:

“Sanatta; Rauschenberg, Baselitz, Schnabel, Kieper, Warhol. Mimaride; Senchs ve Ventur. Tiyatroda; Artoud, Edebiyatta; Barthes, Barthalime ve Pynchon Sinemada; Lynch (mavi kadife) Fotografta; Sherman, Felsefede; Derrida, Lyotard ve Baudrillard” 13 (Akt. Yıldız, 2005: 154)

13 SARUP Madan, Postyapısalcılık ve Postmodernizm, Çev: Abdulbaki GÜÇLÜ, Ark Yayınları, Ankara, 1995. s. 155

Bütün bu izahatla Postmodern dönemi ana hatlarıyla belirginleştirmiş bulunuyoruz. Asıl konumuz olan “Postmodern Edebiyatı”, “Postmodern Edebiyatın Özellikleri” başlığında göreceğiz. Tarihsel koşullar altında irdelemeye çalıştığımız “Postmodern süreç”ten sonra, Postmodernizm’in ne olduğu sorusunu yine bu başlıkta tartışacağız. Ancak Postmodernizm’i Modernizme muhalif olan anlamıyla alırsak –Postmodernizm tam tersini yaptığı için– Modernist uygulamalardan da haberdar olmamız gerektiği açıktır. İşte tam bu noktada hem geride bıraktığımız Modernizm’i hem de sonraki bölümümüzde üzerinde durulacak olan Postmodernizm’i özetleyecek bir tabloya yer veriyoruz:

Modernizm/Modernlik Postmodernizm/Postmodernlik

Hiyerarşi, düzen, merkezileştirilmiş

kontrol Anarşi, düzenin yıkılması, merkezi kontrolün kalkması

Büyük politik yatırımlar (millet–devlet, parti)

Mikropolitik yatırımlar, kurumsal güç çatışmaları, kimlikçi politikalar

Milli kimliğin ve kültürün söylemi; kültürel ve etnik orijinler miti

Lokal söylemler, büyük söylemlerin ironik yıkımı: orijine ait mitoslarının aksi

Bilim ve teknoloji vasıtasıyla büyük ilerleme söylemi

İlerlemeye şüpheyle bakmak, teknoloji karşıtlığı reaksiyonlar, yeniçağ dinleri

Temsilcilerin ve medyanın önündeki “gerçeğe” inanç, “orijinalin” içtenliği

Aşırı realite, imaj doygunluğu, taklidîn gerçek olandan daha güçlü olması, gerçekte var olmayan şeylerin sunulması ve bunların var olanlardan daha güçlü olması

Bilgide uzmanlaşma, her şeyi kapsama: ansiklopediler

Kılavuzluk, bilgi yönetimi, sadece ihtiyaç halinde bilgi, Web, İnternet

Kitle kültürü, kitle tüketimi Kültürün kitlesel olmaması (demassified culture), küçük pazarlar, az üretim

Medya yayını

Birbirini etkileyen, müşteriye hizmet eden medyanın dağıtımı, çok miktarda küçük medya’ların ortaya çıkması (Network ve Web)

Merkezileşmiş bilgi Dağıtılmış, yayılmış bilgi

Yüksek ve aşağı kültür ayrımı; yüksek veya resmi kültürün normatif ve otoriter olmasında konsensüs

Aşağı popüler kültür tarafından yüksek kültür hâkimiyetinin bölünmesi; popüler ve yüksek kültürün karışımı; pop kültürünün yeni değerler kazanması

Tam çalışmaların ve amacın sanat

olması Proses, performans, üretim olarak sanat

Sanat: sanatçı tarafından meydana getirilen orijinal bir objedir

Sanat: dinleyiciler ve alt kültürler tarafından meydana getirilen kültürün yeniden işlenmesi

Genel sınırlar ve bütünlük hissi (sanat,

müzik ve edebiyatta) Melezlik, kültürlerin yeniden birbirlerine bağlanması

New York mimarisi ve dizaynı Los Angeles ve Las Vegas mimarisi ve dizaynı

Niyet ve gayede ciddiyet Oyun, ironi, resmi ciddiyete tepki

Birleşmişlik duygusu, benliğin merkez olması; “ferdiyetçilik”, birleşmiş kimlik

Bölünmüşlük duygusu ve benliğin merkez olmaması, çoklu ve çatışmacı kimlikler

Organik ve inorganik arasındaki açık farklılık, insan ve makine.

Organik ve inorganik Siborg karışımı; insan–makine– elektronik

Cinsel farklılığa göre şekillenmiş güç düzeni, tek cinsiyetler, pornografinin dışlanması

Çift cinsiyetlilik, pornografi

Determinizm İndeterminizm

Dünyanın anlatıcısı olarak kitap, yazılı bilgi sistemi olarak kütüphane

Yazılı medyanın fiziki sınırlarının aşılması olarak yüksek– medya,

Makine Bilgi

İlkel İleri

Nesne (object) Özne (subject)

Gerçeklik; Gerçek (realite) Fiilen olmasa da isim olarak var olma (virtual); Hayal (imaj)

Çekicilik İticilik

Kural Anarşi

Mekân Mekânsızlık; Zaman

Ev Anakent (metropol)

(Birkök, 2004: 3–4)14