• Sonuç bulunamadı

Devlet Planlama Teşkilatı: 27 Mayısı gerçekleştiren kadro, anayasal düzeni yeniden tesis etmek için çıktıkları yolda, ikinci önceliği, DP iktidarının son döneminde

bozulan ekonomik yapının çözümüne yönelik hukuksal düzenlemeler yapmak olmuştur. Türkiye’de, Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle de 1930 yılından itibaren devletçi, 1933’ten itibaren de planlı-devletçi ekonomi (İBYKP) uygulamıştır (Şahin, 2002, s. 59). 1934 yılında I. Beş yıllık kalkınma planı uygulanmış, uygulama başarılı olmuştur. Ardından hazırlanan II. beş yıllık kalkınma planı ise II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle uygulanamamıştır (Aslan, 1998, s. 104). DP’nin birinci döneminde gerek dünya konjonktürünün uygunluğu gerekse dış yardımların da etkisiyle dinamik ve dışa açık bir ekonomik modele geçilmiştir. Bu

dönemde tarımda yaşanan hızlı makineleşme ve sanayileşme süreci 1955 yılından itibaren tersine dönmüş hızını kaybetmiştir. Dönemde yakalanan hızlı büyüme, durağana dönmüştür. DP’nin bu süreci atlatmaya yönelik çıkardığı istikrar paketi, kıtlık ve karaborsaya yol açmış, ekonomide yaşanan bu gelişmeler kamuoyunda hoşnutsuzluklara sebep olmuştur (Ataay, 2006, s. 44). İBYKP’nin başarısız oluşu, 1960’lara kadar yaşanacak olan plansız dönemi de beraberinde getirmiştir. 1960 öncesi Türkiye içinde bulunduğu ekonomik bunalımdan çıkmak için Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonunun yörüngesine girmiştir. Bu kurumların Türkiye’ye yardım için ön şart olarak koydukları planlamanın gerçekleşmesi için 1958 yılında Koordinasyon Bakanlığı kurulur.

27 Mayısla birlikte ekonomide planlama gündeme gelmiş, 1960 sonrası bürokratlar, ekonominin ancak kalkınma planlarına bağlanmasıyla ekonominin düzeleceğine inanmıştır. Ekonomik istikrar sayesinde sanayileşme hamlesinin hızlanacağını düşünen sanayi çevreleri de planlama anlayışını desteklemiştir. Anayasa hazırlanmadan evvel dillendirilen planlı kalkınma söylemleri üzerine, planlama örgütünün kuruluş çalışmalarını yürütmek üzere bir komisyon oluşturulmuştur (Aslan, 1998, s. 104). Komisyon çalışmaları sonucu Devlet Planlama Teşkilatı DPT 30 Eylül 1960 yılında kabul edilen 91 sayılı kanunla kurulmuştur (10621, Resmi Gazete, 1960). Anayasanın 129. Maddesinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın plana bağlı olduğu ve kalkınmanın bu plan çerçevesinde gerçekleşeceği ifade edilmiştir. Ayrıca, “Planlama Teşkilatı’nın kuruluş ve görevleri planın hazırlanmasında, yürürlüğe konmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde gözetilecek esaslar ve planın bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirlerin özel kanunla düzenleneceği” anayasada belirtilmiştir (10859, Resmi Gazete, 1961). DPT Başbakanlığa bağlı olup, Başbakan bu teşkilatın yönetimi ile ilgili yetkilerini Başbakan Yardımcısı vasıtasıyla kullanmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatının görevleri 30 Eylül 1960 yılında kabul edilen 91 sayılı kanunla şu şekilde sıralanmaktadır (10621, Resmi Gazete, 1960);

 Ülkenin, yeraltı, yerüstü, insan gücü gibi tüm kaynak ve olanaklarını eksiksiz bir şekilde tespit ederek, izlenecek ekonomik ve sosyal politikayı ve hedefleri belirlemede Hükümete yardımcı olmak;

 Bakanlıkların ekonomik politikayı ilgilendiren tasarruflarında, aralarında koordinasyonu sağlamak için tavsiyelerde bulunarak ilgili konularda danışmanlık yapmak;

 Hükümetin kabul ettiği hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa vadeli planlar hazırlamak;

 Planların başarı ile uygulanabilmesi için konu ile ilgili kurum ve kuruluşlar ile yerel yönetimlerin kuruluş ve işleyişlerinin düzenlenmesinde tavsiyelerde bulunmak,  Planın uygulanmasını takip etmek, değerlendirmek ve gerekli hallerde planda

değişiklikler yapmak

 Özel sektörün faaliyetlerini planın amaçlarına uygun bir şekilde yönlendirmek ve alınacak önlemler konusunda tavsiyelerde bulunmak, şeklinde sıralanmıştır.

DPT sıralanan görev ve sorumluluklarının hemen hepsini yerine getirememiştir. Bunda DPT’nin öncelikleri ile siyasi iktidarların önceliklerinin çakışması, gösterilebilir. İktidarların DPT’yi kendi ekonomik politikalarını sekteye uğratan, hantal bir bürokratik yapı olarak görmeleri DPT’nin daha aktif rol oynamasının önüne geçtiği söylenebilir. Tüm olanlara rağmen Türkiye’nin sanayileşmesinin yönetiminde rol alan DPT’nin sermaye birikiminin sağlanmasına yönelik kaynakların tahsis edilmesinde yönlendirici bir kurum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır (Keskin, 2011, s. 89). Dönemde dört kalkınma planı etkili olmuştur. Bahsi geçen bu kalkınma planlarına ilerleyen bölümlerde yer verileceğinden bu kısımda değinilmemiştir.

Silahlı kuvvetler birliği.

27 Mayıs müdahalesinden sonra MBK’nın ordunun üst kademelerindeki yığılmayı önlemek amacıyla gerçekleştirdiği tasfiye hareketi, MBK ile TSK arasındaki ilişkiyi gerginleştirmiş, Silahlı Kuvvetler bünyesinde bölünmeler görülmeye başlamıştır (Oran, 2013, s. 126). Yaşanan bölünmeler, tasfiye edilen On Dörtlüler ile derinleşmiş, MBK ile orduda fikir ayrılıkları artmıştır. MBK üyeleri ordu içerisinde kendilerine taraftar toplamaya başlarken, bir yandan da On Dörtlülerin mağdur olduğuna inanan kesimde kendi taraftarlarını oluşturabilmek için ordu içinde ayrı bir teşkilat kurma eylemi göstermiştir (Demir, 2006, s. 155-156). MBK ordu adına yönetime el koymuş, ancak gücünü aldığı ordu ile uzaklaşmaya başlamıştır. Komite üyelerinin statüsünün bakan üstü olmasına karşın, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının MBK üyesi olmamalarının sonucu olarak MBK üyesi alt rütbeli subaylardan daha alt bir konumda kalmaları ordu ile MBK arasında uyumsuzluk çıkmasına neden olmaktadır. Genelkurmay Başkanı’nın rütbesi, çoğu MBK üyesi subaydan daha yüksek konumda bulunmasına rağmen komite üyesi düşük rütbeli bir subay, MBK üyesi olmanın sağladığı bakan üstü konumu, sayesinde Genelkurmay Başkanı veya Kuvvet komutanlarından daha üst bir hiyerarşik pozisyona sahip olabilmektedir. Sıraladığımız bu rahatsızlıklar, ordu içinde tekrar gruplaşmalara neden olacak, Silahlı Kuvvetler Birliği bu grupları bünyesinde toplayarak, ordunun eski hiyerarşik düzeni içinde bütünlüğünü koruması amacına yönelik bir örgüt olarak kurumsallaşacaktır (Oran, 2013, s. 126). Örgüt 1961 yılının Mart ayında

İstanbul’da kurulmuştur (Altuğ, 2006, s. 262). 66. Tümen Komutanı Faruk Güventürk ve Harp Akademileri Komutanı Faruk Gürler’in liderliğindeki generaller ile Ankara’da Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir’in liderliğindeki Albaylar Cuntası tarafından ortaklaşa kurulmuş olan örgüt ilerleyen yıllarda da güç kazanarak Türk siyasal hayatında etkinlik göstermiştir (Demir, 2006, s. 157). Yönetimsel olarak MBK’dan daha etkin bir hale gelen SKB gücünü 6 Haziran 1961’de göstermiş, Hava Kuvvetleri Komutanı değişikliği olayında karşı karşıya gelen Gürsel ve Gürler çekişmesinde kazanan taraf Gürlerin başında olduğu SKB olmuştur (Altuğ, 2006, s. 265-266). 1961 seçimine hazırlıkların devam ettiği dönemde, bu seçim ile yönetimin kesin olarak sivillere devredileceği ileri sürülmüş olmasına rağmen, Talat Aydemir ve arkadaşları yapılacak seçimlerin istikrarı sağlamayacağını, reformları yapmaya yeterli olmayacağını savunmuşlar (Demir, 2006, s. 155-156), sonrasında da iki darbe teşebbüsü gerçekleştirmişler ancak başaramamışlardır.

Seçimler ve koalisyon.

13 Ocak 1961’te askeri vesayetten sivil iktidara geçiş sürecinde, 29 Eylülde kapatılan DP dışındaki siyasal partilerin faaliyetleri üzerindeki yasak kaldırılmıştır. MBK’nın (3.Tebliğ) de (Ek, 7) faaliyetlerini durdurduğu, 4 Temmuzda gençlik ve kadın kollarını sınırlandırdığı (Kuru,1999, s. 245), partilerin faaliyetlerine devam etmelerine ve bir ay içerisinde başvurmak kaydıyla, yeni partiler kurulmasına da izin verilmiştir (Akbaş, 1989, s. 56). 11 Şubat 1961 yılında aralarında Adalet Partisinin de bulunduğu Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi, Çalışma Partisi, Memleketçi Parti, Türk İşçi ve Çiftçi Partisi, Mutedil Liberal Parti adı altında altı siyasi parti kuruluş dilekçelerini vermişlerdir (Ek,17). Fakat çıkarılan 648 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partileri sınırlandırarak, aynı model etrafında örgütlenmek zorunda bırakmıştır. (Kabasakal, 1991, s. 239). Dönemde, CHP ve CKMP’nin yanı sıra Adalet Partisi (AP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) gibi yeni partilerde kurulmaya başlanmıştır (Akşin, 1989, s. 241). Bu partilerden AP, YTP ve CKMP’nin 29 Eylülde kapatılan DP’nin hali hazırdaki toplumsal tabanına hitap etme savaşı verdiği söylenebilir (Çavdar, 1985, s. 2090).

Sivil siyasal hayatta bunlar gerçekleşirken, askeri vesayet tarafında da işler giderek karmaşık bir hal almakta, MBK giderek mevcut gücünü yitirmekte, ordu içinde Silahlı Kuvvetler Birliği adı altındaki yeni bir örgütlenme güç kazanmaktadır. Öyle ki, 1961 yılının Haziran ayında MBK’nın Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in görevden alınması ve yurt dışında görevlendirilmesi kararı uygulamaya sokulamamıştır. Yine, Eylül ayında Yassıada Mahkemelerinin verdiği ölüm cezalarının yerine getirilmemesi için Gürsel ve İnönü’nün ısrarlı çabalarına karşın SKB’nın etkin rol oynamasıyla idam kararları

gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin sivil hayata geçiş için attığı adımları bu siyasi ve askeri hava içerisinde atmıştır.

27 Mayıs darbesi sonrasında ilk genel seçimler 15 Ekim 1961’de gerçekleşmiştir. Seçimlerde, CHP’nin dışında, CKMP ve yeni kurulan, AP ile YTP yarışmıştır. Milletvekili ve senatörlük için seçimler birlikte yapılmasına karşın, iki ayrı seçim sistemi uygulanmış, Senato seçimlerinde çoğunluk sistemi, milletvekili seçimlerinde ise nispi temsil sistemi uygulanmıştır (Kara, 2004, s. 48-49). 1961 Anayasası’nın kabulünden sonra yapılan yeni düzenleme ile 25 Mayıs 1961 tarih ve 306 sayılı Milletvekili Seçim Kanununda kabul edilen çevre barajlı bir başka deyişle nispi temsil (d’Hondt) seçim esaslarının uygulandığı milletvekili seçimlerinde (TÜİK,2012, s. 8), Türkiye’de mevcut 12 925 395 kayıtlı seçmenden, 10 522 716’sı oy kullanmış, yaklaşık %81,4 oranında bir katılım gerçekleşmiştir.

Tablo 7. 1961 Yılı Seçimleri Partilerin Oy Oranları ve Milletvekili Sayıları

Gerçekleşen seçimlere, CHP, CKMP, AP ve YTP katılmıştır. CHP kullanılan geçerli oyların 3 724 752’sini alarak % 36,7 oy oranı ile birinci parti olmuş, Mecliste 173 milletvekili ile temsil hakkı elde etmiştir. AP kullanılan geçerli oyların 3 527 435’i ve %34,8 oy oranı ile ikinci parti olmuş, Mecliste 158 milletvekili ile temsil hakkı elde etmiştir. Kullanılan geçerli oyların 1 415 390’ını alan CKMP, %14,0 oy oranı ve 58 milletvekili ile dördüncü parti olurken, YTP 1 391 934 oy alarak, % 13,7’i oy oranı ve 65 milletvekili ile üçüncü parti olmuştur. Bağımsızlar 81 732 oy alarak %0,8 oy oranıyla Mecliste temsil hakkı elde edememişlerdir (TÜİK, 2012, s. 25).

Çoğunluk sistemi uygulanan Cumhuriyet Senatosu seçimlerinde ise, AP %35,4’lük oy oranıyla neredeyse diğer üç partinin toplam senatörüne yakın bir sayı ile 71 senatörlük almıştır. CHP oyların %37,2’si ile senatoda 36, YTP %13,9 ile 27 ve CKMP %13,4 ile 16 senatörlük elde etmiştir (Akşin, 1989, s. 242). 15 Ekim 1961’de gerçekleşen seçim Türkiye’nin yeni sıkıntılarla yüzleşeceği sinyallerini verir niteliktedir. Sonuçlar, adeta kendisini DP mirasçısı gören AP’nin yani Menderes’in bir zaferi ve 27 Mayıs darbesine karşı

0 50 100 150 200 CHP %36,7 AP %34,8 CKMP %14,0 YTP %13,7 Bağımsızlar %0,8

halkın kınama oyu olarak yorumlanmıştır. Ordu içerisinde bir grup gerçekleşen seçim sonuçlarından memnun olmamış, ordu tekrara kaynamaya başlamıştır. Ordu alması gereken tutum konusunda bölünmüştür. Faruk Gürler, Refik Tulga gibi kimi subaylar, seçim sonuçlarının iptal edilmesini istemeye başlamıştır (Akşin, 1989, s. 243). Hatta bu kişilerce siyasi partilerin ve MBK’nin dağıtılması yeni bir askeri Cunta rejiminin kurulması dillendirilmektedir (Ahmad, 1996, s. 175-177). 21 Ekimde, İstanbul’da Vali Korgeneral Refik Tulga başkanlığında 21 Ekim protokolünü imzalamışlardır (URL. 13). Protokole göre Meclis toplanmadan SKB yönetime el koyacaktı. 21 Ekim protokolü diye adlandırılan belge zamanın Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay tarafından uygulamaya konulmamış, ancak Meclisin açılmasına bir gün kala siyasi parti liderleri komutanlar önünde 27 Mayısa karşı çıkmayacaklarına, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gürsel’i destekleyeceklerine, Yassıada mahkûmlarının affının gündeme getirilmeyeceğine dair protokol imzalamak zorunda kalmışlardır (Akşin, 1989, s. 244). Bu gelişmeler ile bir darbe engellenmiş, darbe niyetinde olanlar en azından yavaşlatılmıştır.

Nihayetinde seçimler sonuçlanmış, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yeni Meclis ilk sınavını vermeye hazırlanmaktadır. Koalisyonun kesin göründüğü bir ortamda, tamda koalisyon tartışmaları sürerken Cumhurbaşkanı nasıl seçilecekti? Çünkü ne CHP ne de AP tek başına Cumhurbaşkanı seçimlerinde adaylarını seçebilecek salt çoğunluğa sahip değildir. Cumhurbaşkanlığı makamı için en çok dile getirilen adaylar Cemal Gürsel ve CHP ve İnönü muhalifi olduğu bilinen Ali Fuat Başgil’dir. MBK’nın, dolayısıyla ordunun adayı Cemal Gürsel’in, Başgil’in saf dışı bırakılmasıyla Cumhurbaşkanı olması kesindir. Sivil siyasete geçiş sürecinde baskıcı bir ortamda geçen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 26 Ekim 1961 günü Gürsel, 607 oydan 434 tanesini alarak Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Ancak ne tuhaftır ki, seçimlerde 607 oy içerisinden 3 çekimser ve 156 boş oy çıkması (Ek,18) adeta sessiz bir protesto niteliği taşımıştır. Orgeneral Cemal Gürsel 3 Kasım 1961 tarihinde emekliye ayrılmış, üniformasını çıkaran Gürsel Türkiye’nin 4. Cumhurbaşkanı olmuştur (Ek,20).

Hükümet’in bir an önce kurulması için çaba gösteren Gürsel, Senato ve Millet Meclisi Başkanlarıyla 7 Kasımda bir toplantı gerçekleştirmiş, toplantı sonrası alınan kararlar siyasi partiler arasında bir buhrana yol açmıştır. Bu buhran giderilemeyince 10 Kasım 1961’de Gürsel, siyasi parti liderleri ile bir toplantı gerçekleştirmiş, toplantının ardından Hükümet kurma görevini İnönü’ye vermiştir (Milliyet Gazetesi 11.11.1961). Hükümet kurma yetkisini alan İnönü, siyasi parti liderleri ile görüşmelere başlamış, görüşmelerin çoğu partilerin İnönü yönetiminde çalışmak istememesi nedeniyle başarısız sonuçlanmıştır. AP, içerisinde uzun

tartışmalar ile hükümet ortağı olmayı değerlendirmiş, 15 Kasımda koalisyon ortağı olmayı kabul etmiştir (Milliyet Gazetesi 16.11.1961). Bu ortaklığın AP’nin aleyhine olacağı düşünceleri yanılmış, beklentinin aksine, AP’nin aleyhine değil, lehine sonuçlanmıştır. Gerçekleşen koalisyonla AP dönemin etkin çevrelerinde sempati toplamış, adeta kendisini kabul ettirmiştir (Çavdar, 1985, s. 2090). Böylelikle, 1965 sonrasında AP iktidar olma fırsatını yakalamıştır. Kurulan koalisyonla, uzun süren Ebedi Şef ve Milli Şef dönemi ve akabinde devam eden DP döneminden sonra yaşanan 27 Mayıs darbesi ülkede yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon Hükümetinin kurulmasıyla başlayan demokratik süreç 12 Martta yaşanacak Askeri Muhtırayla kesintiye uğrayana dek devam etmiştir.

İlk koalisyon hükümeti’nin kurulması.

27 Mayıs sonrasının ilk, Türkiye’nin ise 26. aynı zamanda ilk koalisyon Hükümeti 20 Kasım 1961 yılında kurulmuş, 1 Haziran 1962 yılına kadar görev yapmıştır. 38 yıllık genç Cumhuriyet, bu dönemde ilk kez koalisyonla tanışmış, sonrasında da koalisyonlar ve koalisyon kavramı siyasette sıkça gündeme gelmiştir. Öyle ki Türkiye, ilk koalisyon tecrübesi ardından geçen 4 yıl içinde 3 kez koalisyon tecrübesi ve hükümet değişikliği yaşamıştır. İlk koalisyon bir tarafta CHP diğer tarafta kendini DP mirasçısı gören AP arasında kurulmuştur. Kurulan bu hükümetin uzun soluklu olmayacağı daha ilk kurulduğu günlerde kendisini belli etmektedir. Özellikle AP’nin DP’lilere af önerisi ve 1960 öncesi DP ve CHP ilişkileri göz önüne alındığında da bu kolaylıkla söylenebilir. Her şeye rağmen kurulan hükümet 22 Şubat 1962 yılında gerçekleşen darbe harekâtını engellemeleri hasebi ile önem arz etmektedir. Kurulan ilk koalisyon hükümeti ve hükümet ortaklarının oluşturduğu kabine şu şekildedir;

İlk koalisyon hükümetinin Başbakanı Malatya CHP milletvekili İsmet İnönü’dür. Başbakan Yardımcısı görevini Cumhuriyet Senatosu üyesi ve AP Zonguldak milletvekili Ali Akif Eyidoğan üslenmiştir. CHP Kayseri milletvekili Turhan Feyzioğlu, CHP Kastamonu milletvekili Avni Doğan, AP Çorum milletvekili Necmi Ökten, AP Antalya milletvekili Nihat Su ve 23 Mayıs 1962 yılında senato üyesi olan Hıfzı Oğuz Bekata (BCA, 27.11.1962.D7/030,01/54.329.3) Devlet Bakanı görevini yürütmüştür. Hükümetin Adalet Bakanı, Senato Üyesi Kemal Sahir Kurutluoğlu, Millî Savunma Bakanı, CHP İstanbul milletvekili Mehmet İlhami Sancar, İçişleri Bakanı, AP Adana Milletvekili Ahmet Topaloğlu, Dışişleri Bakanlığı görevini CHP İstanbul milletvekili Selim Rauf Sarper yürütmüştür. 26 Mart 1962 yılında Dışişleri Bakanlığı görevine Londra Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin getirilmiştir (BCA,27.11.1962. D7/030,01/54.329.3). Kabinenin Maliye Bakanı CHP Çanakkale milletvekili Osman Şefik İnan, Millî Eğitim Bakanı, CHP Çorum milletvekilli

Mehmet Hilmi İncesulu, Bayındırlık Bakanı CHP Ankara milletvekili Mehmet Emin Paksü, Ticaret Bakanı AP İzmir milletvekili Mehmet İhsan Gürsan’dır. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı AP Senato üyesi Süleyman Suat Seren, Gümrük ve Tekel Bakanı AP Senato Üyesi Şevket Pulatoğlu, Tarım Bakanı AP Adana milletvekili Ali Cavit Oral, Ulaştırma Bakanı AP Senato Üyesi Mustafa Cahit Akyar’dır. Çalışma Bakanı CHP Ankara milletvekili Bülent Ecevit, Sanayi Bakanı CHP Burdur milletvekili Fethi Çelikbaş, Basın-Yayın ve Turizm Bakanı AP Samsun milletvekili Kamran Evliyaoğlu, İmar ve İskân Bakanı İstanbul AP milletvekili Mehmet Muhittin Güven’dir (Ek,21).

Hükümet, 27 Kasım 1961 yılında Meclise programını sunmuştur. Mecliste okunan 15 sayfalık hükümet programında, siyasi istikrarı korumak ve geliştirmek, partizanlığı önleme, gerek iç huzurun sağlanması gerekse uluslararası ilişkilerde barışçıl bir politika ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve hızlı bir ekonomik kalkınmanın sağlanması üzerinde durulmuştur. Ayrıca, satır aralarında Atatürk ilkelerine bağlılık vurguları yapıldığı göze çarpmaktadır. NATO ve CENTO’ya bağlılık yine göze çarpan bir diğer husustur (BCA, 27.11.1962.D7/030,01/54.329.3). Parti programı okunduktan sonra 2 Aralık 1961 günü yapılan oylamada, ilk koalisyon Hükûmeti oylamaya katılan 351 milletvekilinden 269’unun lehte, 78’inin çekimser, 4’ünün de aleyhte verdikleri oylar ile Meclis’ten güvenoyu almıştır (MM/TD.2.12.1961/B.16.O:1).

Hükümet kurulduktan sonra iç barışın sağlanması zaruri gözükmekle beraber, AP içerisindeki aşırıların, YTP ve CKMP ile birlikte af konusunu gündeme getirmeleri dönemin Türkiye’sinde huzuru kaçırır gibi gözükmektedir. Bu dönemde hükümet, siyasetçilerin söylemleri ve ordu içerisindeki bu söylemlerden rahatsız olan kesim arasında sıkışmıştır. Bu sebeple Hükümet uzun vadede çokta bir icraata imza atamamıştır (Küçükcan, 1997, s. 116). Hükümet altı ay on gün gibi kısa bir zaman zarfında, 30 Mayıs 1962 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün istifası ile son bulmuştur. Kısa soluklu olan bu Hükümet, Şubat ayında gerçekleşen bir darbe girişimini engellemiş, siyasal ve demokratik hayatın tekrar kesintiye uğramasının önüne geçmiştir.

Hükümetin son bulmasında, özellikle DP’li sanıklara af çıkarılması tekliflerinin sıkça gündeme gelmesi gösterilebilir. Erzurum milletvekillerinden YTP’li Ertuğrul Akçanın 12 Aralık 1961 günü, huzurun sağlanması için affın bir ön mesele olup olmadığını, sözlü soru şeklinde Meclis gündemine taşıması ve bunun üzerine AP’nin siyasi af için diğer partilerle temasa geçmesi ile başlayan süreç, hükümeti sıkça zora sokmuştur. 31 Aralık 1961 yılında vefat eden Yassıada mahkûmlarından, Demokrat Partili eski Bayındırlık ve Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri için 2 Ocak 1962 yılında düzenlenen cenaze töreninde gerginlik yaşanmış,

cenaze töreninde eski DP’lerin affını isteyen topluluk polisle çatışmıştır (Şimşek, 2015, s. 2965). Bu olaylar 1960 darbesinde radikal kesimi oluşturan ve uzun süreli askeri bir iktidar ön görmüş, ancak başarılı olamamış subaylar arasında rahatsızlığa neden olmuştur. Ayrıca, bazı dergilerin, önce kapalı, sonra açıkça DP Dönemi’ni övmeleri ve 27 Mayıs’ı gölgelemek istemeleri ordudaki bu huzursuzluğu arttırmıştır (Demir, 2006, s. 159). Akabinde Albay Talat Aydemir ve beraberindeki subaylar bir darbe girişiminde bulunmuşlardır.

1. İlk Koalisyon Dönemi Olayları: Gerçekleşen darbe sonrası kurulan ilk hükümete

Benzer Belgeler