• Sonuç bulunamadı

a. Kıbrıs Bunalımı: 1571’de Osmanlı Devletinin fethettiği Kıbrıs Adası, 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşmasına kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış, bu anlaşma ile Adanın yönetimi geçici olarak İngiltere’ye verilmiştir. Lozan Antlaşması ile resmi olarak İngilizlere bırakılan Kıbrıs, Rumların Yunanistan ile birleşme arzularının şiddet eylemlerine dönüşmesiyle 1950’lili yıllardan itibaren Türkiye’nin de dâhil olduğu bir mesele haline gelmiştir. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş (Necatigil, 1989, s. 10), üç yıl içinde, 1963 Noel’inden itibaren, Akritas Planı çerçevesinde Kıbrıs’ta yaşayan Türker’e yönelik şiddet hareketleri başlamıştır (Gülen, 2012, s. 389). 21 Aralık 1963 yılında başlayan şiddet eylemleri kısa bir sürede tüm Ada geneline yayılmıştır. Yaşanan olay üzerine, Başbakan İsmet İnönü Bakanlar Kurulu ve Kuvvet Komutanları ile görüşmüş, görüşme sonunda yaptırım kararları alınmıştır. Alınan kararlar çerçevesinde, İngiltere ve Yunanistan’a birer nota verilmiştir. Türkiye İngiltere ve Yunanistan’a birlikte Adaya müdahale teklifi götürmüş olmasına karşın bu talep karşılık bulamamıştır. Hükümetin çağrısı, garantör devletlerde beklenen etkiyi gerçekleştirmemiştir. Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’ta yaşanan olaylara karşı müdahaleden kaçınması üzerine, Başbakan İsmet İnönü, olayın ciddiyetini göstermek ve yaşanan olaylara dikkat çekmek üzere Türk jetlerine Kıbrıs semalarında alçaktan uçuş emri vermiş, 25 Aralık günü hava harekâtını kamuoyuna açıklamıştır. Türk jetlerinin Kıbrıs üzerinde yaptığı uçuşlar Başbakan İnönü’nün istediği etkiyi gerçekleştirmiş İngiltere ve Yunanistan, Ada’ya barış gücü göndermeye hazır olduklarını bildirmiştir. Kıbrıs’ta yaşanan olaylara müdahale üç garantör devlet arasında varılan anlaşma sonucunda, 27 Aralık 1963 yılında Ada’da İngiliz Tümgeneral Komutasında üçlü kuvvet kurulmuştur. Gerçekleştirilen bu müdahale Ada’da geçici olarak olayların yatışmasını sağlamıştır (Küçükcan, 1997, s. 260). Kısa bir zaman sonra belirlenen Yeşil Hat Kıbrıs’taki taraflar arasında sınır bölgesi niteliği kazanmıştır. Lefkoşe’deki ateşkes hattının her iki yakasında İngilizlerin kontrolünde tarafsız bir bölge oluşturulmasına, yaşananlar sırasında rehin alınan kişilerinde serbest bırakılmasına karar verilmiştir (Gülen, 2012, s. 400). Aralık 1963’te başlayan 1964 yazında doruğa tırmanacak olan Kıbrıs Krizi’nin birinci evresi bu şekilde tamamlanmıştır (Şener, 2013, s. 118). Kıbrıs bunalımının bu ilk evresinde, 1963 Kanlı Noelin de gerçekleştiği olaylarda, 364 Kıbrıs Türkü hayatını kaybetmiş, birçok kişi yaralanmış, 25000 Kıbrıs Türkü göçe zorlanmış,

yaklaşık 500 üzerinde ev tahrip edilmiş, 2000 üzerinde ev yağmaya uğramıştır (Arık, 2011, s. 6).

b. Kıbrıs Bunalımı ve Londra Konferansı: Barışı Gücünün Kıbrıs’ta göreve başlamasından hemen sonra, Ada’daki durumu görüşmek üzere Yunanistan tarafı, üç garantör devletin Dışişleri Bakanı seviyesinde görüşmesini teklif etmiştir. Fakat Türkiye görüşmelerin başlayabilmesi için ön koşul olarak çatışmaların durdurulmasını ileri sürmüştür. Anlaşma sağlanması için İngiltere tarafları Londra’da düzenlenecek bir konferansta durumu görüşmeye davet etmiştir (Şener, 2013, s. 118). Kriz patlak verdiğinde müdahale etmek konusunda isteksiz görünen İngilizler, Türk tarafının girişimleri ve Türk jetlerinin Kıbrıs semalarında uçması üzerine harekete geçmek zorunda kalmış, taraflar 15 Ocak 1964’te Londra’da bir araya gelmişlerdir (Gülen, 2012, s. 400). Başkanlığını İngiltere’den Sandys’in yaptığı Konferanta İngiltere, Türkiye, Yunanistan ile Kıbrıs Rum ve Türk cemaati temsilcileri bir araya gelmişlerdir (Uslu, 2000, s. 59). Londra’da Malborough House’de gerçekleşen görüşmelerde taraflar taleplerini dile getirmiştir. Konferansta, Türk tarafı, Kıbrıs’ta yaşayan Türk halkının can ve mal güvenliğinin sağlanması, Türk asker sayısının arttırılması, Kıbrıs’ta iki özerk bağımsız bölge oluşturulması isteklerini dile getirmiştir. Yunan ve Rum tarafı, Kıbrıs’la ilgili anlaşmaların ortadan kaldırılmasını, İngiliz tarafı ise, güvenin tesisine kadar uluslararası bir gücün Adada konuşlanmasını, Rum tarafının ağırlıklı olduğu bir yönetimin hayata geçirilmesini talep etmiştir (Küçükcan, 1997, s. 260). Londra Konferansında taraflar arasında fikir birliği sağlanamamış, yaşanan derin görüş ayrılıkları sonucunda 21 Ocak günü konferans çalışmalarına ara vermiştir. Görüşmelerin kesintiye uğradığı döneminde Kıbrıs’ta devam eden olaylar sonucunda İnönü, Amerika’yı uyararak, “Türkiye’nin soydaşlarının haklarını korumaya kararlı olduğunu” bildirmiştir. Bunun üzerine taraflar arasında yeniden görüşmeler başlamıştır (Gülen, 2012, s. 400). Bir ara İngiltere ve ABD Kıbrıs’a 10.000 kişilik bir NATO kuvvetinin gönderilmesi, gönderilen bu kuvvetin Ada’da güvenliği sağlaması fikrini ortaya atmıştır. Türkiye tarafından kabul edilen bu görüş, SSCB’den de destek alan Makarios tarafından reddedilmiş (Şener, 2013, s. 119) ve Makarios (BM) Birleşmiş Milletler Barış Gücünü yeğlediğini belirtmiştir (Oran, 2001, s. 724). Bu atmosfer içinde konferans başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Kıbrıs’ta tüm çabalara rağmen Türklere karşı yapılan zulmünün devam etmesi üzerine Türkiye 15 Şubat 1964 yılında Adaya müdahale etmeyi düşünmüştür. Türkiye’nin olası müdahalesinin yaşanan krizi daha da şiddetlendireceğinden endişe duyan İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. Başvuru sonucu Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 yılında sekiz maddeden oluşan 186 Sayılı Kararı almıştır. Karardan sonra, Kıbrıs’ta konuşlandırılacak

olan barış gücü UNFICYP “United Nations Peacekeeping Force in Cyprus” adaya konuşlanmadan önce, Kıbrıslı Rumlar Ada’da avantajlı bir konuma geçmek için yeniden saldırıya geçmişlerdir (Şener, 2013, s. 119-120). Ağır silahlı bir Rum kuvveti Gaziveren Türk köyüne hücum etmiş, aynı gün Limasol’da da Türklere saldırılar gerçekleşmiştir. Mart ayında da Baf’ta, Ktima’da saldırılar yaşanmıştır. BM Barış Gücünün almış olduğu karara rağmen artarak devam eden saldırılar karşısında Türk Hükümeti, 12 Mart 1964’te saldırıların durdurulmadığı takdirde Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunacağını açıklamıştır (Necatigil, 1989, s. 34-35). Türkiye’nin müdahale kararı geciktirilmiş, Birleşmiş Milletler Barış Gücünün 14 Mart’ta Kıbrıs’a gönderilmeye başlanmasını sağlanmış, BM gücü 27 Mart’ta Ada’da konuşlanmıştır. Ancak adaya konuşlanan Barış Gücü de Ada’da devam eden çatışmaları durduramamıştır. Barış gücünün de olayları bastırmakta yetersiz kalması üzerine Türkiye, ABD ve İngiltere’ye birer nota göndererek Adaya çıkartma yapabileceğini hatırlatmıştır. Bunun üzerine, 16 Mart 1964 yılında TBMM Hükümete gerektiğinde Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma yetkisi vermiştir (Oran, 2001, s. 725). Türkiye’nin tüm çabalarına karşın 1964’ün Nisan ve Mayıs aylarında da Kıbrıs’ta çatışmalar aralıksız devam etmiştir. Türkiye’nin verdiği çabaların istenilen neticeler vermemesi üzerine İnönü Hükümeti, 2 Haziran 1964’te gerçekleştirilen MGK toplantısında adaya askeri müdahalede bulunma kararı almıştır.

Türkiye’nin Adaya müdahale kararı ile Makarios’a isteklerini kabul ettirebilmeyi amaçladığı söylenebilir. Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’in İnönü’ye karşı çıkmasına rağmen, müdahale kararı ile ilgili ABD Büyükelçisi bilgilendirilmiştir. ABD Büyükelçisi Türkiye’nin Adaya müdahale edeceği hususunda Washington’u bilgilendirmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı muhtemel bir çıkartmanın önlenmesi için ABD Başkanının direktifiyle hareket geçen büyükelçi, 4 Haziran’da İnönü ile görüşme yapmış, ancak İnönü büyükelçiye Türkiye’nin kararında ısrarlı olduğunu belirtmiştir. Adaya Türk müdahalesi istemeyen ABD Büyükelçi aracılığıyla İnönü’den yirmi dört saatlik süre isteyerek, bu süreyi müdahaleye engel olmak için kullanmıştır. Müdahaleye engel olmak maksatlı ABD’nin 6. Filo’suna bağlı bir birlik Türkiye ile Kıbrıs arasına konuşlandırılmıştır (Uslu, 2000, s. 177). 5 Haziran’da ABD Başkanı Johnson’dan İnönü’ye muhtevası tehditkâr ve sert bir mektup gelmiştir. Gelen mektup yalnızca Kıbrıs konusunu değil, tüm Türk dış politikasını etkisi altına almıştır (Oran, 2001, s. 726). 1963-64 olaylarının sonucunda Türkiye’nin aradığı desteği bulamadığı ABD ve NATO ile var olan ilişkilerinde bir soğuma gerçekleşmiştir. Akabinde, Dışişleri Bakanı Erkin’in Moskova’ya gitmesiyle dış politikada Sovyetlerle bir yakınlaşma başlamıştır (Arık, 2011, s. 9).

c. Kıbrıs Bunalımı ve Cenevre Konferansı: Kıbrıs’ta devam eden olayları çözüme kavuşturmak üzere, ABD eski Dışişleri Bakanlarından Dean Acheson arabulucu olarak tayin edilmiştir. Acheson’un arabuluculuğuyla 9 Temmuz 1964 yılında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere heyetleri BM’nin arabulucusu Tuomioja’nın ve Acheson’un arabuluculuğunda Cenevre’de bir araya gelmişlerdir. Gerçekleşen, görüşmelere Kıbrıs Hükümetinin de davet edilmiş olmasına karşın Makarios bu daveti kabul etmemiştir. Görüşmeler Yunanistan’ın karşı çıkması nedeniyle ayrı ayrı yürütülmüştür., Acheson taraflarla ayrı ayrı görüşerek tarafların önerilerini karşılıklı olarak iletmiştir. Görüşmeler sonunda 14 Temmuz 1963 yılında “Acheson Planı” olarak adlandırılan çözüm planı taraflara iletilmiştir (Şener, 2013, s. 124-126). Özetle, 14 Temmuz 1964 yılında açıklanan Acheson planı, Mağosa’nın kuzeyinde yer alan Boğaz ile Kıbrıs’ın Kuzey kıyılarında yer alan Akantu Geçidi arasında çizilen çizginin doğusunda kalan Karpas Yarımadasının Türkiye’nin egemenliğine bırakılacağını öngörmektedir. Ayrıca, Türklerin çoğunlukta olduğu bazı bölgelerde özerklik tanınacağı, Kıbrıs ta yaşayan Türklerin Lausanne’da Yunanistan’daki Müslümanlara tanınmış azınlık haklarından yararlanacağı, Meis Adasının da Türkiye’ye verileceği belirtilmiştir. Acheson Planı Türkiye tarafından kabul görmüş, ancak Makarios ve Yunanistan planı reddetmiştir (Arık, 2011, s. 8). Adada yaşanan olaylar yine çözüme kavuşamamış, çatışmalar devam etmiştir. Aynı zamanda, Yunanistan Başbakanı Papandreou’nun ağır silahlı on bine yakın askeri ve subayı Ada’ya çıkartması (Milliyet Gazetesi, 11.09.1964) sonucunda devam eden saldırılar yoğunlaşmış, 5 Ağustosta Erenköy ve Mansura’ya saldırılar düzenlenmiştir. Gerçekleşen saldırılar sonucunda 7 Ağustosta Türk mevzileri düşmeye başlamıştır. Gelişen bu olaylar karşısında Ada’da yer alan Barış Gücünün, yalnızca saldırıları protesto etmekle yetinmesi Türkiye’yi daha ciddi önlemler almaya itmiştir (Gülen, 2012, s. 416). Alınan önlemler arasında Türkiye’nin, BM ve NATO nezdinde yaptığı girişimleri ve 7 Ağustos’ta Türk savaş uçaklarının Ada üzerinde ihtar uçuşu yapmaları gösterilebilir. Yapılan bu girişimlerden de istenilen sonuçların alınmaması üzerine 8 ve 9 Ağustos’ta Türk savaş uçakları Rum birliklerinin bulunduğu mevzileri bombalamıştır. Bombalamada beş Yunan botu zarar görmüş, 24 Yunan askeri hayatını kaybetmiş, iki yüz Yunanlı yaralanmıştır. (Milliyet Gazetesi, 09. 02. 1964). Gerçekleşen bombalama Türkiye’nin Kıbrıs’a sınırlı ölçekte bile olsa ilk müdahalesi olarak tarihe geçmiştir. Yaşanan olaylar üzerine ABD ve SSCB Türkiye ile görüşerek bombardımana son verilmesini istemiş, BM Güvenlik Konseyi de 193 sayılı kararıyla taraflara ateşkes çağrısında bulunmuştur. Makarios’un geri adım atarak ablukayı kaldıracağını ilan etmesi, Türkiye’nin de ateşkes çağrısına olumlu cevap vermesi muhtemel bir sıcak savaşı engellemiştir. Gerçekleşen uzlaşma ile birlikte kesintiye uğramış olan Cenevre Konferansı 15 Ağustos 1964 yılında bir kez daha başlamış, 20 Ağustos’ta

Acheson Planının revize edilmiş hali taraflara sunulmuştur. Revize edilen plana göre, planın ilk haliyle Türkiye’nin egemenliğine bırakılması ön görülen Karpaz Yarımadasının, Türkiye’ye elli yıl süreyle kiralanarak burada Türkiye’nin askeri bir üs bulundurması ön görülmüştür. Türkiye, ön görülen bu değişikliği reddetmiş ve bunun üzerine Konferans 31 Ağustos 1964’te sonuç alınamadan sona ermiştir. Kıbrıs’taki gerilim bu dönemde kısmen yatışmış ve kriz sona ermiştir (Şener, 2013, s. 125-127).

d. TRT’nin Kurulması: Türkiye’de televizyona yönelik ilk ilgiler, dünyada gerçekleştirilen deneme çalışmalarına paralel olarak, 1930’ların başlarına gidiyorsa da (İlaslan, 2014, s. 486) Türkiye, radyo yayıncılığı konusunda dünyadaki gelişmelere ayak uydurmadaki başarısını televizyon yayıncılığında gösterememiştir. Televizyon yayıncılığının, teknolojik alt yapısının pahalı olması, gecikmede rol oynamıştır. Türkiye’de her ne kadar televizyon yayıncılığında teknolojik yaygınlık sağlanamamış olsa da 1960'tan önce televizyon yayıncılığı konusunda örnekler yer almaktadır. Televizyon yayın çalışmaları 16 Temmuz 1952 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi “İTÜ” Elektrik Fakültesi Yüksek Frekans Tekniği Kürsüsünde gerçeklemiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, perşembe günleri 17.00 ve 19.00 saatleri arasında düzenli olarak yayın yapmaya başlamıştır (Özçağlayan, 2000, s. 42). 27 Mayıs darbesine kadar Türkiye’de televizyon yayıncılığı konusunda atılan cılız adımlar, darbeden sonra hız kazanmış, televizyon ülkede yaygınlaşmıştır. Özellikle, iletişim teknolojilerinin gücü devlet erkânının da ilgisini çekmiş, bu alana yatırımlar hızlanmıştır. 1961 Anayasasının “Radyo ve televizyon idaresi ve haber ajansları” başlığını taşıyan 121. maddesi şu şekilde düzenlenmiştir (10859, Resmi Gazete, 1961).

“Radyo ve televizyon istasyonlarının idaresi, özerk kamu tüzel kişiliği halinde, kanunla düzenlenir. Her türlü radyo ve televizyon yayınları, tarafsızlık esaslarına göre yapılır. Radyo ve televizyon idaresi, kültür ve eğitime yardımcılık görevinin gerektirdiği yetkilere sahip kılınır. Devlet tarafından kurulan veya devletten yardım alan haber ajanslarının tarafsızlığı esastır.”

Anayasanın yukardaki ilgili 121. Maddesi uyarınca, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), devlet adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek üzere, 1 Mayıs 1964 yılında, 359 sayılı kanunla özel bir yasayla özerk tüzel bir kişiliğe sahip olarak kurulmuştur (Sarmaşık, 1993 s. 76). Esasında 1961 Anayasanın geçici yedinci maddesi “Yeni Organ, Kurum ve Kurulların Kurulması” uyarınca (10859, Resmi Gazete, 1961) 25 Ekim 1963 yılına kadar çıkarılması gereken yasalardan biri olan TRT yasası (Küçükcan, 1997, s. 279-280) gecikmeli olarak 1964 yılının Mayıs ayına ve Üçüncü Koalisyon Hükümeti döneminde çıkarılabilmiştir. Üçüncü Koalisyon Hükümeti döneminde, kurulan TRT her ne kadar hükümet denetiminden uzak özerk bir yapıda olması planlansa da ilerleyen zamanlarda yansız politikasından uzaklaştığı, muhalefet tarafından eleştirilere maruz kaldığı görülecektir.

e. Cumhuriyet Seçimleri Üçte Bir Yenileme Seçimleri: 1963 yılı gerçekleşen yerel seçimlerde AP dışında kalan sağ partiler büyük ölçüde oy kaybetmiş, koalisyonda yer alan sağ partiler oy kayıplarını koalisyonda yer almalarına bağlamış ve İkinci Koalisyon Hükümetinin bu sebeple son bulduğuna öncesinde değinmiştik. 7 Haziran 1964 yılında gerçekleşecek olan Kısmi Senato Seçimleri öncesinde partiler gerçekleşecek seçimlerde başarı kaydedebilmek adına, birbirleri ile kimi zaman düzeysiz denilebilecek yıpratma çalışmalarına başlamıştır. Her ne kadar iktidar değişikliği konusunda fazla bir önem taşımayan Kısmi Senato Seçimleri kendinden sonra yapılacak 1965 seçimleri dolayısıyla gergin bir atmosferde gerçekleşmiştir. Çünkü gerçekleşen bu seçim 1965 seçimlerinin bir nevi provası niteliğindedir ( Küçükcan, 1997, s. 286-287). 17 Nisan 1964 günlü hazırlanan 447 Sayılı Yasa ile Senato seçimlerinde uygulanan çoğunluk usulü yöntemi nispi temsil usulü ile değiştirilmiş bu usul İkinci Meclis içinde kabul edilmiştir (11689, Resmi Gazete, 1964). 447 sayılı yasadan sonra gerçekleşen 1964 Senato seçimlerinde katılma oranı, ani bir düşme göstermiştir. Düşme oranı, 1961 seçimlerine göre yaklaşık % 21,2 ve katılım oranı % 60,2 dolaylarında olmuştur (Özgişi, 2012, s. 143).

Dönemde, çıkarılan yasa ve partilerin birbirleri ile olan olumsuz ilişkilerinin var olduğu bir atmosferde gerçekleşen seçimler öncesinde, seçimlerin favori partilerinden AP’nin Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala 6 Haziran 1964 tarihinde seçimlerden bir gün önce vefat etmiştir. 7 Haziran seçimlerinin hemen arifesinde yaşanan bu hadise seçimlere etki etmezken AP’nin Genel Başkanlığı yarışında belirleyici olmuştur. Sadettin Bilgiç ile Süleyman Demirel arasında önemli bir yarışa sahne olan AP’de Süleyman Demirel oyların ezici çoğunluğunu alıp seçimleri kazanarak, AP’nin yeni Genel Başkanı olacaktır (Sanlı, 2017, s. 22). 7 Haziran seçimleri 26 il merkezinde gerçekleştirilmiştir. Gerçekleşen seçimlerde AP 31, CHP 18 ve Bağımsız 1 kişi senatör olmuştur. TTP ve CKMP ise seçimle de hiç senatörlük kazamamıştır (Milliyet Gazetesi, 08.06.1964). Türkiye’deki kayıtlı 4 668 865 seçmenden 2 808 865’inin oy kullandığı seçimde, %60,2 oy oranı ile katılım sağlanmıştır. AP 1 385 655 oy alarak %50,3 oy oranı ile en çok senatör kazanan parti olmuştur. Oyların 1 125 783’ünü alan CHP %40,8 oy oranı ile ikinci parti olmuştur. YTP ise, 96 427 oy ve %3,5 oy oranı ile üçüncü parti olmuş ancak senatörlük kazamamıştır. CKMP ise aldığı, 83.400 oy ve %3,0 oy oranı ile dördüncü parti olmuş, YTP gibi bu partide senatörlük kazamamıştır. Bağımsızlar 64 498 oy ve %2,3 oy oranı ile 1 senatörlük kazanmıştır (DİE, 1966). Gerçekleştirilen Kısmi Senato Seçimleri sonucunda görüldü ki, 1963 yerel seçimlerden bu yana geçen sürede AP halk nezdinde yerini muhafaza ederken diğer sağ partilerdeki oy kaybı da devam etmektedir. Yaklaşan 1965 seçimlerine de referans gösterilebilecek Senato Seçimlerindeki sonuçlarla AP’nin 1965 seçimlerinde başarı göstermesi ve iktidar olması beklenen bir şey haline gelmiştir.

Ürgüplü hükümeti.

CHP ve Bağımsızlardan oluşan 28. hükümete, AP, YTP, CKMP ve MP tarafından 13 Şubat 1965 yılında bütçe oylaması sırasında bütçe güvenoyu verilmemiş ve hükümet düşürülmüştür. İnönü, daha önceden dillendirdiği üzere, bütçenin geçmemesi üzerine aynı gün Başbakanlık görevinden çekilmiştir (Küçükcan, 1997, s. 292). Bahsi geçen partiler, daha mevcut hükümeti düşürmeden evvel görüşmelere başlamış, kendi aralarında yeni bir koalisyon hükümeti meydana getirmeyi kararlaştırmıştır. Kurulacak 29. Hükümet için partiler tarafsız bir adayda hem fikirlerdirler. Gündemde başbakan adayı olarak, Prof. Dr. Kemal Kurdaş, Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Prof. Dr. Ömer Celal Saraç’ın isimleri zikredilmektedir. Yapılan görüşmeler sonunda dört parti, AP listesinden bağımsız senatör seçilen Suat Hayri Ürgüplü isminde mutabık kalmış, bunun üzerine Cumhurbaşkanı Gürsel hükümet kurma yetkisini 16 Şubatta Ürgüplüye vermiştir.

17 Şubatta gerçekleşen toplantı sonrasında başbakan Ürgüplü, AP’ye 10, hükümetin diğer ortaklarına da 4’er bakanlık vereceğini açıklamıştır. Bu toplantıdan bir gün sonra verdiği demecinde de sivil yönetimden askeri vesayeti uzak tutacağını açıklamış kurulacak hükümetin aslında bir seçim hükümeti olduğunu ifade etmiştir (Yalansız, 2002, s. 146-147). 20 Şubata koalisyon protokolü koalisyon ortağı partilerce imzalanarak, bakanlar kurulu listesi ile birlikte Cumhurbaşkanına sunulmuş, 29. hükümet göreve başlamıştır.

Ürgüplü Hükümeti bir yıldan daha az görev yapmış, bu kısa zamana rağmen kabinesinde altı bakanlık el değiştirmiştir. Kabinede revizyon yapılan bakanlıklardan bir tanesi Adalet Bakanlığıdır. Bakan, Konya, CKMP milletvekili İrfan Baran 31 Temmuz 1965 yılında bakanlık görevinde ayrılmış, yerine bağımsız milletvekili İhsan Köknel, Adalet Bakanı koltuğuna oturmuştur. Milli Savunma Bakanlığı, değişimin yaşandığı bir başka bakanlıktır. Afyon, CKMP milletvekili Hasan Dinçer 10 Ağustos 1965’te bakanlıktan ayrılmış, yerine Çankırı Cumhuriyet Senato üyesi Mustafa Hazım Dağlı bu görevini üstlenmiştir. İçişleri Bakanı Yozgat, MP milletvekili İsmail Hakkı Akdoğan’da 31 Temmuz 1965 yılında bakanlık görevinde ayrılmış, yerine Niğde Bağımsız Cumhuriyet Senato Üyesi İzzet Gener Bakanlık görevini üstlenmiştir. Ulaştırma Bakanlığı da revize edilen bir başka bakanlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bakan, Gaziantep, YTP milletvekili Mithat San 31 Temmuz 1965 yılında bakanlık görevinde ayrılmış, yerine Sakarya Bağımsız Cumhuriyet Senato Üyesi Kazım Yurdakul bakanlık görevini üstlenmiştir. Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile Köy İşleri Bakanlığında da değişiklik yaşanmıştır. Turizm ve Tanıtma Bakanı İstanbul, MP milletvekili Ömer Zekai Dorman bakanlık görevini 28 Ağustos’ta İçişleri Bakanlığı

görevini Bırakan İsmail Hakkı Akdoğan’a Köy İşleri Bakanı Eskişehir CKMP milletvekili Seyfi Öztürk’te görevini 10 Ağustos 1965’te Mustafa Kepir’e devretmiştir.

1. On Dörtlülerin Siyasal Yaşama Katılmaları: MBK içerisindeki farklı görüşlerin

Benzer Belgeler