• Sonuç bulunamadı

İşçi Hareketleri: Dönemde gerçekleşen işçi eylemleri öğrenci ve öğretmen eylemlerine benzer şekilde 1960’ların başında cılız ve yine mahalli bir yapıdadır

Öğrencilerin, yürüyüş ve boykotlarına benzer şekilde, işçiler de, yürüyüşler, mitingler kısa süreli grevler ile seslerini duyurmaya haklarını almaya gayret etmiştir. İşçi eylemleri de öğrenci eylemleri ile paralel şekilde 1960’ın ikinci yarısında evirilecek, fabrika işgallerine dönüşecektir.

1961 Anayasası işçilere grev ve toplu sözleşme hakkı vermiş, ancak gerekli yasal düzenlemeler yapılmamıştır. Gerçekleştirilemeyen yasal düzenlemeler işçiler arasında huzursuzluğa yol açmıştır. Beklentilerinin gerçekleşmesinin zaman alması üzerine İstanbul İşçi Sendikaları Birliği Yönetim Kurulu 31 Aralık 1961 yılında Saraçhane mitingi düzenlemiştir (Yaraşır, 2006, s. 54). Miting olumlu bir havada geçmiş, taşkınlık yaşanmamıştır (Milliyet Gazetesi, 01.01.1962). Bu dönemde büyük bir katılımla gerçekleşen Saraçhane Mitingi 1960’lı yılların işçi hareketliliğinin de başlangıcı sayılabilir. İşçilerin grev ve lokavt haklarını almalarına dönük eylemleri 24 Temmuz 1963’te yürürlüğe giren 275 sayılı “Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunun” ( 11761, Resmi Gazete, 1964) çıkması ile son bulmamıştır. Dönemde gerçekleşen ekonomik bunalım, hayat pahalılığı, işçilerin daha çok sokaklara çıkmasına neden olmuştur.

Kabul edilen 274 sayılı Sendikalar Yasası ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası beraberinde işçilere grev hakkı ve toplu pazarlık imkânı sunmuştur (Koç, 1992, s. 41). Ancak yasalarda yer alan bu hakları işveren tarafından görmezden gelindiği durumlarda işçiler iş bırakma, miting ve 60’ların ikinci yarısından sonra da fabrika işgalleri şeklinde tepkilerini göstermiştir. 4 Temmuz 1968 yılında Derby Lastik Fabrikası olayı (Milliyet Gazetesi, 05.07.1968) Türk işçi hareketleri tarihinde ilk fabrika işgali aynı zamanda grev ve sendikal rekabet sebebi ile yapılan ilk eylem olarak tarihteki yerini almıştır. Ayrıca, yaşanan bu olay üniversiteli gençlerin destek verdiği ilk eylem olması yönüyle de önem arz etmektedir (Çeçen, 1973, s. 138). 1968 yılında başlayan fabrika işgal eylemleri, 1969 yılında giderek hızlandı ve yayıldı.

İşçi eylemlerindeki artış ve işgal hareketleri pek çok kez işçi ve polisi karşı karşıya getirmiş, öğrenci, işçi ve memur eylemlerinde bu grupların birbirlerinin eylemlerine desteği ve dönemdeki sosyal hareketlilik beraberinde kargaşa ortamını da getirmiştir.

4. 12 Mart Askeri Muhtırasına Doğru: 1970’lerin başında toplumsal olaylar ve anarşi eylemleri hız kesmeden devam etmekte, ordu içerisinde huzursuzluklar yaşanmakta ve siyasi yaşamda parti içi ve partiler arası anlaşmazlıklar devam etmektedir. Bu dönemde AP içinde var olan muhalefet zirve yapmış, 18 Aralık 1970 yılında 26 milletvekili Demokratik

Partiyi “DkP” kurduklarını ilan etmiştir (Milliyet Gazetesi, 19.12.1970). Eski Demokrat Partinin ünlü isimleri ve AP’den istifa eden vekillerin oluşturduğu parti, kimi çevrelerce endişe verici bulunmuş, AP’den ayrılan vekillerden sonra AP’nin vekil sayısı büyük ölçüde azalmıştır.

Artan sokak eylemleri, işçi, öğrenci hareketleri, hemen her gün işlenen cinayetler karşısında Sunay, parti liderleri ile 4 Ocakta görüşmüş, görüşme neticesinde parti liderlerinin Demirel’in istifasını istediği ancak Demirel’in buna yanaşmadığı dile getirilmektedir. Parti liderleri Sunayı Demirel’i savunmakla itham ettiği bu toplantıdan herhangi bir sonuç çıkmamış, sokağın tansiyonu düşmemiştir (Yirmibeşoğlu, 1999, s. 49-52). Yeni bir yıla girilmiş, takvimler 1971 yılını göstermektedir. Yavaş yavaş Türkiye bir askeri müdahaleye doğru ilerlemektedir. DP ile benzer bir şekilde, AP lideri Demirel de Menderes gibi ordunun hükümeti desteklediği düşüncesindedir. Ancak durumun öyle olmadığı 12 Martta yaşanacak muhtıra ile anlaşılacaktır.

12 Mart 1971 öncesi eğitim. Muhtıra öncesi eğitim politikaları. Milli birlik komitesi dönemi.

MBK ülke yönetimine el koyduktan hemen sonra, herhangi bir otorite boşluğuna meydan vermemek için hükümet kurma yoluna gitmiştir. Darbeden üç gün sonra 30 Mayıs 1960 tarihinde ise Cemal Gürsel’in liderliğinde hükümet kurulmuştur. Orgeneral Cemal Gürsel şahsının MBK’nın Başkanlığına, kurulacak Hükümetin Başbakanı olmasına, vekâleten Milli Savunma Bakanlığı’na ve Başkomutanlığa getirilmesine, MBK tarafından karar verildiğini ilân etmiştir. Oluşturulan Hükümet Kabinesinde 4’ü subay, 3’ü hukukçu, 3’ü profesör, 6’sı idareci ve 3’ü teknisyen olan kişiler yer almıştır (TBMM, Kasım-2012, s. 271). 30 Mayıs 1960 tarihinde görev alan ve I. Gürsel Hükümeti olarak da adlandırılan Hükümet 4 Ocak 1961 tarihine kadar görev yapmış, görev yaptığı süre içerisinde iki Milli Eğitim Vekili görev almıştır. Milli Eğitim Vekillerinden ilki Prof. Dr. Fehmi Yavuz, bir diğeri ise Prof. Dr. Bedrettin Tuncel’dir (Ek, 11). Kabine ilk açıklandığında Milli Eğitim Vekili olan Prof. Dr. Fehmi Yavuz, AÜ Siyasal Fakültesi Öğretim üyelerindendir. Yavuz, hükümetin kurulduğu, 30 Mayıs 1960 yılından 27 Ağustos 1960 yılına dek görevini icra etmiş, bu tarihte kendisinden boşalan makama, 10 Eylül 1960 yılında Prof. Dr. Bedrettin Tuncel getirilmiştir. Her iki vekil yaklaşık 3 aydan biraz fazla görev yapmıştır. 4 Ocak 1961 yılında ilk kurulan Gürsel Hükümetinin siyasi ömrünü tamamlamasının ardından 5 Ocak 1961 tarihinde II. Gürsel Hükümeti görev almıştır. 20 Kasım 1961 yılına dek görevini icra eden bu Hükümet

döneminde de iki Milli Eğitim Vekilli görev yapmıştır. Bunlardan ilki, Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu bir diğeri ise Ahmet Tahtakılıç’tır. 6 Ocak 1961 yılında görev alan Feyzioğlu bir ay bir gün görev yapmış, 7 Şubat 1961 yılında görevden ayrılmıştır. Kendisinden boşalan koltuğa 8 Şubat 1961’de Tahtakılıç geçmiştir. Tahtakılıç 20 Kasım 1961 yılına dek Milli Eğitim Bakanlığı görevi sürdürmüştür. Görüldüğü üzere, MBK dönemi olarak adlandırdığımız dönem içerisinde iki hükümet dört Milli Eğitim Vekili görev yapmıştır (Başar, 1999, s. 59).

1. I. MBK Dönemi Eğitim Anlayışı: 27 Mayıstan üç gün sonra, 30 Mayıs tarihinde I. Gürsel Hükümeti kurulmuş, hükümet kuruluşunun ardından geçen yaklaşık kırk iki gün sonra 11 Temmuz 1960 yılında, hükümet programı okunmuştur. Okunan programda, hükümetin eğitim- öğretim alanındaki düşünceleri şu şekilde ifade edilmiştir. (TBMM. I. Gürsel Hükümeti Programı)

“Milli Eğitim davası, baş davalarımızdandır. Demokrasinin kökleşmesi, soysuzlaşmamasının teminatı, özlenen iktisâdi refahın tahakkuku, büyük kütlelerin, yeni yetişen nesillerin milli eğitimden en geniş ölçüde faydalanmasına bağlıdır. Milli Eğitim teşkilat ve programlarımızı, bugünkü istikrarsız halinden kurtarmak, en acele işlerimiz arasındadır. Maarifimizin muhtaç olduğu nizam içinde ve belli metotlarla çalışan medeni ve milli bir müessese haline getirmeye matuf olmak üzere, gerekli inceleme ve araştırmalara başlamak, gelecek iktidarlara bu istikamette hazırlıklar bırakmak, başlıca arzularımızdandır. Milli Eğitimi durgun halinden çıkarıp yapıcı ve başarıcı bir vasfa ulaştırmak amacımızdır.”

Programdaki bu aktarımla, hemen her alanda olduğu gibi eğitim alanında da DP döneminin yaptığı icraatlara ve politikalara göndermeler yapıldığı görülmektedir. DP döneminde Milli eğitimin istikrarsızlığından, başarısızlığından söz edilerek milli eğitimin istikrara kavuşturulacağı ve reforme edileceğinden bahsedilmektedir.

27 Mayıs gerçekleştikten sonraki ilk eğitim öğretim yılı, okullarda İstiklal Marşı, ardından Atatürk ve 27 Mayıs şehitleri için 2 dakikalık saygı duruşu ve Atatürk’ün Gençliğe hitabesinin okunması ile açılmıştır. Eğitim ve öğretim yılının başında öğretmenlerce, 27 Mayısın gerekliliği ve haklılığına yönelik öğrencilerin seviyeleri göz önüne alınarak aktarımların yapılması istenmiştir. Ayrıca Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, Türk gençliğine yönelik kaleme aldığı 1 Haziran 1960 tarihli hitabesinin okunarak 27 Mayısın öğrencilere izah edilmesi tebliğ edilmiştir. Öğrencilere okunarak izah edilmesi söylenen, Gürsel’in Türk gençliğine hitabesi şu şekildedir (MEB/TD. 05.09.1960/23.1117, ss. 89-90).

“Aziz Türk Gençliği, Sizleri temsilen bir heyet bana Ankara’da bulunan binlerce gencin asil ve necip kanlarıyla boyayıp süsledikleri bir bayrak hediye ettiler. Ben bunu yalnız Ankara Gençliğinin değil bütün Türk Gençliğinin kanını, ruhunu ve imanı taşıyan mukaddes bir emanet olarak kabul ediyorum. Bu mukaddes emanet bana benimle beraber hak için, adalet için, hürriyet için kendilerini her an fedaya hazır yüz binlerce gencin bulunduğunu

hatırlatmakta ve benim için kudret, hız ve enerji kaynağı olmaktadır. Kıymetli Gençler, Bu asıl jestinizi sonsuz bir hürmet hissiyle ve şükranla karşılıyoruz. Haklara ve hürriyetlere yapılan tecavüzler karşısında bir aydan beri yaptığınız cesur ve asıl mücadelenizi yakından hayranlıkla ve muhabbetle takip ediyorum. Sizler bu hareketinizle yalnız zalimleri korkutmadınız, aynı zamanda milletin ve hepimizin ümitlerine de ışık tuttunuz. Muhterem ve Aziz Çocuklar, Şunu katiyetle bilmeliyiz ki, hürriyetlerimiz elimizden gittiği gün insanlık hayatımızı da, ahlâkımızı da, faziletlerimizi de ve hatta millî varlığımızı da kaybetmemiz mukadderdir. Hürriyetsiz kemal ve tekâmül olamaz. Hak ve hürriyeti bilmemek, duymamak ancak bahtsız aşağı mahlûkların talebidir. Milletimizi bu dereceye düşürmek isteyenler her zaman mutlak surette hüsrana uğrayacaklardır. Çok Aziz Çocuklarım, Şunu da iyi bilelim ki, en büyük derdimiz ve ıstırabımız cehaletimizdir. Garp âlemi fezanın sonsuz derinliklerine doğru sefere hazırlanırken bizler hangi noktadayız? Bunu hepimiz iyi biliyoruz. Asırların ihmalinin neticesi olan bu hali en kısa zamanda değiştirmek için ilme sarılmak ve onu en yüksek kemaliyle iktisap etmek lâzımdır. Bu, en mühim, en mukaddes vazifemizdir. Büyük Atatürk “ Hayatta en hakikî mürşit ilimdir” buyurmuşlardı. Mutlak bir hakikat olan bu vecizeyi bütün gençlerin ve hepimizin bir an olsun aklımızdan çıkarmamamız lâzımdır. Hürriyetsin olduğu kadar, ilimsiz kalan muhit de bir mezar olmak karanlığından kurtulamaz ve üzerinde titrediğimiz, uğrunda can verdiğimiz hak ve hürriyet mefhumları da tam şümulü ile ancak ilim yoluyla idrak edilebilir. Aziz Çocuklarım, Çalışınız, çok çalışınız; medeni âlemle aranızdaki mesafeyi süratle kapatmak için durmadan çalışınız. Bu inançlı, ateşli çalışma sizleri daima huzur içinde bulunduracak ve aynı zamanda sizi memlekete hizmet yolunda temiz imanlı ve mefkûreci yapacaktır. Büyük bir güvenç hissiyle hepinizi hürmet ve muhabbetle selâmlar, sözümü Atatürk’ ün şu sözleri ile bitiririm”, “Ne Mutlu Türküm Diyene”

Hitaptan da anlaşılabileceği üzere Devlet Başkanı Gürsel, 27 Mayısın gerekçesi ve meşruiyetine vurgu yaparak, Atatürk’e ait vecizelerle haklılıklarını perçinlemek istemiştir. Üstü kapalı DP döneminde gerçekleşen öğrenci eylemlerine de değinen Gürel, bu eylemleri “Haklara ve hürriyetlere yapılan tecavüzler karşısında bir aydan beri yaptığınız cesur ve asıl mücadelenizi yakından hayranlıkla ve muhabbetle takip ediyorum” diyerek meşru bir zemine oturtmuştur. Bu yanlış yaklaşım, ileride önlenemez sokak eylemlerine dönüşerek, gerçekleşecek darbe ve baskılara meşru zemin oluşturmada kullanılacaktır. Hâlbuki Anayasal bir hak olan, hak ve hukuk aramanın farklı ve naif kanalları varken gençleri bu yönde cesaretlendirmek çok hoş karşılanabilecek bir durum olmasa gerek. Hitabenin, geniş halk kitleleri ve gençler üzerinde 27 Mayısı yasal bir zemine oturtmak, haklılığını açıklamak için kaleme alınmış olduğu söylenebilir. Ayrıca, Devlet Başkanı Gürsel 1960-1961 eğitim ve öğretim yılında hem öğrencilere hem de öğretmenlere yönelik bir de mesaj yayınlamıştır (MEB/TD. 3.10.1960/23.1121, ss. 97-98).

“…Aziz öğretmen, sen mukaddes bir varlık, asil bir kudretsin. Sen daima ilerici, daima hakikatçı, daima aydınlık bir kuvvetsin. Sen yarınımızı ve kemal yolumuzu aydınlatan bir ışıksın. İşte, bu hüviyetinle çocuklarımızı ellerinden tutacak, onları temiz ve aydın yollardan kemale doğru götüreceksin. Onları tembellik, avarelik gibi milletimize musallat olmuş hastalıktan kurtaracak, yavrularımıza çalışmanın faziletini, ilmin kutsiyetini, ahlâk ve dürüstlüğün kıymetini öğreteceksin. Bu asil gayretlerinle Türk milletinin istikbalini yaratacak, ona lâyık olduğu muhteşem şekli sen vereceksin… Aziz gençler, mühim bir noktaya dahi dikkatinizi çekmek isterim. Şu sırada demokratik nizamı reddeden güya memleketin kurtuluşunun diktatör ya ile mümkün olacağını ileri süren fikirler görülmektedir. Hayır, çocuklar, asla hayır. Kurtuluş yolunun millî irade yolu olduğuna mutlak surette inanmalıyız.

Zorbalık idaresi iptidaî milletler için belki faydalı olabilir. Fakat Türk milleti için asla. Hatta faydasız değil, felaketli de olabilir. Bu sapık fikirlere, özlemlere karşı dikkatli olmalıyız...” Yayınlanan mesajda öğretmenlere övgüler sıralanarak, 27 Mayıs hemen demeçte olduğu gibi vurgulanmıştır. Burada dikkat çeken bir nokta vardır ki o da “Aziz gençler” hitabıyla öğrencilere sesleniştir. Burada da MBK içerisindeki Radikallerin fikirlerinin eleştirilerek, uzun süreli askeri bir yönetimin gerekliliğini savunanlara diktatörlük imasının yapıldığı göze çarpmaktadır. Böyle bir durum için Gürsel’in demokratik düzene geçiş sinyalleri verdiği, böyle bir oluşuma karşı çıktığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca, 27 Mayıs sonrasında, okullara 27 Mayıs isminin verilmesi (MEB/TD. 26.12.1960/23.1163, ss. 163) veya Celal Bayar gibi isimlerin okullardan kaldırılması (MEB/TD. 22.08.1960/23.1115, ss. 97-98) şeklindeki uygulama ile 27 Mayıs öncesindeki hükümette ait izler silinmek istenerek, 27 Mayıs vurgusunun yapıldığı göze çarpmaktadır.

a. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Fehmi Yavuz: MBK kabinesini oluştururken, itina göstermediğini söylemek mümkündür. Öyle ki, şehircilik alanında ihtisas sahibi olan Prof. Dr. Fehmi Yavuz’un İmar ve İskân Bakanlığına değil de Milli eğitimin başına geçirilmesi isabetsiz olmuştur. Hâlbuki Yavuz bilgi birikimini, ihtisas yaptığı alanda İmar ve İskân Bakanı olarak memlekete daha faydalı olabilirdi. Yavuz’un da Milli Eğitim Vekilliğinden ziyade İmar ve iskân Bakanlığını yeğlediği şu sözlerinden anlaşılmaktadır. “Milli Eğitim Bakanlığı teklif edildiğinde düşünmek için zaman istedim… Ben Şehircilik Profesörüyüm. Hükümette bir de İmar ve İskân Bakanlığı var; doldurmadı iseniz, belki orası daha uygun olur, düşüncesiyle sallantı gösterdim…” (Yavuz, ty. s. 88). Anlaşılan o ki Gürsel karar vermiş, Yavuz’a ise kabul etmek düşmüştür. Yavuzun çabalarından olacak ki Yavuz 3 ay Milli Eğitim Bakanlığı görevini icra ettikten sonra 7 Ağustos 1960 tarihinde (Ek,1) istediği İmar ve İskân Bakanlığına geçmiştir.

Yavuz, Milli Eğitim Bakanlığı görevine geldiğinde DP döneminde, dönemin koşullarından dolayı emekliliğini istemiş öğretmenlerin, istekleri doğrultusunda istifalarının işleme konulmaması yönünde adım atmış, emeklilik dilekçelerinin tümünü durdurmuştur. Hatta yayınladığı şu bildiri ile“... Tarihinde verdiğiniz dilekçe ile emekliliğinizi istemiştiniz. Son gelişmeler karşısında, emeklilik işleminin sürdürülmesini istiyorsanız, yeni bir dilekçe vermeniz zorunludur. Böyle bir dilekçe göndermezseniz, dosyanız işlem görmeyecek” diyerek emekli olmak isteyenlerden tekrar dilekçe istemiştir (Yavuz, ty s. 88). Ayrıca yine DP döneminde görevinden alınan, ya da istifaya zorlanmış öğretim üyelerine görevlerine geri dönme hakkı vermiştir (Başar, 1999, s. 59).Yavuz’un köy enstitülerinin tekrar kurulmasını düşündüğü, imam hatip okullarına ve kuran kurslarına ise mesafeli olduğu söylenebilir.

Anılarını kaleme aldığı kitapta, kendine bu düşünceleri neden hayata geçirmediğine yönelik gelen sorulara şu şekilde cevap verdiği görülmektedir (Yavuz, ty ss. 90).

“Milli Eğitim açısından, Köy Enstitüleri'ni yeniden kurmaya, İmam-Hatip okullannı vb. kapatmağa kalkışmak 10-15 yılda bile sonuç alınmayacak bir girişimdir. Toplumu hazırlamak gerekir. Geri kalmışlık bir bütündür. Geri kalmış ülkelerde, insanların kafasının içi kirlenmiştir. Hava, su kirlenmesi, toprak erozyonu ile savaşım yöntemleri geliştirilmiştir. Ama kafa kirliliği, ileri ülkelerin yararlandığı en büyük sömürü alanıdır.”

Yavuzun bu konudaki yaklaşımı, kendi düşüncelerini bir an önce hayata geçirme, ben yaptım oldu zihniyeti dışında, milli eğitimin kişisel çıkarlar veya politikalar dışında kalması gerekliliği yönüyle önem arz etmektedir. Bakanın verdiği diğer demeçleri de incelendiğinde Türk Eğitim sisteminin bir plana bağlanması gerektiğine inandığı anlaşılabilir (Başar, 1999, s. 59). Yavuza göre, ülkede eğitim alanında eksiklikler fazla olmakla beraber, eksiklerin çarçabuk yapılmasından ziyade, planlayarak yapılması gerekmektedir. Yapılan bu planlamalarda göstermelik sayısal veriler dışında kalitenin gözetilmesi gerekliliği de vurgulanmaktadır. Bu konudaki hassasiyetini anılarını kaleme aldığı kitaptaki şu sözlerinden anlamak mümkündür (Yavuz, ty, ss. 92).

“Politik baskılarla, partizanca davranışlarla, hemen hiçbir ön çalışma yapılmadan, öğretmen, bina vb. gereksinmeleri düşünülmeden pek çok okul açılmıştır, Bu uygulamanın durmadığı, yoğunluğunu, niteliğini değiştirerek. Sık sık karşımıza çıktığı söylenebilir. Bu nedenle her derecedeki okulların öğretim düzeyleri arasında, uçurum denebilecek farklar ortaya çıkmıştır”.

Bakanın MBK tarafından 28 Ekim 1960 tarihinde Resmî Gazetede yayınlanan 114 sayılı yasayla üniversitelerde görevli 147 öğretim üyesinin görevlerinden alınmasına ve bazılarının da başka üniversitelere tayinine sıcak bakmadığı söylenebilir. Ayrıca, DP dönemini eleştiren bir hükümetin 147’ler olayına neden olması karşısında 2 Şubat 1961'de İmar ve İskân Bakanlığı görevinden istifa etmiştir (Yavuz, ty, s. 92).

Bu dönemde halk eğitimi üzerine çalışmalar gerçekleşmiş, 29 Ağustos 1960 tarihinde MEB örgütsel yapısı içinde “Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü” açılmıştır. Bu örgüt, yıllardır örgün öğretimin dışında yer alan ve faydalanamayan geniş halk kitlelerine eğitim imkânı vermeyi amaçlamıştır (Başar, 1999, s. 69-71).

b. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Bedrettin Tuncel: Prof. Dr. Fehmi Yavuz’un 27 Ağustos 1960 yılında Milli Eğitim Vekilliği görevinden ayrılarak İmar ve İskân Bakanlığı görevine geçmesi ile birlikte kendisinden boşalan makama 10 Eylül 1960 yılında AÜ Dil ve Tarih öğretim üyesi Prof. Dr. Bedrettin Tuncel, geçmiştir. Tuncel Milli Eğitim Vekilliği görevini I. Gürsel Hükümetinin siyaset sahnesinden çekildiği güne dek sürdürmüş, kurulan II. Gürsel hükümetinde ise bu görevi icra edememiştir.

Tuncel Döneminde, ilk ve orta dereceli okullarda 27 Mayıs İnkılabının Tarih, Yurttaşlık Bilgisi ve Sosyoloji derslerinde işlenmesine karar verilerek, orta ve lise düzeyinde öğrenim gören öğrencilere bu konularda ödevler verilmesi istenmiştir (MEB/TD.19.09.1960/ 23.1119, s. 93).

Tuncel, 25 Eylül 1960 tarihinde 1960-1961 eğitim ve öğretim yılı münasebeti ile Radyodan bir demeç vermiştir. Bu demecin milli eğitim kanallarının yanı sıra radyodan da verilmesi 27 Mayısın öğrenciler ile birlikte geniş halk kitlelerine anlatılma çabası olması yönüyle önemlidir. Tuncel verdiği demeçte kendinden önceki devlet adamlarına benzer nitelikte 27 Mayısı öven ve haklılığını anlatmaya çalışan bir üslup kullanmıştır. Ancak eğitimle alakalı birkaç hususa değinmiştir ki bu bizim için önemlidir. Bunlardan ilki, salt ezberciliğin eğitim üzerindeki yıkıcı etkisi bir diğeri ise temel eğitimin önemidir. Bu hususlara değindiği konuşmanın kısa bir özeti şu şekildedir (MEB/TD. 3.10.1960/23.1121, ss. 98-99);

“ Sevgili çocuklar ve gençler, ...Okul denilen kutlu çevrede, bütün umutların bağlandığı, ancak gelecekte yaşayacağınız hayatı hazırlamak imkânıyla canlılığına titrediğimiz büyük aile içinde topluca bulunmanın bir faydası da, kararlarına bağlı kalanların, bu gibilere iyi örnek olmalarıdır. Kararların sönüp gitmesinin türlü sebepleri olabilir. Bunlardan özellikle bir tanesi üzerinde öğretmen arkadaşlarımızın durmasını gönülden dilerim: derslerin öğrenciler tarafından iyi anlaşılması. Ülkümüz, düşünebilen kafalar yetiştirmek olduğuna göre, “ezbercilik” denen çok tehlikeli anlayışla savaşmak zorundayız. Bunun gerçekten bir felâket olduğunu; anlamak, duymak imkânlarını körelttiğini hiç unutmamak gerek. Anlamak, düşünmek gibi insanı başka yaratıklardan ayıran, medenilik yolunda ilerlemesine imkân veren, yükselten değerleri okul çağının türlü heyecanlarla, sarsıntılarla geçen yıllarından başlayarak elde edememek gelecek için büyük bir yoksulluk olu… Öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz, sınıfların kalabalığından şikâyetçi olabilirler. Bu konuda Bakanlığımız, alabileceği tedbirleri almıştır. Bununla beraber, bugünkü millî ve malî gücümüz de düşünülmelidir, öğrencilerimiz unutmamalıdırlar ki, kendi yaşlarında olan çok sayıda kardeşleri, çevrelerinde gidecekleri bir okul bulamamaktadırlar. Bunlar Türkçenin ilkyazı işaretlerini tanımak imkânından mahrumdurlar. Bu durum, okulu olan öğrencilerimize kendi durumlarının ne büyük bir nimet olduğunu, bulundukları yerleri, millet malını, nasıl gözü gibi sakınarak, temiz tutarak, güzelleştirerek korumaları gerektiğini daima hatırlatmalıdır… İnkılâp Hükümeti, genel eğitim ve öğretim yanında temel eğitim konusuna da özellikle önem vermek amacındadır. Her insanın bütün ömründe yaşına ve mesleğine göre öğrenme imkânlarına kavuşması hakkıdır. Bunun sağlanması, milletin bütün fertlerinin resmî kuramlara yardımcı olmasıyla gerçekleşir. Eğitimde sonuçlar, meyve, geç ve güç elde edilir, insan yavrusu, yetiştirilmesi en uzun zaman isteyen yaratıktır. Ama temel eğitimle sonuçlar daha çabuk alınır. Milletçe çalışırsak biz de uygarlık bakımından, Atatürk’ün çizdiği ışıklı yolda, başarılı toplumlar arasında kendi değerlerimizle yerimizi alabiliriz…”

Tuncel diğer devlet adamları gibi Atatürk’ü referans verdiği konuşmasında, 27 Mayıs dışında eğitimle alakalı ezbercilik ve temel eğitim söylemleri önemlidir. Bakanın Cumhuriyet Gazetesinde verdiği bir demeçte de eğitimle alakalı bir başka eksikliğe değindiği görülür. Bu eksiklik, geniş halk kitlelerine eğitim sağlamak, bunu sağlarken de yalnız okuma ve yazma öğretimi ile sınırlı kalmayarak, bireylerin okuduğunu anlaması ve özgürce düşüncelerini

Benzer Belgeler