• Sonuç bulunamadı

AK PARTİ’NİN DAVA SÜRECİNDEKİ KRİZ YÖNETİMİ 3.1 AK Parti’nin Kriz Yönetim

3.2. AK Parti’nin Kriz İletişim

Türkiye’de çok partili hayata geçişle birlikte doğan siyasal rekabet ortamıyla, iletişim çalışmaları siyasi arenadaki yerini almıştır. Özkan’a (2004; 32) göre iletişim, siyasetin ana damarını oluşturmaktadır. Siyaset, tıpkı iletişim gibi, tek başına yapılabilen bir eylem değildir. Her ikisinde de birden fazla kişiye ihtiyaç vardır. Her iki kavram da kitlelere seslenmektedir. Siyaset iletişimi bir araç olarak kullanmakta, amaçlarını gerçekleştirmek için ondan yararlanmaktadır.

Siyasal rekabetin zorlu doğasında siyasi partiler kendilerini farklılaştırmak zorundalar. Örgütler homojen değil ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Siyasi partiler, seçmenlerin yanı sıra çoklu bir hedef kitle ya da paydaşları ile iyi ilişkiler geliştirmek durumundalar (Uztuğ, 2004; 32). Bu da siyasi partileri, kurumlarının iletişimini yönetme, denetleme ve geliştirmeye zorunlu kılmaktadır. Siyasi partiler içinde başarı siyasi alanda sundukları hizmete bağlı olduğu kadar doğru iletişim stratejileri oluşturmaları ve uygulamaları ile de yakından ilgilidir. Siyaset ve krizin ülkemizde sıklıkla bir arada anıldığı düşünüldüğünde, siyasi partiler için iletişimin olağan dönemde olduğu kadar kriz durumlarında da büyük önem taşıdığı söylenebilir.

Kriz yönetiminin kritik başarı faktörü iletişimdir. Kriz yönetimlerinin yüzde 1’i teknik yüzde 99’u iletişimdir. Kriz yönetimini “fırsatlara taşıyacak olan etkileşim de, iletişimi nasıl yönettiğimiz ile yakından ilintilidir (Kadıbeşegil, 2003; 107). İletişimin, kriz yönetiminin en önemli araçlarından biri olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, doğru ve etkin iletişim hem kurum itibarına değer katacaktır hem de yanlış algılamaların önüne geçecektir. Kriz sürecinin yönetiminde hayati önem taşıyan iletişim, krizin dizginlenmesi ve kontrol altına alınmasında da son derece önem taşımaktadır.

Kapatma davasının açılmasından itibaren AK Parti ile farklı hedef kitleler arasında kriz yönetimine ilişkin iletişim süreci başlamıştır. AK Parti’nin kapatılma davası sürecinde kriz yönetiminin en etkin aracı da iletişim olmuştur. Bütün olarak

değerlendirildiğinde kriz yönetiminde; liderin etkisine, medya ile ilişkilere, halkla ilişkilere, reklam çalışmalarına ve süreç içerisinde en çok önem kazanan kriz yönetimde izlenen stratejiye ayrı başlıklar altında detaylı olarak yer verilmiştir. Kriz iletişimi ve kriz yönetimi birbiri ile iç içe geçen bir süreç olmuştur. Kriz yönetiminde ortaya konulan strateji iletişim yaklaşımını ortaya çıkarmaktadır. Ülke gündeminde yaşanan gelişmeler olumlu ve olumsuz olaylar AK Parti’nin kriz iletişiminde belirleyici olmuştur. Ayrıca şunu söylemekte mümkündür; AK Parti kriz yönetiminde yürüttüğü çalışmalar ile gündemi de belirleyen olmuştur. Ancak bu çoğu zaman, parti ve krizi yönetimini olumsuz etkileyen bir iletişim şekline dönüşmüştür. Buna kriz yönetimi başlığında değinilmiştir.

Kriz iletişiminde ilk 24 saatin çok önemli olduğu ve söylenen sözlerin, verilen mesajların ve iletişim tarzının kurum imajı ve itibarı açısından önemi bilinmektedir. Kapatma davasının açılması haberinin duyulmasının ardından AK Parti’de, iletişimi de zora sokan kaos ve panik ortamı doğmuş partililer kızgınlıkla krizin en hayati zamanlarında partiyi ve süreci zora sokacak açıklamalarda bulunmuştur. Kriz iletişiminde krize yönelik tek mesaj ve tek sözcünün önemine değinilmiştir. Meydanında etkisi ile ülke gündeminin günlerce en önemli konusu haline gelen davanın ilk zamanlarında tek sözcü ve tek mesaj konusunda istenilen sağlanamamıştır.

Başbakan’ın parti kurmayları ile yaptığı toplantının ardından kriz kontrol altında alınmaya çalışılmış, teşkilatlar konudan haberdar edilmiş ve medyaya açıklama yapmamaları konusunda uyarılmıştır. Milletvekillerine de konuşmamaları konusunda uyarı yapılmıştır.

Çok sayıda partili tarafından ilk mesajlar verilmiş olsa da, parti adına kurumsal açıklama Başbakan’la yapılan ilk toplantı sonrasında Siyasi İşler Başkanı Dengir Mir Mehmet Fırat tarafından yapılmıştır.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, partinin kapatılma davasına bakışını ve kamuoyuna vermek istedikleri mesajları özetleyen bir açıklama yapmıştır: (www.aa.com.tr 14.03.2008) "Başvurunun hedefi AK Parti

değil, Türk demokrasisi ve millet iradesidir. Bu girişim ile demokrasimiz ne yazık ki bir kez daha tartışmalı hale getirilmiştir. Bir kısım yargı makamları, hukuku iktidar mücadelesinin aracı haline getirmemelidir."

AK Parti’nin ilk açıklaması ve sonrasında Başbakan’ın ve diğer yetkililerin söylemi “milli irade”, “16,5 milyon seçmenin desteği”, “demokrasi”, “yargı-iktidar mücadelesi”, “AB ve dünya kamuoyunda ülkenin itibar kaybı” üzerine kurulmuştur. Bunlara vurgu yapılırken kullanılan söylem kriz iletişiminin de nasıl yürütüleceği mesajlarını vermiştir. AK Parti öz eleştiri yapıp geri adım atmamış, açıklamalarda özür dileyici, zayıf bir tutum yerine, otoriter, geri adım atmayan ve güçlü bir tavır sergilenmiştir. Kısa sürede verilen tepkilerde uzlaşmadan çok çatışmacı bir üslup benimsendiği söylenebilir. Bir yandan da geri adım atmadan sergilenen, Başbakan ve parti yetkilileri tarafından dik duruş olarak ifade edilen bu tavrın, kabullenmeme ve suçlu yerine mağdur ve haklı olduğu izlenimini yaratmak açısından anlamlı kabul edilebilir. Ancak seçilen bu iletişim tarzı kanaat önderleri tarafından sorgulanmış ve “öfke iletişimi” olarak tanımlanmıştır.

Prof. Dr. Ali Atıf Bir “Kriz iletişimi farklı Parti kaynaklı öfke iletişimi yanlış strateji” başlıklı yazısında AKP’nin kriz iletişimini şöyle değerlendirmektedir; (18.03.2008 tarihli Bugün Gazetesi)

(…)“Deniyor ki AKP kapatma davası sürecinde "kriz iletişimi yapmalı".. İyi de hukuki bir dava sürecine yönelik yapılacak halkla ilişkiler uygulamasıyla bir şirketin yapacağı krizi iletişimi aynı şey mi? Kriz iletişiminde şirketin itibarını tehdit edici bir olay yaşanır.. Şirket de daha önceden hazırladığı kriz planına göre, kriz takımıyla harekete geçer. Çok kısa sürede verdiği tepkilerle de itibar hasarını en aza indirgemeye çalışır.

Kriz iletişiminde amaç krizi yaratan olayla ilgili medyaya doğru bilgi akışını sağlamaktır. Bu dönem içinde asla ne firmanın kurumsal iletişim direktörü ne pr'cısı ne de avukatı devreye girmez. Şirket sözcüsü tüm sürecin odağında iletişimi yürütür. Aslına bakarsanız kriz iletişiminde neredeyse ilk 24 ile 48 saat arasında yapılanlar çok önemlidir, daha sonraki iletişim ise ilk saatlerde gerçekleştirilemeyen iletişimin değiştirdiği algıyı düzeltmek için yapılan iletişimdir. Olay derinleşir, yerleşir, algının

parçası olur, siz sonra normal pr faaliyetleriyle değişen algıyı değiştirmeye, krizle ilgili yeni çıkan konuları yönetmeye çalışırsınız. Bunun adı kriz iletişimi değildir. Olsa olsa "krizin ya da krizi yaratan konunun" iletişimidir. Peki bir dava sürecindeki iletişim kriz iletişiminden neden farklıdır?

Çünkü bir dava (AKP kapatma davasındaki gibi) aylarca sürer. Bu nedenle de "24-48" saat arası süreci kapsayan kriz iletişim planları dava iletişiminde çalışmaz. Burada en önemli konu sözcünün kim olacağı konusudur. Örneğin AK Parti kapatma davasında Tayyip Erdoğan'ın ya da partililerin yapacakları öfkeli konuşmaların, ya milletvekillerinin toplanıp yazacakları bir sonuç bildirgesinin kamuoyu oluşumuna dolayısıyla sonuca hiçbir katkısı olmaz.” (…)

Kriz iletişiminde parti adına sözcülerin yaratılmasındaki önemi Kadıbeşegil (2003; 138), “Kriz Geliyorum Der” kitabında şöyle anlatmaktadır; “En iyi ve yetenekli sözcülerimizde olsa, hitap ettikleri toplum karşısında onlar “taraf”tırlar. İster istemez onlarla ilgili ön yargı oluşacaktır. Söyledikleri kısmen şüphe ile karşılanacaktır. Ama onların söyledikleri ile kişilerin güvendikleri, inandırıcılıkları konusunda şüphe etmeyecekleri kişilerin söyledikleri buluşursa bu kanaat oluşumu daha farklı bir yönde olacaktır. Krizler sırasında bir kurum bir anda binlerce sözcü de yaratabilir.”

AK Parti tarafından belirlenen kriz sözcülerinin yanı sıra kapatma davası sırasında AK Parti adına farklı kesimlerden bağımsız sözcüler yaratılmıştır. Bu sözcüler partinin kapatılmaması gerekliliğini farklı gerekçelerle dillendirmiştir. Bunlar, parti teşkilatları, çalışanlar, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve AB temsilcilerinden oluşmuştur. Bu davanın ve Türk siyasetinin içinde bulunduğu koşullar üzerine, demokratik toplumlarda parti kapatmanın çözüm olmadığı görüşünde birleşen kesimlerin ve meydanında davayı ele alış tarzıyla kendiliğinde de oluşmuş sözcülerdir. AK Parti tarafından yerel, ulusal ve uluslararası arenada kamuoyu yaratılmıştır. Bu strateji ile “toplum nezdinde kanaatleri etkileyici sözcülerin” yaratıldığı ve üçüncü kişilerin parti adına konuşması sağlanarak, karar vericiler üzerinde baskı kurulmaya çalışıldığı da söylenebilir.

Kapatma davası kriz yönetiminde kamuoyu oluşturma ve baskı kurma iletişimi en etkili ve en çok tartışılan iletişim stratejisi olmuştur. Prof. Dr. Ali Atıf Bir, bu yönde davanın iletişimini şöyle anlatmaktadır;

“Doğrusu dava sürecinin iniş çıkışlarını kapsayan bir iletişim yapmaktır. Dava iletişiminin amacı da sürekli "baskı" kurmaktır. Söz konusu iletişim içinde ilişki geliştirmek, iddialara yönelik öyküleri anlatmak, halka karmaşık gelen yasal düşünceleri ve manevraları açıklamak; medya, hukuk kamuoyu ve genel kamuoyunda güveni sağlamak gibi yan amaçlar varsa da temel amaç karar vericiler üzerinde baskı oluşturmaktır. Söz konusu baskı öyle ustaca ve fark ettirmeden kurulmalıdır ki geri tepmesin. Haklı olunan bir davada haksız bir duruma düşülmesin...” (18.03.2008 tarihli Bugün Gazetesi)

Ali Atıf Bir’in de üzerinde durduğu ve bu dava da önem kazanan konu bu sürecin fark ettirilmeden yapılması ve haksız duruma düşülmemesi yönündedir. AK Parti tarafından yürütülen bu iletişim tarzında, iletişim krizleri yaşanmıştır. Özellikle Avrupa Birliği temsilcilerinin dava ile ilgili sürece dahil olmaları ve yargı bağımsızlığını etkileyecek açıklamalarda bulunmaları ulusal kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır. Kriz yönetimi bölümünde detaylı yer verilen “Avrupa Karma Parlamentosu ile Bildiri” krizi yaşanmıştır. AK Parti’nin ülkeyi AB’ye ve Uluslararası kamuoyuna şikayet ettiği algısı oluşmuştur. AB’nin AK Parti’nin sözcülüğünü üstlenmesi, AK Parti’nin kurumlarla uzlaşmaz tavrı ve yargı reformunu Türk yargısından önce AB temsilcileri ile paylaşmak gibi yaptığı stratejik hata “Yargıtay ile de Bildiri” krizi yaşanmasına yol açtığı görülmüştür.

Kriz yönetimi başlığında AB’nin ve AK Parti’nin bu iletişim tarzına farklı kesimlerden gelen tepkilere yer verilmiştir. İletişim uzmanları da AB’nin AKP’nin sözcülüğünü üstlenmişcesine yaptığı açıklamaların AK Parti’nin kriz yönetimini olumsuz etkileyeceği görüşünü belirtmişlerdir.

Yıldız, “Kördüğüm olan kriz için Başbakan'a 3 basit öneri” başlıklı yazısının bir bölümünde bunu şöyle değerlendirmiştir; (www.haberturk.com.tr 26.05.2008)

(…) “Sayın Başbakan, içinde olduğunuz kriz yumağının bütününden sorumlu olduğunuzu şahsen düşünmüyorum. Ne var ki çözmek için özel bir çaba harcadığınızı da sanmıyorum. AB temsilcilerinin sizi ya da AKP’yi savunmalarının önüne geçebiliyorsanız geçmelisiniz. Rektörlere söylediğiniz “Herkes kendi işine baksın” talimatınızı AB adına söz söyleyenlere de veriniz. Sempati toplayacağınızı garanti ederim. Yoksa bu müstemleke ruh halimizin sonu hastanelik bilesiniz. Üstelik kendi ülkelerinde dikiş tutturamayan adamların Türkiye’de dikiş tutturmaları ihtimali var mıdır? Naçizane önerilerim, derinleşmiş krizleri çözmese de ağırlaşmasının önüne geçecektir.” (…)

Başbakan Erdoğan AB’nin bu tavrını eleştirenlere “AB kayıtsız kalamaz” yorumunu yapmıştır. Erdoğan, şu sözlerle değerlendirmiştir; (www.aa.com.tr 14.05.2008) “Siz, hem AB’ye katılım müzakereleri yürütecek, hem de gelen değerlendirmeleri, ‘Kendi işinize bakın’ diye karşılayacaksınız. Böyle bir çarpıklık olabilir mi?”

Kriz iletişiminde en önemli unsurlardan biriside kriz sözcüsüdür. Liderin kriz yönetiminde bir “kurum sözcüsü” olarak toplum karşısına çıkmaları beklenir. Kriz ortamında kamuoyu bu kişilerin performansına bakarak “kanaatlerini” oluşturacak ve dolayısıyla o kurumun yanında veya karşısında olacaktır (Kadıbeşeğil, 2003; 124). AK Parti kriz yönetiminde sözcü karmaşası yaşanmıştır. Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen kriz sözcüsünü Başbakan Erdoğan olarak tanımlamıştır. Ancak Erdoğan parti adına kriz yönetim sürecinde 3 kişiye daha sözcülük görevi vermiştir. Başbakan, Hükümet kanadında Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e, Meclis kanadında AK Parti Grup Başkanvekili Nihat Ergün’e, Parti adına ise Dengir Mir Mehmet Fırat’a açıklama yapma yetkisi vermiştir.

Asıl kriz sözcüsü Recep Tayyip Erdoğan’ın üslubu, krizi yönetme şekli ve söylemlerine, kriz yönetim sürecinde liderin etkisi başlığı altında detaylı yer verildiği için bu kısımda kriz yönetiminde ve iletişimde öne çıkan Genel Başkan Yardımcısı Fırat’ın söylemlerine ve kriz iletişimine olan etkisine yer verilmiştir.

Kapatma davasında AK Parti’nin yürütmesi gereken iletişim stratejisine ve sözcünün önemine işaret eden Prof. Dr. Ali Atıf Bir şunları dile getirmiştir; (18.03.2008 tarihli Bugün Gazetesi)

(…) “Dava sürecinde kamuoyu "uzman" görüşünü esas alır. Medya ve kamuoyu davanın taraflarının yaptıkları konuşmaların yanlı olduğunu veri olarak kabul eder. İddiaların üçüncü elden çürütülmesi ya da hukukçuların görüşleri dava sürecinin en etkili iletişim araçlarıdır. Bu açıdan bakıldığında ilk dört günde AK Parti'nin yaptıkları ile kapatılmaya davetiye çıkardığı oldukça açık. AK Parti ikna amaçlı "konuşmalar ya da yazılara" yönelik iddialara odaklanacağı yerde, yasak olduğu halde "hastanelerde türbanlı çalıştırmaya göz yumma" gibi somut iddialara açıklık getirmeye çalışmalı.. Daha önce kapatma davasında en önemli iddianın somut "Merve Kavakçı" zorlaması olduğunu da unutmamalı.. Hâlâ yitirilmiş bir şey yok.. Ancak AK Parti, yine sözlerimizi dinlemez, önümüzdeki iki üç ayda dava sürecini ve bu sürecin iletişimini iyi yönetmezse, milyonlarca oy veren insana rağmen kesinlikle kapatılır.” (…)

AK Parti kapatılma davasında, milletvekilleri ve partililerin dava sürecini AK Parti aleyhine zorlaştıran, kamuoyunda ciddi tepkilere neden olan hatta Başsavcının sözlü açıklamasında yer verdiği konuşmalar kriz iletişiminin en tartışılan konularından olmuştur. Milletvekillerinin yanı sıra sözcülerde süreç içerisinde aynı iletişim kazalarına neden olmuştur. Özellikle kriz sözcüsü olarak krizi kontrol altında tutma, yönetme ve oluşabilecek yeni krizlere engel olması beklenen Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın açıklamalarının ile zaman zaman kriz içinde krizlere yol açtığı ve krizi derinleştirdiği söylenebilir.

“Atatürk devrimleri Türk toplumunda travma yarattı” sözü ile dava sürecinde ciddi tartışmalara yol açan ve toplumun tüm kesimlerinin yanı sıra kendi partisinden de tepkiler alan Kriz sözcüsü, Hukukçu Fırat’ın bu dönemdeki açıklamaları ile krizin çözümüne katkıda bulunmadığı söylenebilir. Dengir Mir Mehmet Fırat; (www.aa.com.tr)

“AKP’nin kadınları, feminist ideolojinin kölesi olmadılar, olmayacaklardır” 5 Mayıs 2008

“Türbandan korkan doktora gitsin” 6 Mart 2008

“Milletin iradesine saygı göstermeyenleri Osmanlı tokadı öldürür” 1 Mayıs 2008 “Davayı açan yargılansın” 3 Mayıs 2008

"Atatürk Devrimleri Türkiye'de travma yarattı" 23 Haziran 2008 “TBMM'nin ortasında eşek gibi anırırım” 25 Haziran 2008

“AK Parti Niye kapatılsın? Yazık değil mi? Cici bir parti” 15 Temmuz 2008

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, açıklamalarıyla sık sık tartışma yaratıp tepki çekmiştir. Hukukçu olmasına rağmen Başsavcıya yönelik sözlerinin AK Parti’nin bu süreçte en çok eleştiri aldığı “hukuka saygı” konusundaki kötü örneklerden birisi olduğu ifade edilebilir.

Fırat’ın açıklamalarına tüm kesimlerden ciddi tepkiler gelmiş ve yeni krizlere neden olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştır. Yıldız ise, Fırat’ın sözcülüğünü şu ifadelerle eleştirmiştir; (www.haberturk.com.tr 26.05.2008)

(…)“Kördüğüm olan kriz için Başbakan'a 3 basit öneri, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın sözcülüğüne son vermeniz fena olmaz. Partiniz adına söz söyleyenler krizi derinleştirmek için değil çözmek için çalışmalılar. Oysa Sayın Fırat’ın her söylediği gerilimi gidermeye değil, tırmandırmaya yarıyor. Medyada Fırat’a soru sormaya kısa çöpü çeken gidecek durumda, herkes terslenmekten tırsmış durumda. Sizi de partinizi de antipatik göstermek için özel bir çabaya gerek olmuyor, Fırat’a mikrofon uzatmak yetiyor.” (…)

Fırat’ın en çok tartışılan ve tüm kesimlerden ciddi tepkiler alan açıklaması ise New York Times'a verdiği röportajda "Atatürk Devrimleri Türkiye'de travma yarattı" olmuştur. Başsavcı tarafından iddianamenin sözlü savunmasına yer verilmiş, AK Parti’de sözlü savunmasına Başsavcının bu sözleri hukuki gerekçelerle iddianameye alamayacağını dile getirmiştir.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın New York Times’ta yer alan "Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gecede kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri söylendi. Dinsel yolları dağıtıldı" sözlerine Muhalefet partilerinin yanında AKP'li milletvekilleri de Fırat'a tepki göstermiştir. (www.milliyet.com.tr 23.06.2008) Fırat, tepkiler üzerine basın toplantısı yaparak kendini savunmak zorunda kalmıştır. Eleştirilere ise şu sözlerle cevap vermiştir; "Beni eleştirenler Devrim Kanunları'nı okudularsa TBMM'nin ortasında eşek gibi anırırım"

Fırat’ın sözcülüğünü eleştiren yazarladan birir de Prof. Dr. Ali Atıf Bir olmuştur; Bir, Bugün gazetesindeki köşe yazısında şunları şöylemiştir;

“AK Parti Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat çok kritik bir dönemde içinde "travma" geçen çok kritik bir cümle kurdu. Şimdilerde bu cümleyi "anlaşılır, uygun, suçsuz, zararsız, pozitif, art niyetsiz" hale getirmek için tırmalıyor. Son yumurta "laiklik anlayışımız farklı..." Dengir Mir Mehmet Fırat'a ya da herhangi bir AK Partiliye önerim siyasi arenada, ne söylerse söylesinler dini gösterge içeren söylemlerden kaçınmaları..” (http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=30409)

Fırat’ın iletişim tarzını travmatik olarak değerlendiren ve krizi büyüttüğünü belirten Nuran Yıldız, “AKP mi Fırat'ı, Fırat mı AKP'yi travmaya sokuyor?” başlıklı yazısında şöyle yazmıştır; (www.haberturk.com.tr 25.06.2008)

(…)”Bugün bir kez daha gördük ki Fırat krizden besleniyor. Fırat beslenirken AKP neredeyse sizlere ömür. Durum tuhaf. Rasyonel değil. Kapatma davası sürecinde lider herkese “sus” emri verecek. “Konuş” emri verdiği adam ağzını açtıkça kriz büyüyecek. AKP’yi bu süreçte güvenli sularda yüzdürmesi gereken sözcüler tersine, fırtınalar koparacak. Gerçekten rasyonel değil. Durumun rasyonel olmayışı basitçe fark edilecek düzeydeyse işin içinde başka iş olmalı. Partiyi kapattırmak için özel bir çaba harcandığı kesin. İyi de neden? Parti kapanınca ne kazanç umuluyor? Sonuçta AKP’nin travması, Fırat’ı mı içine alıyor yoksa Fırat’ın travmatik iletişim tarzı AKP’ye mi zarar veriyor? %47 ile her şeye kadir olduğunu düşünen bir ruh halinin kapatma davasına çarpması AKP için ister istemez bir travma nedeni. Ciddiyetsiz siyaset toplumu travmaya sürüklüyor.”(…)

Krizlerde toplum örgütleri sorgulamaktadır. Kriz yönetimi ve iletişim tarzı da kurumun krizin altından nasıl kalkacağının göstergesi olmaktadır. AK Parti’nin kriz iletişimi ile toplumun kendisini sorgulamasını destekler nitelikte davrandığı yapılan kamuoyu araştırmalarından anlaşılmaktadır. Toplumsal algıyı göstermesi açısından kamuoyu araştırmaları da önem taşımaktadır. A&G Araştırma şirketi tarafından 5-6 Nisan tarihleri arasında yapılan araştırma da, AK Parti’nin iletişim stratejisini ve kriz yönetimini değerlendirmek açısından önemli sonuçlar ortaya koymuştur.

A&G Araştırma şirketi tarafından 5-6 Nisan tarihleri arasında yapılan araştırma, 26 il, 68 ilçede 1453 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılmıştır. Sonuçlar şöyle yansımıştır: http://www.agarastirma.com.tr/basinda.html

“Halka göre gerginliğin sorumlusu AKP ve CHP”