• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: MERKEZ BANKALARI PARA POLĠTĠKASI UYGULAMALARI

1.4. TAYLOR KURALI

2.2.5. Para Politikası, Ekonomik ve Finansal Ġstikrar Ġle Makro

iliĢkin bekleyiĢlerin etkili olduğu Fed tarafından oluĢturulan likidite koĢulunun84 ise etkili olmadığı bulunmuĢtur. Yazarlar bu kapsamda, faiz oranına iliĢkin politika kuralının ya da kılavuzunun, para piyasasında görülen bu tip faiz oranı farklarındaki değiĢim için uyarlanabileceğini önermiĢlerdir.

Şekil 2.12. Fed Hedefi Ve Piyasa Faizleri

Kaynak: Taylor ve Williams (2009).

2.2.5. Para Politikası, Ekonomik ve Finansal Ġstikrar Ġle Makro Ġhtiyati

“Şimdi hepimiz makro ihtiyat taraftarıyız” Ģeklinde değiĢtirerek söyleyen Borio (2010) ifade etmiĢtir. Finansal kriz, bireysel kurumlar bazında (micro approach) yürütülen finansal düzenleme ve gözetimin artık yetersiz olduğunu ve bunun ötesinde genel/tüm sistemi kapsayan (macro) bir perspektifin gerektiğinin önemini ortaya çıkarmıĢtır (Galati ve Moessner 2013). Burada kritik olan husus, finansal istikrarsızlık ve makroekonomi arasındaki etkileĢimdir. Bu anlamda makro ihtiyati politikaların amacı, sistemik kriz riskinin ve maliyetinin sınırlandırılmasıdır.

Bu kapsamda Borio (2011), Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements-BIS)‟nın çalıĢmasında olduğu gibi “makro ihtiyati (macroprudential)”

kavramının tanımı olarak, yönelim veya bakıĢ açısı olarak düzenleme (regulation) ve gözetim (supervision) ayarlamalarına iĢaret edildiğini belirtmektedir. Bu çerçevede, baĢtan aĢağı (top-down approach) tüm sistemi kapsayan ya da diğer bir ifadeyle sistemik bir bakıĢ açısı gereklidir. Dolayısıyla kurumların birlikte hareketleri nedeniyle oluĢan içsel (endogenous) risk kaynaklarına karĢı arzulanan güvenlik standartlarının oluĢturulması söz konusudur. Analitik uygunluk açısından bu yaklaĢımın; finansal sistemde riskin zaman içerisinde nasıl geliĢtiğiyle ilgili zaman boyutu (time dimension) ve herhangi bir anda riskin finansal sistem içerisindeki kurumlar arasında nasıl birbirleriyle bağlantılı olarak ortak bir risk oluĢturduğuyla ilgili kesimler arası dağılım (cross-sectional) boyutları vardır. Bahse konu bu finansal istikrarsızlık kaynakları için de birer politika prensibi bulunmaktadır. Birinci prensip; normal zamanda riskler geliĢirken, risklerin gerçekleĢeceği zamanda kullanılmak üzere bir birikim (tampon/yastık-buffers) oluĢturmaktır. Ġkinci prensip ise; tüm sistem için kabul edilebilir bir risk seviyesi belirledikten sonra buna uygun olarak her bir kurumun sistemik riskteki payına göre ihtiyati araçları ayarlamaktır.

Finansal sistemdeki risklerin, ekonomideki konjonktürel hareketlerle aynı yönünde çok hızla hareket ediyor olması (procyclicality) özelliğine dikkati çeken Borio ve Shim (2007), dengesizliklerin oluĢma sürecindeki iyi günlerde kötü günler için birikim yapılması sürecinde sistemdeki risklerin çok yakından izlenmesi, birikimlerin istenilen fonksiyona sahip olacak Ģekilde oluĢturulması ve bunların ilk etapta finansal bozulmaları ve sonrasında ise oluĢabilecek finansal istikrarsızlık ve makroekonomideki

olumsuzlukları sınırlayabilecek Ģekilde kullanılması gerektiğini belirtmiĢlerdir. Bu iĢlevin gerçekleĢtirilmesinin temelinde ise, makro ihtiyati yaklaĢımın kuvvetlendirilmesiyle uyumlu, finansal sistemdeki risklere ve özellikle finansal sektör ve makroekonomi arasındaki iliĢkiye dikkat ederek tüm sistemdeki zafiyetlerin ölçülmesinin86 bulunduğu da saptanmaktadır.

Finansal sistemde potansiyel olarak mevcut bulunan aĢırı düzeyde devri yönde hareketler (procyclicality) yapabilme eğiliminde finansal sistemdeki bozulmalar açısından en önemli sorunun, makro ihtiyati politika araçlarının nasıl kalibre (ayarlama/calibration) edileceği olduğu yine Borio ve Shim (2007) ifade etmektedir.

Buna göre, aralarında daha iyi bir risk yönetimi kültürü oluĢturulması çalıĢmalarını bulunduran bu araçlar içinde; kredi karĢılıklarına iliĢkin kurallar, sermaye standartları, kredi-değer oranları (loan-to-value ratios), kur riskine iliĢkin önlemler ve daha genel olmak üzere daha yoğun gözetim prosedürleri sayılabilir. Bu kapsamda makro ihtiyati araçların (stabilisers) kalibrasyonunun otomatik istikrar sağlayıcı olarak nitelenen dahili (built-in) bir formda mı yoksa duruma göre (discretionary) önlem alınması tarzında mı uygulanacağını hususu ortaya çıkmaktadır. Borio ve Shim, dahili (built-in) politika araçlarının daha üstün olduğuna inanmakla birlikte dengeli bir yaklaĢımla, her iki önlem setinin bir birinin alternatifi olarak görülmemesi gerektiğini, dahili tedbirlerin/araçların (stabilizers) oluĢturulmasının zor ya da yeteri derecede etkin olmaması durumunda tamamlayıcı olarak duruma göre önlem alınmasının (discretionary measures) bazı durumlarda düĢünülebileceğini belirtmektedirler.

Finansal istikrar için para politikasının kullanılmasına gerek olmadığı, devri hareketlere karĢı (countercyclical) sermaye yeterliliği, düzenleme ve gözetimi de kapsayan makro ihtiyati politikaların yeterli olduğunu iddia eden görüĢler bulunurken küresel kriz tecrübesi altında, özellikle finansal risklerin gerçekleĢmesi durumunda reel ekonomide olumsuzlukların yaĢanması nedeniyle merkez bankalarının reaksiyon fonksiyonunda finansal risklilik göstergesi niteliğinde varlık fiyatlarına ya da kredilere yer verilen çalıĢmaların sonuçlarına göre, para politikasında finansal istikrar amacının göz ardı edilmemesi görüĢü temel bulmaya baĢlamıĢtır. Gambacorta ve Signoretti (2013),

86 Daha iyi bir veri ve tanımlayıcı istatistiki yöntemlerin, makro stres testlerinin ve erken uyarı göstergelerinin geliĢtirilmesi bunlar arasında sayılabilir.

DSGE modeli çerçevesinde yaptıkları incelemede, küresel kriz öncesindeki varlık fiyatlarının merkez bankasının reaksiyon fonksiyonlarında yer almamasına iliĢkin görüĢ birliğini, bu çalıĢmalarda sadece borçlu yönünden bir kredi friksiyonunu esas almaları arz yönlü etkiyi ise ihmal etmeleri nedeniyle eleĢtirerek, standart Taylor Kuralı yerine varlık fiyatlarını içeren geniĢletilmiĢ Taylor Kuralı‟nın, diğer bir değiĢle finansal istikrarın para politikasında dikkate alınmasının, rüzgara karşı durmak (leaning-against-the-wind) olarak adlandırılan merkez bankaları para politikasında, özellikle arz yönlü Ģoklara karĢı daha üstün bir politika seçeneği oluĢturduğu sonucuna ulaĢmıĢlardır. Bu çalıĢmanın ulaĢtığı diğer önemli bir sonuç ise, merkez bankaları ile makro ihtiyati politikaları uygulayan yetkililerin iĢbirliği yapması gerektiğini vurgulamasıdır. Nitekim Borio (2006), paralel bir görüĢ oluĢturarak, parasal yetkililer ile makro ihtiyati politikaları uygulayanların krizlerle mücadelede çok daha yakın bir iĢbirliği içerisinde olmalarının önemini ifade etmiĢtir. Angelini, Neri ve Panetta (2011) ise, yine DSGE modeli çerçevesinde yaptıkları analizde; merkez bankasının fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrarı hedefleyerek makro ihtiyati politikaları uygulayan yetkililerle iĢbirliği yapmamasının, makroekonomik istikrar açısından zararlı sonuçlar yaratabileceğini göstermiĢlerdir.

Küresel krizle birlikte görüldüğü gibi kaynağı ne olursa olsun finansal bozulma, sonuç olarak reel büyüklükleri ve dolayısıyla ekonomik istikrarı etkileyebilmektedir.

Dolayısıyla hedefi makroekonomik istikrar olan para politikası ile finansal istikrarın yolları kesiĢmektedir. Bu Ģekilde finansal istikrar para politikasının hedefindeki makroekonomik istikrarı etkilerken diğer taraftan para politikası da ekonomik ajanların risk alma iĢtahlarını, kaldıraç miktarını, kısa vadeli ve özellikle yabancı para üzerinden borçlanmalarını etkilemek gibi yollarla önceden (ex-ante) ya da borçlanma olanaklarını kısıtlamak, varlık fiyatlarını yükseltmek, döviz kuru dıĢsallıkları ve kaldıraç dönemlerini değiĢtirmek gibi kanallarla sonradan (ex-post) finansal istikrarı etkilemektedir (Claessens, 2013). Great Moderation döneminde görüldüğü gibi fiyat istikrarının olması, finansal istikrarı garanti etmemektedir. Yeterli ihtiyati tedbirlerin bulunmadığı ortamda finansal bozulmalar sonucu oluĢan varlık fiyatlarındaki artıĢlar ile kredi, kaldıraç ve tüketimdeki yükseliĢler, dıĢ dengesizlikler ile birleĢerek sistemik risklerin gerçekleĢmesini sağlayarak reel büyükleri ve üretimi etkilemektedir.

Küresel krizle birlikte finansal sistemdeki bu sistemik risklerin nasıl ele alınacağı esas tartıĢma konusu olmaktadır. Doğal olarak ihtiyati tedbirler ve bu konuda yetkili kurumlar ile makro istikrar önlemleri ve yetkili kurumları, değiĢik uygulamalara göre değiĢik ellerde olabileceği için hem kurumsal bazda hem de operasyonlardaki çözümün düĢünülmesi gerekmektedir. Krizlere yol açabilen sistemik riskler konusundaki söz konusu boĢluğun doldurulması, finansal istikrar politikaları ve para politikalarının yeniden değerlendirilmesine neden olmaktadır.

Para politikasında finansal istikrarın dikkate alınması, son küresel krizin ıĢında daha çarpıcı görünse de krizden daha önceki dönemde de aslında ekonomik ve finansal geliĢmeler bazı risklere iĢaret ediyordu. Bu risklerin anlattığı ya da ima ettiği ise; o zaman uygulanan politikaların ya da diğer bir değiĢle geliĢmelere iliĢkin bakıĢ açısının, daha sonra söz konusu risklerin gerçekleĢmesi durumunda ortaya çıkacak olan sonuçlarla mücadele etmek için yeterli olmayacağı idi. Aslında ekonomik ve finansal geliĢmelerin dikkatlice izlenmesi ve detaylı analiz edilmesi durumunda nelerin olabileceği konusunda çok da kahin olmaya gerek bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Borio (2006), finansal, parasal ve ekonomik geliĢmelere dikkat çekerek ortodoks politikaların birikmekte olan risklerin giderilmesinde yeterli olamayacağını vurgulamıĢtır. 1980‟li yıllarda baĢlayan ve küresel düzeyde yaygınlaĢan finansal serbestleĢme (financial liberalization) sonucunda kredi ve varlık fiyatlarındaki geliĢmeler ekonomik dalgalanmaları daha olası kılmaktadır. Buna paralel olarak, merkez bankalarının kredibilitesiyle (kredibilite paradoksu) baĢarıyla uyguladığı enflasyon hedeflemesi sonucunda oluĢan düĢük enflasyon ve makroekonomik istikrar, enflasyon yükselmedikçe söz konusu varlık ve kredi geniĢlemesindeki risklerin saptanmasını güçleĢtirmektedir. Son olarak reel ekonominin küreselleĢmesi sonucunda oluĢan arz Ģoklarının düĢük enflasyonla büyüme potansiyelini artırması, hazır olan likiditenin ötesinde varlık fiyatlarında geliĢmeye yol açmıĢtır. Bütün bu geliĢmeler, bilançolardaki aĢırı ĢiĢme gibi sonradan patlayabilecek finansal dengesizliklere yol açmıĢtır. Borio, bu Ģartlar altında fiyat istikrarını ekonomik istikrar için yeterli gören, finansal geliĢmeleri temel değil yan etkiler olarak dikkate alan ve finansal risklere daha az önem veren klasik Ortodoks paradigmanın yetersizliğine dikkat çekmektedir. Bu durumda Ortodoks olmayan bir yaklaĢımla, öncelikle mikro esaslı değerlendirmeden

daha çok makro ihtiyatlı politikalara önem verilmesi ve bu kapsamda da önleyici tedbirler alınması ve tüm sistemik riskleri daha iyi analiz edebilecek bir yapının kurulması önerilmektedir. Para politikasının ise, kısa dönemli enflasyon risklerinin olmadığı bir ortamda bile finansal risklerin değerlendirip bunların önlenmesine iliĢkin bir kapsamda geniĢletilmesi, enflasyon hedeflemesinde bu amaçla hedefleme ufkunun iki ve daha uzun yılları kapsayacak Ģekilde uzatılması ve bu çerçevenin de makro ihtiyati politikaları uygulayan yetkililerle iĢbirliğini de içermesi istenilmektedir.

Para politikasının finansal istikrarı da hedeflemesi gerektiği yolundaki görüĢlerden sonra bu defa bu kapsamda para politikasının ve aynı amaca yönelik olan makro ihtiyati tedbirlerin nasıl uygulanacağı, diğer bir ifadeyle kurumsal ve operasyonel çerçevenin söz konunu amacın gerçekleĢtirilmesi için etkin ve etkili olarak nasıl çizilmesi gerektiği konusunda araĢtırmalar yapılmaya baĢlanmıĢtır. Analizlerde temel çıkıĢ noktası para politikası ve finansal istikrar politikasının bir birleriyle etkileĢim halinde olmasıdır.

Agenor ve DaSilva (2011), orta gelir grubu ülkelerinde (Middle Income Countries-MIC)87 rastlandığı üzere bankacılık sisteminin baskın olması gibi finansal piyasaların mükemmel olmadığı durumu varsayarak yaptıkları incelemede, makro ihtiyati politikaların nasıl iĢlediğinin anlaĢılmasının kritik öneme sahip olduğunu çünkü parasal aktarım mekanizmasını önemli ölçüde değiĢtirebildiğini öne sürmüĢledir. Yine buna paralel olarak, makro ihtiyati politikalar da para politikası rejimiyle olan etkileĢimi dikkate almalı ve özellikle aktarma mekanizmasının iĢleyiĢini anlamalıdır.

Finansal ve makroekonomik istikrar ile ilgili kurumlar olan IMF ve BIS, sistemik risklerle ilgili boĢluğu doldurmak ve çözümler üretmek için doğal olarak makro ihtiyati önlemlerle ilgili araĢtırmalar yapmaktadırlar. IMF‟nin makro ihtiyati politikalar ve para politikası arasındaki etkileĢimi içeren çalıĢmasında (International Monetary Fund, 2012); öncelikle fiyat istikrarının, makroekonomik istikrarı garanti etmediğinden ve pek çok ülkede finansal dengesizliklerin düĢük enflasyon ve çok küçük üretim açığıyla oluĢtuğundan hareketle, makroekonomik istikrar için finansal istikrarın da ek bir amaç olarak politikada içerilmesi gerektiği saptaması yapılmaktadır. Bu amaçla etkin makro

87 Dünya Bankası tarafından yapılan bu Ģekildeki sınıflandırmaya dayanılmaktadır. 2012 yılı itibariyle Gayrı safi Milli Hasılası 1,036 - 4,085 ABD doları alt orta ve 4,086 -12,615 ABD olan ülkeler üst orta gelir grubu olarak tüm Orta Gelirli Ülkeler (MIC) grubunu oluĢturmaktadır.

ihtiyatlı politikaların, risklerin önceden (ex ante) kontrol edilmesi, sonradan ise (ex post) oluĢan Ģokların giderilmesi için kullanılması gerekmektedir.

Para politikası finansal risklerin önlemesi konusunda her zaman için baĢarılı değildir çünkü finansal istikrarsızlık, merkez bankalarının kontrolündeki faiz oranlarının düzeyi ya da piyasadaki likidite miktarından kaynaklanmayabilir (Claessen ve Valencia, 2013).

ÇalıĢamaya göre para politikası, krizde görüldüğü üzere finansal riskleri artırabildiği gibi finansal istikrarsızlık da makroekonomik dengeyi bozabilmektedir. Bu nedenle her iki politika bir birleriyle etkileĢim halindedir ve bu etkileĢim dikkate alınmalıdır.

AraĢtırma sonuçlarına göre olması gereken; makro ihtiyati politikaların finansal istikrar hedefine yönelmesi para politikasının ise yine eskiden olduğu gibi fiyat ve üretim istikrarının hedef almasıdır. Yine de bu mükemmel duruma bile, her iki politika da diğerinin amaçları üzerindeki tesirlerini dikkate almalıdır. Ancak uygulamada hiçbir zaman için mükemmel durumu yansıtmaz ve makro ihtiyati politikaların ve para politikasının amaçlarını gerçekleĢtirmesinde gerçek hayatta her zaman çeĢitli kısıtlar bulunabilir. Bu durumda para politikası, finansal istikrar için daha fazla bir görev yüklenebilir. Aynı Ģekilde makro ihtiyati politikalara da makroekonomik istikrar için daha fazla bir talep olabilir ancak bu durumda para politikasındaki eksikliği gidermesi çok mümkün görünmemektedir. Her iki politikanın bu çerçevede bir birini etkilediği düĢünüldüğünde kurumsal yapının da önemi ortaya çıkmaktadır. Her iki politika, koordinasyon sonucunda daha iyi sonuç alınacağı varsayıldığında, merkez bankasına verilebilir. Ancak bu durumda da hesap verme, karar verme süreçlerinin ayrılması ve iletiĢim yönlerinden bu yetkinin çerçevesi çok iyi dizayn edilmelidir.

Euro bölgesindeki bankaları kapsayan ve kredi farkını (credit friction) dikkate alan konjonktür karĢıtı (countercyclical) istikrar sağlayıcı yöndeki makro ihtiyati politika ile para politikasının etkileĢimini DSGE modeliyle inceledikleri çalıĢmalarında Angelini, Neri ve Panetta (2012), yukarıda değerlendirmelere paralel sonuçlar elde etmiĢlerdir.

ÇalıĢmada sermaye yeterliliği düzenlemesi ve faiz oranları, politika araçları olarak kullanılmıĢtır ve koordinasyon durumunda her iki politika, her iki kayıp fonksiyonunun ağırlıklı ortalamasını eĢ zamanlı miminize etmektedir. Buna göre, ekonomide sadece arz yönlü Ģokların olduğu varsayılan “normal” zamanda, makro ihtiyati politika olan

sermaye yeterliğinin, makroekonomik istikrar üzerinde etkisi çok azdır ve eğer her iki politika arasındaki iĢbirliği yoksa ters yönde etki oluĢmaktadır ve politika araçlarında ekonomik istikrar sağlanmaksızın büyük oynaklık görülmektedir. Buna karĢılık, finansal sistemden kaynaklanan Ģokların olduğunun varsayıldığı durumda, makro ihtiyati politikalar, makroekonomik istikrar sağlanması yönünde etkilidir ve eğer her iki politika iĢbirliği yaparsa, diğer bir ifadeyle merkez bankası fiyat istikrarının dıĢında ihtiyati politikalara destek verirse, üretimdeki dalgalanmaların azaltılmasına yardım etmektedir ancak politika araçlarında daha büyük oynaklık görülmektedir. Bu durum, merkez bankasının finansal istikrar amacı için fiyat istikrarı hedefinden sapabildiğini göstermektedir. ĠĢbirliğinin olmadığı durumda ise merkez bankası sadece fiyat istikrarına odaklanmaktadır. Yukarıdaki bulgulardan çıkan önemli sonuç ise, kriz öncesinde önde gelen sanayileĢmiĢ ülkenin yaptığı gibi, ekonomide eğer reel Ģoklar geçerli ise para politikası, makroekonomik istikrar için yeterlidir. Diğer bir önemli sonuç ise makro ihtiyati politikaların, hiçbir zaman para politikasının yerine geçemediğidir. Fakat makro ihtiyati politikalar, makroekonomik politikalara finansal ya da sektör bazlı Ģoklara karĢı destek sağlamada yararlıdır ancak normal zamanlarda eğer uygun kullanılmazsa makroekonomik istikrara zarar bile verebilmektedir.

Makro ihtiyati politikalar ve araçların kullanımını araĢtıran 49 ülke üzerinde yapılan çok geniĢ kapsamlı Lim ve diğerleri (2011) tarafından çalıĢmada ise, söz konusu uygulamaların para ve mali yetkililerle iĢbirliği halinde yürütülmesi durumunda daha etkili olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır.

Bankacılık sisteminin ve kredilerin baskın olduğu, finansal sistemin sanayileĢmiĢ ülkelere göre daha az geliĢmiĢ bulunduğu MIC ülkelerini kapsadıkları çalıĢmalarında Agenor ve DaSilva (2012), para politikasının daha iyi bir gösterge olduğunu düĢündükleri kredi açığına (credit gap)88 finansal bir risk göstergesi olarak tepkide bulunması gerektiği yönünde görüĢ belirtmiĢler ve makro ihtiyatlı politikalarla iĢbirliğinin daha iyi sonuçlar verebileceğini belirtmekle birlikte para politikasının asla makro ihtiyatlı politikaların yerini tutamayacağını ve özellikle birbirleriyle geçiĢen sistemik risk alanlarında da etkili olamayacağını da ifade etmiĢlerdir. Özellikle MIC

88 Kredi açığı, genellikle uzun dönemli trendinin dıĢındaki kredi geniĢlemelerini açıklamak için kullanılmaktadır.

ülkelerinde görülen ani sermaye akımlarında faiz oranı politikasının hem makroekonomik hem de finansal istikrar yönünden zararlı yan etkileri olabilmektedir.

Türkiye‟nin de içinde bulunduğu geliĢmekte olan ülkelere ya da diğer bir değiĢle yükselen piyasalara bakıldığında ise makro ihtiyati tedbirlerin ve para politikası etkileĢimini değerlendirmek için yukarıdaki bölümlerde bahsedilen bu ülke grubunun kendine özgü özelliklerini dikkate almak gerekmektedir. Agenor ve diğerleri (2011 ve 2012a) bu ülkelerin finansal sistemini ve para politikası rejimlerini dikkate alarak makro ihtiyati tedbirlerin ve para politikası etkileĢimini incelemiĢlerdir. Çünkü geliĢen piyasalar, bilhassa küresel krizden sonra geliĢmiĢ ülkelerde ve özellikle ABD‟deki parasal geniĢlemenin yarattığı sermaye akımlarına karĢı, bağımsız para politikası uygulayarak hem finansal hem de makroekonomik istikrarı sağlamaya çalıĢmak gibi zorlu amaçların yerine getirilmesi için çalıĢmıĢlardır (Agenor ve De Silva, 2013). Tezin önceki bölümünde karakterize edildiği gibi, özellikle iç ve dıĢ faiz farklarının tetiklediği söz konusu sermaye giriĢleri talep ve kredi artıĢlarına yol açmakta ve bunun sonucu olarak da cari açıklar artmakta, yerli para değerlenmekte, varlık fiyatlarında ĢiĢkinlikler oluĢmakta ve makroekonomik ve finansal istikrarsızlık riskleri birikmektedir. Esas önemli olan açmaz ise, bahse konu dengesizliklerle mücadele etmek için faiz politikasının, iç ve dıĢ faiz farkı nedeniyle kısıt altında bulunmasıdır. Agenor ve diğerleri (2012b), yine MIC ülkelerini kapsayan Yeni Keynesyen DSGE modeliyle yaptıkları, para politikasının ve sermaye düzenlemesinin (makro ihtiyati politika olarak), makroekonomik istikrar ve finansal istikrarın sağlanmasıyla devresel (procyclical) hareketlerin azaltılmasındaki etkilerini inceledikleri çalıĢmalarında, merkez bakasının kredileri büyümesini dikkate alan geniĢletilmiĢ Taylor kuralını içeren, diğer bir değiĢle finansal istikrarı da hedefleyen para politikasının, Basel III tipindeki sermaye düzenlemesini içeren makro ihtiyati düzenlemesinin birlikte genel ekonomik istikrarın sağlanmasında optimal olduğu sonucuna ulaĢılmıĢtır. Burada merkez bankasının enflasyon hedefinden sapmalara kuvvetli tepki vermesi bile sonucu değiĢtirmemektedir. Ayrıca makro ihtiyati politikaların baĢarısı, merkez bankası ve gözetim yetkililerinin yüksek iĢbirliğine bağlı kalmaktadır. Diğer taraftan, makro ihtiyati politikalara daha fazla önem verilmesi merkez bankasının daha fazla uyumlu politikalar uygulamasına neden olabileceğinden oluĢabilecek kredibilite zayıflamasına

da dikkat çekilmektedir.