• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: MERKEZ BANKALARI PARA POLĠTĠKASI UYGULAMALARI

1.1. MAKRO ĠKTĠSATTA PARA TEORĠLERĠ

1.1.1. Klasik, Keynesyen, Monetarist, Yeni Klasik, Yeni

1.1.1.6. Yeni UzlaĢı

Yeni UzlaĢı (New Consensus) ise Yeni Keynesyen teorinin para politikasına yansıması olarak görülebilir. 1970‟ler ve 1980‟lerde yaĢanan iĢsizlik, enflasyon ve faiz oranlarındaki artıĢlar gibi olumsuz ekonomik geliĢmeler sonucunda merkez bankaları ve akademisyenler, enflasyonu düĢürmek için parasal büyüklüklerin hedeflenmesini savunan Monetarist yaklaĢımı sorgulamaya ve yeni arayıĢlarda bulunmaya baĢlamıĢlardır ve bunun sonunda büyük oranda Yeni Keynesyen iktisatçılar tarafından teorisi oluĢturulan “Yeni UzlaĢı” (New Consensus) olarak adlandırılan ve içinde yeni para politikası stratejisi bulunduran bir makroekonomik yaklaĢım geliĢtirilmiĢtir (Oktar, Tokucu ve Kaya, 2013). Bu politika yaklaĢımına ait teorik modelinin ana özelliklerini Arestis ve Sawyer (2003), aĢağıdaki gibi ifade etmiĢlerdir:

i. Kendisi etkilenip ekonomideki diğer değiĢkenleri etkilemediği için para arzının uzun dönemde ekonomide herhangi bir rolü yoktur.

ii. Modelde merkez bankasının faiz oranını, enflasyonun hedeften ve üretimin de trend değerinden sapmasına göre belirlediği bir politika kuralı bulunmaktadır.

iii. Fiyat ve ücretler toplam talepteki değiĢime göre yavaĢça ayarlanırlar ve toplam talep ise faiz oranlarından etkilenmektedir.

iv. Para arzı uzun dönemde etkisizdir (neutral), üretim ve istihdam gibi reel değerleri etkilemez. Bu nedenle para miktarındaki artıĢ sadece enflasyona yol açar. Enflasyon ise faiz oranının toplam talebi etkilemesi yoluyla iĢleyen para politikası tarafından belirlenmektedir.

rağmen iĢe alım maliyetlerinin yüksek olması gibi nedenlerle iĢ bulamayabilirler. Lindbeck ve Snower (2002) çalıĢmasına daha fazla bilgi için baĢvurulabilir.

Yukarıdaki model altında yazarlar, Yeni UzlaĢı‟nın teorik yapısında arz yönlü, örneğin petrol fiyatlarındaki artıĢ gibi enflasyona karĢı bir kılavuz bulunmadığını ve faiz oranlarının paranın değerinde bir istikrarsızlık oluĢturmadan toplam talebi ve enflasyonu etkilemesi sürecindeki aktarım mekanizmasında belirli kısıtların da olduğuna dikkat çekmiĢlerdir. Ayrıca Ġngiltere ve Parasal Birlik (EMU) üzerine yapılan ampirik çalıĢma sonuçlarına göre faiz oranın enflasyon üzerine zayıf bir etkisi vardır ve para politikası reel değiĢkenler üzerinde uzun dönemli etkiye de sahiptir.

Bu Ģekilde çerçevesi çizildiği üzere Fontana (2006)‟ya göre; Woodford (2003) ve Weber (2006) gibi önemli teorisyenler tarafından benimsenen Yeni UzlaĢı, fiyat seviyesindeki değiĢiklere göre nominal faiz oranlarının ayarlanması suretiyle yüksek enflasyonun düĢürülmesini savunan daha eski Wiscksellyen bir yaklaĢıma geri dönüĢü ifade etmektedir.

Yeni UzlaĢı yaklaĢımının bir uygulama örneği olarak gördüğü Fed‟in politika çerçevesini Wray (2004), aĢağıdaki altı temel prensip ile özetlemiĢtir:

1. ġeffaflık,

2. Kademeli ayarlama, 3. Aktivizm,

4. Tek resmi hedef olarak düĢük enflasyon,

5. Diğer gelir dağıtıcı değiĢkenlere iliĢkin gizli hedefleme,

6. Bu hedeflere ulaĢmak için politika aracı olarak doğal faiz oranı.

Yeni UzlaĢı yaklaĢımının açık ekonomi durumuna göre bir değerlendirmesini yaptığı çalıĢmasında Arestis (2009); bankacılığın ve parasal büyüklüklerin olmadığı ve “denge reel faiz oranı”nın bulunduğu tek bir faizi içeren bir yapı olmasına vurgu yapmıĢ ve özellikle uzun dönemli paranın etkisiz (uzun dönemli Phillips Eğrisi‟nin dik olması) olduğunu belirtmiĢtir. Buna göre iki önemli temel varsayım bulunmaktadır: Birincisi;

para politikasının birinci amacının fiyat istikrarı olması ve ikincisi ise; enflasyonun bir parasal olgu olduğu ve bu nedenle para politikasıyla kontrol edilebileceği ve bu anlamda merkez bankasının kontrol ettiği faiz aracının kullanılacağıdır. Bu kapsamda, genel

olarak Taylor Kuralının kullanıldığı ve enflasyon hedeflemesi rejimi kapsamındaki para politikası öne çıkarılmakta ve maliye politikası ise geri plana itilmektedir. Yazarın geliĢtirdiği ve Yeni UzlaĢı‟nın teorik yapısına uygun olarak oluĢturduğu modelde;

Taylor Kuralına uygun olarak enflasyonun hedefle aynı olduğu ve çıktı açığının da bulunmadığı durumda faiz oranı, kurala uygun olarak denge reel faiz oranına eĢit olacaktır. Diğer bir değiĢle, merkez bankasının reel denge faiz oranını doğru olarak tahmin ettiği varsayımı altında ekonomi de, çıktı açığının olmadığı ve enflasyonun da hedefte sabit olarak kaldığı bir denge durumunda bulunacaktır. Bu durumda, ekonomide reel dengenin gösterdiği seviyede tasarruf ve yatırım eĢitliği de (ex-ante) sağlanacaktır.

Bu Ģekildeki denge faiz oranı, tasarruf ve arz yönlü denge gelirin belirlediği yatırımları eĢitleyen Wicksellyen “doğal (natural rate) faiz oranı”na denk gelmektedir.

Yukarıda temel özellikleri belirtilen Yeni UzlaĢı yaklaĢımı kapsamındaki önemli varsayımlar olan fiyat ve ücret yapıĢkanlıkları Ģeklindeki nominal katılıklar, bilgi ya da belli bir bileĢimde bulunan farklıklar (frictions) nedeniyle merkez bankası, kısa dönemde nominal faiz oranlarının kullanarak reel faiz oranlarını ve böylece reel harcamaları etkileyebilmektedir. Diğer taraftan enflasyon hedeflemesi kapsamındaki

“enflasyon beklentileri” de modelde yer almaktadır.

Yeni UzlaĢı ve enflasyon hedeflemesi kapsamında yapılan uygulamalar sonucunda pek çok eleĢtirinin de ortaya çıktığı Artestis (2009)‟da ifade edilmektedir. Bunlar arasında;

düĢük enflasyon ve fiyat istikrarının her zaman makroekonomik istikrarı getirmediği (Angeris ve Arestis 2007 ve 2008), döviz kurlarına verilen önemin yetersiz olması (Angeris ve Arestis 2007), uzun dönemli Phillips Eğrisi‟nin dik olduğuna dair kanıtların yetersiz olması (Juselius 2008), esnek iĢgücü piyasasının bulunması (Arestis ve Sawyer 2007), maliye politikaların öneminin azalmasına iliĢkin yeterli kanıtın bulunmaması (Angeris ve Arestis 2009), Yeni UzlaĢı‟nın teorik önermelerine iliĢkin yeterli kanıtın olmaması (Arestis ve Sawyer 2004 ve 2008), enflasyon hedeflemesinin talep kaynaklı enflasyonu dikkate aldığı ancak maliyet kaynaklı enflasyonu sorununa çözüm olmadığı (Arestis ve Sawyer 2009), bulunmaktadır.

Yukarıda belirtilenlere ek olarak bankacılık ve parasal büyüklüklerin içerilmemesi ve bununla ilgili para politikası özellikleriyle denge reel faiz oranına iliĢkin olarak yapılan eleĢtiriler de bulunmaktadır. Aslında bankalar ve bunların kararları, aktarma mekanizmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Bundan baĢka bankaların kredi vermelerine iliĢkin kararları ekonominin geliĢmesinde temel pay sahibidir. Ayrıca, tek faiz oranın varsayımı, borçlananların risk düzeyi ve geleceğe iliĢkin belirsizlikler nedeniyle gerçek durumu yakalayamamaktadır. Bunun yerine faiz oranlarına iliĢkin tüm yapının alınması daha uygun ve gerçekçidir. Friedman (2003)‟nın öne sürdüğü gibi, bu yapıda belirlenen faiz oranının nasıl sabitleneceği sorusuna bir cevap bulunmamaktadır.

Eğer cari faiz oranı ile denge faiz oranı arasında fark varsa (reel faiz oranı farkı-real interest rate gap) bu durum, para politikasının duruĢunu yansıtacaktır. Weber, Lemke ve Worms (2008)‟e göre bu faiz oranı farkı, tüm olası fiyat değiĢimlerini belirleyen unsurlarının yakalanabilmesi için enflasyon üzerindeki baskıların hepsini yansıtabilecek nitelikte özet bir değiĢken değildir.

Yeni UzlaĢı kapsamındaki faiz oranlarının politika aracı olarak kullanılması, büyük ölçüde Wicksell‟in iki faiz oranı (two interest rate analysis) analizi temelinde oluĢturulmuĢtur (Oktar, Tokucu ve Kaya, 2013). Wicksell (1898), piyasada gözlemlenen faiz oranı ile Yeni UzlaĢı yaklaĢımındaki “denge reel faiz oranı”nın karĢılığı olduğu düĢünülen “doğal faiz oranı” olmak üzere iki farklı faiz oranının varlığına iĢaret etmiĢtir. Doğal faiz oranında, reel piyasada arz ve talep dengededir.

Doğal faiz oranı ve para piyasası faiz oranının bir birinden farklı olması Wicksell yaklaĢımına göre toplam talebi belirleyebilecektir. Arestis (2009), buna göre politika faiz oranı ve banka kredileri faiz oranının birbirinden farklı olduğu durumda Yeni UzlaĢı yaklaĢımında kritik öneme sahip “denge reel faiz oranı”nın, para politikası için iyi bir gösterge olamayacağını belirtmektedir. Ayrıca denge reel faiz oranının, ampirik olarak tahmin edilmesi oldukça zordur ve dolayısıyla gözlemlenen ekonomik değiĢkenlerden sürekli olarak hesaplanabilmesi de mümkün değildir.

Yeni UzlaĢı yaklaĢımında bankacılık sektörünün bulunmamasının yol açtığı diğer sorun ise, faiz oranlarını değiĢmesi durumunda bankaların kredi verme uygulamalarının mükemmel olmayan piyasa varsayımı altında etkilenmesinin dikkate alınmamasıdır

(Arestis 2009). Para politikasının ekonomiyi etkilediği aktarım mekanizmasında “kredi kanalı” olarak adlandırılan bu kategori altında; “dar kredi kanalı” olarak adlandırılan banka rezervlerinin faizler sonucu değiĢerek kredilerin etkilenmesi ve “geniĢ kredi kanalı” ya da “bilanço etkisi” olarak isimlendirilen kredi kullananların finansal yapılarının, faiz değiĢimi sonucu oluĢan borçlanma maliyetleri nedeniyle değiĢerek fon arzının ve sonuç olarak toplam talebin etkilenmesi bulunmaktadır. Bu ikinci kanalda, faiz oranlarındaki değiĢim sonucu varlık fiyatlarının etkilenmesi, kredi kullananların risk primlerinin değiĢmesi ve sonuç olarak teminat değerlerinin (colleteral values)8 değiĢmesi de yer almaktadır.

Yeni UzlaĢı‟nın teorik çerçevesinin ağırlıklı olarak “etkin piyasa hipotezine (efficient market hypothesis) dayandığı ve buna göre tüm piyasaların sürekli olarak temizlendiği varsayımı altında dengesizliklerin (bubbles) oluĢmasının çok düĢük bir olasılığa sahip olduğunu belirten Arestis (2009), bu dengesizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik ekonomik politikaların sonuçlarının, finansal daralmalara ve kötü sonuçlara yol açacağını vurgulamıĢtır. Bu kapsamda ise finansal liberalleĢmenin, 2007 Ağustos ayında baĢlayan küresel krizde yaĢandığı gibi derin finansal krizlere yol açtığı görülmektedir. Yine bu yaklaĢım çerçevesinde, finansal balonlar (bubbles) oluĢmaya baĢladığında merkez bankalarının para politikasının finansal piyasaların iĢleyiĢine müdahale etmemesi gerektiği iddia edilmiĢtir. Buna göre böyle Ģartlarda para politikasının önceden tedbir alması, piyasa katılımcılarının üzerinde bir iĢlem yapmak demek olacaktır. Bunun yerine dünyadaki önde gelen merkez bankaları krizden önce, finansal balonun patlamasından sonra bunun ekonomiye olan etkilerini mümkün olduğunca düĢük tutulmasını tercih ediyorlardı.

Yeni UzlaĢı‟nın ihmal ettiği diğer bir unsur ise Arestis (2009)‟a göre; Keynes (1936)‟in,

“hayvansal davranıĢ (animal spirit)” olarak açıkladığı, insanların rasyonel ve ekonomik olmayan davranıĢlar gösterebilmesidir. Bunun öneminin farkına varmamak, para politikasında yanlıĢ kararlar verilmesine ve etkin olmama durumuna yol açabilecektir.

Bu görüĢ kapsamında verilebilecek örnek; küresel krizden sonra uzunca bir süre faiz oranlarının önemli oranlarda düĢürülmesi ancak cılız sonuçların alınabilmesidir.

8 Eksik bilgi (information asymmetries), agenta maliyeti (agency cost) ve diğer piyasa farklılıkları altında, teminat değerinin önemi çok yükselmektedir.