• Sonuç bulunamadı

D. VERİLER VE DEĞERLENDİRMELER

2. PAPAZLARIN İSLAM’A BAKIŞI

2.6. Papazların Diyaloğa Bakışları

Grafik 32: Papazların Müslüman-Hristiyan Diyaloğuna Bakışı

Müslüman-Hristiyan diyaloğuna inanıyor musunuz?

0 0 0 55 45 0 10 20 30 40 50 60 Kararsızım Asla Hayır Evet Elbette

Papazlara Müslüman-Hristiyan diyaloğuna nasıl baktıkları sorulunca, % 55 “evet” diyerek, % 45’i de “elbette” diyerek diyaloğa sıcak baktıkları görülmektedir. Hiçbirisinin diyaloğa karşı olmayışı zeminin diyalog yapmaya müsait olduğunu göstermektedir.

Bu soruya, katılımcıların genelinden alınan cevaplar da oldukça müsbettir. Bu durum, dünyada değişik güçlerin her geçen gün artarak devam eden İslam ve Müslümanlar aleyhindeki propagandalarına karşı, İslam inancını doğru ağızlardan, sağlam kaynaklardan anlatma imkanının varlığını göstermektedir. Batı dünyasında İslam’ın ve Müslümanların doğru bir şekilde anlatılması ise, katiyyen misyonerlik edasında, tebliğ tarzında yapılmamalıdır. Misyonerliği herkesten iyi bilen Batı dünyası buna hemen tepki göstermektedir. Görüştüğümüz bazı din adamlarının böyle bir endişe taşıdıklarını bizzat müşahade ettik. Hatta, bu endişeyi çok ileri götürenler diyaloğa dahi aynı sebeple sıcak bakmamaktadırlar.

Çalışmalarımızın devam ettiği dönemde, Anglikan kilisesiyle Washington DC bölgesinde faaliyet gösteren ve daha ziyade Türk girişimcilerin kurduğu Rumi Forum diyalog merkezinin birlikte organize ettiği dört haftalık bir seminer serisine katıldık. Bu serinin ilk ayağında, Anglikan kilisesi adına, kilisenin bayan pastörünün eşi misafir konuşmacı olarak katıldı. Bu zat, doktorası olan ve papaz okulunda hocalık yapan bir teolog idi. Sözünün hemen başında “Dinin gelecekteki yüzü İslam’dır. Bu sebeple biz, İslam dinini tanımak,

Müslümanlarla diyalog içinde olmak mecburiyetindeyiz” demişti. Bütün salon bu cümlelerin şokunda iken, o bunun kendince delillerini izaha çalışmıştı. Hayatından bazı misaller vererek, Müslümanların kendi dinlerini Hristiyanlara oranla daha iyi bildiklerini ileri sürmüştü.

Elbette, bütün papazlar aynı kanaati taşımamaktadır. Bu mevzuda, ankete katılanlar içinde değil ama çalışma sürecinde karşılaştığımızı bazı papazları misal verebiliriz. Mesela, diyalog görüşmelerini başlatmak üzere, Koreli insanların çoğunluğunu oluşturduğu bir Protestan kilisesine giden Müslüman bir diyalog grubunun içine katılmıştım. Yine aslen Kore’li olan papaz, kendilerinin çok tutucu olduklarını ileri sürerek, diyaloğa sıcak bakmadıklarını ifade etmişti. Duruma çok şaşıran ekipten birisi, papaza ne zaman Hristiyan oldunuz? şeklinde bir soru yöneltti. Zira, sonradan Hristiyan olup, diyaloğu dahi reddedecek bir tutuculuk nasıl olabilir diye düşünmemek elde değildi. Yaşlı papaz, dedesinin Kore’de Hristiyan olduğunu, dolayısıyla anne ve babasının da Hristiyan olduğunu, kendisinin böyle bir ailede büyüdüğünü ifade etmişti. Bu da, Kore’ye giden misyonerlerin ne kadar önce bu işe başladıklarını gösteren çarpıcı bir tablodur.

Bir başka örnek de, yine diyalog çalışmaları kapsamında Müslüman bir grubun kapısını çaldığı Baptist bir papazdır. Bu papaz, grupla görüşmeyi kabul ettiği halde, diyaloğa hiç de sıcak bakmadıklarını ifade etmiştir.

Bunun dışında da, bazı papazların kendi cemaatlerini kaybetme korkusundan diyaloğa geçmek istemediklerini bildirdiklerini yine bu diyalog grubu çalışanlarından öğrenmiş bulunuyoruz.

Ancak, genelin diyaloğa açık olması, İslam’ın entellektüel seviyede temsiline ve anlatılmasına imkan hazırlamaktadır. Kiliseler, üniversiteler ve bazı dernekler, hatta hükümet kuruluşları kapılarını sonuna kadar açıyor ve diyaloğu savunuyorlar. Burada bütün Müslümanlara iş düştüğü kadar, Kelam âlimlerine de çok mühim görevler düşmektedir. Zira, İslam itikadının en sade dille anlatıldığı eserler ortaya koyma, bunları ya tercüme etme veya yabancı dillerde telif etme görevi Kelamcıların işidir. Her kim diyalog diyerek Hristiyanlarla bir araya gelse, sunacağı bilgileri bir kitaptan veya dergiden takdim etmesi karşı taraf için daha güvenilir olacaktır. Bu sayede hem meraklıları en sağlıklı bilgileri bulacak, hem de aleyhteki propagandalara en seviyeli cevaplar verilmiş olacaktır.

Bazı Batılı din araştırmacıları da diyaloğu geleceğin vazgeçilmez bir hadisesi olarak kabul etmektedirler. Hans Küng, “Milletlerarası ortak bir ahlâkî anlayış oluşturulmadıkça insan hayatından söz edilemez, dinlerarası barış temin edilmedikçe milletlerarası barıştan söz

edilemez ve dinlerarası diyalog tesis edilmedikçe de dinlerarası barıştan söz edilemez” diyor524. Elbette diyaloğu dinlerin tevhidi gibi anlamak mümkün değildir. Bunun gerçekleşmesi de mümkün değildir. Ali Bulaç, sosyolojik bir tahlille buna üç mani sunar. 1) Kelâmî/teolojik sebep; 2) Tarihî sebep; 3) Aktüel sebep. Dinlerin itikadî açıdan farklı telakkileri, mesela Hz. İsa’ya Hristiyanların Allah’ın oğlu demeleri ve bunu inançlarının temelleri yapmalarına mukabil, Müslümanların Hz. İsa’ya peygamber olarak inanmaları ciddi bir farklılıktır. Tarihî hadiselerin, savaşların, işgallerin de ciddî anlamda bir şuuraltı müktesebatı oluşturduğu bir gerçektir. Tarihte yapılanları bir öc alma sebebi görerek günümüze taşımanın da kimseye fayda sağlamıyacağı bilinen bir gerçektir. Öte yandan, aktüel durumda da pekçok hadise bu birliğin temininin mümkün olmadığını ortaya koyacak mahiyettedir. 11 Eylül olayı, ardından Afganistan ve Irak işgalleri buna birer misal teşkil etmektedir525. Bununla beraber, dinlerin birleşmesi zaten diyalog çalışması yapanlar tarafından asla hedef olarak alınan bir husus değildir. Herkesin görünen arzusu odur ki, dünyamızı tehdit eden, açlık, sefalet, işsizlik, kıtlık, ekonomik krizler, yaşlıların trajik durumu, hastalıklar, siyasî boğuşmalar, savaşlar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, şiddet ve terör, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ve insan hakları ihlalleri gibi bütün insanlığı ilgilendiren daha pekçok problemin çözümüne ortak çareler aramak, birlikte, barış içinde, herkesi kendi konumunda kabul ederek yaşamaya, yani sosyal barışa katkıda bulunmaktır526.

Çalışmamızı sürdürürken yaşadığımız pekçok tecrübe neticesinde ulaştığımız bir kanaat de şu olmuştur. Günümüzde Amerika’da, özelde din adamları ve kiliseler, genelde de halk, diyaloğa biraz da hümanistçe bir yaklaşımla bakmaktadır. Yani, diyaloğu yapan insanların daha hoşgörülü, başkalarını kabule açık, hümanist kişiler oldukları, diyaloğa sıcak bakmayanların ise, daha radikal ve marjinal kesimler oldukları kanaati mevcuttur. Bu sebeple, diyalog çağrısına bazı gruplar populist bir yaklaşımla sırf marjinal kalmamak için cevap vermektedir.

Bir diğer nokta, diyaloğu yapan kimselerin kendilerinden emin oldukları, dolayısıyla diyaloğa karşı olanların kendilerinden veya inançlarından emin olmadıkları kanısı mevcuttur. Kendileri hakkında böyle bir kanaatin doğmasından endişe edenler de diyalog yanlısı bir görüntü sergilemektedir. 524 http://www.interfaithdialoguebasics.be/the%20interfaith%20movement%20in%20the%2020th%20century.htm (2009) 525http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=506059 (10 Mart 1998) 526Bkz. http://arsiv.zaman.com.tr/1998/03/13/yazarlar/2.html (13 Mart 1998)

Diyaloğun tabii bir neticesi olarak, insanlar diğer dinin inanç esaslarını, yaşam biçimini, hatta dinin kültüre tesirini daha yakından tanıma fırsatı bulmaktadır. Diyalogda insanları kendi dinine geçirmek (convert) temel hedef kabul edilmezken, bazı din değiştirme örnekleriyle karşılaşmak da mümkün olmaktadır. Bundan rahatsız olan bazı din adamlarının diyalog karşıtı tavırlar sergiledikleri de görünmektedir.

3. HRISTİYANLARIN MEZHEPLERE GÖRE İSLAM’A VE